Bölüm 210: Altın Yiyen Fare Kralı Uzlaşma Niyetinde

avatar
3319 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 210: Altın Yiyen Fare Kralı Uzlaşma Niyetinde


Jiang Chen gerçekten de Alın Yiyen Fare Kralını ikna edebilmişti.

 

“Âdemoğlu, sana hayran kaldım. Sen geri çekilip barış anlaşması yapmaya çalışan ilk âdemoğlusun. Umarım verdiğin sözleri tutabilirsin.”

 

Bunları söyledikten sonra Altın Yiyen Fare Kralı fare sürüsüne doğru üç kısa ve hızlı ıslık çalmıştı. Bu ıslıklar geri çekilme emriydi.

 

Islık sesini duyan fareler pozisyonlarını terk edip geri çekilmeye başladılar.

 

Birkaç saniye içerisinde dağlık alanı kuşatmış olan bütün fareler alanı tamamen boşaltmıştı. Gruptakiler dağlık alanı gözlemlediklerinde gördüler ki, alanda ağaçlara dair hiçbir şey kalmamıştı.

 

“Benim burada geçirmem gereken süre bir aylık bir süre ve şu anda sadece on beş günüm kaldı. Önümüzde iki seçenek var, ya hepiniz birden benimle beraber buradan ayrılacaksınız, ya da kalan on beş günde ben size bütün bildiklerimi aktaracağım.”

 

Altın Yiyen Fare Kralı kaşlarını çattı. Labirent Âleminin zorlu koşullarını biliyordu, burada gereğinden fazla süre boyunca kalan hiçbir insan hayatta kalamıyordu.

 

Bu gruptaki insanların bu labirent âleminde uzun süre kalıp da canlı olarak geri dönmeleri pek mümkün değildi.

 

“Belki de bu âlemi terk etmek iyi bir fikirdir?” Altın Yiyen Fare Kralı düşünceler içindeydi: “Ben buranın dış dünyadan ayrı ve sınırlarla kapalı bir âlem olduğunu duymuştum. Ayrıca dış dünyanın sınırsız kaynaklarla dolu olduğunu, sayısız yaşam formlarıyla dolu olduğunu ve yine sayısız canlı türleriyle dolu olduğunu duymuştum. Belki de, dış dünyaya geçersem, türümün asil kan soyunu geliştirmek için gerekli daha fazla bilgiye ulaşabilirim.”

 

Altın Yiyen Fare Kralı bunları düşündükten sonra cevapladı: “Buradan ayrılmayı seçiyorum.”

 

“Açıkça görülüyor ki bu kadar fazla sayıda ruh hayvanını yanımda götüremem, aklında nasıl bir plan var?”

 

“Bu sorun değil. Bizim Altın Yiyen Fare türümüzün Bin Hendekli Kayalık Yuva dediğimiz bir hayatta kalma yerimiz var. Her kayalık yuva bizim türümüzden milyonlarca canlıyı barındırabiliyor. Bu kayalık yuvalar bizim yaşayacak bölge bulmamız açısından gizli bir yeteneğimizdir ve kalıtsal bir özelliktir. Tıpkı arı yuvaları gibi, bizim türümüzden olmayanların kavrayamayacağı bir özellik.”

 

“Milyon Hendekli Kayalık Yuva mı? Ne kadar büyük bu bahsettiğin yer?” Jiang Chen Altın Yiyen Farelerin böyle bir özelliği olduğunu okuduğunu hatırlıyordu, fakat bu detaya zamanında pek önem vermemişti. Demek bu duyduğu şey Altın Yiyen Farelerin yuvasıydı?

 

“Büyük de olabilir küçük de olabilir. En küçük olanlar bir yumruk büyüklüğündedir ve en büyük cinsten olanlar ise şu gördüğün kaya kadar var.”

 

“Şu kaya mı?” Jiang Chen oldukça etkilenmişti. Her canlı türü kendine has bir özellik taşıyordu. Milyon Hendekli Kayalık Yuva meselesi insanlar için oldukça etkileyiciydi.

 

Her ne kadar bahsedilen kayanın büyüklüğü sadece iri yapılı bir bufalo büyüklüğünde olsa da, sonuçta fareler çok küçük hayvanlardı. Milyonlarca fareyi barındırmak için bu kayalıklardan birkaç tanesi bile yeterli olabilirdi.

 

“Bu bahsettiğim Milyon Hendekli Kayalık Yuva bizim yaşam bölgesi bulmamız konusundaki gizli bir yeteneğimizdir. Bu bahsettiğim kayalıkların içinde de kanallar ve boşluklar vardır. Her kayanın altında değişik ebatlarda ve yüksekliklerde kanallar vardır, bu şekilde zarif bir yaşam bölgesi oluşturabiliyoruz. Görünüşe göre her canlı türü kendine has gizli yetenekler barındırıyor ha?”

 

Fakat insanlar da buna benzer bir yetenek kullanıyordu zaten. Mesela bir depolama yüzüğü, bu yüzükler birçok eşyayı, yiyecek-içeceği ve hatta insanları depolamak için bile kullanılabiliyordu. Bu durum da bölgenin verimli kullanılması açısından gizli bir yetenek sayılmaz mıydı?

 

Nihayetinde, farelerin kullandığı Milyon Hendekli Kayalık Yuvalar, depolama yüzükleri ile oldukça benzerdi.

 

Aradaki fark sadece farklı bir türün kullanıyor olması, farklı bir amaçla kullanıyor olması ve farklı bir yöntem güderek kullanıyor olmasıydı.

 

Bu Altın Yiyen Fare kabilesi yaklaşık olarak iki-üç milyar üyeye sahipti. Kayalık alanlarda yaşıyor olsalar dahi, yüzlerce kaya gerekliydi. Jiang Chen’in depolama yüzüğünün bu denli büyük olması iyi bir şeydi, bütün fareleri içine alabilecek kapasitedeydi.

 

Fakat yine de, bu fareleri yanına alması iyi bir fikir miydi yoksa kötü bir fikir miydi kimse bilemezdi.

 

Jiang Chen ve Fare Kralı fare Jiang Chen’in onları yanına almadan evvel hazırlık yapmaları konusunda plan yaptılar. Böyle bir olayda farelerin göze batmaması avantajlı olurdu.

 

Aksi takdirde, eğer Jiang Chen’in arkadaşları, yanında iki-üç milyar kadar Altın Yiyen Fare getireceğini öğrenirlerse, bu durum onlar için korku verici olurdu.

 

Eğer bu durum dedikodu şeklinde yayılırsa, on altı krallıktaki herkes rahatça uyumak ve yiyip içmekte oldukça zorlanırlardı.

 

Bu durum Altın Kanatlı Kılıç Kuşlarından bil daha korkutucuydu.

 

Altın Kanatlı Kılıç Kuşlarının sayısı da çok fazlaydı fakat fareler kadar korkutucu sayıda değillerdi.

 

İşin aslı, Altın Yiyen Farelerin yok edici gücü Altın Kanatlı Kılıç Kuşlarının gücünden üstündü. Altın Yiyen Fare Kralının eğitim seviyesi insanlardaki ruh âleminin üst seviyelerindeydi, göksel ruh âlemi seviyesindeydi. Bu da demek oluyordu ki, bu Fare Kralının eğitim seviyesi ruh kralı olmaktan çok da uzak değildi.

 

Zaten Altın Yiyen Fareler hiçbir zaman tek başlarına savaşmamışlardı, hep sürü halinde savaşırlardı.

 

Altın Yiyen Fare sürüsünün gerçekten de gözleri önünde geri çekildiklerini gören Ye Rong ve diğerleri gördüklerine inanmakta oldukça zorlandılar. Az önce yaşananların bir rüya olduğuna dair ciddi şüpheleri vardı.

 

Fakat boşalan dağlık alanda göz gezdirdiklerinde, farelerin ağaçları, çalıları devirdiklerini, kemirdiklerini görebiliyorlardı. Altın Yiyen Farelerin az önce burada olduklarına dair en büyük kanıt buydu, inanmak zorundaydılar.

 

Hoo!

 

Ölümün pençelerinin arasından sıyrılmak oldukça iyi hissettirmişti.

 

Dan Fei Jiang Chen’in yüzünde gölgeli bir gülümseme gördüğünde yanına yürüyüp merakla sordu: “Jiang Chen, sen gerçekten de Altın Yiyen Fare Kralını geri çekilmesi için ikna mı ettin? Bunu nasıl yaptın?”

 

Dan Fei meraktan çıldırıyordu.

 

Jiang Chen gülümseyerek cevapladı: “Ben kadim canavar dilinden biraz anlarım ve sadece kralla birazcık sohbet ettik. Bir nebze sohbet ettikten sonra birbirimizi anlayışla karşıladık, kendisi soyundan olan fareleri kimin öldürdüğünü öğrenmek istiyordu. Ben de bu durumun bizimle bir alakası olmadığını söyledim. Onların özel bir yetenekleri varmış, bu özel yetenekle gözlem yaparak kendi soylarından olan fareleri bizim öldürmediğimizi anladılar, böylece burayı terk ettiler.”

 

Dan Fei bu sözlere inansa mı inanmasa mı bilemiyordu.

 

Aniden bir şey hatırlamış gibi şüpheci şekilde bir soru sordu: “Mademki gözlem gizli bir gözlem yetenekleri varmış, Ye Dai ve grubunun bunu yapmadığını nasıl öğrenememişler? Onları neden mideye indirmişler?”

 

“Onların kadim canavar dilinden anlamıyor olmaları yazık. Kültürsüz olmak dezavantajlı bir durum.” Jiang Chen iyi bir moddaydı, mutluydu. Her ne kadar Ye Dai ve grubunu kendisi öldürmemiş olsa da affedilemez suçlarının cezasını bir şekilde almışlardı.

 

Aynı şekilde Ye Rong da mutlu bir moddaydı.

 

Hem ölümün pençesinden kurtulduğu için, hem de Ye Dai’nin bu sefer gerçekten de ölü olduğundan dolayı.

 

Kardeşler arasındaki rekabet bu noktaya geldiğinde, aralarında yaşanan tek şey bitmek tükenmek bilmeyen bir öldürme yarışıydı.

 

Tıpkı Ye Dai’nin sevineceği gibi, Ye Rong da bu duruma sevinmişti.

 

“Dördüncü prens, burada bir süre bekleyin lütfen. Ben yüksek dağlık alana kısa bir yolculuk yapmalıyım. Hatırladığıma göre orada birkaç ruh malzemesi vardı. Acele ile oradan ayrıldık ve onları almayı unuttum.”

 

Jiang Chen ayaküstü bir bahane bulup Ye Rong ve diğerlerinden ayrılmıştı.

 

Tabii ki Altın Yiyen Fareleri almak için geri dönüyordu.

 

Daha önce anlaştıkları gibi dağlık bölgeye gelmişti, Altın Yiyen Fare Kralı burada uzunca bir süredir bekliyordu.

 

“Hazır mısınız?”

 

“Hazır da ne demek?” Altın Yiyen Fare Kralı iç çekti: “Âdemoğlu, ben sana türümün kaderini teslim ediyorum. Bunun doğru bir karar mı yoksa aptal bir hamle mi olduğunu bilmiyorum. Umarım bana yalan söylememişsindir.”

 

“Eğer gelmek istemiyorsan, ben bilgilerimi sana aktarabilirim, fakat tabii ki, ben bu işlerde uzman sayılmam, dolayısıyla size herhangi bir garanti veremiyorum.”

 

“Daha fazla söze gerek yok. Seninle gitmeye çoktan karar verdim bile. Bu içinde bulunduğumuz dünya her daim kapalı bir alan olarak kalacak ve burada bizim neslimizin devamı söz konusu değil. Duyduğuma göre dış dünyadaki alanlar sonsuz büyüklükteymiş, işte ben buna cennet derim!”

 

“Cennetin olduğu yerde, cehennem de var demektir, dış dünyayı aklında bu kadar yüceltmemelisin.”

 

“Sen bize yalan söylememiş olduğun sürece, buradan ayrıldığımız zaman bütün kabilem daha üstün bir güç tarafından yok edilse bile seni suçlamayacağım. Bu benim seçimim, kabilemin nesillerinin devamı için vermek zorunda olduğum bir karar.”

 

Bunu söyledikten sonra Altın Yiyen Fare Kralı da Kayalık Yuvaya girdi.

 

Jiang Chen Kayalık Yuvayı depolama yüzüğüne aldı ve etrafta biraz gezinerek birkaç ruh malzemesi topladı, geri döndüğünde Ye Rong ve diğerlerine gösterebileceği bir bahanesi olması gerekiyordu.

 

“Hadi gidelim!” Jiang Chen Ye Rong ve grubuna seslenmişti.

 

Ye Dai ve grubunun kemiklerinin yanından geçerken Ye Rong durdu ve iki şahsi korumasına emir verdi: “Boş şekilde buraya geldik ama boş ellerle geri dönemeyiz. Ye Dai benim üzerimde küçüklüğümüzden beri baskı kuruyor fakat şu anda ölü ve uygun şekilde gömülmesi uygun olur. Onları gömmek için uygun bir yer bulun.”

 

Aslında Ye Rong’un kullandığı kelime gömmek olsa da, Ye Dai ve grubundan gömülecek pek bir şey kalmamıştı. Sadece tespit edilmesi dahi oldukça zor olan birkaç kemik parçası vardı.

 

İki şahsi koruma dikkatli şekilde kemik parçalarını topladı ve hepsini aynı bölgeye gömdüler.

 

İş bittikten sonra, kemikler de artık görünmüyordu ve sadece kırık, parçalanmış zırhlar ortada kalmıştı. Şahıslara ait hiçbir vücut parçası kalmamıştı. Zaten ganimet olarak buradan bir şey almayacaklardı.

 

Grup bu bölgeden uzaklaştı ve büyük bir açıklık alana geldiler. Fare sürüsünün yıkıcı etkileri artık gözlemlenmiyordu.

 

Güvenli bölgeye ulaştıklarında önlerinde bir başka grubun olduğunu gördüler. Önlerindeki bu grup Jiang Chen ve diğerlerinin kendilerine yaklaştığını görünce şaşkınlıktan kaskatı kesildiler.

 

“Ye Qiao!” Bu karşılarındaki grubun Ye Qiao’ya ait olduğunu keşfeden ilk kişi dördüncü prens Ye Rong’du.

 

“Dört numara?” Ye Qiao yeşil bir taşın üzerinde oturuyordu. Ye Rong’un grubunu gördüğünde yüzünde bir şaşkınlık ifadesi oluşmuştu.

 

Ağzı şaşkınlıktan bir karış açılmıştı, neredeyse bir yumurta rahatlıkla geçebilecekti dudaklarının arasından. Altın Yiyen Farelerin istila ettiği bir bölgeden kimsenin canlı olarak çıkabileceğini düşünmemişti.

 

“İkinci kardeş, bu ne acayip bir tesadüf?” Ye Rong kalbindeki öfkeyi büyük bir çabayla bastırmıştı ve yüzünde samimi bir gülümsemeyle selamlamıştı.

 

Ye Qiao da şaşkınlığını gizlemeye çalışarak yüzüne bir gülümseme takındı, gözleriyle Ye Rong’u tepeden tırnağa sürekli süzüyordu. Ye Rong’un baştan aşağı temiz olduğunu, kavgaya karışmış birine hiç benzemediğini görünce şaşırmıştı.

 

Birisi tatilden dönerken bile bu kadar temiz olamazdı.

 

Acaba Ye Rong Ye Dai’nin grubuna rastlamamış mıydı? Bu doğru olamazdı. Gözcüler kendisine Ye Rong’un hemen ardından Ye Dai’nin grubunun dağlık vadiye giriş yaptığını rapor etmişti.

 

Vadinin çıkışı yoktu, iki grup karşılaşmış olmak zorundaydılar.

 

Diyelim ki bu iki grup bir şekilde barışçıl anlaşmışlardı, o halde fare sürüsünden nasıl kurtulmuşlardı?

 

Ye Qiao bu grubun fare istilasından canlı olarak kurtulmuş olabileceğine inanamıyordu. Fare sürüsünün oluşturduğu toplam güç Ye Rong’un grubunun on katı gücündeki bir grubu bile anında yok edebilecek seviyedeydi.

 

“İkinci kardeş, bana neden bu şekilde bakıyorsun? Neden beni görmene bu kadar şaşırdın? Yoksa burada olmamam mı gerekiyor?” Ye Rong kinayeli şekilde konuşuyordu, sözleri iki anlama birden gelebilirdi.

 

“Haha! Yok canım, neden şaşırayım ki?” Ye Qiao kahkaha ile cevaplamıştı: “Şaşırdığım kısım sadece senin üzerinin çok temiz olması. Labirent Âleminde olduğumuzu bilmesem senin bir tür tatilden geldiğini düşünürdüm. Hiç mi ruh hayvanı öldürmediniz?”

 

“Hmm, ikinci kardeş, sen oldukça kayıtsız kalmışsın. Burada öylece oturup manzaranın keyfini mi çıkarıyorsun yoksa? Yoksa burada beklemenin sebebi bir şeylerin haberini almak için mi?” Ye Rong kederli şekilde gülümseyerek konuşuyordu.

 

Ye Qiao şaşırmıştı, acaba bu çocuk bir şeyler mi biliyordu?

 

Ye Qiao acele şekilde bu düşünceyi reddetti. Yaptığı her şeyi büyük bir gizlilik içinde yapmıştı. Kendisi bu planları yaparken Ye Rong dağlık vadideydi ve planlardan haberdar olması imkânsızdı.

 

“Ben buradan tesadüfen geçiyordum ve bu bölgede dinlenip grubumu tekrar organize etmekle meşguldüm. Seninle karşılaşmak, dört numara… Oh evet, aklıma gelmişken sorayım, büyük kardeşimizi gördün mü?”

 

“İkinci kardeş, sen büyük kardeşimizle hiçbir zaman iyi anlaşamazdın, şimdi neden onu soruyorsun?”

 

Ye Qiao zayıf şekilde gülümsedi: “Kardeşler arasında kin ve nefrete izin verilmemeli. Oh doğru ya, dört numara, ben bu bölgeye yaklaşırken duydum ki büyük bir fare sürüsü bu alanı istila ediyormuş. Bu dedikodunun doğru olup olmadığını biliyor musun?”

 

Ye Qiao istemsiz olarak Ye Rong’a sürekli sorular soruyordu. Ye Rong’un fareler ile kendisi arasındaki bağlantıyı bilmesine ihtimal vermiyordu, bundan dolayı rahat şekilde sorular soruyordu.

 

Ye Rong bilmezden gelmeye karar verdi: “Fare sürüsü mü? Ne fare sürüsü? Sadece birkaç tane altın renkli fare vardı. İkinci kardeş, bence biraz abartıyorsun.”

 

“Oh, o halde bana gelen bilgiler yanlışmış.” Ye Qiao buna inanmak istemiyordu fakat Ye Rong’un davranışlarından da bir şeyler okunamıyordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr