Bölüm 141: Dilek Kulesi

avatar
3670 5

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 141: Dilek Kulesi


Dilek kulesi Gökağacı Krallığı’nın batı tarafında yer alıyordu. Başkentin bu tarafları hep heyecanlı ve telaşlı olmuştu.

 

Dilek kulesi gerçekten bir kule biçimindeydi ve Gökağacı Krallığı’nın kutsal mekânlarından biriydi.

 

Dilek kulesi bayramlarda, kutlamalarda ve özellikle güz ortası festivalinde oldukça canlı bir yerdi. Bu zamanlarda dilek kulesinin etrafında büyük kalabalıklar oluşuyordu. Gökağacı Krallığı’nda defne ağacı kutsal sayılıyordu, defne ağacının meyveleri güz vakti olgunlaştığı için güz ortası festivalinde büyük öneme sahipti.

 

Dilek kulesinin etrafında bir sürü defne ağacı vardı. Ağaçlar on li mesafelik bir alandaydılar ve çiçek açmışlardı. Çiçeklerden gelen kokular mest ediciydi.

 

Güz ortası festivali yaklaşmıştı ve dilek kulesinde festival gününden önceki on beş gün ve sonraki on beş gün yılın en heyecanlı zamanlarıydı.

 

Jiang Chen çevresindekilere sorduktan sonra dilek kulesinin olayını çözmüştü.

 

Dilek kulesi Gökağacı Krallığı’nda bin yıldan beri süregelen bir gelenekti. En asil kraliyet mensuplarından tutun da, fakir halktan basit ve sıradan insanlara kadar herkes dilek kulesine dileklerini kuleye iletiyorlardı.

 

Her dilek için bir ödül vaat edilmişti.

 

Her kim dileğinin gerçekleşmesi için çaba sarf ederse ona vaat edilen ödül yerine getiriliyordu. Tabii ki kuleye iletilen her dilek teker teker inceleniyor ve eğer ödülü hak ederse alıyordu.

 

Dilek kulesi ayda bir kez açılıyordu.

 

Ama güz ortası festivali boyunca sürekli açık oluyordu ve her dereceden dilek için uygundu.

 

Dilekler için toplamda on altı derece vardı.

 

Sıradan bir günde kule altıncı veya sekizinci dereceye kadar açık oluyordu.

 

Yılbaşında on ya da on ikinci dereceye kadar açık oluyordu.

 

Güz ortası festivali zamanında ise on, on bir ya da on ikinci dereceye kadar açık olabiliyordu, hatta bazen daha yüksek derecelerde bile açık oluyordu.

 

Güz ortası festivalinde on altıncı dereceye kadar bile açık olabiliyordu.

 

Tabii ki hiç kimse on altıncı dereceye kadar ulaşamamıştı. Aslında kimse on altıncı derece bir dilek için parşömen var mı yok mu bilmiyordu.

 

Eğer böyle bir parşömen var olsa bile göklere kadar uzanıyor olmalıydı. Doğal olarak bu parşömeni incelemek için kimse yeterliliğe sahip olamazdı. Bu dereceden bir dilek parşömen sadece soyut olarak var olabilirdi.

 

Kuleye bir dilek parşömeni vermek için belirli bir ücret ödenmesi gerekiyordu. Ücret çok fazla değildi ve dileği verebilmek için bir gün sınırı yoktu.

 

Fakat bir dilek parşömeni seçebilmek için kulenin açık olması lazımdı.

 

Mesela bugün, güz ortası gününün yaklaşması şerefine kule açılmıştı ve manzara çok kalabalık ve canlıydı.

 

Tabii ki herkes keyfine göre dilek parşömeni alamıyordu. Her tür dilek parşömeni için ayrı bir fiyat vardı.

 

Birinci derece için on gümüş para ödenmesi gerekiyordu.

 

İkinci derece için yirmi gümüş para ödenmesi gerekiyordu.

 

Üçüncü derece için elli gümüş para ödenmesi gerekiyordu.

 

Dördüncü derece için yüz gümüş para ödenmesi gerekiyordu.

 

Beşinci…

 

 

Onuncu derece için on bin gümüş para ödenmesi gerekiyordu. Dilek derecesi yükseldikçe ücret de yükseliyordu.

 

Söylemek gerekirdi ki dilek kulesi çok ilgi çekiciydi fakat bir o kadar da pahalıydı.

 

“Bu dilek kulesini kim icat etmiş? Bu adil olmayan yollarla elde edilen büyük bir servet!” Qiao Baishi onaylar bir tavırla konuşmuştu.

 

Kulenin önündeki kalabalık akıl almaz derecede büyüktü. Kulenin sadece bir gün açık durarak yaptığı hasılat çok büyük ve şaşırtıcı olmalıydı.

 

Qiao Baishi hep Şifa Salonu’nun büyük kar ettiğini düşünürdü fakat bu dilek kulesi Şifa Salonu’ndan daha büyük kar ediyordu ve çalışma sistemi de daha basitti.

 

Kapılar açıldığında kalabalık heyecanlı çığlıklar ve naralar eşliğinde ileri atıldı, paralarını yatırmak için pek istekli gözüküyorlardı.

 

“Genç ustam, hadi gidip bir bakalım!” Qiao Baishi onurlu ustasının huyunu bildiğinden, bu olayın onun dikkatini çekeceğini düşünmüştü.

 

“Hadi, gidip bir bakalım!”

 

Jiang Chen oynamayı kabul ettiğine göre onuncu dereceden daha azına para yatırmazdı. Direkt en yukarı yöneldi ve onuncu dereceye doğru ilerledi.

 

Onuncu dereceden bir dilek parşömeni için on bin gümüş para gerekliydi.

 

Eğer alınan parşömen tamamlanmazsa, ödenen paranın geri dönüşü de olmazdı.

 

Tabii ki eğer parşömen tamamlanırsa geri dönen para yüz ya da bin kat daha değerli olurdu. Belki daha da fazla!

 

Söylemek gerekirdi ki Gökağacı Krallığı’nda parası olan çok fazla insan vardı. Onuncu derecede Jiang Chen’den başka birkaç kişi daha vardı.

 

On binlerce gümüş paralık banknotlarla sürekli olarak ödeme yapılıyordu.

 

Bazıları sadece gösteriş olsun diye gereğinden fazla parşömen satın alıp çevresindekileri kıskandırmaya çalışıyordu.

 

Bu insanlar elbette iş dünyasının zengin kişileriydi.

 

Bu tip insanların parası vardı fakat yine de statüleri düşüktü, halk veya soylular tarafından tanınmıyorlardı ve kendileri de biliyordu ki hiçbir zaman asiller grubuna giremeyeceklerdi.

 

Bunlar dilek kulesine gelip yardım edebilecekleri, basit istekleri olan, öne çıkan kişileri arıyorlardı.

 

Elbette olasılık düşüktü. Normal olarak, dileğin derecesi ne kadar büyükse bu dileği yerine getirmek de bir o kadar zordu. Devlette kademeli çalışanlar ve hatta soyluların bile gerçekleştiremeyeceği dileklerdi bunlar, bu zengin ama statüsü düşük olanlar nasıl gerçekleştirebilirdi ki?

 

Jiang Chen onuncu derecenin kapısına baktı ve daha sonra gözlerini yukarı dikerek: “Bugün açılmış en yüksek kule derecesi kaç?”

 

“Tebrikler, dilek kulesi bugün on ikinci dereceye kadar açıldı!”

 

Jiang Chen başını salladı: “O halde hadi on ikinci dereceye gidelim!”

 

Jiang Chen’in maddi durumu çok iyiydi. Şifa Salonuyla işbirliği kısa sürmüş olsa da bu zaman diliminde salon kendisine çok iyi para kazandırmıştı.

 

On ikinci dereceden parşömen seçmenin fiyatı elli bin gümüş paraydı.

 

“Onurlu misafirim, şansını denemek ister misin?” On ikinci katın yöneticisi onları nazikçe karşılamıştı.

 

Jiang Chen yüz bin gümüş paralık bir banknot çıkardı: “Hadi bir ya da iki el oynayalım.”

 

On altı krallıkta birçok banka vardı ve krallıkların paralarını birbirleri arasında dönüştürmek mümkündü. Yüz bin gümüş paralık bir banknot on ikinci dereceden iki adet parşömen için yeterli olacaktı.

 

Seksi bir asistan kadın Jiang Chen ve grubunu içerdeki lobiye yönlendirdi.

 

Dilek kulesinin içi çok pahalı mobilyalarla döşenmişti, belli ki her derece için ayrı tutum sergileniyordu. İçeride kadim bir toz yığını ve onun muhteşem kokusu vardı.

 

Lobide bir sürü raf vardı. Değişik bölgelerdeki değişik raflar, farklı dileklerin kaynaklarını belirliyordu.

 

Burada devletle, askerlikle, dört büyük bölgeyle ve çeşitli büyük localar, ofisler, makamlar ve organizasyonlarla ilgili parşömenler vardı.

 

On ikinci derecede yer alan bu dilekler çok büyük dileklerdi. Doğal olarak, bunlardan herhangi birini başaran birisi büyük ödüller kazanırdı.

 

Jiang Chen yürüdükleri yol boyunca etrafını dikkatlice dinlemişti. Duyduğuna göre birisi bir dilek seçip onu başarıyla tamamlamış ve kendisi başta sıradan birisi olmasına rağmen beşinci derece soyluluk kazanmıştı.

 

Jiang Chen soyluluğa çok fazla önem vermiyordu fakat Gökağacı Krallığı’nda, özellikle başkentte soylu olmadan yapılacak işler çok sınırlıydı.

 

Soylu olmadan küçük bir ev bile almaya yetkisi yoktu.

 

Mesela Tang Long. Uzun zamandır askeriyedeydi ve Ejder Süvarilerinden biriydi. Fakat soylu olmadığından dolayı evi kenar mahallelerden birindeydi.

 

İşte Gökağacı Krallığı’ndaki acı gerçek buydu.

 

Jiang Chen her ne kadar dünyalar kadar zengin olsa da, bu kurallar onu engelliyordu.

 

Nasıl bir soylu mertebesine erişebilirdi? Dokuzuncu ya da sekizinci derece bir soyluluk istemiyordu.

 

Fakat en azından beşinci derece soyluluk istiyordu, hatta dördüncü ya da üçüncü dereceye de hayır demezdi. Eğer beşinci derece olmazsa altıncı seviye onun alt çizgisiydi. Altıncı seviyeden daha kötüsü için hiçbir ilgi duymuyordu.

 

Jiang Chen kesinlikle askeri kategoriden bir parşömen seçmeyecekti. Savaşla alakalı hiçbir meseleye ilgi duymuyordu. Bir ya da iki kez Karaay Krallığı’nın karşısında bir milyon kılıçkuşunu yönettiğinde çoktan bitkin bir hale düşmüştü bile.

 

Geçici olarak devletle alakalı bir işle de uğraşmak istemiyordu.

 

Doğu Krallığı’ndaki politik işlerden ve siyasetten bıkmıştı. Siyaset meselesinin çok meşakkatli bir iş olduğunu biliyordu, bir yanlış hareketiyle bütün çabalar çöpe gidebilirdi.

 

Eğer acele karar verirse sonuçları kötü olabilirdi. Korktuğundan değildi, Gökağacı Krallığı’na sorun çıkarmak için değil, kendini geliştirmek için gelmişti.

 

Bu ihtimalleri eleyince geriye kalanlar dört büyük bölge, acenteler ve organizasyonlar kalıyordu geriye.

 

Bu geriye kalanlar her ne kadar devlet işleri ve askeri işler kadar etkileyici gözükmese de, krallığın yaşamı için büyük önem arz eden işlerdi.

 

Jiang Chen bir müddet ileri geri adımlayarak düşündü. Bu parşömenler özen gösterilerek istiflenmemişti dolayısıyla hangi parşömeni kimin gönderdiği bilinemezdi.

 

Jiang Chen rastgele iki tanesini seçti.

 

İlkinin içeriği onu istemsizce güldürmüştü.

 

Bunun bir kadından olduğu çok belliydi. Dileği her zaman genç görünmek ve bundan otuz yıl sonra bile yirmi yaşlarında gibi görünmekti.

 

Bu parşömen, Güney Gökkubbe Sarayı’ndan, Ning soyadlı birine aitti.

 

Parşömenin ödülü ise oldukça göz açıcıydı. Eğer bu dilek yerine getirilirse Jiang Chen bu kişinin hemen yoldaşı olur ve altıncı dereceden soylu olabilirdi.

 

Jiang Chen kederle iç çekti. Elli bin gümüş para nafile bir iş için harcanmıştı. Tabii ki sonsuza kadar genç görünmek imkânsız değildi, bunun için ilaçlar vardı.

 

Fakat Jiang Chen vaktini böyle bir işe ve böyle salak bir kadına harcamak istemiyordu. Tam parşömeni fırlatıp atacaktı ki yanındaki Qiao Baishi’ye gözü takıldı.

 

Havadaki eli bir anda durdu ve Qiao Baishi’ye bakarak: “Hey Qiao Baishi, bu iş senin için uygun olabilir.”

 

Jiang Chen’in bu ilaçları temin etmek için ayıracak vakti yoktu ama Qiao Baishi’nin vakti vardı.

 

Qiao Baishi parşömene baktı ve alaycı şekilde gülerek: “Genç ustam, ben genç görünme sanatı hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Ayrıca bu okuduklarımdan anladığım kadarıyla bunu yazan kadın menopoz döneminin yakınlarında ve çektiği acının etkisiyle oldukça narsist bir kişiliğe sahip. Bence bunu pas geçmeliyiz.”

 

“Haha! Bu kadının yoldaşı olmaktan kaçınabilirsin ama peki ya altıncı dereceden bir soylu olmak pek de fena sayılmaz!”

 

Jiang Chen’in dediği gibi, böyle bir kadının yoldaşı olmak faydalı bir iş değildi. Böyle narsist bir kişiyle yoldaş olmak oldukça eziyet verici olurdu.

 

Yine de, altıncı dereceden soylu olmak oldukça cezbediciydi. Sonuçta Jiang Chen ile beraber başkente birkaç kişi daha gelmişti ve onların konaklaması için bu kullanışlı olabilirdi.

 

Bu gelenlerin mutlaka bir yere yerleşmesi gerekiyordu.

 

Ne kadar soyluluk unvanı kazanırlarsa o kadar iyiydi. Bir şekilde soyluluk unvanını kazanmaları gerekiyordu.

 

Şu an yapılması gereken en acil iş, başkentte kalabilmeleri için soyluluk kazanmalarıydı.

 

Bu şekilde otellerde ve pansiyonlarda konaklayarak hayatlarını devam ettiremezlerdi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43989 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr