Bölüm 129: Gouyu’nun Şaşırtıcı Kararı

avatar
4274 8

Sovereign of the Three Realms - Bölüm 129: Gouyu’nun Şaşırtıcı Kararı


Bayun vadisi savaşından sonra Karaay Krallığı’nın ordusunun üçte ikisi ölü ve yaralılardan oluşuyordu ve başkomutan Ren Feilong Jiang Chen’in okuyla vurularak ölmüştü.

 

Bu savaştan sonra Karaay Krallığı’nın morali yerle bir olmuştu ve gücünü büyük ölçüde kaybetmişti.

 

Karaay Krallığı’ndan hiç kimse artık Bayun vadisine giremiyordu ve burası artık uğursuz bir yere dönmüştü.

 

Doğu Krallığı’nın bu muhteşem zaferiyle birlikte savaşa katılan herkese Cesur Ejder Avcısı unvanı verilmişti.

 

Tarih kitaplarında yer edinmek bu savaşın kaderinde vardı, fakat elbette tarihçiler bu hikayeyi birbirinden tamamen farklı iki şekilde anlatacaktı.

 

Doğu Krallığı Karaay Krallığı’nın yenilgisini duyduğunda şaşırmıştı. Doğu Krallığı’ndan birçok dük bir araya gelerek büyük orduyu oluşturmuşlardı fakat bu ordu savaş bitene kadar bir düşman askeriyle bile karşılaşmamıştı, hatta başkomutan Ren Feilong’un vurulup öldüğünü bile görmemişlerdi.

 

Bu savaş aynı zamanda Jiang Chen’in unvanının yayılmasını da sağlamıştı. Adı artık 16 Krallığın kıdemlileri arasında anılıyordu.

 

Karaay Krallığı’nın birinci generali Ren Feilong bile bu ismin elleri arasında mahvolmuştu. Bu da 16 Krallığın kıdemlileri tarafından Jiang Chen’e verilen önemi oldukça artırmıştı.

 

Karaay Krallığı 16 krallığın arasında değildi fakat birlik konuşlandırmakta usta olan Ren Feilong’un şanı çok büyüktü.

 

Kim düşünürdü herkesin Başkomutan dediği Ren Feilong’un böylesine acı şekilde can vereceğini.

 

Korkunç hayat hikayesi ve herkes tarafından bilinen unvanı bir günde silinmişti işte.

 

...

 

Nehir Dalgası Şehri Bayun Vadisi savaşından 15 gün sonra yavaş yavaş sakinleşmişti. Bu bölgeye Karaay Krallığı tarafından bir grup gerçek qi ustası uygulayıcısı gönderilmişti fakat şehre gizlice sokuldukları sırada savaşın ve Ren Feilong’un acı sonunu öğrenmişlerdi.

 

Bu grup Karaay Krallığı’nın büyük bir kozuydu fakat savaşın acı sonucunu öğrendiklerinde inançlarını yitirmişler ve kendi krallıklarına doğru geri çekilmişlerdi.

 

Ayrıca biliyorlardı ki bu haldeyken bir hamle yaparlarsa bu onların sonu olurdu.

 

Işte o gün Jiang Chen, Jiang ailesini bir araya getirmişti ve çok açık sözlüydü.

 

“Aile bireylerim! Ailemiz yüzlerce yıldır Jiang Han bölgesinde kök saldı. Bugün ben, Jiang Chen, ayrılmaya karar verdim. Kalmak isteyenleri anlarım ve benimle gelmek isteyenlere kapım açık.”

 

“Genç dük, ayrılıyor musun? Ama nereye? Daha sonra tekrar gelecek misin?”

 

“Daha sonra mı?” Jiang Chen gülümsedi. “Dünya çok büyük ve Doğu Krallığı bu dünyanın sadece küçücük bir parçası, geri dönüp dönmeyeceğimi söylemek çok zor.”

 

“Üçüncü amca seninle gelir!” Jiang Tong görüşünü açıkça belirtti.

 

Diğer aile büyükleri Jiang Feng ve oğlunun birlikte çok güçlü olduklarını bildikleri halde biraz kuşkulu gözüküyorlardı.

 

Ayrıca neden ayrılmayıp Jiang Han bölgesinde varlık ve refah içinde yaşamaya devam etmesinlerdi?

 

En önemli husus ise, eğer Jiang dükü ve oğlu ayrılırsa krallığın bütün ayrıcalıkları onlara kalırdı ve yeni dük için yapılacak koltuk kavgalarını zevkle izleyebilirlerdi.

 

Aile üyelerinin hepsi aynı soydan geliyordu fakat sonradan gelen nesiller elbette soy kavramının anlamını yitirmesine yol açıyorlardı. Aile üyelerinin farklı seviyedeki samimiyetleri gözle görülüyordu.

 

Jiang Tong elbette Jiang Feng’le gidecekti, abisini yalnız bırakamazdı, hem de öz abisi!

 

Jiang Chen’in kendinden küçük kuzeni Jiang Yu da gidecekti, her ne kadar kuzen olsalar da kardeşten farkları yoktu.

 

Diğer aile üyeleri için durum farklıydı, her ne kadar Jiang düküyle kan bağları olsa da bu kan bağı uzaktandı. Jiang Chen’in fikrine hemen katılmak zorunda değillerdi.

 

Sonuçta farklı insanların farklı istekleri olabilirdi.

 

Jiang Chen karşısında duran aile üyelerinin yüzlerine baktığında ne düşündüklerini anlayabiliyordu. Dürüst olmak gerekirse zaten hepsinin kendisine katılacağını düşünmemişti.

 

Jiang Chen bu insanlarla kan bağı olmasına rağmen aslında aralarında gerçek bir bağ hissedemiyordu. Hepsinin kendilerince sebepleri olduğundan Jiang Chen onların üstünde baskı kuramıyordu. Onları bu kararı vermelerine zorlayamazdı ya?

 

“Büyük Xi, ben ve oğlum ayrıldıktan sonra sen buradaki en kıdemli kişi olacaksın. Ailemiz krallığa her zaman sadık kaldı. Çok büyük başarılar elde ettik. Eğer miras paylaşılacaksa bu işi yapmak istersen senin hakkındır. Ama şunu unutma, aile üyeleri asla birbirlerine kılıç çekemezler, asla birbirlerine zarar veremezler. Aksi takdirde sadık ailemize bahşedilen bütün onuru ve varlığı geri çekerim ve ailemiz artık ne soylu olabilir ne de sadık.”

 

Büyük Xi gülümsedi: “Ben buradayken nasıl birbirlerine kılıç çekmeye cesaret edebilirler?”

 

Büyük Xi Jiang Chen’in bu sözlerini duyduğunda huzurlu bir gülümsemeyle arkasına yaslanmıştı, kim düşünürdü ki bu yaşında bir dük olabileceğini?

 

“Madem söyleyecekleriniz bu kadar, birkaç gün içerisinde yola çıkarız.”

 

Büyük Xi iç çekerek: “Gerçekten gitmek zorunda mısınız?”

 

Bu gerçekten samimiyetsiz bir soruydu. Dürüst olmak gerekirse dükün ve oğlunun ayrılması için sabırsızlanıyordu. Ancak onlar ayrıldığı zaman dük olabilirdi!

 

Ailedeki herkesin kan bağı olmasına rağmen bu bencil dük olma hayalini herkes kuruyordu.

 

Jiang Chen Büyük Xi hariç hiç kimsenin konuşmadığını görünce kafasını salladı ve içinden geçirdi: “Ne kadar da benciller. Hepsi de bizim ayrılmamızı ve mirasın kendilerine kalmasını bekliyor. Bunlar bu haldeyken benimle gelmeye razı olsalar bile yanıma alamazdım zaten.”

 

Kırmızı Tomurcuk Kabilesi bölgesine gitmeyi istemesi iyiye mi yoksa kötüye mi işaret diye düşünmeye üşeniyordu. Sonuçta her insanın kendine özgü bir kaderi vardı.

 

Madem aile üyeleri böyle bencil düşüncelere sahipti, Jiang Chen’in onları ileride nelerin beklediğine dair kafa yormuyor olması doğaldı.

 

...

 

Prenses Gouyu Doğu Zhiruo’ya iki günün sonunda ulaşmıştı.

 

Bir kez daha düklük madalyonunu almıştı, Jiang ailesine birinci dereceden düklük getirmişti, böylece krallığın güney bölgelerini koruma hizmetini verecekti.

 

En uzun süre hizmet eden kişi olarak Büyük Xi’nin Jiang ailesinin dükü olması hakkıydı ve bu hakkı elde etmiş olmanın mutluluğu yüzünden okunuyordu.

 

Olay basit bir tören gibi gözüküyordu ve Prenses Gouyu’nun Jiang ailesinin bir sonraki dükü olma ihtimalini kimse düşünmemişti. Prenses Gouyu’nun kalbi bu olayı düşündükçe patlayacak gibi atıyordu.

 

Prenses, Jiang Chen’in Doğu Krallığı’ndan ayrılacağını duyduğunda şaşkına dönmüştü.

 

Ama biliyordu ki Jiang Chen böyle küçük bölgelerde tıkılıp kalmak için doğmamıştı. Er ya da geç ejderhaya dönüşecek ve rüzgârı da arkasında alarak bulutların arasından dokuz cennete yükselecekti fakat yine de Jiang Chen’in ayrılacağı haberini aldığında bunu soğukkanlı karşılayamamıştı.

 

Gouyu biliyordu ki bu Jiang Chen’e son veda olabilirdi. Bu andan itibaren Jiang Chen ününe ün katacakken Gouyu ise zaten başarabileceği her şeyi yapmıştı, bugünden sonra daha da ileri gidemezdi.

 

“Jiang Chen, gerçekten gitmek zorunda mısın?” son bir ümitle sormuştu Prenses Gouyu. Gerçekten Jiang Chen’in gitmemesi için dua ediyordu fakat bir yandan da mantığı Doğu Krallığı’nın artık Jiang Chen için basit bir yer olduğunu kabulleniyordu.

 

“Eğer gitmezsem er ya da geç Doğu Krallığı’nda bir felakete yol açacağım. Long Juxue ile aramdaki kan davası o hayatta olduğu sürece her gün devam edecek.”

 

Jiang Chen bunun ucuz bir bahane olduğunu biliyordu.

 

“Umarım aramız ilk tanıştığımız günkü gibi kalır. Beni tekrar azarlasan da, beni her gün azarlasan da, umarım öyle kalır”

 

Gouyu’nun sesi acıklıydı. Bu kadar inatçı ve sert birisi olmasına rağmen gözyaşları damlamaya başlamıştı.

 

Gözyaşlarını silmedi, sadece hafif bir gülümseme ile: “Pekâlâ Jiang Chen, biliyorumki her zaman benim inatçı, sert, mantıksız ve erkeksi olduğumu düşündün. Pekâlâ, bundan sonra bunu gizlemeyeceğim ve benim zayıf tarafımı görmene izin vereceğim ve bütün kızların ağlayabileceğini bilmeni isterim... Aslına bakarsan her gün sert biriymiş gibi davranmak bana çok zor geliyor. Ayrıca yumuşak kalpli biri olmaya her zaman özenmişimdir, saf bir masumiyete sahip olmaya... Jiang Chen, artık eskisi gibi tecrübesiz değilim ve hiçbir zaman da olmayacağım... Sence bir kızın çok inatçı olması iyi bir şey mi?”

 

Jiang Chen yavaşça iç çekti: “Her insanın kendine özgü kişiliği vardır. Olduğun gibi görünmekte ve senin gibi dürüst bir kalbe sahip olmakta yanlış bir şey yok.”

 

“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?” Prensesin o güzel gözleri parıldayarak açılmıştı. Kristal biçimli gözyaşları artık mutluluk gözyaşları gibi duruyordu. Jiang Chen’in kendisine ilk defa iltifat ettiğine şahit olmuştu.

 

“Elbette gerçek düşüncelerim bunlar. Sana çoğu zaman bağırıyor olabilirim ama bu bağırışım senin kibirli tarafına. Gerçekten de senin askeri kabiliyetlerine ve ailen için yaptığın fedakârlıklara hayranım.”

 

Jiang Chen, prensesi yalanlarla kandıramayacağını biliyordu.

 

“Jiang Chen, senden bir iltifat duymak için yarım yıl boyunca beklediğimi biliyor muydun? Yoksa gidiyorsun diye bana yalan söyleyerek kandırmaya mı çalışıyorsun?”

 

“Beni o kadar düşüncesiz mi sandın?” Jiang Chen’in yüzünde kederli bir gülümseme oluştu. “Pekâlâ, hadi gözyaşlarını sil. Cidden seni ağlarken görmeye alışık değilim. Demir iradeli prensesi, yenilgiyi hiçbir zaman kabul etmemesi ile ün salmış Prenses Gouyu’yu görmek isterim.”

 

Gouyu gözünün kenarlerını silip parlayan gözleriyle: “Bunu mu kastediyorsun?”

 

“Evet kesinlikle!”

 

Prenses Gouyu gülümseyerek: “Pekâlâ, kararımı verdim.”

 

“Ne kararı?” Jiang Chen irkilerek gibi sordu.

 

“Bundan sonra Prenses Gouyu olmayacağım. Doğu ailesinde üç nesildir prenses benim. Artık bu kimliği bir kenara atıp kendim için yaşamanın zamanı geldi.”

 

“Harika! En baştan beri böyle olmalıydın!” İçtenlikle gülümsüyordu Jiang Chen.

 

Prenses göz kırparak: “Ayrıca başka bir şeye daha karar verdim.”

 

“Neye karar verdin?”

 

“Dinle Jiang Chen. Bundan sonra ben bir prenses değilim ama askeri kabiliyetlerim hala yerli yerinde ve 11 meridyenli bir gerçek qi ustasıyım. Seninle gelmek istiyorum!”

 

“Ne!” Jiang Chen şaşkına dönmüştü. Bu hamleyi gerçekten de Gouyu’dan beklemiyordu.

 

“Evet doğru duydun. Seninle beraber gelmek ve yoldaşın olmak istiyorum, aynı şahsi korumaların gibi.” Gouyu en ikna edici tavrını takınmıştı, güzel gözlerini Jiang Chen’e dikmiş bakıyordu ki Jiang Chen karşı çıkamasın.

 

“Senin aklın yerinde mi?”

 

“Saçmalamayı bırak, aklım gayet yerinde. Jiang Chen az önce bana olduğum gibi görünmemi söyleyen, demir iradeli olmamı isteyen sen değil miydin? Seninle beraber bu maceraya atılmak benim kendi isteğim. Aklının karışmasını istemiyorum, her ne kadar seni gerçek bir erkek olarak görsem de seninle yola çıkmayı istememin sebebi aslında Ulu Savaşçı olabilmek.”

 

“Ulu Savaşçı mı? Bu rütbenin öylece verilebileceğini mi sanıyorsun? Sadece isteyerek bu mertebeye erişebileceğini mi sanıyorsun?”

 

“Sen böyle bahaneler uydurmaya devam et. Beni tecrübesiz biri mi sandın? Jiang Chen, senin sayısız sırlarının olduğunu biliyorum. Bana 11 meridyenli gerçek qi ustası olmam için yol gösterip yardım ettiğinde senin basit bir yardımcıdan çok öğretici bir usta olduğunu hissetmiştim. Şimdi ise bu his, katı bir gerçeğe dönüştü ve bunun için rahatlamış ve mutlu hissediyorum.”






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44257 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr