Bölüm 144: Tokat Atmanın Kaba ve Kolay Yolu

avatar
3471 5

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 144: Tokat Atmanın Kaba ve Kolay Yolu


Nihayetinde Jiang Chen iki hayat birden yaşamış biriydi. Bu sebeple böyle palyaço tipli birisinin kışkırtmasına gelmezdi.

 

Jiang Chen yapmacık ve alaycı şekilde gülümsedi: “Demek satın alamam ha? Dünya üzerinde satın alınamayacak bir şey var mı ki?”

 

Stanttan sorumlu kişi hafifçe öksürdü, çevredeki diğer tüccarlara göz atıyordu, belli ki gözleriyle diğer tüccarlara Jiang Chen’e satış yapmamalarını söylüyordu. Aksi halde hem kendisi hem de Kuzey Gökkubbe Sarayı için utanç kaynağı olurdu.

 

Jiang Chen onun bu küçük numaralarını görmezden geliyordu, dudaklarında hafif bir gülümseme oluştu.

 

Çevredeki tüccarlara yavaşça göz gezdirdi. Bazıları bakışlarını kaçırıyor bazıları ise ona bakarak kederlice kafa sallıyordu.

 

Şu kesindi ki, eğer seçim yapmak zorunda kalırlarsa yabancının tarafını seçmezlerdi, stant sorumlusu bu kişiyi tanımıyor ve düşünceleri onunla uyuşmuyor olsa bile.

 

Fakat koşullar stant sorumlusunun tarafını seçmelerini gerektiriyordu, bu yazılı olmayan bir kuraldı.

 

Kuzey Gökkubbe Sarayı’nı temsil eden bu kişi bu durumun gayet farkındaydı. Tüccarların ses çıkarmadığını görünce kendine güveni artmış ve Jiang Chen’e bakarak güç gösterisi yapar gibi küstahça gülümsemişti.

 

Bu gülüşündeki düşünce gayet açıktı: “Pekâlâ, neden bir şey satın almayı denemiyorsun?”

 

Jiang Chen rüzgâr ve bulut gibi umursamaz bir edayla bir kahkaha atarak merkeze doğru bir adım attı.

 

Bir elini havaya kaldırdı ve elinde bir ilaç şişesi gözüktü. Düzeyli bir ses tonuyla ve soğukça bir gülümsemeyle: “Elimde Yüce Kademeli Büyük Okyanus İlacı var, bu ilaç anlık olarak gerçek qi gücünüzün yüzde yetmişini geri kazanmanızı sağlar. Sanırım bu ilacın değeri hakkında ayrıntı vermeme gerek yok. Bu ilacı on tane mavi zambak otu yaprağı ve yirmi tane ahşap paletle takas edeceğim. İlk gelen malı kapar ve benim vaktim kısıtlı, süreniz bittikten sonra alamazsınız!”

 

Artık stant sorumlusunun bu küçük oyunlarının pek kıymeti kalmamıştı.

 

Yüce kademeli bir Büyük Okyanus İlacı gerçek qi gücünün yüzde yetmişini anlık olarak karşılayabiliyordu.

 

On altı krallıktaki bütün qi gücü ilaçları sadece qi gücünün yüzde kırkı için işe yararken bu ilaç yüzde yetmiş güç kazandırıyordu.

 

Bir ilaç ustası nadiren yüzde ellinin üzerindeki güce sahip ilaç yapabiliyordu.

 

Yüzde yetmiş gibi bir oran daha önce duyulmamıştı.

 

Doğu Krallığı’ndaki Şifa Salonu birkaç ay önce Büyük Okyanus İlacını üretmeye başlamıştı fakat bu üretim aşaması çok da başarılı sayılmazdı ve çok az bir miktar Gökağacı Krallığı’na sızmıştı.

 

Fakat Gökağacı Krallığı’na giriş yaptığı gibi büyük ses getirmişti. Herkesin istediği bir ilaç haline gelmişti ve krallığın üst kademelerinde bile bu ilacı bulabilmek oldukça zordu.

 

Bu durum şaşırılacak bir durum değildi. İlaç Doğu Krallığı’nda üretiliyor olmasına rağmen Doğu Krallığı’ndaki insanlar bile bulmakta zorlanıyordu. Sayısız sipariş verilmişti ve bu siparişi karşılayacak üretim yapılamıyordu.

 

On altı krallığa geçen ilaç sayısı oldukça azdı.

 

Bu sebeple Gökağacı Krallığı’nda bu ilacın şöhreti çok yaygın olmasına rağmen ilaca sahip olan kişi sayısı oldukça azdı.

 

Buna ek olarak hiç kimse yüce kademeli ve yüzde yetmiş etkili olan bu ilacı duymamıştı bile.

 

Bütün etkinlik alanına Jinag Chen konuştuktan sonra ölüm sessizliği hâkim olmuştu.

 

Alandaki herkes büyük bir uyum içinde susmuştu.

 

“Yüce Kademeli Büyük Okyanus İlacı mı? Gerçek qi gücünün yüzde yetmişini geri mi kazandırıyor?” Birilerinin aklı yavaş yavaş çalışmaya başlamıştı.

 

“On adet mavi zambak yaprağı ve yirmi adet ahşap palet karşılığında mı? Bu bir şaka mı?”

 

“İmkânı yok, on tane mavi zambak yaprağı ve yirmi tane ahşap paletin fiyatı sıradan kademe bir büyük okyanus ilacının fiyatına dahi erişemez, ne demek yüce kademe büyük okyanus ilacı? Bu doğru olabilir mi?”

 

“Bu genç adam delirmiş olabilir mi? Belki de bu yüzden böylesine saçma konuşuyordur?”

 

İnsanlar sahte sözler söyleyebilirdi fakat ilacın sahtesi olmazdı. Jiang Chen gösteriş yapmak istemiyordu fakat zorunda hissetti. Şişenin altından bir fiske vurdu ve bir ilaç avcunun içine düştü.

 

İlaç ortaya çıktığında herkesin gözü ona odaklanmıştı.

 

Kısa bir sürede etkinlik alanındaki herkesin nefesi kesilmişti ve gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

 

Bu gerçekten de Büyük Okyanus İlacıydı!

 

Rengi, parıldayışı, duruşu, saflığı ve ruh gücüyle dolu görünüşü… Yaşamın özüyle doldurulmuş bir ilaç gibiydi, kalbi hareketlendiren dirilik ve zindelik ile doluydu.

 

Belirgin hatlara ve kıvrımlara sahip bir kadının çekiciliği vardı bu ilaçta. Giydiği ince bir elbiseye vücut hatlarının gölgesi vuran bir çekici bir kadın gibi… Onu gören birinin kendisini bakmaktan alıkoyamadığı ve damarlarının istemsizce kanla dolup taştığı bir durum gibiydi.

 

Böyle bir cazibeye kim dayanabilirdi ki?

 

Yazılı olmayan kurallar için veya gelenekler için? Kim dayanabilirdi? Kuzey Sarayı’ndan birkaç adam için böylesine bir güzellik reddedilebilir miydi?

 

Bu durum gülünecek kadar saçmaydı.

 

İş başka arkadaşlık başkaydı. Kâr getiren her durum öncelikliydi.

 

“Kardeşim, doğruyu mu söylüyorsun? Ben yirmi mavi zambak otu ve elli ahşap palet öneriyorum. Ne kadar ihtiyacın olduğu önemli değil sadece bana söyle ve senin için ihtiyacın kadarını toplayayım.”

 

“Onu dinleme, burası bizim, Güney Sarayı’nın bölgesi. Burada hiç kimsenin depolarında bizden daha çok ürün yoktur. Kardeşim ne kadar ihtiyacın varsa biz karşılamaya hazırız.”

 

“Lütfen ama, sizler Qingyang Vadisi öğrencilerinin önünde ruh ilaçlarından konuşmaya utanmıyor musunuz? Aramızda en iyi kalitede mavi zambak otu ve ahşap palete sahip olan kim?”

 

Qingyang Vadisi?

 

Jiang Chen bu son konuşan kişiye bakmaktan kendisini alıkoyamadı. Bu kişi orta yaşlı, çiftçi gibi giyinmiş ve kalabalıkta kimsenin dikkatini çekmeyecek birisiydi.

 

Fakat bunun yanında bu kişinin yüz ifadesi ilgi çekiciydi, kaşları ve gözlerinin oynayışı ile ne kadar kurnaz olduğunu belli ediyordu. Jiang Chen’in bakışlarını kendisine çevirdiğini görünce kaşı gözü daha da oynamaya başladı.

 

Jiang Chen kimseye evet ya da hayır demiyordu, hemen karar vermek yerine karşısındaki insanları gözlemlemeyi seçmişti.

 

“Kardeşim şuna ne dersin? Bu ticareti bizim Güney Sarayımızla yap ve ne zaman ruh ilacına ihtiyacın olursa beni bul ve ben de sana her zaman indirim yapayım.”

 

“Bir daha söyleyeceğim, konu ruh ilaçları olduğu zaman hepiniz geri çekilmelisiniz. Qingyang Vadisi’nin işi nedir? Biz ruh ilacı üzerinde uzmanlaşırız, bizim işimiz bu.” Çiftçi kılıklı orta yaşlı adam gururla konuşmuştu.

 

“Heh! Şu gururlu haline bir bak! Bizim, Devasa Hazine Sarayı’mızın yapamadığı kıymetli bir iş var mı? Sizin yaptığınız tek şey ilaç yapmak! Neden bizimle yarışacak başka bir alan seçmiyorsunuz?” Devasa Hazine Sarayı’ndan birisi konuşmuştu ve daha sonra Jiang Chen’e baktı, yüzünde gülümseme vardı: “Kardeşim, Devasa Hazine Sarayı’nın şöhretini duymuşsundur. Biz harika ticaretler ve işler yaparız, özellikle de Büyük Okyanus İlacı gibi nadir ve kıymetli hazineler ile iş yaparız. Bu ilaç Gökağacı Krallığı’nda nadir bulunur ve senin birkaç mavi zambak ve ahşap palet ile takas etmen kârsız olur. Şuna ne dersin, bizim Devasa Hazine Sarayımız sana istediğin ürünleri bedava versin. Bunu dostluğumuzun bir nişanesi olarak düşün. Senden sadece bir isteğim var ve o da senin Büyük Okyanus İlacını sevk etmek. Eğer bu sonbahar gerçekleşecek olan açık artırmada onu satabilirsem, elimize büyük bir miktarda para geçer. Ne dersin? Zarar etmediğin gibi, büyük bir kâr edersin. Ayrıca senin gibi önemli birisinin Devasa Hazine Sarayı ile iş yapmasını sağladığım için ben de ün kazanırım. Bu ikimiz için de kârlı bir durum olur.”

 

Evet, bu adam kesinlikle Devasa Hazine Sarayı’ndandı. Söylemek gerekirdi ki nasıl ticaret yapılacağını iyi bilen birisiydi. Söyledikleri mantıklıydı. Bu durum Jiang Chen’i biraz cezbetmişti.

 

Bu sırada Kuzey Gökkubbe Sarayı’ndan olan kişinin yüzü sanki birisi suratına mürekkep dökmüş gibi koyulaşmıştı.

 

Etkinlikteki bütün tüccarlar kendisine ihanet etmişti ve bu yabancıya yardım edebilmek için birbirleriyle tartışıyorlardı.

 

Bu muydu yani?

 

Bu durum Kuzey Gökkubbe Sarayı öğrencisi için utanç kaynağıydı.

 

Fakat bu insanların neden böyle davrandığını da anlayabiliyordu, kendisi onların yerinde olsa o da aynısını yapardı.

 

Yüce kademeli Büyük Okyanus İlacına kim hayır diyebilirdi?

 

Etkinlik alanındaki ortamın gittikçe ateşli hâle geldiğini görüyordu, bunu gördükçe yüzü kızarıyordu. Kimseye görünmeden toz olmayı istiyordu.

 

Sonuçta büyük bir iddiaya girmişti. Eğer Jiang Chen mavi zambak otunu ve ahşap paletleri alırsa etkinlik alanına üç tur emekleyerek dolaşacaktı.

 

Şu anda ise, tüccarlar satmayı bırak, Jiang Chen’e istediği ürünleri bedava vermek niyetindeydiler. Bu durum gerçekten utanacağı bir durumdu.

 

“Hey, kardeş Zhang, nereye gidiyorsun!”

 

Etkinlik alanında bir ses yükselmişti, birisi onu ispiyonlamıştı!

 

Bu sesi duyunca olduğu yerde kalmıştı. Hareket etmekten utanıyordu.

 

“Ben… Ben tuvalete gidiyorum.” Zhang soyadlı stant sorumlusu utanarak cevap vermişti.

 

Bu uydurma bahane etkinlik alanındaki kişiler tarafından yuhalanmıştı. Madem tüccarlar arasındaki gelenek bozulmuştu, herkes ona acımasız davranıyordu.

 

Jiang Chen gülümsedi: “Cesur ve kibirli sözlerini unuttun herhalde? Sanmıştım ki senin Kuzey Gökkubbe Sarayın fiyatları istediği gibi değiştirebilir, ama görüyorum ki sen aslında olayı abartmışsın.”

 

“Sen… Çocuk! Kibirli davranma!”

 

“Biz mi kibirli davranıyoruz? Az önce gösteriş yapan biz miydik? Eğer istediğimiz iki ürünü alabilirsek etrafta üç tur emekleyeceğini söyleyen sen değil miydin?” Gouyu sinirli bir şekilde bir adım atıp ellerini belinin yan taraflarına koymuştu: “Şimdi, sen kendin mi emeklersin yoksa ben bir ip bulup, boynuna dolayıp sana yardımcı olayım mı?”

 

“Ben…” Kuzey Gökkubbe Sarayı’nın bir öğrencisi olarak, Zhang soyadlı bu adam hayatında ilk defa bu kadar utanıyordu.

 

Çaresizce etrafına bakarak gözleriyle yardım dileniyordu, birinin kendisine yardım eli uzatacağını umuyordu.

 

Fakat bu durumda kim ona yardım edebilirdi ki?

 

Ticaret işinde herkes birbirini tanırdı, normal bir durum olsa ona yardım ederlerdi fakat böyle bir durumda Zhang soyadlı bu kişinin tarafını tutmak için deli olmak gerekirdi.

 

Düşene bir de onlar vuruyordu. Yüzlerindeki ifade sanki bir şov izliyorlarmış gibiydi.

 

“Unutun bunu, unutun bunu! Birazcık kâr yapmak için onursuzluk yapan bu insanlar birinin verdiği söze sadık olması hakkında konuşamaz. Ben, Kuzey Gökkubbe Sarayı’nın bir müridi olarak, aşağılanmaktansa, ölmeyi tercih ederim.”

 

Bu adam belli ki hileye başvuracaktı, Jiang Chen’e bakarak: “Ya şimdi benim kafamı koparırsın ya da sana boyun eğeceğim düşüncesini unutursun! Bu imkânsız!”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44311 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr