Bölüm 205: Birinci Seviye Ruh Âlemi mi? Bir Hamle, Bir Saniye, Bir Ölüm

avatar
3297 2

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 205: Birinci Seviye Ruh Âlemi mi? Bir Hamle, Bir Saniye, Bir Ölüm


Liu Can paniklemişti: “Birinci prens, benim nasıl birisi olduğumu bilmiyor musunuz? İkinci prens de kimmiş? O sizin ayakkabılarınızı taşımaya bile layık değil. Onunla birlikteyken nasıl bir geleceğim olabilir ki?”

 

“Birinci prens, Jiang Chen’in saçmalıklarını dinlemeyin. Bu Jiang Chen denen adam hilebaz ve kurnaz birisi. Bence bizim aramızda bir anlaşmazlık çıkarmaya çalışıyor.”

 

O esnada Kıymetli Ağaç Topluluğu’nun ikinci seviyedeki ruh âlemi uygulayıcısı mantıklı bir şeyler söylemişti.

 

Ye Dai bu adamın sözleri üzerine olayı anlamıştı: “Evet, evet… Kardeş Chen, mantıklı açıklaman için teşekkürler.”

 

“Jiang Chen, bizim birliğimizi bozmaya çalışma! Senin buraya gelmiş olman da aslında iyi oldu, başkentte yaşadıklarımızın intikamı bugün alınacak! Aramızdaki mesele çözülecek!”

 

Jiang Chen gülerek karşılık verdi: “Çözülecek mi? Mademki aramızdaki meseleyi çözmek istiyorsun, o halde kalbini ve duygularını bir kenara bırakıp çok sevdiğin kız kardeşin Dan Fei’yi de bizimle beraber öldürmen gerecek! Aksi takdirde, onun senin kardeşlerini öldürdüğünü dış dünyaya söylemeyeceğinden korkmuyor musun? Eğer böyle bir dedikodu yayılırsa, ileride nasıl kral olacaksın?”

 

Aslında Jiang Chen’in belirttiği bu şey tam da Ye Dai’nin en çok çeliştiği noktaydı. Jiang Chen tek bir konuşmasıyla yine Ye Dai’yi en zayıf olduğu yerden dürtmüştü.

 

Elbette Ye Dai, konu Dan Fei olunca kararsız kalıyordu.

 

Fakat yine de, baş koyduğu yolda yapacağı fedakârlıklardan kaçınmayacak birisiydi.

 

Fakat Dan Fei ortamdaki herkesten farklıydı. Ortamdaki herkesin ölmesi sonucunda soruşturma başlar ve sonuçsuz kalırdı, fakat Dan Fei ölürse Baş Usta bu soruşturma işinin peşini kesinlikle bırakmazdı.

 

Baş Usta soruşturmaya kendisi bile katılır, araştırır ve izleri Ye Dai’ye kadar takip ederdi. Bu durumda Ye Dai bırakın tahta sahip olmayı, kendi kellesine bile sahip çıkamayabilirdi.

 

Dan Fei Baş Usta’nın gözünde sadece evlat edinilmiş birisi ya da sadece bir öğrenci değildi. Dan Fei Baş Usta’nın hayata tutunma sebebiydi, kendi öz kızından daha değerliydi.

 

Ye Dai’nin gerçekten de Dan Fei’yi öldürmeye cesareti yoktu.

 

Ye Dai’nin yüzündeki ifadeler anlamsızca değişmeye başladı, bakışlarını Dan Fei’ye çevirdi: “Kız kardeş Dan Fei, biliyorum ki bunca zamandır hep dört numara tarafından gözün boyandı ve sen kendini ona hep yakın hissettin. Gerçekten de biz kardeşler arasındaki meselede Ye Rong’un tarafını mı tutacaksın?”

 

Dan Fei’nin Ye Dai’ye bakışları oldukça kayıtsızdı: “Ye Dai, ben bugünden önce kesinlikle siz kardeşler arasındaki bu veliaht prens olabilme rekabetinize, kendi iç meselenize karışmak istemedim, hiçbir şekilde taraf da tutmadım. Fakat senin bugünkü hamlelerin beni gerçekten de hayal kırıklığına uğrattı.”

 

“Kız kardeş Dan Fei, kadim zamanlardan bu yana sürekli kazanan kişilerin ismi hatırlandı. Ben asil olarak doğduğum günden bu yana bu planları yapmaktan başka çarem yoktu. Sen Baş Usta’nın takipçisi ve öğrencisisin, sen de biliyorsun ki birisi kral olacağı zaman, tahta oturacağı zaman bu iş hep kan dökülerek yapılmıştır. Senden bana yardım etmeni istemiyorum, sadece tarafsız şekilde devam etmeni, Ye Rong’un grubundan ayrılmanı rica ediyorum. Eğer bunu yaparsan sana hayatım boyunca minnettar kalacağım. Eğer ileride kral olursam, seninle toprak paylaşmaktan da mutluluk duyacağım.”

 

“Benimle toprak mı paylaşacaksın?” Dan Fei alaycı şekilde güldü: “Ye Dai, sen gerçekten de gökler altındaki bütün kadınların senin ailenin elinde barındırdığı güce hayran kalacağını mı sanıyorsun?”

 

“Kız kardeş Dan Fei, bir devletin kralının eşi olmak ve güçlü bir kadın olmak ebette hiçbir şeyle kıyaslanamayacak kadar müthiş bir şeydir. Eğer ben kral olup on altı krallığı birleştirirsem, krallığın anne kişisi olarak sen, atalarına büyük bir minnet sunmuş olmaz mısın? Ne gibi bir başarı ya da güç bununla kıyaslanabilir?”

 

Söylemek gerekirdi ki Ye Dai’nin konuşması tam bir sanat eseriydi, nerede ne söyleyip, karşısındaki kişiyi nasıl ikna edebileceğini iyi biliyordu. İkna kabiliyeti oldukça cezbediciydi.

 

Jiang Chen bu sözleri dinlerken neredeyse kahkaha atacaktı. Ye Dai’nin konuşması gerçekten de sıra dışıydı.

 

Ye Dai sözlerine ateşli şekilde devam ettikçe, Dan Fei’nin cazibeli yüzünde karanlık bir ifade oluşmaya devam ediyordu.

 

“Ye Dai! Kapa o kirli çeneni! Senin pis sözlerinin kulaklarımı kirletmesini istemiyorum!” Dan Fei bunları söylerken yüzündeki ifade buz gibi soğuktu.

 

“Sen… Sen, demek sonunda Ye Rong’un tarafında olamaya karar verdin ha?” Ye Dai’nin gözleri acı dolu bakışlarla doluydu. Bu acı dolu bakışlar birdenbire yerini öfkeye bıraktı: “Onun ne özelliği var ha? Doğumu mu? Yöntemleri mi? Yoksa politik hamleleri mi? Dan Fei, neden hep onun yanında duruyor ve onun başı belaya girdiğinde hep ona yardımcı oluyorsun? Neden benim yardıma ihtiyacım olduğunda beni hep görmezden geliyorsun? Dan Fei, ben seni neredeyse bir tanrıça olarak görüyor ve sana saygı duyuyorum, sen ise bana bir domuz ve köpek muamelesi yaptın hep!”

 

“Sen bu konularda çok kafa yoruyorsun. Daha az önce söyledim ya, prenslerin veliahtlık kavgasına bulaşmak gibi bir niyetim yoktu.”

 

“Pekâlâ, mademki bu işe karışmak istemiyorsun, derhal ayrıl buradan. Eğer bugün burada yaşananlardan kimseye söz etmeyeceğine dair yemin edersen, sana söz veriyorum sana dokunmayacağım.”

 

Dan Fei’nin güzel vücudu kıpırdamadı, olduğu yerde kaldı. Bir şey söylemiyordu, sadece kayıtsız ve duygusuz bir ifadeyle Ye Dai’ye bakıyordu.

 

“Ayrılıyor musun ayrılmıyor musun?” Ye Dai hırıldayarak konuşuyordu.

 

“Seni incitmek istemiyorum kız kardeşim, fakat eğer sessizlik yemini edip buradan derhal ayrılmazsan beni buna zorluyorsun demektir. Lütfen beni buna zorlama.” Ye Dai’nin sinir katsayısı gittikçe yükseliyordu.

 

“Ben seni hiçbir şey yapmaya zorlamıyorum, sen kendini zorluyorsun asıl!”

 

Ye Dai’nin gözleri olayın farkındalığı ile bir anda parladı: “Pekâlâ, mademki durum böyle, beni kalpsiz olmakla suçlama Dan Fei. Emirlerimi dinleyin! Dan Fei hariç herkesi öldürün! Eğer Dan Fei hamle yapmaya kalkışırsa onu da öldürün!”

 

Jiang Chen kahkaha ile güldü: “Demek bu kadar boş laf ettikten sonra sonunda gerçek kimliğini açık ediyorsun.”

 

Ye Dai bu sözleri duyunca yüzündeki karanlık ifade kendini daha da belli etti ve kükrer gibi bağırarak: “Jiang Chen’i öldüren kişiyi cömert şekilde ödüllendireceğim.”

 

Jiang Chen’in ortama gelmesiyle Ye Dai bir şey keşfetmişti, aslında ortamdaki en nefret ettiği kişi ve ölü olarak görmeyi en çok istediği kişi Ye Rong değil Jiang Chen’di.

 

“Jiang Chen’i ben öldürürüm!” Liu Can iğrenç bir ifadeyle sırıtıyordu, Jiang Chen’e doğru ilerlemeye başladı.

 

Jiang Chen sakinliğini korumuştu, tıpkı bir dağ edasıyla sabit duruyordu, bir anda eliyle anlık bir hareket yaptı, elinde birdenbire bir fırlatma hançeri belirmişti…

 

Uçan Kartal Formasyonu!

 

Bir anda göz alıcı bir ışık belirdi, fırlatma hançeri aniden belirmişti. Ortamdakiler daha ortaya çıkan nesnenin bir fırlatma hançeri olduğunu henüz anlamışlardıki, hançer çoktan Liu Can’ın boğazına saplanmıştı bile.

 

Liu Can’ın bedeni yaklaşık on metre kadar geriye gitmişti, elleri boğazındaydı, can havliyle anlamsız hareketler yapıyor, ellerini ensesinde dolaştırıyordu. Göz bebekleri ölü bir balığınki gibi korku dolu bakıyordu.

 

Sanki boğazından dışarı çıkıp kaçmaya çalışan hayatını tutmaya çalışıyor gibiydi, birkaç hırıldama, boğulma sesinden sonra umut kalmamıştı.

 

Bütün çabaları boşunaydı.

 

Bum!

 

Liu Can’ın bedeni patates çuvalı gibi yere düşmüştü, düştüğü yerde bir toz bulutu oluşturdu.

 

Bu olay çok hızlı şekilde yaşanmıştı, sanki bir ışık parçasının geçip gitmesi gibi…

 

Ortamdakiler dikkatlerini toparlayabildiklerinde, Liu Can çoktan ceset olmuştu.

 

Ye Rong’un grubu bile şaşırmıştı buna, zaten Ye Dai’nin grubunun şaşkınlıktan kaskatı kesildiğini söylemeye bile gerek yoktu. Dan Fei’nin duygusuz yüzü hariç, herkesin yüzünden şaşkınlık ifadesi dolup taşmıştı.

 

“Jiang Chen… Sen… Sen Liu Can’ı tek bir hamlede mi öldürdün? Hem de birinci seviyeli ruh âlemi uygulayıcısı birini!” Lin Qianli şaşkınlıkla konuşuyordu, birkaç adım atıp Liu Can’ın cansız bedenine baktı, gözlerinde Jiang Chen’e karşı bir hayranlık uyanmıştı.

 

Xue Tong da ileri adım attı: “Genç ustam.”

 

Jiang Chen Xue Tong’un omuzlarını tuttu: “Fena değil, bütün grup arasında sadece sen vadinin avantajsız olduğunu ve tuzaklanmaya açık olduğunu gözlemleyebildin.”

 

Ye Rong’un grubu bu sözler üzerine utanmıştı. Jiang Chen haklıydı. Xue Tong’dan başka hiç kimse arazinin dezavantajlı olduğunu ve tuzaklanmaya elverişli olduğunu anlayamamıştı.

 

Bundan ayrı olarak, herkes Jiang Chen’in ne zaman ve nasıl buraya geldiğini merak ediyordu. Birinci prensin grubunun böyle hain bir tuzak peşinde olduğunu nasıl anlayabilmişti.

 

Ye Dai Liu Can’ın cansız bedenine bakarken bir süre gözlerine inanamadı. Jiang Chen ruh âleminin birinci seviyesindeki Liu Can’ı bir hamlede, bir saniyede öldürmüştü.

 

“Kardeş Chen, bu Jiang Chen denen adam oldukça bela yaratan birisi. Görünüşe göre onu öldürmek sana düşüyor.” Ye Dai’nin bakışları ruh âleminin ikinci seviyesindeki, Kıymetli Ağaç Topluluğu’nun müridi olan Chen’in üzerine dönmüştü.

 

“Hıh! Belli oluyor ki Kuzey Gök Kubbe Sarayı’nın müritlerinin yetenekleri oldukça sınırlı. Kuzey sarayının birinci seviye ruh âlemi uygulayıcısı bizim topluluğumuzun yarım adımlı ruh âlemi uygulayıcısı ile neredeyse denk. Ye Dai, Jiang Chen’i öldürmek aslında anlaşmamızın bir parçası değil. Beni nasıl ikna etmeyi düşünüyorsun?”

 

Kıymetli Ağaç Topluluğu’nun müridinin ses tonu oldukça kararlıydı. Belli oluyordu ki bu adam sadece Ye Dai’nin kiraladığı birisiydi, birinci prensi korumak için ölümüne yemin falan etmemişti.

 

Ye Dai dişlerini sıkarak gıcırdattı: “Senin payının iki katını öderim. Eğer Jiang Chen’i öldürürsen, daha önce anlaştığımız paranın iki katını öderim.”

 

“Üç katı!” Kıymetli Ağaç Topluluğu müridi Chen Li, üç parmağını havaya kaldırmıştı: “Daha fazla pazarlık etmem, bu Jiang Chen denen adam ruh âleminin birinci seviyesinde. Onu öldürmek biraz çaba ister. Eğer Liu Can gibi beceriksiz olsam zaten üç kat istemezdim. En fazla iki kat isterdim.”

 

“Pekâlâ anlaştık! Üç katını ödeyeceğim, hadi öldür onu!” Ye Dai oldukça kararlıydı.

 

Chen Li’nin yüzünde çirkin bir sırıtma oluştu: “Birinci prens elbette makul birisi. Jiang Chen’in kellesini alacağım!”

 

Ye Rong aniden konuştu: “Kıymetli Ağaç Topluluğu’nun onurlu bir müridi olarak neden hanedanın iç işlerine neden karışıyorsun? Mademki birinci prens üç kat ödemeyi teklif ediyor, ben beş kat ödemeyi teklif ediyorum. Senden sadece bir hamle yapmayıp, tarafsız kalmanı istiyorum, hepsi bu.”

 

Chen Li güldü ve kendisinden beklenildiği gibi adımlarını durdurdu. Ye Dai’ye baktı: “Birinci prens, görünüşe göre küçük kardeşiniz sizden daha cömert.”

 

Ye Zheng aniden konuştu: “Kardeş Chen, o adamı dinleme. Ye Rong fakir bir adamdır, sana o kadar parayı nasıl versin? Birinci prens üç kat teklif ediyor ve ben de üç kat teklif ediyorum. Bu demek oluyor ki toplamda altı kat daha fazla ücret alacaksın. Bu son teklifimiz olsun, daha fazla pazarlık yapmayalım. Normal ücretin altı katı karşılığında Jiang Chen’i öldür ve anlaşmamız yerini bulsun.”

 

Chen Li’nin yüzündeki sırıtma genişledikçe genişliyordu. Şu anda istediği tek şey iki tarafın da birbirlerinin teklifini arttırmasıydı, böylelikle kârını olabildiğince arttırmayı planlıyordu.

 

Ye Rong dişlerini gıcırdattı: “On katını ödüyorum!”

 

Jiang Chen bunu duyunca gülümsedi: “Dördüncü prens, sizin ne zamandan beri bu kadar fazla paranız var? On kat mı? Mademki o kadar fazla paranız var, bu parayı bana verin ve ben bu adamların hepsinin kellesini alayım.”

 

Chen Li aslında müdahale etmeyip tekliflerin artmasını beklemek istiyordu fakat Jiang Chen’in sözlerini duyunca acele ile konuştu: “Ye Rong, şansın tükendi, şimdi yüz kat teklif etsen bile ölmek zorundasın. Önce sen Jiang Chen!”

 

Chen Li’nin gözlerinde öldürme arzusu parladı.

 

Jiang Chen kahkaha ile güldü: “Senin yerinde olsam bu kadar iyimser olmazdım!”

 

Chen Li iğrenç bir ifadeyle gülerek: “İyimser mi? Ben topluluğun dâhilerinden biriyim ve ikinci seviyeli ruh âlemindenim. Sen ise ruh âleminin sadece birinci seviyesindesin. Sen gerçekten de beni fırlatma hançeri tekniğinle yenebileceğini mi sanıyorsun?”

 

“Her neyse! Sana topluluk dâhisi ile gerçek bir dahi arasındaki farkı öğreteceğim!”

 

Chen Li konuşmasını bitirince birden aurası değişti. Ruh okyanusunu ortaya çıkarmıştı. Bir anda ruh enerjisi açığa çıktı ve bedenini kırmızı bir ışık kapladı, adeta alevden bir topa dönüşmüştü.

 

Fakat Jiang Chen buna çok da şaşırmamıştı, Chen Li’yi adeta bir palyaço izliyormuş gibi izliyordu.

 

“Ölümle yüz yüzeyken bile gülebiliyorsun!” Chen Li kükrercesine konuşuyordu: “Senin kafanda birkaç tahtanın eksik olduğundan şüphelenmeye başladım.”

 

Jiang Chen hafifçe gülümseyerek, narin bir ses tonuyla konuştu: “Oh, elbette gülerim, fakat senin bundan sonra hiç gülebileceğini sanmıyorum. Sen ruh okyanusunu ne kadar açığa çıkarmaya çalışırsan, mükemmel gözükmek için ne kadar uğraşırsan uğraş, eninde sonunda aslında ne kadar zayıf bir kişi olduğunu anlayacaksın.”

 

“Ne?” Chen Li ruh okyanusunda aniden bir tür akım oluştuğunu hissetti.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr