Bölüm 139: Prensipleri Olmayan, Aptalı Oynayan ve Tatlı Davranan Yaşlı Bir Adam

avatar
3743 4

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 139: Prensipleri Olmayan, Aptalı Oynayan ve Tatlı Davranan Yaşlı Bir Adam


Jiang Chen yaşlı adamın söylediklerinden yemi yuttuğunu anlamıştı.

 

Qiao Baishi bunu oldukça komik bulmuştu. Biliyordu ki artık tehlikede değillerdi. Onurlu ustanın konuşmasıyla anlamıştı ki bu yaşlı adamı elinde oynatabilirdi.

 

“Tesadüf? Bu gökler tarafından buyurulmuş bir şey. Tabii ki tesadüf değil.”

 

“Gökler tarafından buyurulmuş mu?” Kıdemli Fei kendi kendine mırıldanmıştı, dik bakışları artık başka yöne çevrilmişti: “Saflık Yenileme İlacını duymuştum ama Gökağacı Krallığı’nda bu ilacın tarifini bilen kimse yok. Söylentilere göre bu ilacın içerik malzemelerinin fiyatı Huzurlu Şeritli İlacın fiyatından çok daha ucuzmuş, ayrıca bu içerik malzemelerini bulmak ve ilacı hazırlamak daha kolaymış.”

 

Kıdemli Fei’nin gözleri sanki bir şeye karar vermiş gibi bir anda yön değiştirdi.

 

“Çocuk! Bu yaşlı adam sana bu seferlik güvenecek. Qingyang Vadisi’nin sınırlarını ihlal ettiğin için seni bu seferlik cezalandırmayabilirim fakat beni bahsettiğin bu ilaç ustasıyla tanıştırmalısın.”

 

Jiang Chen olayı bilerek zorlaştırıyor gibiydi: “Buna böylesine acele şekilde karar veremem. Ayrıca, onunla tanışmanın ne anlamı var? Bu usta uzun süreden beri sıradan dünya işleriyle uğraşmıyor. Bence bu ustaya bunu sormak senin için oldukça zor olacaktır.”

 

Yaşlı adam sırıttı: “Madem benim sormam zor olacak o halde neden sen sormuyorsun?”

 

“Ben… Ben neden mi sormuyorum?” Jiang Chen bilerek aptal rolü oynuyordu.

 

“Eh… Tabii.” Yaşlı adam garip bir şekilde gülümsedi. Birisi neden onun yerine bu ustaya soru sorsundu ki? Hem de bir çıkarı olmadan.

 

Olduğu yerde ellerini sıktı, ihtiyatlı bir şekilde ve dalkavukça gülümsedi: “Oh… Hmm… Küçük kardeşim, senin bu ustaya benim için soru sorman için ne yapabilirim?”

 

Jiang Chen’in yüz ifadesi karanlık bir hal aldı: “Bunu yapmıyorum! Daha az evvel beni korkutmaya çalışan sendin. İlaç kölesi olarak yirmi yıl… Ne kadar da korkutucu ha!?”

 

“Haha! Hemen sinirlenme, hemen sinirlenme.” Yaşlı adam Jiang Chen’e yalakalık yapmaya çalışıyordu. Elini kaldırıp Jiang Chen’in omzuna dokunmaya çalıştı. “Gel, gel gel, izin ver de bu yaşlı adam senin sırtına masaj yapsın ha? Ne demek yirmi yıl boyunca ilaç kölesi olmak? Bence sen beni yanlış duymuşsun. Benim kastettiğim şey bana Huzurlu Şeritli İlaç bulabilecek kişiye benim yirmi yıl boyunca ilaç kölesi olarak çalışmaya gönüllü olmamdı.”

 

Jiang Chen bu durumu çok komik bulmuştu, bu yaşlı adamın soytarı gibi davranmasına gülmemek için kendini zor tutuyordu. İş bu duruma gelince yaşlı adam ilginç ve huysuz davranmaya başlamıştı fakat kötü bir anlam ifade etmiyordu.

 

Eğer karşısındaki Kuzey Gökkubbe Sarayı’ndan kişiler olsaydı bu yaşlı adam gibi konuşmaz, Jiang Chen’i konuşturmak için zor kullanırlardı.

 

Bu yaşlı adam çarpık fikirleri olan bir ilaç ustasıydı, kendisini saf ve asil göstermek isterken biraz çarpık fikirler ortaya atmıştı.

 

Böyle ilginç huyları olsa bile karakteristik özellikleri çarpık ve kötü olamazdı.

 

“Yanlış mı duydum?” Jiang Chen bilerek sordu.

 

“Kesinlikle yanlış duydun.” Yaşlı adam ciddi bir şekilde kafasını salladı.

 

“Yani bu, ayrılabileceğim ve başkente gidebileceğim manasına mı geliyor?”

 

“Tabii ki! Neden gidemeyesin?” Yaşlı adam sanki bu soru çok ilginç bir soruymuş gibi şaşırmıştı.

 

Söylemek gerekirdi ki bu yaşlı adamın kişili edepsiz bir çocuğunki gibiydi. Aptal rolü oynayan, tatlı davranan ve çok kolay sinirlenen birisiydi.

 

Jiang Chen onunla uğraşarak yeterince eğlenmişti: “Kıdemli Fei, şuna ne dersin, bir süre başkente gel ve beni bul.”

 

“Gerekten mi?” Kıdemli Fei’nin gözleri ışıl ışıl parlıyordu.

 

“Yalan söylüyor gibi mi gözüküyorum?”

 

“Hiç de bile, hiç de bile!” Yaşlı adam sanki kafasıyla davul çalıyor gibi sallıyordu: “Bu yaşlı adamcağız seni ilk gördüğünde, seni oldukça uzun ve yakışıklı buldum, göz alıcı bir dış görünüş, insanların arasındaki bir ejderha ya da Anka kuşu gibi, yeryüzüne inmiş bir ölümsüz gibi… Bundan dolayı bu yaşlı adam sadece kendini sana yakın hissetmek istedi ve hatta kan kardeşi olabilmek için yemin etmek için gereken tavuk kurban edip sarı kâğıt yakma geleneğini yapmak için özlem hissetti.”

 

Dalkavukça sözler, övücü söylemler ardı ardına geliyordu, bu durum bu adamın usta birisi olduğunun somut örneğiydi.

 

Jiang Chen bu adamın aynı kendisi gibi prensipleri olmayan birisi olduğunu keşfetmişti.

 

Görünen o ki bu yaşlı adam kendisine karşı çıkanlar akrabaları bile olsa onlardan vazgeçmeye hazırdı. Elini salladı: “İyi yolculuk edin ve yolda kendinize dikkat edin, eğer başınıza bir şey gelirse benim adımı verin.”

 

Bu sözler oldukça samimi görünüyordu.

 

Jiang Chen hariç gruptaki herkes, Gouyu ve Jiang Feng de dâhil, kendilerini sanki rüyadalarmış gibi hissediyorlardı çünkü bu yirmi yıllık ilaç köleliği cezasından kurtulabilmeyi imkânsız sanmışlardı.

 

Kim düşünürdü ki Jiang Chen’in birkaç sözü böylesine dikkat dağıtıp yaşlı adamı fikrinden vazgeçirebilirdi ve hatta sanki bir akrabasını yola uğurluyormuş gibi tatlı sözlerle veda ederdi?

 

“Küçüğüm, sen…” Jiang Feng bir şey söylemek istemişti.

 

“Baba, hadi gidelim. Bu yaşlı adam gelecekte bizim işimize yarayacak.” Jiang Chen gülümsedi. Bir kuyu kazıp tuzak hazırlamıştı ve bu yaşlı adam hiç düşünmeden bu kuyuya atlamıştı.

 

Yirmi yıllık ilaç köleliği, Jiang Chen gülümsedi, bu yaşlı adamın Jiang Chen’e ilaç kölesi olması oldukça ilginç olacaktı.

 

 

Qingyang Vadisi’nde, ilaç çalışanı iki oğlan, Koca Yumurta ve İkinci Yumurta, ikisinin de dilleri tutulmuş ve ağızları şaşkınlık içinde açılmıştı.

 

“Kıdemli Fei, bu çocuk saçmalıkla dolu gibi görünüyordu. Onun böylece çekip gitmesine izin mi veriyoruz?” Koca Yumurta bu duruma inanamamıştı.

 

“Kesinlikle, bence de bu çocuktan iyi bir şey çıkmaz.” İkinci Yumurta da olayı kavrayamamıştı.

 

“Haha!” Kıdemli Fei güldü, oturduğu yerde gerindi: “Siz ikiniz ne bilirsiniz? Ben yüzyıllarca yaşadım ve her cinsten insan gördüm. Bu çocuk aynı benim gibi hem dürüst hem de yalancı. Yeri geldiğinde aptal rolü oynuyor ve yeri geldiğinde yardıma muhtaç numarası yapıyor ve yeri geldiğinde hava atmak için hiç de çekinmiyor.”

 

“Aynı sizin gibi mi büyüğüm?” Koca Yumurta ve İkinci Yumurta’nın akılları daha da karışmış gibiydi.

 

“Evet, aynı benim gibi.” Yaşlı adam sarhoşlukla mest olmuş gibi gözlerini kapattı ve yavaşça bir şarkı mırıldanmaya başladı. Kendisi de Jiang Chen ile konuşurken hem aptal rolü yapmıştı hem de dürüst davranmıştı.

 

Yaşlı adam fark etmişti ki az önce konuştuğu bu çocuk da aynı kendisi gibi aptal rolü oynamıştı ve hatta kendisinden daha iyi rol yapıyordu.

 

Yaşlı adam biraz narsist birisiydi ve fark etmişti ki Jiang Chen de kendisi gibi biraz narsistti. Bu nedenle bu çocuk kötü birisi olamazdı ve boş konuşmazdı.

 

Aslında, detaylıca düşünülürse, bu çocuk ilaçlardan bahsederken gözünü bile kırpmamıştı. Bu, sıradan birisinin yapabileceği bir numara değildi.

 

Bir ilaç ustası olmadığı halde bu kadar bilgiye nasıl sahip olabiliyordu?

 

Gökağacı Krallığı’nda bu ilaçların ismini bilen neredeyse hiç kimse yoktu.

 

Kıdemli Fei şaşırmış görünse de aklı gayet yerindeydi. Jiang Chen hakkında ilk çıkarımları onun boş vaatlerde bulunan birisi olmadığı yönündeydi.

 

Zaten başkent buraya çok uzak değildi. Eğer bu çocuk başka bir numara çevirmenin peşindeyse bile Kıdemli Fei anında başkente gidip ona bela olabilirdi.

 

Yine de, Kıdemli Fei’nin yüzyıllar süren hayatında içgüdüleri oldukça gelişmişti ve bu kez içgüdüleri Jiang Chen’in boş birisi olmadığını söylüyordu.

 

Bir ilaç kölesinden daha yetenekli olduğu kesindi.

 

Böylesine sert kurallar konulmuştu çünkü başıboş gezenlerin Qingyang Vadisi’ne gelip ruh ilacı geliştirmek için yapılan çalışmaların huzurunu bozması istenmiyordu.

 

Bu kuralların konulması zalimlikten dolayı değildi.

 

Qingyang Vadisi ve Kuzey Gökkubbe Sarayı’nın temel ilkeleri arasında fark vardı.

 

Tang Long’un da dediği gibi Qingyang Vadisi’ni ve Kuzey Gökkubbe Sarayı’nı geçince bir sorunla karşılaşmamışlardı.

 

İkinci günün sabah erken saatlerinde Gökağacı Krallığı’nın başkentine varmışlardı.

 

Yüksekten uçup aşağıya baktıklarında başkentin çok etkileyici bir manzarası olduğunu gördüler. Sanki yeryüzüne saplanmış bir inci tanesi gibi, etrafında çok geniş surlar ve hendekler vardı.

 

Çok geniş ve sağlam şehir kapıları, kapsamlı bir mimari, başkent askerlerinin silahları ve zırhlarıyla devriye gezmeleri… Her detay Gökağacı Krallığı’nın neden bu kadar göz korkutucu olduğunun kanıtıydı.

 

“Görünüşe göre dört büyük krallık unvanını gerçekten de hak ediyor. Meğer bizler Doğu Krallığı’nda adeta kuyunun dibindeki kurbağalarmışız.”

 

Gouyu başkentin devasa surlarına ve hendeklerine bakınca karmaşık duygular yaşadı.

 

Tang Long’un uyarısını hatırlayarak, Jiang Chen ve grubu başkente Altın Kanatlı Kılıçkuşlarının üzerinde girmedi. Şehir kapılarının dışında yere indiler ve kapılara sonra yöneldiler.

 

Prens Ye’nin madalyonu ile şehir kapılarından geçmek kolay olmuştu.

 

Şehrin gardiyanlarından biri gülümseyerek: “Prensin madalyonu sizdeyken şehre girerken veya çıkarken aranmanıza gerek yok.”

 

Yoğun ve hızlı şehir hayatı kapılardan girer girmez onları karşıladı.

 

Ye Rong’un Jiang Chen’e verdiği haritayla beraber, acele etmeden yol aldılar ve iki saatin sonunda ‘Prens Rong’un Malikânesine’ geldiler.

 

Kırmızı zırhlı bir grup uygulayıcı daha ön kapıya varmadan önlerine çıktı ve silahlarını gruba doğrulttu.

 

“Başıboş gezenler prensin malikânesinin önünde oyalanmamalı.”

 

“Bizler prensin arkadaşlarıyız. Kendisi bizi davet etti.” Jiang Chen madalyonu çıkarttı.

 

Kırmızı zırhlı uygulayıcılar bir süre madalyona baktı ve yüzbaşı elini salladığında silahlarını indirdiler.

 

“Lütfen bekleyin, gidip dördüncü prensi bilgilendireyim.”

 

Kısa bir süre sonra samimi bir kahkaha malikânenin içinden duyuldu.

 

“Haha! Bu sabah uyandığımda dallardaki saksağanların ötüştüklerini duymuştum. Bu değerli bir misafirin geleceğine dair bir işaretti. Bu değerli misafir küçük kardeşim olabilir mi?”

 

Kahkahanın sahibi prens Rong’tu.

 

Henüz kahkaha sesinin yankısı bile bitmeden kırmızı bir gölge kapıyı açmıştı. Ye Rong direkt Jiang Chen’e yöneldi ve özlem dolu bir kucaklama yaptı.

 

“Küçük kardeşim! Seni çok özledim. Senin gelişini bekliyordum ve nihayet gelebildin!” Ye Rong kucaklaması bitince Jiang Chen’in omuzlarından tutup onu baştan aşağı gözleriyle süzdü: “Hmm! Görünüşe göre yol boyunca bir sürü badire atlatmışsın.”

 

Jiang Chen kederli bir şekilde gülümsedi. “Beni başkente yapılacak bir yolculuğun tehlikeli olduğuna dair uyarmıştın, senin sınırda buluşma teklifini geri çevirmemeliydim.”

 

“Ne oldu?” Ye Rong’un yüzü karanlık bir ifade almıştı. “Yoksa densiz birisi küçük kardeşime bela mı oldu?”

 

Jiang Chen iç çekerek: “Uzun hikâye, daha sonra anlatırım.”

 

“Pekâlâ, hadi, hadi içeri girelim. Geldiğiniz yolun yorgunluğunu atmanız için hemen bir ziyafet düzenleyeceğim. Bugün büyük bir gün ve bunun şerefine içmeliyiz. Haha! Kıymetli Ağaç Topluluğu’ndan aldığım çok değerli bir şişe şarap var, bugün sarhoş olacağız!”

 

Bir prens olduğu düşünülürse, Ye Rong’un kişiliği çok da ilgi çekici değildi.

 

Ama bir arkadaş olarak, Ye Rong’un dürüstlüğü Jiang Chen’in ona dair olan izlenimini iyi etkilemişti. En azından Ye Rong kendisine hava atmıyordu ve küçüklerine kibirli yaklaşmıyordu.

 

Aslında Ye Rong çizgiyi gayet iyi çekmişti, Jiang Chen’in çevresi Gouyu ve Wen Ziqi gibi güzel kadınlarla dolu olmasında rağmen Ye Rong hiçbir zaman bu kadınlara yan gözle bakmamıştı.

 

Bu açıdan bakılırsa böyle bir büyük bulmak oldukça zordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44261 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr