Bölüm 202: Ye Dai Kardeşlerini Öldürme Hazırlığında

avatar
3305 5

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 202: Ye Dai Kardeşlerini Öldürme Hazırlığında


“Kurallar benim için öldü, bu mesele ölüm-kalım meselesi.” Dan Fei’nin ses tonu çok kayıtsız ve umursamazdı: “Kurallar arasında erkeklerin kadınlara zorbalık etmemesi de var, fakat sen bana zorbalık ettin değil mi?”

 

Jiang Chen garip bir ifadeyle gülümseyip burnunu kaşıdı, söyleyecek söz bulmakta zorlanıyordu.

 

Ortamdaki atmosfer oldukça çirkin ve sessizdi. Bu sessizliği bozan kişi yine Dan Fei oldu.

 

“Jiang Chen, üzgünüm.”

 

“Ne için üzgünsün?” Jiang Chen kaşlarını çatarak sormuştu: “Görünüşe göre üzgün olduğunu söyleyen kişi ben olmalıyım.”

 

“Bu kadar tez canlı olmamalıydım ve yüzüne kömürle çizim yapmamalıydım.” Jiang Chen Dan Fei’nin bu sözleri söylerkenki ses tonuna şaşırmıştı.

 

“Pekâlâ, önceki gece yaşadıklarımızın etkisi beni biraz sarsmış olabilir, kabul ediyorum. Benim sana vurmam doğru değildi.”

 

İşin aslı, Jiang Chen Dan Fei’yi cezalandırırken sanki kendisi yetişkinmiş ve Dan Fei küçücük bir çocukmuş gibi davranmıştı.

 

“Hala bu konu hakkında konuşuyorsun ha?” Dan Fei somurtarak azarlamıştı.

 

“Pekâlâ, bu konu hakkında daha fazla konuşmayacağım, sadece şunu söyleyeceğim, vücudun da gerçekten esnekmiş.” Jiang Chen bunu söyledikten sonra kahkaha atmıştı.

 

“Seni lanet hergele!” Dan Fei stresten dolayı hakaret etmeye başlamıştı, bir süre bekleyip sakinleştikten sonra konuşmaya devam etti: “Jiang Chen, sen gerçekten de küçük bir şeytansın. Ben hayatım boyunca böyle acı çekmedim.”

 

“Sen mi acı çektin? Ben de sanmıştım ki dört tane yavru ruh hayvanını aldıktan sonra artık rahatça uyuyabilirsin!”

 

Yavru hayvanlardan bahsedilince Dan Fei’nin duyguları anında değişmişti. Sırtındaki bambudan yapılmış sepeti yere indirirken yüzünde gururlu bir ifade oluşmuştu.

 

Sepetteki dört kabarık tüylü yavru açıkça görülüyordu ki dış dünyadan haberdar değildi. Jiang Chen’i karşılarında görünce değişik, sevimli hareketler yapıp hafif tonda sesler çıkarmışlardı.

 

“Ne dersin Jiang Chen, sence acıkmışlar mıdır?”

 

“Hadi canım! Açlıktan gözlerinin artık yeşile döndüğünü görmüyor musun?” Jiang Chen mağaradan aldığı birkaç meyveyi hayvanların önüne attı.

 

Tıpkı Jiang Chen’in beklediği gibi, yavrular yemek için bir anda birbirleriyle kavga etmeye başladılar.

 

Dan Fei bu durumu beklemiyordu, dört yavru birbirleri ile uyum içinde gözüküyorlardı fakat söz konusu yemek olunca birdenbire kavga etmeye başlamışlardı.

 

“Ruh hayvanlarının doğası bu işte. En zayıf olan güçlü olana yalvarmak zorunda ve güçlü olan her zaman iyi yemeği kapar.”

 

“Ne demek istiyorsun?” Dan Fei tam olarak anlayamamıştı.

 

“Basit bir olay. Bu dört yavru her ne kadar aynı anneden doğmuş olsa da, bir zaman sonra sadece bir tanesi hayatta kalacak. Karınlarının doyması için kendi türlerini de öldürmek zorundalar. Hangisi en çok yemek yerse sonunda kazanan da o olacak. Zaten dış görünüşlerinden hangisinin en güçlü olduğunu açıkça fark edebilirsin. Belki de büyüdüklerinde kendilerini doğuran yetişkinle bile kavga edebilirler, hem de sadece bölge belirlemek için. Bunlar ruh hayvanlarının hayatta kalma kurallarıdır. En güçlü olan hayvan doğal seleksiyondan canlı olarak kurtulur. Bu hayvanlar bu hayat döngüsünü yaşamak zorunda, hiçbiri bu döngüden kaçamaz.”

 

Jiang Chen boşa konuşmuyordu. Onun ruh hayvanları konusundaki bilgisi oldukça yüksekti.

 

Bir dağda iki kaplan yuva yapamazdı, doğanın kuralı buydu.

 

Mesela Altın Kanatlı Kılıç Kuşları.

 

Tabii ki bu durum sadece Altın Kanatlı Kılıç Kuşları ile sınırlı değildi. Bu büyük dünyada saymakla bitmeyecek kadar çok ruh hayvanı cinsi vardı. Dünyadaki ruh hayvanlarının türlerinin sayısı bir öküzün sırtındaki kıl sayısı kadar fazlaydı.

 

Dan Fei derin düşüncelere dalmıştı, dalgın şekilde Jiang Chen’e dönerek sordu: “Jiang Chen, senin bilmediğin bir şey var mı?”

 

“Bilmediğim bir şey mi?” Jiang Chen trajik şekilde güldü, gerçekten de bilmediği bir şey vardı.

 

Bir anda aklına babası geldi, Kutsal İmparator. Acaba şimdi ne yapıyordu? Ve acaba bu dünyaya nasıl reankarne olmuştu?

 

İşte bunu gerçekten de bilmiyordu. Her ne kadar bu dünyadaki insanlardan çok daha üstün bilgilere sahip olsa da, mesele bu konulara gelince kendisi de bilgili değildi.

 

“Bayan Dan Fei, bizim burada bir çember içinde olduğumuzu ve bu çemberin bildiklerimizi kapsadığını düşün ve dış dünya da bizim bilmediklerimizi kapsıyor olsun. İşte bilmediklerimiz bu dış dünya kadar büyük aslında ve biz bu dış dünyanın bilgilerine sahip olmak için içinde bulunduğumuz çemberden çıkıp dolaşıp öğrenmemiz lazım. Çünkü bildiklerimiz, dış dünyayla kıyaslandığında aslında çok çok küçük kalıyor.”

 

Jiang Chen’in bu sözleri gelişigüzel söylenmemişti, gerçekten de kendi samimi duygularıyla konuşuyordu.

 

Dan Fei’nin gözlerinde şaşkınlık ifadesi vardı. Jiang Chen gibi espritüel birinin böylesine derin manalı sözler söyleyebileceğini düşünmemişti.

 

“Hadi gidelim.” Dan Fei Jiang Chen’in sözlerini aklında oturtmaya çalışırken Jiang Chen ona seslenmişti.

 

“Nereye gidiyoruz?” Dan Fei merakla sordu.

 

“Liu Can Ye Dai’nin grubundan birisi. Hala onun buralarda dolaşıyor olmasının biraz garip olduğunu düşünüyordum. Gidip Ye Dai’nin bir şeyler planlayıp planlamadığını öğrenmeliyiz.”

 

Dan Fei şaşırmıştı. Aslında prensler arasındaki politik rekabete bulaşmak istemiyordu. Dan Fei’nin düşüncesine göre, veliaht prensin ya da yeni kralın kim olacağı çok da önemli değildi.

 

Ye Dai ya da Ye Rong fark etmez, Dan Fei’nin huzurundayken zaten kendi isteklerince, özgür şekilde davranamazlardı.

 

Fakat dün akşamki savaştan sonra Dan Fei aslında buraya geliş amaçlarının biraz değiştiğini fark etmişti. Bu savaştan beri Jiang Chen’in emirlerini dinlemek üzere içinde bir istek uyanmaya başlamıştı.

 

Jiang Chen’in hızı ne yavaş ne de hızlıydı. Ortalama bir hızda ilerliyordu ve belirli bir doğrultuda gitmiyordu.

 

“Jiang Chen, böyle kör bir kişi gibi rastgele yürüyerek Liu Can ve diğerlerini bulabileceğine inanıyor musun?” Dan Fei istemese de bunu sormuştu.

 

“Hehe! Sen sadece beni takip et.”

 

Dan Fei zaten Jiang Chen’in kurallara göre hareket etmeyen birisi olduğunu anlamıştı. Şu an yapması gereken tek şeyin Jiang Chen’in emirlerini dinlemek olduğunun farkındaydı.

 

İki-üç gün sonra ellerinde hala somut bir sonuç yoktu. Dan Fei neredeyse Jiang Chen’in bir yerde yanlış yapmış olduğunu isteyecek hale gelmişti. Fakat Jiang Chen’in kendinden emin tavırlarını görünce bir şey söylemekten vaz geçiyordu.

 

“Pekâlâ, görünüşe göre yakınlaştık. Kız kardeş Dan Fei, benimle gelmek ister misin yoksa burada mı beklemek istiyorsun?”

 

“Yakın olduğumuzdan emin misin?” Dan Fei şüpheli şekilde sormuştu.

 

“Eğer emin olmasam burada ne işimiz var?”

 

Jiang Chen tam konuşmasına devam edecekti ki bir anda Dan Fei’nin kolunu tuttu ve yolun kenarındaki bir çalıya doğru sürükledi: “Sesini çıkarma!”

 

Çalının içinde bir süre beklediler ve iki kişinin dağ yolundan inerek hızla yürüyüp yanlarından geçtiğini gördüler. Bu iki kişiden birisi birinci prens Ye Dai’ydi.

 

Diğeri de sanki yüzü cennetten düşmüş gibi kasılarak yürüyen, kibirli görünüşlü birisiydi. Vücut şekli vasattı ve bir cübbe giymişti. Bu kişi bir Kıymetli Ağaç Topluluğu müridiydi.

 

Fakat yine de, Labirentli Güz Avına katılan bir Kıymetli Ağaç Topluluğu müridi demek aslında statüsü çok da yüksek olmayan bir mürit demekti.

 

“İşte burası!” Ye Dai dağ yolunun bitiminde bağırarak konuşmuştu: “Kardeş Chen, burada bekleyelim.”

 

Topluluk müridi kafasını salladı ve bir şey söylemedi. Çevresini kolaçan ederken attığı bakışlar tıpkı bir şahininki gibiydi. Belli ki gardını almıştı.

 

Fakat Jiang Chen ve Dan Fei daha onlar bu alana giriş yapmadan önce saklanmak için hazırlık yapmışlardı ve fark edilmeleri imkânsızdı.

 

Ye Dai’nin kaşları havalandı: “İşte geldiler.”

 

Yolun batı kanadından bir grup insan yaklaşıyordu. Sekiz kişilik küçük bir gruptu ve başlarında üçüncü prens Ye Zheng vardı.

 

“Üç numara!” Ye Dai bağırdı.

 

Ye Zheng bunu duyunca adımlarını hızlandırdı, gülümseyerek: “Büyük kardeşim, nihayet seninle buluşabildik.”

 

Ye Dai üçüncü prensin omuzlarını kavradı ve samimi şekilde konuştu: “Üç numara, onların yerlerini tespit ettik. Keşif için gönderdiğim casuslar dört numaranın grubunun dağlık alanda, yaklaşık elli li uzaklıkta olduğunu söyledi. Görünüşe göre ruh hayvanı avlıyorlarmış.”

 

“Hehe! Bu Ye Rong denen çocuk kendini resmen önümüze attı.” Ye Zheng’in ses tonunda şaka izi yoktu.

 

“Üç numara, yanında getirdiğin adamlar sağlam adamlar değil mi?” Ye Dai hızlıca karşısındaki grubu gözlemlemişti.

 

“Büyük kardeşim, bana hala güvenmiyor musun? Getirdiğim adamlar hakkında rahat olabilirsin, hepsi de güvendiğim adamlar. Bu işi pürüzsüz şekilde halledersek, garanti veriyorum bu işi bizim yaptığımızı kimse anlamayacak.”

 

Ye Zheng’in ses tonu kana susamış gibi çıkıyordu.

 

“Pekâlâ, önce dört numaradan, sonra ise iki numaradan kurtuluruz.” Ye Dai’nin sözlerinde öldürme arzusu vardı. Sanki kendi kardeşlerini değil de, birkaç tavuğu öldürmeyi planlıyor gibi, oldukça soğuk kalpli konuşuyordu.

 

“Büyük kardeşim, konuştuklarımızı unutmadın değil mi? Eğer yeni kral sen olursan bana verdiğin paraların devamı gelecek değil mi?”

 

“Haha! Üç numara, biz seninle küçüklüğümüzden beri yakınız, sana hiç yanlış yaptım mı ben? Biz iki kardeş, birbirimizle aynı sayılırız. İleride güçlerimizi birleştirip yeni topraklar kazandığımızda belki de on altı krallık bizim sayemizde birleşmiş olacak. İşte o zaman geldiğinde sana çok büyük topraklar vereceğim ve birçok krallığın sınır bölgesinden sen sorumlu olacaksın.”

 

Ye Zheng kurnazca gülerek cevapladı: “Pekâlâ, biz, iki kardeş güçlerimizi birleştirelim ve bunu başaralım!”

 

“Gel, benim grubumla tanış önce.” Ye Dai Ye Zheng ile beraber yürürken oldukça samimi görünüyordu. Dağlık alana doğru ilerlediler.

 

Grup uzaklaştığında Dan Fei yavaşça iç çekti. Hafif bir ses tonuyla konuştu: “Belli ki Baş Usta Ye Dai hakkında yanılmamış.”

 

“İzin ver de Baş Usta’nın ne söylediğini tahmin edeyim ha? Büyük ihtimalle Ye Dai hakkında yorum yaparken büyük bir hırsın fakat küçük bir yeteneğin varlığından bahsetti. Ayrıca aynı zamanda çok adil ve dürüst birisi gibi görünüyor olsa da aslında hedefine ulaşmak için her türlü ahlaki değeri çiğneyebileceğinden bahsetti değil mi?”

 

“Hmm, bazı tahminlerin kesinlikle doğru. Büyük hırs ve küçük yetenek konusunu bildin, ama diğer kısımda Baş Usta daha sert konuştu, dedi ki ‘çok zorba ve merhametsiz’. Zaten Ye Dai on altı krallığı birleştirme konusundaki sorusunu sorduğunda Baş Usta’nın gözünden düşmüştü.”

 

Jiang Chen içten içe Ye Dai’yi kınıyordu. “Büyük hırs ve küçük yetenek. Ye Dai yeteneklerinin yetmeyeceği hırslar peşinde koşuyor. Bu iyi bir iş değil, bu durum Gök Ağacı Krallığı’nın başına kötü işler açabilir.”

 

Dan Fei Jiang Chen’in kavrama yeteneğine de hayran kalmıştı. Daha Gök Ağacı Krallığı’na yeni gelmişken bu kadar çok şeyi bir anda kavrayabilmesi hayret vericiydi.

 

“Baş Usta’nın Ye Rong hakkındaki görüşlerini bilmek ister misin?” Dan Fei gülümseyerek sormuştu.

 

“Oh? Söyle bakalım neymiş?” Jiang Chen Ye Rong’a yakın birisiydi, doğal olarak merak etmişti.

 

“Baş Usta’nın Ye Rong hakkındaki görüşleri, eğer bu sıralar yaşayacağı zorluklara göğüs gerebilirse, ileride dünyaya açılabileceğini düşünüyor.”

 

“Tahminleri bu kadar yüksek mi?” Jiang Chen elbette Ye Rong hakkında olumlu düşünüyordu fakat Baş Usta’nın Ye Rong hakkında bu kadar olumlu yorum yapması şaşırtmıştı. Ye Rong’un prensler arasındaki varlığı kimse tarafından önemsenmeyecek kadar düşüktü.

 

“Evet, Ye Rong asil bir kişi ve Ye Dai gibi zorba değil. Ayrıca Ye Dai kadar dar kafalı da değil.”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44257 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr