Bölüm 208: Etrafın Farelerce Sarılması

avatar
3231 1

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 208: Etrafın Farelerce Sarılması


Jiang Chen bağdaş kurarak oturmuştu, Medyumun Zihnini en üst potansiyelinde kullanmaya çalışıyordu. İlahın Gözü yeteneğini fare sürüsüne yöneltmişti, tıpkı bir şahin edasıyla gözlerini kullanıyordu.

 

Jiang Chen’in bu esnada kullanacağı başka bir yöntemi yoktu. Bu durum insan gücünün karşısında durabileceği bir durum değildi. Ruh kralı seviyesindeki bir uygulayıcı dahi bu durumla baş ederken zorlanırdı.

 

Dan Fei’nin yüzünde bir değişik ifade oluştu, sanki aklına değişik fikirler gelmiş gibiydi. Dan Fei de büyük bir kayalık alanın üzerine oturmuştu, Jiang Chen’den yaklaşık beş-altı metre uzaktaydı.

 

Biliyordu ki eğer Jiang Chen buradan çıkış yolunu bulamazsa, sessizce ölümü beklemekten başka çareleri olmayacaktı.

 

Jiang Chen’in oluşturduğu bu savunma hattı belki de farelerin avantajlı durumunu bir nebze olsun geciktirebilirdi, fakat sayısız büyüklükteki fare sürüsünün karşısında yapabilecekleri çok şey yok gibi duruyordu.

 

Bu tıpkı ellerinde bir kaşık ile akan bir nehri boşaltmaya çalışmak gibiydi. Kesinlikle beyhude bir uğraş sergiliyorlardı, bu yaptıkları sadece onlara vakit kazandırıyordu, aktif olarak karşı koymaya imkânları yoktu.

 

“Jiang Chen, acaba ne düşünüyorsun şu anda?” Dan Fei’nin aklında küçücük dahi olsa bir korku yoktu. İstifini hiç bozmadan sakinliğini koruyordu.

 

Dan Fei Jiang Chen’in bağdaş kurup oturmuş halini izliyordu, sanki Tai Dağı önünde yerle bir olsa yine de kayıtsız kalacak, istifini bozmayacak gibi duruyordu. Jiang Chen’in bu tutumundan Dan Fei anlıyordu ki aslında Jiang Chen hiç de hafife alınmayacak birisiydi.

 

Ye Rong’un bile, sayısız diyarlar gezmiş, sayısız olaylar ve tehlikeler atlatmış prens Ye Rong’un bile şu anda yüzünde keder dolu bir ifade vardı.

 

Politik rakibi Ye Dai’yi alt ettiğinde Ye Rong mutlu şekilde gülüyordu. Bu mutluluğun bir anda tam tersine dönerek hüzün ve kedere dönüşeceğini kim bilebilirdi ki?

 

Bir fare sürüsü…

 

Ye Rong kendilerine hızla gelen, bu sonsuz gibi gözüken okyanus akımına bakıyordu. On beş dakikadan daha az bir sürede bu sürü, bulundukları alanı tamamen kaplayacaktı, Ye Rong ve grubunu tamamen yutacak, geriye kemiklerini bile bırakmayacaktı.

 

“Demek kaderim buymuş?” Ye Rong büyük bir acı hissetmişti. İşte bu anda başarı ile başarısızlık arasındaki farkı düşünmüştü, yenmekle yenilmenin arasındaki farkı.

 

Tahminlerine göre Ye Dai’nin kalabalık grubu dağlık vadinin alt kısımlarında olmalıydı. Onlar şimdiye kadar bu fare sürüsünün istilasına uğrayıp ölmüş olmalıydılar.

 

Ye Dai ve grubu şimdiye kadar çoktan farelerin midesine şenlik olmuş olmalıydılar.

 

Fakat yine de Ye Dai ve grubunun ölmüş olmasına sevinemiyordu Ye Rong. Çünkü aynı reddedilemez ve karşı konulamaz kader kendilerini de bekliyordu.

 

Ye Rong bunları düşündükçe duygusallaşmaktan kaçınamadı. Bunları düşünürken bakışları Jiang Chen’e rastladı, birdenbire içinde bir umut oluştu: “Doğru ya! Jiang Chen var. Yanımızda hala Jiang Chen var! Jiang Chen hala umudunu yitirmedi, o halde ben de umudumu yitirmemeliyim. Hala bir şansımız olduğuna inanmalıyım! Belki de… Belki de Jiang Chen buradan canlı olarak çıkmamızın bir yolunu bulur?”

 

Ye Rong kendini zorlayarak da olsa küçücük bir umut parçası bulabilmişti.

 

Bu, ellerindeki son umut parçasıydı.

 

Kimse Jiang Chen’i rahatsız etmek istemiyordu, buna cesaret de edemiyorlardı.

 

Herkesin kalbinde küçük de olsa bir parça umut vardı ve bu umudun kaynağı Jiang Chen’di. Şu anda intihara kalkışmamalarının tek sebebi yanlarında Jiang Chen’in olmasıydı.

 

“Ah!”

 

“Kurtar beni!”

 

“Ölmek istemiyorum! Lütfen bir yolunu bulun!”

 

Birkaç düşük sesli yalvarış alt kısımdaki platformdan gelmişti.

 

Ye Rong’un aklına bir düşünce gelmişti, bu korku dolu çığlıkların Ye Dai’nin grubundan geldiğini düşünüyordu.

 

Dan Fei de bu sesleri duymuştu, cazibeli kaşları çatıldı. Aşağı bakmaktan kendini alıkoyamadı. Sınırsız altın renkli okyanus akımının içinde birkaç siluet vardı, ölmeden önceki son hamlelerini yapıyor gibiydiler.

 

Bunlar kesinlikle Ye Dai, Chen Li ve diğerleriydi.

 

Vücutlarındaki zehir çoktan etkisini yitirmiş olmalıydı, fakat yine de normal güçlerinin on katında ve hatta yüz katında bile olsalar çabaları boşunaydı.

 

Şu anki ölmemek için çaba sarf ediyor olmaları, can havliyle hareket ediyor olmaları sadece farelerin kana susamışlığını arttırmaktan başka işe yaramıyordu.

 

Ye Dai’nin acı çığlığı duyuluyordu: “Ye Rong! Benim ölümümden gurur duyma! Siz bu farelerin bir sonraki yemeği olacaksınız! Haha! Biz seninle çok savaştık fakat görüyorsun ya, kaderimiz aynı şekilde ölmekmiş!”

 

Ye Dai konuşmasına hala devam ediyordu: “Üç numarayı çoktan yediler ve beni de yemek üzereler. Ah! Ah bacaklarım! Dört numara! Sıra sana da gelecek! Söylesene, iki numara sence de şimdi kendini beğenmiş şekilde hava atmayacak mı? Belki de bu fare sürüsünü buraya yönlendiren kişi iki numaradır ve kendisi erkenden uzaklara kaçıp canını garantiye almıştır! Bizim ölümümüzü bekliyordur ha ne dersin! Biz birbirimizle savaşırken onun yolunu açmış olduk!”

 

“İki numara mı?” Ye Rong’un kalbi duracak gibi olmuştu. Ölüm anında bile şaşkınlık duygusu daha ağır basmıştı. Belki de Ye Dai’nin ölüm anında söyledikleri doğruydu?

 

Yol üzerindeki cansız Altın Yiyen Fare bedenlerini düşününce, kesinlikle bu fare sürüsü bilerek tetiklenmişti ve buraya yönlendirilmişti. Bunu kim yapmış olabilirdi ki?

 

Kesinlikle insan yapımı izler vardı geldikleri yolda. Ayrıca kesin olarak belli oluyordu ki Ye Dai ve Ye Rong’un güzergâhına bilinçli olarak yerleştirilmişti bu fare cesetleri.

 

Ye Dai ve Ye Rong’un hareketlerine kim bu kadar ilgili olabilirdi ki?

 

Elbette ikinci prens Ye Qiao!

 

Ye Rong’un zihninde Ye Qiao’nun figürü belirdi. Ye Rong öfke ile dolmuştu, mırıldanarak: “İki numara! Belli oluyor ki kazanan sen olacaksın!”

 

Dan Fei’nin de zihninde ikinci prens Ye Qiao’nun figürü belirmişti. Ele avuca sığmayan, karakteri tanımlanamayan birisiydi. Yıllar boyunca Ye Dai ile rekabet etmişti, her karşılaşmalarında Ye Dai galip çıkmıştı fakat Ye Qiao hiçbir zaman pes etmemişti.

 

Gerçekten de bu fare sürüsünü Ye Qiao mu yönlendirmişti?

 

Dan Fei reddeder şekilde gülümsedi. Şu içinde bulundukları durumda kimin suçlu olduğu fark etmiyordu.

 

Bunu kimin yaptığını bilmek sonucu değiştirmezdi.

 

Sonsuz genişlikteki fare sürüsü dağın eteklerine dayanmıştı ve yukarı doğru harekete geçmişlerdi. Her ne kadar yukarı tırmanırkenki hızları normalden daha düşük olsa da, yine de oldukça hızlı hareket ediyorlardı.

 

Ciyak! Ciyak! Ciyak!

 

Altın Yiyen Farelerin çıkardığı ses kulak deliciydi. Yollarına çıkan her şeyi kemirip yutarken çıkardıkları ses oldukça rahatsız ediciydi.

 

Fareler yaklaştıkça sesleri de daha net şekilde duyulabiliyordu.

 

Nihayetinde, sonsuz genişlikteki fare sürüsü grubun ayaklarına ulaşmıştı.

 

Eğer Jiang Chen’in üç kademeli zehir uygulaması olmasaydı, fareler çoktan tırmanır ve grubu kemirmeye başlardı bile.

 

Tıpkı Ye Zheng’i, Ye Dai’yi, Chen Li’yi ve diğerlerini kemirdikleri gibi.

 

Belli oluyordu ki Ye Dai ve grubu öylesine kemirilmişti ki, kemikleri dahi gözükmüyordu.

 

Çınnn!

 

Lin Qianli kılıcını çekip nara attı: “Eğer öleceksek ölelim! Fakat mademki öleceğiz, yanımda birkaç tane Altın Yiyen Fare götürmeden ölmem! Beni kemirip yemek mi istiyorsunuz? O halde birkaçınız bunu canıyla ödeyecek!”

 

“Hareket etme!” Jiang Chen aniden kükrüyor gibi konuştu.

 

Jiang Chen bağırdığında Lin Qianli tam da kılıcı ile saldırıya hazırlanmıştı, Jiang Chen’in sesi onu durdurdu.

 

“Jiang Chen, sence biz hamle yapmadan öylece sabit durursak, bu hayvanlar bize merhamet mi edecek?” Lin Qianli’nin yüzü acı doluydu.

 

“Acele etme, bu hayvanlar benim uyguladığım zehirden doğuştan korkarlar, onları kışkırtmamalısın. Şu anda bize saldırmak için yeterli cesareti toplayamadılar.”

 

“Burada oturup hiçbir şey yapmadan ölümü beklemek onlar tarafından anında öldürülmekten daha acı verici.” Lin Qianli’nin sözleri gruptaki çoğu kişinin düşüncelerini de yansıtıyordu.

 

Ye Rong kollarını iki yana ayırarak konuştu: “Herkes dinlesin, hadi Jiang Chen’in dediklerine uyalım ve oturup bekleyelim. Onları durdurabilecek güçte değiliz. Birkaçını öldürmenin bir faydası olmaz.”

 

Ye Rong bu sefer çok mantıklı konuşmuştu.

 

Zaten kaderde ölüm varsa, sonsuz sayıda bir sürüden birkaç tanecik fare öldürmenin ne yararı olurdu ki?

 

Bu durum Altın Yiyen Farelerin suçu değildi. Eğer birini suçlamak gerekiyorsa bu işin arkasındaki kişiyi, fareleri buraya bilerek yönlendiren kişiyi suçlamak gerekirdi. Eğer bunu yapan kişi farelere işkence edip kan izleriyle sürüyü buraya yönlendirmeseydi, farelerin sinirlerini bozmasaydı, sürü bu denli agresif ve vahşi davranmazdı.

 

Dan Fei de stresli şekilde iç çekti ve fare sürüsüne baktı: “Ben buraya gelirken tek amacım yavru ruh hayvanlarını bulup almaktı. Fakat şimdi fare sürü etrafımızı sarmış durumda, ruh hayvanlarının da bir faydası kalmadı. Hehe! Şimdi düşünüyorum da, ruh hayvanları konusunda gerçekten de saplantılı davranmışım. Jiang Chen’e gelince, biraz şey görünüyor…”

 

Jiang Chen hakkında düşünceye dalınca istemsizce ona bakmıştı.

 

Alt kısımdaki fare sürüsüne bakılırsa, gittikçe sabırsızlanıyorlardı ve zehirli alanı geçip saldırmaya hazırlanıyor gibiydiler. Birinci kademedeki zehir zaten kısa sürede yok olmuştu.

 

Birinci kademedeki zehrin etkisiyle büyük sayıda fare saldırı yeteneğini kaybetmişti fakat arkalarından gelen destek kuvvetleri bir türlü bitmek bilmiyordu. Zehrin etkisine yenik düşen farelerin yerini, arkadaki destek kuvvetleri anında dolduruyordu.

 

Birinci kademedeki zehir hattının bittiğini görünce gruptaki herkes daha da kederlenmişti.

 

“Öleceğiz! Bu sefer kesinlikle öleceğiz!”

 

Jiang Chen o esnada birdenbire ayağa kalktı ve gözlerini kullandı, İlahın Gözünü kullanarak bakıyordu. Aynı zamanda Medyumun Zihni yeteneğini de en üst potansiyelinde kullanmaya çalışıyordu.

 

Bakışları bir anda güneydeki uzak bir bölgeye kilitlendi.

 

Bir anda bir şeyler konuşmaya başladı, ne söylediğini kimse anlayamıyordu.

 

Gruptaki kişiler Jiang Chen’in konuştuğunu görebiliyorlardı fakat ne söylediğini kimse anlayamıyordu. Dan Fei gibi dikkatli bir kişi bile Jiang Chen’in ne söylediğini anlayamıyordu.

 

“Ne yapıyor acaba?” Dan Fei şaşırmıştı.

 

“Jiang Chen ne yapıyorsun?” Ye Rong da şaşırmıştı.

 

Ye Rong’un şahsi korumalarından bazıları Jiang Chen’in bu baskıya dayanamayıp aklını yitirdiğini bile düşünmüştü.

 

Xue Tong da Jiang Chen’e hayranlıkla ve şaşkınlıkla bakıyordu. Jiang Chen’in uzun zamandır takipçisiydi ve onun garip ve sürpriz dolu hamlelerinin olduğunu biliyordu.

 

Fakat Xue Tong bile ustasının şu anda ne yaptığına dair bir fikir yürütemiyordu, acaba bir şarkı mı söylüyordu, ya da büyülü sözler mi söylemeye çalışıyordu?

 

Bu durum beklenmedik bir şeydi.

 

Fare sürüsünün güney kanadında bir anda bir dalgalanma gerçekleşti. Bu dalgalanma bir kasırgaya benzer momentum yaratmıştı, dalgalanmanın olduğu yerden altın renkli bir ışık saçılıyordu.

 

Bu ışığın aurası oldukça baskın gözüküyordu. Altın Yiyen Fareler bu dalgalanma karşısında şaşkına dönmüş gibiydiler. İstekli şekilde bu dalgalanmanın olduğu bölgeye yol açıyor gibiydiler, altın renkli ışık huzmesine bilerek yol açıyorlardı.

 

Altın renkli ışık huzmesi yakınlardaki bir kayalık alana indi. Bu ışık huzmesi bir Altın Yiyen Fare Kralıydı, normal farelerden on kat daha büyüktü.

 

Altın Yiyen Fare Kralının vücudundaki tüyler ışık saçıyordu, kürkü parlaktı.

 

Gözleri de altın renkliydi, bakan kişilere tarif edilemez bir şaşkınlık veriyordu. Hayvanın gözlerine bakan kişiler neye baktığını tarif edemeyecek haldeydiler.

 

“Âdemoğlu! Beni sen mi çağırdın?”

 

Devasa Altın Yiyen Fare Kralı hayvan dilinde konuşuyordu.

 

Jiang Chen onunla iletişime geçmek için kadim canavar dilini kullanıyordu: “Kral sen misin?”

 

“Evet, fakat Âdemoğlu, sen nasıl kadim canavar dilini konuşabiliyorsun? Sen kimsin?”

 

“Ben masum bir seyirciyim! Sen fare sürünü buraya tetikledin çünkü ölmüş farelerin intikamını almak istedin. Fakat bu Altın Yiyen Fareleri öldürenler bizler değiliz. Açıkça konuşmak gerekirse, biz tuzağa düştük.”

 

“Tuzağa düştük diyerek benim bu saçmalığa inanmamı mı bekliyorsun? Siz buraya avlanmak için geldiniz. Buraya bu amaçla gelmek zaten başlı başına bir günahtır! Benim soyumdan olanları öldürdüğünüz için siz de ölmelisiniz. İstisna yapmam! Kadim dilimizi konuşabiliyor olsan bile istisna yapmam!”

 

Altın Yiyen Fare Kralı oldukça kesin konuşmuştu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44260 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr