Bölüm 131: Kuzey Gökkubbe Sarayı’nın Sapkın Öğrencileri

avatar
4122 4

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 131: Kuzey Gökkubbe Sarayı’nın Sapkın Öğrencileri


Tang Long açıkçası biraz kuşkuluydu. Sınır devriyesi görevi bu kadar önemli olmasa ve başkente gidip gelmesi çok zaman almayacak olmasa elbette yabancı bir gruba eşyalarını teslim etmezdi.

 

Bununla birlikte evdeki ailesi bu eşyalara en kısa zamanda ulaşmalıydı. Eğer bu fırsatı kaçırırsa bir daha eline bunun gibi bir fırsat geçmeyebilirdi.

 

Tang Long geçtiği birkaç gün boyunca eve bir yolculuk yapmak üzerine kafa yoruyordu. Evine başarıyla gizlice gidebilmek için öncelikle görev bölgesinden fark edilmeden ayırabilmesi gerekiyordu. Eğer fark edilirse alacağı en hafif ceza görevinden ihraç edilmek en büyük ceza ise idamdı!

 

Tang Long ailesi için ölmekten kesinlikle korkmuyordu fakat eğer o ölürse ailesinin hayatta kalamayacağını da biliyordu.

 

Tang Long aileyi ayakta tutan bir sütun gibiydi, eğer o düşerse aile de onunla beraber düşerdi.

 

Bundan dolayı görev yerini terk edip ailesinin yanına gitmek istiyordu işte. Bir başka iş arkadaşından istemeyi düşünmüştü fakat bir sınır devriyecisi olarak statüsü düşüktü.

 

Bu iş zaten her ne kadar göz alıcı gözükse de ailesinin ancak karnını doyurabiliyordu. Sosyal statüsü çok düşüktü.

 

Sonuç olarak eşyaları bırakmak için güvenebileceği kimseyi bulamamıştı.

 

Yani sebep ya insanların onun işini yapmayı istememesi ya da onun insanlara güvenmemesiydi.

 

Ama Jiang Chen’in grubu gayet kibar ve cana yakın gözüküyordu. Dahası onlar çok cömertti ve 4. Prensin adıyla yolculuk eden kişilerdi.

 

Tang Long bu istekte bulunmak için büyük bir cesaret toplamıştı. Jiang Chen’in grubuna bu denli ayrıntılı ipuçları vermesi aslında bu isteğin temelini oluşturabilmek içindi.

 

Üstelik Tang Long’un çekinmesi için bir sebep yoktu çünkü bu grup çok cömertti. Yani verdiği eşyalar Tang Long’un gözünde her ne kadar çok değerli olsa da bu gruptaki insanlar için pek değerli değildi. Verdiği eşyaların değeri bir qi gücü arttırıcı ilacın, Büyük Okyanus İlacının, değerinden çok daha azdı.

 

Onu kuşkulandıran tek şey bu grubun sahip olduğu eşyaların çok göz kamaştırıcı olmasıydı, bu durum Kuzey Gökkubbe Saray’ından ve Qingyang Vadisi’nden geçerken onların başına bela olabilirdi.

 

Ayrıca gönderdiği eşyalar yedi gün içerisinde ailesine ulaşmalıydı, aksi takdirde zaten eşyaları göndermenin bir anlamı yoktu.

 

İşte tüm bu çelişkili düşünceler yüzünden Tang Long verdiği tavsiyeleri ipuçlarını tekrarlamak mecburiyetini hissetmişti.

 

Jiang Chen Tang Long’un omzunu sıktı ve ekledi: “Endişelenme, bu eşyaların senin için ve ailen için ne kadar değerli olduğunu anladım. Oyalanmayacağıma söz veriyorum.”

 

Tang Long bu sözlerden biraz etkilenmişti çünkü o basit bir uygulayıcıydı.

 

Prensin bu onurlu arkadaşları kolay erişilebilirdi. Hem onun eşyalarına kuryelik etmeyi kabul ettikleri için hem de omzunu böylesine arkadaşça sıktıkları için.

 

“Bu genç usta gerçekten de çok nazik birisi. Ben, yaşlı Tang, genç ustanın ismini öğrenmek isterim.”

 

“Soyadım Jiang, eminim ki birgün yine karşılaşacağız. Başkente döndüğün zaman sana bir içecek ısmarlamak isterim.” Jiang Chen güldü, elini salladı ve grup veda ettikten sonra ayrıldı.

 

Tang Long’un tavsiye ettiği şekilde yol alırlarsa yolculukları sakin ve dertsiz geçmeliydi. Bunun üzerine Altın Kanatlı Kılıçkuşlarının muhteşem hızları da eklenirse, yani 2 saat içerisinde bin li yol alabiliyor olmaları da eklenirse yolculuk çok rahat geçecek gibiydi.

 

“Herkes hızını azaltsın, çoktan Kuzey Gökkubbe Sarayı bölgesine girmiş olmalıyız. Tang Long’un dediğine göre onların sınırına girmemeliyiz.” Jiang Feng ağırbaşlı ve sakindi.

 

Biliyordu ki oğlu Jiang Chen ve korumaları genç olmalarının heyecanıyla dolup taşıyorlardı. Onlar şüphesiz ki bir savaş durumunda çok istekli olurlardı. Bu yüzden ilgileri üzerlerine çekebilir ve belaya davet çıkarabilirlerdi.

 

Jiang Chen aslında gösterişçi bir kişiliğe sahip değildi. Yavaş bir uçuştan daha çok zevk alırdı.

 

“Genç usta Chen, bu Gökağacı Krallığı bayağı varlıklı ve çok değişik arazilere sahip.” Qiao Baishi’nin Gökağacı Krallığı’na olan ilk seferi olduğu için bunu söylemişti.

 

Gördüğü ve duyduğu her şey onun dünya görüşünü genişletmişti.

 

“Beklenildiği gibi Gökağacı Krallığı’nın namı dünya üzerine yayılmakta haklı.” Gouyu gibi gururlu birisi bile iç çekerek bu gerçeği belirtmişti.

 

Doğu Krallığı ile Gökağacı Krallığı kıyaslanamazdı bile.

 

Jiang Chen gülümsedi ama konuşmadı. Gömüş geçirmiş birisi olarak düşünülebilirdi. Bu hayatında çok fazla yer görmemişti ama önceki hayatında bir sürü krallık gezmişti.

 

Gökağacı Krallığı Doğu Krallığı’ndan sadece biraz büyüktü ve kaynakları da aynı şekilde sadece biraz fazlaydı. En nihayetinde bu krallık da aynı diğerleri gibi sıradan bir yerdi.

 

Geniş ve küçük iki krallık arasındaki fark...

 

İyi ki Qiao Baishi ve diğerleri Doğu Krallığı’nda yüksek mertebelerdeydiler ve yaşamları daha bitmemişti.

 

Eğer Fatty Xuan yanında olsaydı ona gereksiz yere bağırır ve duygularını açık ederdi.

 

Fakat Fatty Xuan Jiang Chen bu yola çıkarken onu takip etmemişti. İstemediğinden değil, aslında istemekten fazlasını da hissediyordu.

 

Ama en nihayetinde Fatty Xuan Jinshan dükünün oğluydu ve babası onun ayrılmasına asla izin vermezdi.

 

Jinshan dükü şu anda Doğu Krallığı’ndaki dört büyük dükten biriydi, Fatty Xuan bu durumda dört büyük dükten birinin mirasçısı oluyordu. Onun ayrılması demek büyük kargaşaların baş göstereceği demekti.

 

Bu sebeple Jiang Chen ile yolculuk etmeye istekli ya da isteksiz olsun, uysal bir şekilde kendi bölgesinde kalıp mirasına sahip çıkmalıydı.

 

Hubing Yue de aynı durumdaydı fakat onun istekleri Fatty Xuan’ınkinden daha farklıydı. Her ne kadar Jiang Chen’i çok seviyor ve ona bağlı olsa da Hubin Yue’nin kişisel hırsları daha öncelikliydi.

 

Zaten Jiang Chen de onlarla beraber yola çıkmaya niyetli değildi. Sonuçta onlar Jiang Chen’in önceki berbat hayatından izler taşıyordu.

 

Grup sakince uçarken Jiang Chen’in kulağı bir anda seyirdi. Zephyr’in kulağı uzak bir mesafeden gerçek qi’nin sesini duymuştu. Uçuşun orta noktasından kendilerine doğru oldukça hızlı bir şekilde gelen ses.

 

Jiang Chen Altın Kanatlı Kılıçkuşlarına yavaşlamalarını ve orta irtifada iki tarafa ayrılmış şekilde uçmalarını emretti.

 

Pervasızca, acele ve telaş içinde uçan insanların onlara çarpmasını istemiyordu.

 

Her ne kadar böyle bir problemi çözebileceğinden emin olsa da kasıtlı olarak problem yaratmak istemiyordu.

 

“Ejderdişi Muhafızı bir şeyle uğraşıyor, herkes öne, hadi!”

 

İki açık yeşil renkli şerit havayı yarıp onlara doğru gelirken bu güçlü sesi duymuşlardı. İki açık yeşil renkli kuş keskin bir ok edasıyla bulutları delip geçerken Jiang Chen’in grubuna yaklaşıyordu.

 

Jiang Chen grubuna yol açmalarını emretti.

 

İki uzun yeşil ışık anlık olarak parladı ve kuşları sürenler Jiang Chen’in grubunun yanından geçerken kısa bir süre göz attılar ve şaşkın görünüyorlardı.

 

Gruptan birisi: “Ee? Ama aceleyle geçip gittiler, oyalanmadılar bile.”

 

Parlayan bu iki ışık göz açıp kapayıncaya kadar sisli dağlara doğru gitmişti ve arkalarında iz dahi bırakmamışlardı.

 

“Ejderdişi Muhafızı mı?” Jiang Chen anımsamaya çalışıyordu. Bir keresinde Ye Rong demişti ki Ejderdişi Muhafızları aynı Doğu Krallığı’nın Tiandu Ordusu gibi Gökağacı Krallığı’nın ulusal muhafızlarıydı.

 

Tabii ki aralarında fark vardı, Ejderdişi Muhafızlarının görevleri ve otoriteleri çok daha ciddiydi.

 

Tiandu Ordusu çok nadir olarak Doğu Krallığı’nın merkezi bölgelerini terk ederlerken görünen o ki Ejderdişi Muhafızları bütün ülkeye yayılmışlardı.

 

Onlar nerede olurlarsa olsunlar, bölgedeki yerel güçler onlara boyun eğmek zorundaydı.

 

Ejderdişi Muhafızı Gökağacı Krallığı’nın hanedanını temsil ediyordu. Sadece Gökağacı Krallığı’nın kralına hesap verirler dense yanlış olmazdı.

 

Gökağacı Krallığı’ndaki dükler bile Ejderdişi Muhafızlarıyla ters düşmek istemezlerdi.

 

“Bu Ejderdişi Muhafızı çok güçlü.” Gouyu gülümsüyordu ve ekledi: “Sıradan bir Ejderdişi Muhafızı uçan bir ruh canavarına sahip olabilir mi?”

 

Gouyu’nun sesinde şaşkınlık vardı.

 

Doğu Krallığı’nın hanedanı bile uçan ruh canavarına sahip değildi. Doğu Krallığı’nda bu tür canavarların olmadığından değil, onları evcilleştirebilecek yetenekte kişiler olmadığı içindi.

 

Jiang Chen istisnaydı. Gouyu Jiang Chen’in bunu nasıl başardığını bilmiyordu. Bu, Jiang Chen’in sırrıydı ve Gouyu bunu nasıl yaptığını sormamıştı.

 

“Kafanıza takmayın, hadi devam edelim!” Jiang Chen de biraz şaşırmış olmasına rağmen yine de bu durumu fazla önemsememişti.

 

Grup tekrar yola koyuldu fakat henüz 15 dakika bile geçmeden ön taraftan gelen gerçek qi sesiyle yine durmuşlardı. Bu sefer bu sesin gücü bir öncekinden iki kat daha fazlaydı.

 

Yedi ya da sekiz ışık huzmesi birleşmiş ve gruba doğru yaklaşan, parlayan bir sis topu oluşturmuştu.

 

Belaya bulaşmak istemedikleri için ve bu gelenlerin de öylece geçip gideceklerini düşündükleri için Jiang Chen grubuna yine yol vermeleri için emir verdi.

 

Fakat bu yedi-sekiz ışık huzmesinin bir anda duracakları akıllarına gelmemişti.

 

Sekiz adet çirkin suratlı, pençelerini esneten ve dişlerini gösteren haşin görünüşlü yeşil ejder vardı. Altın Kanatlı Kılıçkuşlarına dehşet verici şekilde bakıyorlardı, sanki onları korkutmak istiyorlarmış gibi.

 

Bu Ateş Ejderleri Tang Long’un sürdüğü ejderden daha nitelikli gözüküyorlardı.

 

“Ee? Bunların bindiği hayvanlar da ne böyle?” Ejder süren bir genç Jiang Chen’in grubunun sürdüğü Altın Kanatlı Kılıçkuşlarını gördüğünde şaşırarak sormuştu.

 

Jiang Chen, Gouyu ve diğerleri kısa süreliğine pişmanlıkla göz göze geldiler. Görünen oydu ki yolculuğun başından beri kaçınmaya çalıştıkları bela kapılarını çalmıştı.

 

Karşılarında sekiz kişi vardı ve mavi şeritli kırmızı cüppeler giyiyorlardı.

 

Bunlar belli ki Kuzey Gökkubbe Sarayı’nın insanlarıydı, Tang Long’un kesinlikle kızdırmamalarını istediği insanlar.

 

Jiang Chen’in grubu zaten dikkat çekmemek için uğraşıyordu ve karşılaştıkları herkese yol veriyorlardı, belaya bulaşmamak için gerçekten çaba sarf ediyorlardı. Fakat bu sekiz kişi karşılarında durunca Jiang Chen bunun kaçınamayacağı bir durum olduğunu fark etmişti.

 

“Hiçbiriniz tanıdık görünmüyorsunuz. Nereden geliyor ve nereye gidiyorsunuz?” Bu sekiz kişilik gruptan uzun, iriyarı, yirmili yaşlarında genç birisi sormuştu bunu.

 

Konuşan kişi sekiz kişilik grubun lideri gibi görünüyordu. Duruşundan ve üslubundan anlaşıldığı üzere bu kişi diğerlerinin saygı duyduğu, soru sormaya alışık biriydi.

 

“Başkente gidiyoruz.” Jiang Chen bu iki kelimeyle karşılık verdi.

 

“Hadi canım! Yalnız kardeşim az önce nereden geldiğinizi de sordu!”

 

Jiang Chen grubuna hızlı bir bakış attı ve ekledi: “Nereden geldiğimiz önemli mi?”

 

“Saçmalamayı kes! Birisi sana soru sorduğunda cevap vermelisin!” Bir başka iriyarı kişi gözlerini fal taşı gibi açarak bağırmıştı.

 

Gouyu’nun güzel yüzü bir anlık seğirdi. Kişiliği başkaları tarafından sorgulanmayı kabul edemiyordu. Sorgulayan kişi kızdırmamaları gereken Kuzey Gökkubbe Sarayı’ndan birisi olsa bile yirmi yılı aşkın bir süredir aldığı sert eğitim buna müsaade etmiyordu.

 

Gouyu tam da sert bir şekilde cevap verecekken Jiang Chen bir el hareketiyle onu durdurdu.

 

“Bakın, bizler sadece yolculuk eden basit gezginleriz. Bence herkes kendi yoluna devam etmeli, böyle soru cevaplarla birbirimizi oyalamaktan başka bir şey yapmıyoruz. Neden herkes kendi yoluna gitmiyor?”

 

Jiang Chen belaya bulaşmak istemiyordu. Hem mütevazı kişiliğinden hem de insan olmasından dolayı.

 

“Ee? Bu gruptaki kişiler Gökağacı Krallığı’nın vatandaşları gibi gözükmüyor.”

 

“Bunlar başka bir ülkenin casusları olabilir mi? Sürdükleri hayvanlardan bizim krallığımızda yok. Amaan! Kim takar? Hadi onları tutuklayalım ve sorgulayalım.”

 

“Bence, bunları boş verip az önceki iki dolandırıcıyı takip edelim. O ikisi Ejderdişi Muhafızı kılığına girme cesaretini gösterdi. İşin en can sıkıcı yanı ise o ikisinin bizi kendi Yeşil Tüylü Kutsal Kartallarımızla kandırmaya cesaret etmeleri.”

 

Görünen o ki Kuzey Gökkubbe Sarayı’ndaki herkes bela çıkartmaya can atan kişiler değildi. Son konuşan kişi, yoldan geçen basit gezginlerle kavga etmektense görevlerinin daha önemli olduğunu biliyor gibiydi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44305 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr