Bölüm 211: Olayların Fikir Babası Ye Qiao

avatar
3274 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 211: Olayların Fikir Babası Ye Qiao


Jiang Chen birkaç adım ileri attı, Ye Qiao’yu da geçerek şahsi korumalarının yanına gitti.

 

Şahsi korumalardan ikisine keskin bir bakış attı ve sordu: “İkinci prens, bunlar sizin korumalarınız mı?”

 

“Hmm?” Ye Qiao şaşırmıştı.

 

“Bunların isimleri nedir?”

 

“Jiang Chen, sen Gök Ağacı Krallığı’nın madalyonunu taşıyan saygın birisin, neden şahsi korumalarıma bu kadar ilgili olduğunu anlayamıyorum.” Ye Qiao gülümseyerek konuşuyordu: “Bunlar benim küçüklüğümden beri yanımda duran şahsi korumalarım. Onların isimleri ya da soy isimleri yoktur.”

 

“İsim ve soy isimleri yok mu? Köpeklerin bile isimleri vardır. İkinci prens, adamlarınıza bu şekilde davranmanız hiç de doğru değil.”

 

Ye Qiao’nun yüzündeki ifade karanlık bir hal aldı: “Jiang Chen, ne demek istiyorsun sen?”

 

“Ne mi demek istiyorum?” Jiang Chen gülerek konuşuyordu: “İkinci prens, Labirent Âleminden ayrıldıktan sonra kâbuslar görebilirsiniz endişelenmeyin, duyduğuma göre Altın Yiyen Fareler oldukça korkutucuymuş.”

 

Ye Qiao’nun gözlerinden öldürme arzusu okunuyordu, fakat bu ifadeyi bastırdı. Ye Dai’den farklıydı. Birinci prens olarak Ye Dai arkasında büyük bir güç ve nüfuz barındırıyordu. Bu durum onun küçüklüğünden beri fevri ve agresif davranmasına yol açmıştı. Rakiplerini saf dışı bırakmak için kullandığı yöntemlerde sınır tanımayan birisiydi.

 

Ye Qiao ise farklıydı. Ye Qiao daha çok mantıkla, düşünce ile hareket eden birisiydi, eline geçen fırsatları tek seferde harcamıyor, olabildiğince avantajlı hale getirmeye çalışıyordu.

 

Fiziki güç açısından bakılırsa, Ye Qiao’nun grubu yüzde doksan ihtimalle Ye Rong’un grubunu yenebilirdi. Fakat şu anda bir savaş başlatmak demek daha farklı sonuçlar doğmasına göz yummak demekti.

 

Açıklık bir alandaydılar. Savaş başladıktan sonra Ye Rong’un grubunun tamamını öldürmenin garantisi yoktu. Eğer bir kişi bile buradan canlı olarak kaçabilirse, sonuçlar çok kötü olabilirdi.

 

Prensler arasındaki gizli savaşta birebir vaziyette istenilen hamle yapılabilirdi. Bir başkası tarafından fark edilmedikçe hamle yapmak hiç de zor değildi, çünkü kanıt bulunamazdı.

 

Fakat açık şekilde, herkesin gözü önünde saldırıya geçilirse, eğer herkesi bir anda öldürmenin garantisi yoksa, işler sarpa sarabilirdi. Eğer bu açıkça yapılan saldırının haberi bir şekilde dış dünyaya ulaşırsa bu işten geri dönüş yoktu.

 

Ayrıca tıpkı Ye Dai gibi, Ye Qiao da Dan Fei’ye çok saygı duyuyordu.

 

Ye Qiao’nun Dan Fei’ye duyduğu hayranlık iki şeyden kaynaklıydı, birincisi Dan Fei’nin nefes kesici güzelliği ve ikincisi Dan Fei’nin arkasındaki muhteşem nüfuz. Dan Fei’yi eş olarak almak demek onurlu Baş Usta’nın desteğini de almak demekti.

 

Onurlu Baş Usta’nın desteğini almak demekse, dünyalar kadar değerli bir şey demekti.

 

Ye Rong gülerek konuştu: “İkinci kardeş, böylesine kayıtsız kaldığına göre, büyük bir vurgun yapmış olmalısın. Görünüşe göre benim şimdi yola çıkmam lazım.”

 

“Hehe! Hiç de bile, hiç de bile.” Ye Qiao’nun aklı başında değildi, şaşkınlığın etkisiyle ne dediğinin farkında değildi.

 

“Büyük kardeşimizi görürsen benden ona selam söyle.” Ye Rong bunu söylerken de gülümsemişti, grubuyla beraber ortamı terk etti.

 

 

Yaklaşık on li mesafe kadar yürüdükten sonra Jiang Chen birdenbire durdu.

 

“Dördüncü prens, ben o iki şahsi korumanın üzerinde bir koku olduğunu fark ettim, bu koku yolda karşılaştığımız Altın Yiyen Farelerden birinin kan kokusuyla eşleşiyordu. O iki şahsi koruma kesinlikle bize tuzak kuran kişilerdi.”

 

“Emin misin?” Ye Rong Ye Qiao’yu sorgular gibi cümleler kullanmıştı, yüzde doksan oranla bu işin arkasında Ye Qiao’nun olduğuna emindi.

 

Fakat her ne kadar emin olsa da, elinde somut bir kanıt yoktu. Her ne kadar Ye Qiao’nun orada bulunması garip olsa da, bu durum bir kanıt sayılmazdı, tesadüf de olabilirdi.

 

“Yüzde yüz eminim. Dördüncü prens, siz buradan ayrılın. Bu meselenin böylece peşini bırakmayız. İkinci prensi öldüremesem bile en azından o iki şahsi korumayı öldürmem lazım. Bu şekilde yol boyunca bize karşı bir daha hamlede bulunmaması gerektiğini anlar.”

 

Ye Rong’un aklında düşünceler şimşek gibi çakıyordu: “Yalnız mı gideceksin? Qianli’nin sana eşlik etmesine ne dersin?”

 

“Buna gerek yok, Qianli’yi de yanınızda götürün. Kendisi gruptaki en güçlü kişi ve yol boyunca size yardımı dokunacak. Her ne kadar o iki şahsi korumayı öldürebileceğimden yüzde yüz emin olmasam da, yüzde yetmiş-seksen oranında şansım olduğuna inanıyorum.”

 

“Jiang Chen, mademki sen kararını verdin, sana karşı çıkmayacağım, fakat ikinci prense karşı direkt bir hamle yapmamalısın, bu senin başına daha büyük belalar açabilir. Labirent Âleminden çıktığında seni şikâyet edebilir.”

 

Ye Rong bu şekilde konuşmasına rağmen, aslında içten içe Jiang Chen’in o gruptaki herkesi öldürmesini arzuluyordu, sadece bunu açık şekilde dile getiremiyordu.

 

Jiang Chen ellerini ovuşturdu, acele şekilde bilinmeze doğru yola koyuldu.

 

Jiang Chen Ye Rong’un grubundan ayrıldıktan sonra bir yay çizdi ve Altın Yiyen Fare Kralını açığa çıkardı: “Sizin soyunuzdan olanları kimin öldürdüğünü buldum. Doğru söyleyip söylemediğimi bahsettiğim kişileri koklayarak bile anlayabilirsin. Soyundan olan farelerin kan kokusunu onların üzerinde hissedeceksin.”

 

Altın Yiyen Fare Kralı oldukça sinirlenmişti: “Nerede o?”

 

Jiang Chen sakin şekilde cevapladı: “Buradan yaklaşık yirmi-otuz li mesafede. Eğer ona buradan başlayarak bir yay çizip yaklaşırsan, tahminlerime göre az önce ayrıldığımız noktaya kaçmaktan başka çareleri kalmayacak.”

 

Altın Yiyen Fare Kralı soğuk bir ifadeyle güldü: “Kaçmak mı? Bahsettiğin yer benim bölgem. Kaçmak isterlerse hiç şansları kalmaz.”

 

Jiang Chen güldü: “Hadi, zamanımızı israf etmeyelim. Ben de bir yarım daire çizerek ilerleyeceğim ve kesişim noktamızda olacağım, böylece kaçacak hiçbir yerleri kalmayacak.”

 

Altın Yiyen Fare Kralı kafasını onaylar şekilde salladı: “Tamamdır, bu işe yarar. Çevreyi kuşatmaları için on bölük kadar faremi göndereceğim. En çabuk şekilde dağlık alanı kuşatmak için hamle yapacağız. Bu durumda, gerçekten de kaçacak hiçbir yerleri kalmayacak.”

 

 

Ye Qiao’nun tarafına gelince, Ye Rong’un grubunu gördüğünde içinde çok büyük bir öldürme arzusu uyanmıştı.

 

“Majesteleri… Bu durum… Burada bir gariplik var.” Ye Qiao’nun askeri Ling Xuan hafif bir tonla konuşmuştu.

 

Ye Qiao da bu durumun oldukça garip olduğunu düşünüyordu: “Ling Xuan, dört numaranın kıyafetleri çok temizdi. Görünüşe göre fare sürüsüyle hiç karşılaşmamış bile. Acaba bu fare sürüsü bizim düşündüğümüz kadar korkutucu değil miydi?”

 

Ling Xuan kafasını salladı: “Biz bu fare sürüsünü uzaktan gözlemledik. Sürü göklere kadar yükselip, yerdeki gözle görülebilecek her yeri kaplayacak kadar büyüktü. Sürünün olduğu yerde toprak gözükmüyordu bile. Grup ne kadar güçlü olursa olsun, asla canlı çıkmamaları gerekiyordu. Ayrıca biz zaten fare sürüsünün rotasını ayarlamıştık. Sürü dağlık vadiyi tamamen kuşatmış olmalıydı. Sürü oraya ulaştığında ise grubun kaçacak hiçbir yeri kalmamış olmalıydı.”

 

“Ling Shi, Ling Feng, buraya gelin.” Ye Qiao diğer iki şahsi korumasını çağırdı. Bu ikisi Jiang Chen’in bahsettiği iki korumaydı.

 

“Majesteleri, astınız saygı ile sizden bize Ye Rong’un grubunun ardından gitmemizi emretmenizi ister. Jiang Chen’in ikimize yaptığı bu aşağılamayı kabul etmekte zorlanıyoruz.”

 

Ling Shi ve Ling Feng, ikisi de birinci seviyede ruh âlemi uygulayıcısıydı. Uzun mesafeli takipte ve sessiz şekilde öldürmekte ustaydılar.

 

Zaten Ye Qiao bu adamları bu yüzden fare sürüsünü tetiklemek için göndermişti.

 

“İkinci prens, astınız bir analiz yaptı, Ye Rong bizden şüphelendi. Söyledikleri sözler kuşku ve şüphe dolu sözlerdi. Jiang Chen’e gelince, sadece Ling Shi’yi ve Ling Feng’i inceledi, acaba bir şeylerden mi şüphelendiler?”

 

Ye Qiao’nun bakışları deliciydi, Ling Shi ve Ling Feng’e baktı: “İkiniz onların grubuyla karşılaşsanız, yenebilir misiniz?”

 

“Onlarla açık şekilde savaşırsak sadece yüzde yirmi şansımız olur. Fakat gizlice takip edip öldürme yeteneklerimizi kullanırsak, yüzde seksen şansımız olur. Yani demek istiyorum ki, biz iki kardeş, kendimizi gizlemede ve kılık değiştirmede oldukça ustayız. Kesinlikle ikinci prensin bu işin arkasında olduğu açığa çıkmayacaktır.”

 

Ye Qiao hala Jiang Chen ve Ye Rong’un aşağılayıcı tavırlarını düşünüyordu. Bu ikisi Ye Qiao’yu oldukça sinirlendirmişti.

 

“Acaba dört numara gerçekten de bir delil mi buldu? Ye Dai ve Ye Zheng oradan çıkamadılar, onlar kesinlikle ölü olmalı. Eğer dört numara bu olaya dair bir delil ele geçirdiyse ve bu delili Labirent Âleminin dışına götürürse, bu benim bu zamana kadar sarf ettiğim bütün çabaların boşa gitmesi demek. Bu durumda da veliaht prens olma şansı tamamen Ye Rong’un olacak.”

 

Ye Qiao bunları düşününce kafasını salladı: “Unutmayın, hamleniz acımasız olmalı. Mademki hamle yapacaksınız, bir seferde ve sessizce halledin bu işi.”

 

“Anlaşıldı.”

 

“Hadi gidin, hızlı ve sessiz şekilde halledin.”

 

Olaylar bu şekilde ilerlediğinden, Ye Qiao’nun yapacak başka bir şeyi kalmamıştı. Zaten bu hamleden daha zorlu olan, Ye Dai’yi öldürme hamlesini çoktan yapmıştı. Bunu başardıktan sonra Ye Rong’u canlı bırakıp risk alamazdı. Ye Rong ölü olduğu sürece kendisinin veliaht prens olma yolunda hiçbir engel kalmayacaktı.

 

Prensler sadece bu dördünden oluşmuyor olsa da, geriye kalan prensler ya çok zayıf güçte ya da çok gençtiler. Kendisiyle rekabet edebilecek durumda değillerdi.

 

“Ye Rong’u da öldürdükten sonra, ben, Ye Qiao, taht için tek aday olacağım!” Ye Qiao’nun gözlerinden öldürme arzusu fışkırıyordu.

 

“Ling Xuan, sen de git ve bölgeyi araştır, neler olup bittiğini öğren. Unutma, şahsi güvenliğini ön planda tut. Eğer fare sürüsü hala dağılmadıysa kendini tehlikeye atma. Ben dünyaları alsam da, sen olmadıktan sonra pek işime yaramaz.”

 

İşte bu Ye Qiao’nun gücüydü. İnsanların kalbine nasıl hitap edeceğini biliyordu. Öylesine samimi sözler ediyordu ki, adamları onun için gözlerini dahi kırpmadan ölmeye hazırdılar.

 

“Anlaşıldı, geri dönüp araştırma yapacağım.” Ling Xuan şahsi korumaların başındaki kişiydi, arkasına dönüp korumalara seslendi: “Siz ikinci prensin iyi korunduğundan emin olun.”

 

“Anlaşıldı.”

 

Ling Xuan tam da harekete geçecekti ki, kulakları bir şey duyarak titredi, vücudu aniden olduğu yerde kaldı.

 

“Ne oldu?” Ye Qiao şaşırmıştı.

 

Ling Xuan yere eğilip bir süre odaklandıktan sonra yüzündeki ifade değişti. Yüzündeki ifade bir anda yerini korku dolu bir ifadeye bırakmıştı: “Bu çok kötü.”

 

“Kötü olan ne?”

 

Daha az önce gruptan ayrılmış olan Ling Shi ve Ling Feng acele ile geri dönmüştü. Onların da yüzlerindeki ifade korku doluydu.

 

“Majesteleri, acele edin, geri çekilin. Fare sürüsü bizi ön taraftan çembere almaya başladı, üzerimize doğru geliyorlar.”

 

“Ne?” Ye Qiao bir anda paniklemişti. Fare sürüsü mü? Fare sürüsü neden grubunun önünde olsundu ki? Grup dağlık vadiden geçerken bile fare sürüsünü hissetmemişti, şimdi sürü nasıl grubun önünde olabilirdi? Neden bir anda sebepsiz yere yön değiştirip önlerine geçmişti ki?

 

“Fare sürüsünün rotası oldukça garip, görünüşe göre bizi kuşatmak için çok büyük bir çember çizmişler. Şu anda bizi gerçekten de kuşattılar.” Ling Xuan fare sürüsünün hareketlerini analiz edip bunları düşünmüştü.

 

“Hadi! Hadi acele edin! Ling Xuan acele et ve buradan çıkış için bir yol bul! Hızını kullanarak çemberin en uygun kısmını bul, sürü tarafından kuşatılmayı göze alamayız.”

 

Ye Qiao streslenmişti. Fare sürüsünün Ye Rong’un grubunu değil de kendi grubunu kuşatacağını nasıl öngörebilirdi ki?

 

Ling Xuan tehlikenin farkındaydı, hiç vakit kaybetmeden yere kulağını dayadı, sesleri dinleyerek çemberin en yakın ve zayıf noktasını bulamaya çalışıyordu. Farelerin oluşturduğu çember eğer tamamen kapanmazsa, grup tüm hızıyla ve hiç durmadan koşarak bu çemberden kurtulabilirdi.

 

“Majesteleri, bu gerçekten garip, dağlık vadi haricinde diğer bütün bölgeler de fareler tarafından kuşatılmış. Çemberde hiçbir şekilde zayıf nokta bulamıyorum.”

 

“Dağlık vadi hariç mi? Orası bir girişi ve bir çıkışı olan yer değil mi?” Ye Qiao’nun kaşları çatılmıştı: “Eğer oraya gidersek anında ölmez miyiz?”

 

“Dağlık vadi çıkmaz bir yer doğrudur, fakat eğer dağlık alana ilerlersek, belki de başka bir patika yol bulabiliriz. Eğer etrafından dolaşıp, çıkmaz vadiye girmezsek, belki de yeterli zamanımız olur.” Ling Xuan kendinden emin değildi. Her ne kadar daha önceden bölgeyi araştırmış olsalar da, uzaktan araştırmışlardı, alternatif yollar için gözlem yapmamışlardı.

 

Eğer dağlık vadinin patikaları dik durumdaysa, tırmanmaları gerekecekti, bu durumda hızları oldukça düşecekti. Bu da demek oluyordu ki, anında farelere yem olacaklardı.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr