Bölüm 173: Birinci Sıradaki Hediyenin Sansasyonu

avatar
3372 5

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 173: Birinci Sıradaki Hediyenin Sansasyonu


Ye Rong, Jiang Chen’in kendisine böyle bir sürpriz yapacağını tahmin edememişti.

 

Jiang Chen’i yanına alırken büyük yatırım yapmıştı. Ona dört kez güçlendirilmiş ruh silahını, Da Yu Yayını bile vermişti.

 

Jiang Chen bugün bu yatırımların hepsine karşılık vermişti. Bu geri dönüş o kadar büyüktü ki, beş tane ruh silahı bile buna karşılık gelemezdi.

 

Bir ruh silahı maddeden ibaretti ve parayla satın alınabilirdi.

 

Fakat gurur hissi, yücelik hissi ve Eğitmen Ye’nin iyilik borcunu kazanmış olmanın verdiği onur, parayla alınacak şeyler değildi.

 

Tian Shao ve Lin Qianli de şaşırmışlardı.

 

Tian Shao’nun daha önce Jiang Chen ile yolları kesişmişti. Onun ne kadar garip birisi olduğunu, ne zaman ne yapacağı belli olmayan birisi olduğunu biliyordu.

 

Lin Qianli Jiang Chen ile ilk defa görüşüyordu. İlk tanıştıklarında Jiang Chen’in çok da önemli bir şahsiyet olmadığı kanaatindeydi fakat bu yaşananlardan sonra, etkinlik alanındaki diğer herkes gibi Lin Qianli de şaşkınlık içindeydi.

 

Jiang Chen şişeyi hediye olarak verirken, üç kişinin adına verdiğini söylemişti. Tian Shao o sırada bir şey söylemedi fakat Lin Qianli oldukça utanmıştı.

 

Fakat şimdi, bu şarap şişesi birinci sıraya oturmuştu ve en başta kendisiyle dalga geçen herkesin ağzının payını vermişti.

 

Lin Qianli gibi soğuk çehreli birisi bile gururunu dışarı yansıtmaktan kendini alıkoyamıyordu. Zaten her zaman gururlu birisi olmuştu. Başkaları tarafından takdir edilmek hoşuna gidiyordu.

 

Bu yüzden asker Dao konusunda çok inatçıydı. Her daim en üstte olmayı ve rakiplerini ezmeyi istiyordu.

 

İşte bu sefer, gerçekten de rakiplerini ezdiğini hissedebiliyordu.

 

Tian Shao mutlu şekilde gülerek: “Genç kardeş Jiang Chen, elimde olmadan yine senin zaferini paylaştım. Seninle elbette Baş Usta’nın rehberliği için yarışmayacağım. Bu senin hakkın.”

 

“Hehe! Mademki kardeşiz, neden aramızda bir fark olsun ki?”

 

Tian Shao sertçe kafasını iki yana salladı: “Unut bunu, unut bunu. Ben bir askerim ve Baş Usta’nın rehberliğini almak için ufkum yetersiz. Sen ise genç ve önü açık birisin, eğer Baş Usta’nın rehberliğini alırsan ileride benden çok daha fazla işine yarayacaktır.”

 

Lin Qianli içinde bulunduğu durumu garip bulmuştu. Jiang Chen hediyeyi verirken üçünün birden bu hediyeyi hazırladığını söylemişti. Fakat Lin Qianli bu hediyede hak iddia edecek kadar vurdumduymaz birisi değildi.

 

Kendisi de biliyordu ki, şu an bu durumda olmalarının sebebi Jiang Chen’di.

 

Fakat yine de, Lin Qianli oldukça heyecanlı hâldeydi. Baş Usta’nın rehberliğini elde etme fırsatı olduğunu düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordu. Fırsat tam karşısında duruyordu ve bu fırsatı kullanmak istiyordu içten içe. Askeri Dao’sunda içinden çıkılmaz bir noktaya gelmişti.

 

Eğer askeri Dao’sundaki bu çıkmazı çözebilirse, bir tırtıl olmaktan çıkıp kelebeğe dönüşecekti.

 

Bu yüzden tereddüt içinde dudaklarını ısırıyordu. Askeri Dao konusundaki ihtirası ağır bastı ve kekeleyerek Jiang Chen’e doğru konuştu: “Jiang Chen, seninle bir şey konuşabilir miyim?”

 

“Sorun değil.” Jiang Chen ellerini iki yana salladı: “Benim soracak bir sorum yok zaten. İstersen iki soru hakkını da sen alabilirsin.”

 

Jiang Chen’in gerçekten de soracak bir şeyi yoktu. Zaten geçmiş hayatından kalan bir sürü bilgisi vardı. Baş Usta her ne kadar Gök Ağacı Krallığı’nın en bilgin kişisi olursa olsun, sonuçta Jiang Chen’e akıl verecek olması gülünç bir durum olurdu.

 

“Ne?” Lin Qianli yanlış duyduğunu düşünmüştü.

 

“Genç kardeş Jiang, sen…” Tian Shao da şaşkınlıktan konuşamamıştı.

 

Jiang Chen ellerini iki yana ayırarak: “Dediğim gibi, madem kardeşiz, ellerimizdekileri paylaşmalıyız. Şuna ne dersiniz, ikiniz de birer soru sorun.”

 

Etkinliğin kurallarına göre birinciliği kazanan hediyenin sahibi olan kişi iki soru sorma hakkını kazanıyordu. Bu iki hak Tian Shao ve Lin Qianli arasında paylaştırılırsa adil olurdu.

 

“Genç kardeşim Jiang Chen, gerçekten de soracak hiçbir şeyin yok mu? Baş Usta bu krallığın Koruyucu Ruh Kralıdır. Onun eğitim seviyesi ruh âleminin en üst seviyesindedir. Eğer onun rehberliğinde bir ya da iki kelime bile duyabilirsen…”

 

“Sorun değil, benim kendi yöntemlerim var.” Jiang Chen kayıtsızca reddetmişti.

 

Tian Shao konuşmaya devam etmek istiyordu fakat o sırada sahnedeki Dan Fei yüzünde sevecen bir gülümseme ile: “Herkes buraya odaklansın. Baş Usta geliyor.”

 

Sahnenin altındaki herkes tezahürat yapıp alkış tutuyordu.

 

Birinci prens Ye Dai de içindeki öfkeyi bastırarak alkış tutmaya başladı. Lu Wuji’nin ise bakışları ile ne kadar öfkeli olduğunu yansıtıyordu.

 

Jiang Chen tarafından bir kez daha aşağılanmıştı.

 

İçindeki nefret gittikçe daha da kabarıyordu.

 

“Jiang Chen! İlgi odağı olmayı çok seviyorsun değil mi? Sen bu sefer birinci prensi gerçekten de gücendirdin. Bakalım seni başkentte bu sefer kim koruyacak!” Lu Wuji öfke dolu konuşmuştu.

 

Yaşlı eğitmen daha önce bu atışmalara pek ilgi duymamıştı fakat bu sefer bıyık altından gülümseyerek izlemişti.

 

“Ben her sene burada duruyorum. Gözlerim kapalı olabilir ama kalbim açık. Sahnenin altındaki sizlere bakmıyor olabilirim ama her hareketinizi aslında gözlemliyorum. Her zaman hediyelerin sıralanması açıklandığında bir tartışma çıkıyor. İstediğiniz kadar şüphede olun, ben size bir açıklama yapmak zorunda değilim. İstediğiniz kadar da mutsuz olun, umurumda değil.” Yaşlı eğitmenin sesi yankılı ve güçlüydü, uzaklara ulaşıyordu. Yüzündeki ciddi ifadeden ne kadar güçlü birisi olduğu anlaşılıyordu.

 

“Bugün bir istisna yapacağım. Neden mi Dokuz Muhteşem Çiy Şarabını seçtim? Çünkü çok uzun geceler ve gündüzler boyunca yaşadım, bir sürü kaliteli eşya gördüm ve birçoğunu da görüp unuttum. Fakat bu, bir kişinin kesinlikle unutamayacağı bir şey. Bazı eşyalar aklınızdan hiç çıkmaz ve zihninizde sürekli olarak bir hatırlatıcı görevi görür. İşte Dokuz Muhteşem Çiy Şarabı da o eşyalardan birisi.”

 

“Belki de bu şarabı anlatmakta biraz yetersiz kalmışımdır. Kısacası şöyle özetleyeyim, Kıymetli Ağaç Topluluğu’nun lideri bile bu şarabı istediği zaman içemez.”

 

Bu şarabın tanıtılması için daha fazla kelimeye gerek yoktu, Kıymetli Ağaç Topluluğu’nun lideri bile onu elde edemiyorsa, değeri çok çok üstün olmalıydı.

 

Bu ifadeler bu şarabın değerini ispatlamakta en keskin kanıtlardı.

 

Bütün kalabalık bu sözleri duyduğunda dut yemiş bülbüle dönmüşlerdi. Hepsi de garip duygular hissetmişti. Bu onurlu usta yalan söyleyecek değildi ya!

 

Bir şarap için böyle yalanlar mı uyduracaktı? Tabii ki de uydurmazdı!

 

Bu sözlerin duyulmasının ardından Ye Rong’a atılan bakışlar da karmaşık bir hâl almıştı.

 

Herkesin aklında benzer sorular vardı.

 

“Prens Ye Rong bu adamı nereden bulmuş? Bu adam bu şarabı her daim yanında mı taşıyor yoksa bu hediye merasiminden haberi vardı da bilerek mi yanında getirdi?”

 

“Bu Ye Rong isimli prens belli ki boş ve basit birisi değil. Adım adım kurgulayarak bir tuzak kurmuş. Birinci prensin gururla kabarmasına izin verdi ve sonradan bu şarabı sundu. Bunlar planlanmış hamleler olmalı. Görünüşe göre birinci prens, dördüncü prensin tuzağına düştü.”

 

“Meğer prens Ye Rong ne kadar da kurnazmış! Önce ilgi çekici olmayan bir şarap şişesi sundu ve herkesin kendisine gülmesine izin verdi, birinci prensin kendisiyle dalga geçmesine müsaade etti. Daha sonra ise müthiş bir geri dönüş yaptı. Bu tarz bir hamle gerçekten de acı verici! Birinci prense de bak, ne kadar da utanmıştır şimdi!”

 

“Görünüşe göre ileriki zamanlarda prens Ye Rong’u küçümsememeliyiz. Onun hep içine kapanık, hiçbir olaya karışmayan birisi olduğunu düşünmüştüm. Onun bu düşük profilinin arkasında böyle harika bir zekâ yattığını kim düşünebilirdi ki? Belli ki bir kitabı kapağına bakarak yargılamamak lazım!”

 

Zavallı Ye Rong. Farkında olamadan ortamdaki herkesin kendisi hakkında yanlış düşünmesine yol açmıştı. Herkes onun bu olayları kurguladığını ve hamlelerin hepsini teker teker planladığını düşünmüştü. Bu yöntemleri kullanarak birinci prensi bilerek utandırdığını düşünmüşlerdi.

 

Fakat yine de, Ye Rong bunların hiçbirini umursamıyordu. Bu konuda diğer insanların kafa yormasından mutlu oluyordu. Diğerlerinin ona korkuyla bakıp endişeyle yaklaşması demek, Ye Rong’un bir prens olarak daha avantajlı olması demekti.

 

Ye Dai de aynı şekilde düşünüyordu. Ye Rong’un kendisi için tuzak hazırladığını ve kendisinin de bu tuzağa düştüğünü düşünüyordu.

 

“Ye Rong denen hayvan! Onun bu hırslı hamlesi karşısında elim kolum bağlı oturamam! Görünüşe göre bundan sonra hiçbir şekilde gardımı yere düşürmemeliyim.” Ye Dai, Ye Rong’un bugün kendisi üzerinde baskı kurmuş olduğunun farkındaydı ve daha sonraki hamlesinde de kendisi Ye Rong’un üzerinde baskı kurmayı hedefleyecekti.

 

Dan Fei hafifçe gülümsedi: “Sanırım herkesin aklındaki sorular cevabını buldu öyle değil mi? Baş Usta çok uzun bir ömür yaşadı ve her konu hakkında hepimizden daha çok bilgisi var. Eminim hiçbirinizin aklında neden Dokuz Muhteşem Çiy Şarabının birinci sırada olduğuna dair şüphe kalmamıştır.”

 

Dan Fei daha da neşeli şekilde gülümseyerek konuşmasına devam etti: “Pekâlâ, şimdi bu üç hediyenin sahibi kişiler ayağa kalksın ve sorularını sorsunlar, Ye Dai, ilk sen geliyorsun.”

 

Ye Dai kendini kontrol ederek yüzündeki öfkeli ifadeyi sildi. Öfkeliydi fakat bu öfkesini burada belli edemezdi.

 

Yüzünde mütevazı bir gülümseme ile: “Eğitmenim, öğrenciniz Ye Dai’nin size soracak bir şeyi var. On altı krallık birleşik şekilde kalırsa mı daha iyi yoksa ayrı kalsalar mı?”

 

Ye Dai’nin sorusu otoriter ve geniş çaplıydı, ufuk açıcı bir soruydu.

 

Biliyordu ki Eğitmen Ye gençliğinde savaş çığırtkanıydı. Biliyordu ki Eğitmen Ye her zaman krallığın sınırlarını genişletme taraftarıydı, etraftaki küçük krallıkları kendi topraklarına katma, geniş arazileri kendi krallıklarına bağlama ve muazzam büyüklükte bir hanedanlık kurma taraftarıydı.

 

Bu nedenle Eğitmen Ye’nin ilgisini çekecek bir soru seçmişti. Bilerek birbirleri arasında bir tür benzerlik olduğu düşüncesini alevlendirmek istemişti.

 

Yaşlı usta gülümsedi ve Ye Dai’ye anlamlı bir bakış atarak: “Krallıkların doğası şöyledir, uzun zamandır ayrı kalmış olanlar birleşmek ister, uzun zamandır birleşik olan krallılar ise ayrılmak ister. Ayrılıklar ve birleşmeler büyük resmin sadece bir parçasıdır. Doğru zaman geldiğinde, doğru olan şey gerçekleşir. Eğer doğru zaman değilse, birleşmektense ayrı kalmak daha iyidir.  Ben bu soruyu ömrümün ilk yarısı boyunca düşündüm. Krallıkların birleşmesi için hem krallığın hem de başlarındaki kişilerin doğru olması gerek. Bu iki şart sağlanmadan on altı krallığın birleşmesi gereksizdir.”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44316 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr