Bölüm 204: Birinci Prens, Tekrar Karşılaştık

avatar
3360 3

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 204: Birinci Prens, Tekrar Karşılaştık


Ye Rong emirlerini verdikten sonra iki şahsi koruması Lin Qianli’ye haber vermek için yola koyuldu. O esnada Xue Tong’un kulaklarına bir titreşim geldi, yüz ifadesi değişmişti.

 

“Birisi vadiye giriş yaptı.”

 

Ye Rong’un yüz ifadesi soğudu. İki şahsi koruması Ye Rong’un küçüklüğünden beri onun yanındaydı ve onu ölümüne korumak için yemin etmişlerdi. İki koruma Ye Rong’un sağında ve solunda pozisyon alarak onu korumayı amaçladılar.

 

Grubun diğer üyeleri de bu sözleri duyunca toplanmışlardı.

 

Lin Qianli de tehlike sezmiş gibiydi. Kısa bir sürede grubun geri kalanının yanına gelmişti. Gruptaki herkes vadideki açıklık bir alanda toplanmıştı.

 

“Haha! Bu Labirent Âlemi bayağı küçük bir yermiş meğer. Dört numara, biz kardeşlerin burada tekrar karşılaşacağını kim düşünebilirdi ki?” Ye Dai ve grubu vadinin girişinde belirmişti.

 

Arkasında onu takip eden geniş bir grup vardı. Kendi grubunda dokuz kişi, onu takip eden üçüncü prens Ye Zheng’in grubunda ise sekiz kişi daha vardı.

 

İki grup toplamda on yedi kişiden oluşuyordu.

 

Bu on yedi kişilik grupta, Ye Dai’nin grubunda bir tane ikinci seviyede ruh âlemi uygulayıcısı, üç tane de birinci seviye ruh âlemi uygulayıcısı vardı. Ye Zheng’in grubunda ise bir tane daha birinci seviye ruh âlemi uygulayıcısı vardı.

 

Bunun yanında dört tane de yarım adımlı ruh âlemi uygulayıcısı vardı.

 

Yarım adımlı ve tam olanlar toplandığında, toplamda dokuz tane ruh âlemi uygulayıcısı vardı. Grubun yarısından çoğu ruh âlemindeydi.

 

Kalan sekiz kişi ise, Ye Dai ve Ye Zheng de dahil olmak üzere, gerçek qi âleminin en üst seviyesindeydiler ve savaş güçleri hiç de zayıf değildi.

 

Ye Rong karşısında Ye Dai ve Ye Zheng’i görünce içinde geri adım atma isteği uyandı.

 

“Büyük kardeşim, aslında seninle karşılaşmak istemiyorum, biz burada bir ruh hayvanı avlamakla meşgulüz. Umarım bir hainlik peşinde değilsin ha?”

 

Ye Rong gülümseyerek konuşuyordu: “Bu avladığımız ruh hayvanı oldukça üstün bir eğitim seviyesine sahip. Bizim grubumuz maalesef bu avda başarılı olamayacak gibi görünüyor, fakat senin grubunda bizden fazla sayıda uzman kişi var, belki de siz denemek istersiniz ha?”

 

Ye Dai aşağılayıcı bir ifade takınarak Ye Rong’a bakıyordu.

 

“Numara yapmayı bırak dört numara! Gerçekten bu vadiye senden ruh hayvanı çalmak için geldiğimizi mi düşünüyorsun?” Ye Zheng katı bir tavırla konuşmuştu.

 

“Üçüncü kardeş, ne demek istiyorsun?” Ye Rong’un yüz ifadesi iyice vahim bir hal almıştı.

 

“Sence de bu vadi alanı sessiz ve ıssız bir yer değil mi? Bundan dolayı iş görmeye uygun olduğunu düşünüyorum. Senin ebedi uykuna yatacağın yer için gayet uygun bir mekân, sence de öyle değil mi?” Ye Zheng çirkince sırıtıyordu.

 

“Büyük kardeşim, bunun için mi buraya geldiniz?” Ye Rong Ye Dai’ye gözlerini dikmişti.

 

Ye Dai kederli şekilde gülümsedi: “Dört numara, eğer eskisi gibi geri planda kalarak ve işime karışmayıp bana bela olmadan yaşasaydın gerçekten senin üzerinde baskı kurmak için hamle yapmazdım. Fakat sen provokatif davranmaya başladın, hem de birden fazla defa. Hatta ilgi odağı olabilmek için başkente geri dönüp bakışları üzerinde topladın. Söyle şimdi sana nasıl davranmamı beklerdin ki?”

 

“Büyük kardeşim, sen ve ben aynı babadan gelen ortak soylu kan bağını taşıyoruz, bu yüzden aramızda adil bir rekabet olması gayet doğal. Yoksa sen, sırf en büyük kardeş olduğun için rekabeti reddetmeyi mi düşünüyorsun?”

 

“Adil rekabet mi? Senin benimle rekabet etmeye ne hakkın var be? Ben! Ye Dai! Ben prensler arasındaki en büyük olanım! Benim anne tarafımdaki herkes üç nesildir devlet görevlisi olarak üstün statülerde barınıyorlar ve bizim ailemizin gücü kraldan sonraki en güçlü varlık. Ben doğduğumdan bu yana elime sayısız fırsat verildi. Babamın tahtını almak benim kaderime yazılmış! Ben doğduğumdan beri attığım her adımı Ejder Tahtına oturmak için attım. Sen ise alçak bir metresten doğan bir piçsin! Bizim asil kanımızın yarısını taşımaktan başka hiçbir özelliğin yok! Senin benimle rekabet etmeye ne hakkın var ha?”

 

Ortamda yabancı hiç kimse yoktu ve ortam ıssız bir yerdi, başkentte değillerdi artık. Ye Dai sonunda içindeki kini, nefreti kusmayı seçmişti.

 

“Büyük kardeşim, senin yeterlilik ve yetenekler konusundaki düşüncelerin bunlar mı? Madem sen doğuştan babamızın tahtını almayı kader olarak kendine almışsın, bizim gibi prensler neden dünyaya geldi?”

 

“Siz doğdunuz çünkü babamız sadece birkaç dakikalık tatmin özlemi ile metresleri ile ilişki yaşadı!” Ye Dai artık asil babasına bile saygısız söylemlerde bulunmaya başlamıştı.

 

Ye Zheng bu sözleri duyduğunda yüzüne gölge düşmüş gibi kararmıştı. Fakat bu utanç duygusunu kendisinden uzaklaştırmayı tercih etti.

 

“Yoksa bu, beni bugün öldürmeye niyetli olduğun anlamına mı geliyor?” Ye Rong soğuk bir ses tonuyla konuştu.

 

“Doğru anlamışsın. Fakat yine de, resmiyette kardeş olduğumuzu düşünerek, sana kendi hayatını sonlandırmak için bir şans vereceğim.” Ye Dai sinsi şekilde gülüyordu: “Eğer kabul etmezsen, bu işi bizim görmemiz gerecek ve sana garanti veriyorum acı dolu olacak. Eğer direnirsen sana kolay bir ölüm sunmayacağımı bilmelisin!”

 

“Güzel… Güzel… Senin asil babamızın oğlu olduğun oldukça aşikâr. İyi ahlaka sahip birisi gibi davranmaya çalışıyorsun, fakat ben senin içini görüyorum Ye Dai!”

 

“Haha! Ne olmuş yani içimi görüyorsan? Ne olmuş yani gerçek kimliğimi saklı tutuyorsam? Senin hamlelerin zaten güç bakımından incelenirse oldukça yetersiz! Seni elimin bir hareketi ile ezebilecek durumdayım ben!”

 

Ye Rong bakışlarını Ye Zheng’e çevirdi: “Üç numara, sen bugün bu adamın yanında yer alıyorsun, fakat yarın şu an benim içinde bulunduğum duruma senin düşmeyeceğini nereden biliyorsun? Sence bu adam gerçekten de seni yanında barındırır mı sanıyorsun?”

 

Ye Zheng sert bir kahkaha patlattı: “Dört numara, bizi birbirimize düşürmeye çalışman bu sefer işe yarayacak mı sanıyorsun? Benim zaten veliaht prens olma konusunda en ufak bir niyetim ve isteğim dahi yok! Ayrıca ben büyük kardeşimizden birçok konuda zayıf olduğumu kabul ediyorum, benim onunla rekabet etmeye hakkım olmadığını da kabul ediyorum. Mademki onunla yarışacak durumda değilim, ben de ona yardımcı olarak pozisyonumu ve hayatımı korumayı amaçlıyorum. Zamanı geldiğinde içinde bulunduğu duruma göre tavır sergileyen kişiler elbette akıllı olanlardır! Fakat sen ne zamanı ne de fırsatları değerlendirebiliyorsun!”

 

Ye Dai bu sözleri duyunca minnettar şekilde kafasını salladı, Ye Zheng’in sözlerinden memnun kalmıştı.

 

Ye Rong ise bunları duyunca iç çekti, Lin Qianli’ye bir bakış attı.

 

Lin Qianli kederli bir ses tonuyla: “Bana bakma, sen benim krallıktaki en iyilerden biri olduğumu düşünüyordun, ben ise sana olan minnettarlığımı ödemeye hazırım. Bana ihtiyaç duyduğun anda seni terk edecek değilim.”

 

“Dördüncü prensi ölümüne korumalıyız!” Şahsi korumalar da kesin konuşmuştu.

 

Xue Tong iç çekerek Xue Sha’nın yayının kavradı, ölümüne savaşacağı aldığı pozisyondan belli oluyordu.

 

Bu savaşta kendilerine dair hiçbir umudun olmadığını bildiği halde, Xue Tong’un savaş felsefesinde teslim olmak diye bir şey yoktu.

 

“Ye Rong, gerçekten de böyle anlamsız şekilde direnmeye devam mı edeceksin? Ölümün kapısını çalıyorsun sen şu anda!” Ye Dai bağırarak konuşuyordu.

 

“Ye Dai, eğer ölmemi istiyorsan ben ölürüm! Fakat bu insanların benimle pek bağlantıları yok sayılır, onlar benimle sadece geçici olarak takım oluşturdular. Neden onları bağışlamıyorsun?”

 

“Haha! Dört numara, sen bu durumda bile hala cömert mi davranmaya çalışıyorsun? Sence bu söylediklerinden dolayı duygulanıp onların hayatını bağışlar mıyım ben?”

 

Ye Dai’nin yüzünde karanlık ifade vardı: “Bu kadar saf olmayın! Senin takipçin olmak onların hatasıydı, ölümle cezalandırılacak bir hata! Sana son bir kez daha soruyorum, kendi hayatını kendin mi alırsın yoksa benim seni öldürmemi mi istersin?”

 

Ye Rong’un yüzünden keder ifadesi resmen akıyordu: “Herkes beni dinlesin, sizleri buraya getiren kişi benim. Savaş başladığında beni umursamayın, eğer fırsatını yakalarsanız kaçın! Xue Tong, sen mantıklı kararlar verebilen birisin. Eğer buradan canlı şekilde kaçabilirsen git ve Jiang Chen ile Dan Fei’yi bul.”

 

Xue Tong hafifçe iç çekti, karşılarındaki grubun pozisyon almalarına bakılacak olursa kimsenin buradan canlı çıkmasına izin vermeyecekleri belliydi.

 

“Dördüncü prens, böyle şeyler söylemenin bir anlamı yok şu anda. Biz ölene kadar savaşacağız.” Xue Tong bunları söyledikten sonra yüzü ciddileşti, ölümüne savaşacağı belliydi.

 

Canları pahasına savaşmak!

 

Ye Rong uzun yayını eline aldı ve kalbinden bir haykırış attı: “Ye Dai, sen her daim kendini göklerin favori kişisi olarak tanımladın ve her daim kendini bizlerden üstün kişi olarak gördün! Gerçekten benimle bire bir yüzleşmeye cesaretin var mı? Sayıca üstün olman beni yıldıramaz! Emin ol öldürmeye çalışacağın diğer prensler de sana karşı koyacaklardır!”

 

“Bire bir yüzleşme mi? Sen buna layık olduğunu mu sanıyorsun be?” Ye Dai Ye Rong’a karşı hiç saygı beslemiyordu, kesin emirler yağdırmaya başladı: “Bu adamı kim öldürüp kellesini alırsa, ben ileride kral olduğumda o kişiyi on binlerce kişinin lordu yapacağım!”

 

Ye Zheng de bağırdı: “Hepsini öldürün! Kimseyi canlı bırakmayın!”

 

Tam da o esnada…

 

Bir alkış sesi duyuldu, ‘Şap, Şap, Şap’

 

Dağlık alanın çalılarla kaplı kısmından alkış sesi geliyordu.

 

“Kim var orada?” Bu alkış sesi geldiğinde savaş tam da başlamak üzereydi. Bütün gözler bir anda alkış sesinin geldiği yöne çevrilmişti.

 

Çalılıklardan iki siluet belirdi ve Ye Rong’un grubunun olduğu tarafa yöneldi.

 

Birinin yüzünde keyifle sırıtan bir ifade vardı, Jiang Chen’in! Diğer kişi ise tepkisizdi. Kayıtsız bir ifade ile yaklaşıyordu. Gelen kişi elbette Dan Fei’ydi.

 

“Jiang Chen?” Ye Dai’nin bakışları inkârla doluydu. Gözlerine inanamıyordu. Birden sinirli bakışlarını Liu Can’a çevirdi: “Sen bunların uzakta olduklarını, buraya gelemeyeceklerini söylememiş miydin?”

 

Liu Can’ın gözleri sanki hayalet görmüş gibi şaşkınlık içindeydi.

 

Bu nasıl mümkün olabilirdi? Jiang Chen ve Dan Fei’nin uzakta olduklarını kendi gözleriyle görmüştü. İki-üç günlük aradan sonra nasıl burada olabiliyorlardı? Ye Rong’un grubunu nasıl bulmuşlardı?

 

“Birinci prens, bunlar gerçekten de Ye Rong’un grubundan ayrı ve uzaktaydılar. Burada tesadüfen bulunuyor olabilirler mi acaba?” Liu Can yüzündeki garip ifadeyle durumu açıklamaya çalışmıştı.

 

“İşe yaramaz çöp parçası!” Ye Dai hafif bir ses tonuyla hakaret etmişti.

 

Sadece Dan Fei burada olsa Ye Dai aslında sinirlenmek yerine mutlu bile olurdu. Fakat Jiang Chen’in de Dan Fei ile beraber gelmiş olması Ye Dai’yi sinirlendirmişti, bu tamamen farklı bir durumdu.

 

Jiang Chen ya da Dan Fei tek başına iken onları ayrı ayrı şekilde ortadan kaldırabilirdi, fakat ikisinin birden aniden ortaya çıkması işleri daha da zor hale getiriyordu.

 

Zaten Dan Fei’ye saygı duyuyordu ve onun iyiliğini istiyordu. Ayrıca ondan korkuyordu da. Şimdi Dan Fei’yi de öldürmek zorunda olması düşüncesi… Anında karar veremeyeceği bir durumdu.

 

“Liu Can, numara yapmayı bırak. Sen bilerek arkanda bir sürü iz bıraktın ve benim seni takip etmeme izin verdin. Benim seni bulmamı istemedin mi sen?”

 

Liu Can’ın yüz ifadesi bir anda değişti: “Jiang Chen, sakın beni suçlamaya kalkışma! Ne demek ben arkamda iz bırakıp beni takip etmeni istemişim?”

 

Jiang Chen hiçbir şey söylemeden gülümsemeye başladı. Tabii ki Liu Can bilerek iz bırakmamıştı. Fakat Jiang Chen Liu Can’ın üzerine bir tür kokulu toz bırakarak onu takip etmişti.

 

Bilerek Liu Can’ı suçlamıştı, onu zor durumda bırakmayı amaçlıyordu, böylelikle Ye Dai ve Liu Can arasında anlaşmazlık oluşturacaktı.

 

Doğal olarak Ye Dai Jiang Chen’in sözlerini duyunca sinirlenmişti: “Ne demek istiyorsun Liu Can? Onları bilerek buraya getirmiş olabilir misin?”

 

“Birinci prens, bu saçmalığa inanıyor musunuz?”

 

“Liu Can, her eylemini açıkça itiraf edebiliyorsun ama benim yararıma iş yaptığını itiraf edemiyor musun? Sen bilerek beni buraya yönlendirip, eşit güçte bir savaş çıkmasını istemedin mi, böylelikle bu savaştan payına düşen ganimeti çaba sarf etmeden artırmayı istemedin mi?”

 

Liu Can açık açık küfür etmeye başladı: “Jiang Chen, seni gidi *rospu çocuğu! Ben prens değilimki! Ne demek çaba sarf etmeden ganimet elde etmek?”

 

“Kim bilir? Belki de kendini ikinci prens Ye Qiao’ya daha yakın hissediyorsundur. Belki de şu anda içinde bulunduğumuz durumu ikinci prens Ye Qiao planlamıştır?” Jiang Chen gülüyordu.

 

Ye Dai’nin yüzündeki ifade Liu Can’a baktıkça çirkinleşiyordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44312 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr