Bölüm 33: Mola Zamanı (1)

avatar
4114 3

Sovereign of Judgment - Bölüm 33: Mola Zamanı (1)


 

Çevirmen: SaintReaper Düzenleyen: Asile

 

"Duydun mu? İnsanlar Kangdong Bölgesi’nden çıktı diyorlar!"

 

"Gerçekten mi? İyiler miymiş?"

 

"Resimlerini arat. Çok vahşiler."

 

"Ne olmuş… ohh. Zırhları ve kılıçları var…"

 

"Whoa… Seongbuk ve Mapo bölgesinden de insanların çıktığı söyleniyor. İçeride ne olmuş öyle?"

 

"Bunu bilmiyoruz…"

 

"Merak ediyorum, acaba kaybolan askerler geri gelecek mi?"

 

"Bilmiyorum… siktir, sadece her şeyin hızlıca bitmesini diliyorum. Kimse hiçbir şey yapamıyor ve dünya kargaşaya düştü."

 

**

 

Choi Hyuk tamamen tükenmişti fakat Baek Seoin’in önsezisi sayesinde zorlanmadan kaçabilmişlerdi.

 

Kangdong bölgesinden çıktıkları gibi, bir mesaj ortaya çıktı.

 

{3 gün moladan sonra, göreviniz başlayacak.}

 

Mola olduğu için mutlu mu olmalıydı ya da başka bir görev daha olacağı için umutsuz mu hissetmeliydi…

 

"Ah, ne? Dahası mı var?"

 

Kangsong bölgesinden çıktıktan sonra her şeyin biteceğini umut eden Lee Jinhee, öfke içinde yeri tekmeledi.

 

"Tabii ki. Bize hiçbir şey için mi güç verdiklerini sanıyorsun? Muhtemelen bunu vermelerinin bazı nedenleri var."

 

Baek Seoin açık konuşmuş gibiydi ancak çaresizdi ve sesinde bir parça hayal kırıklığı vardı.

 

Chu Youngjin tek kelime etmemişti.

 

Önündeki şehrin manzarası… yabancıydı.

 

"Bu yer iyi."

 

Baek Seoin belirtti. Choi Hyuk başını salladı.

 

"Gerçekten…"

 

Choi Hyuk şehre bakınca her şeyden sonra annesinin iyi olmasını umdu.

 

"Uhh? O…"

 

"Halksız Kral."

 

Choi Hyuk’un grubu saydam duvardan çıkınca yakındaki insanlar mırıldanmaya başladı. Choi Hyuk’un grubu diğerlerinden bir gün sonra çıkmıştı. Bunun nedeni kısmen geç başlamaları ve yol boyunca canavarlardan kaçınmalarıydı.

 

"Polis ya da asker göremiyorum."

 

Baek Seoin haklıydı. Diğerlerini koruyan askeri bir güç göremiyordu. En azından itfaiye bu rolü üstlenmiş gibiydi. Ancak, durumu uygun bir şekilde kontrol edemiyorlardı. Ateşli silahı olmayan sivillerin karması olan savaşçılarla yüzleşmesi mümkün değildi. Gerçekte ne olduğunu incelemeye çalışsalar da hayatta kalanlar yiyeceklerini, kıyafetlerini, yaşam alanlarını ve diğer şeyleri almazlarsa sinirleniyordu.

 

Her bir grubun kralı dün gece başkanla toplantıya gitmiş ve daha çıkmamıştı.

 

"Jung Minji’nin dediği doğru olabilir."

 

Choi Hyuk Jung Minji’nin polis ve askerlerin kendi görevleri olabileceği düşüncesini hatırladı. Neredeydiler ve ne yapıyorlardı? Moladan sonra alacakları görevlerin onlarla ilgisi olabilirdi.

 

Bunun hakkında düşününce, Choi Hyuk kötü hissetti. Beklendiği gibi. Jung Minji’nin ölümü ve ölümünün çirkin olmasındandı.

 

Chu Youngjin Choi Hyuk’a Jung Minji’nin ölmüş olabileceğini ilk söylediğinde zihninin boşaldığını hissetmişti.

 

Şu ana kadar başkalarının ölümlerine kayıtsız kalmıştı. Gerçekten üzülmemişti bile. Belki de umursamazlığının sebebi diğerlerini eşiti olarak görmemesiydi, bu yüzden onların ölümü onu duygusal olarak fazla etkilemiyordu.

 

İntihar ekibinin yok oluşu kalbinde dalgalanmalara sebep olsa da üzülmekten daha çok rahatsız olmuştu. Bir yalnızlık ‘Herkes çok zayıf…’

 

Fakat Jung Minji’nin ölümü farklıydı. Duyunca buna inanamamış ve gerçekten şaşırmıştı. Bunun nedeni Choi Hyuk’un, kadını eşiti olarak görmesiydi. Savaşta çok iyi olduğundan değildi ama sebebi güçlü bir kişi olmasıydı.

 

Jung Minji onun göremediği şeyleri görebiliyordu ve insanları onun yapamadığı şekilde hareket ettirebiliyordu. Onunla iş birliği yapınca Choi Hyuk sırtının sağlam olduğunu hissediyordu. Gelecekte de iş birliklerini sürdürebileceklerini düşünüyordu…

 

Ancak, Choi Hyuk hemen üzüntüsünü unuttu. Daha önemli konular vardı.

 

"Hepiniz ne yapacaksınız?"

 

Choi Hyuk onlara sordu…

 

"Gidebileceğim bir yer yok."

 

Baek Seoin cevapladı.

 

"Annemi gördükten sonra geri döneceğim."

 

Lee Jinhee.

 

"… Gidecek yerim yok."

 

Chu Youngjin.

 

Choi Hyuk kafasını salladı ve konuştu.

 

"Bir yere gitmem gerekiyor, döneceğim. Yarın ya da ertesi gün burada buluşalım."

 

"Nereye gidiyorsun?"

 

"Annemi bulmak için. Seongbuk Bölgesi’ne."

 

"Ah…"

 

Baek Seoin sessizce Choi Hyuk’un omuzlarını sıvazladı, en iyisini umuyordu.

 

Grup çadırların arasındaki ana yolda yürüdü. Geçtikleri yer gürültülüydü. İnsanlar aceleyle yoldan yürüyordu. Bunu izleyen kamu görevlileri kafalarını merakla eğiyorlardı.

 

Choi Hyuk ara sıra insanların bakışlarındaki korkuyu ve kaygıyı hissedebiliyordu.

 

‘Evet, muhtemelen siz dostlar bir suçlunun vicdan azabını çekiyorsunuz.’

 

Ancak, şimdi buna dikkat etmemeye karar verdi. Öncelik annesiydi.

 

Choi Hyuk yeri tekmeledi ve grubundan ayrıldı.

 

Bang!

 

Basit bir sıçrama ile onlarca metre zıplayabiliyordu.

 

"Daha da güçlenmiş…"

 

Korkmuş yüz ifadesi ile birisi konuştu.

 

"N… ne!"

 

Devlet memurları Choi Hyuk’u görmüş ve çılgınca etraflarına bakınmışlardı. Onların gözlerinde Choi Hyuk sadece ortadan kaybolmuş gibiydi.

 

**

 

Hyehwa Bölgesi’ne ulaşınca zemini tekmeledi.

 

Crash!!

 

Zemin parçalandı. Hareket edince çevredeki insanlar kafayı yemişti ama Choi Hyuk’un onlara dikkat edecek zamanı yoktu.

 

"Sikik piçler…"

 

Hyehwa yolunda, oldukça mutluydu. Şehir zarar görmemişti ve annesinin hayatta olması umudu kalbinde artmıştı.

 

Ancak, Seonbuk Bölgesi’ne ulaşınca bunaldığını hissetti. Şeffaf bir duvar. Kangdong bölgesinde gördüğüne benziyordu. Bunun akla gelen tek anlamı annesi ölüm oyununa katılmıştı.

 

Hevesi bir bıçakla kazınmış gibi hissediyordu. Onun hakkında birkaç bilgi bulabilir miydi? Hiç ayrılma işareti olmadan ölürse?

 

Görüşü bulanıklaşıyordu ve Choi Hyuk çıldırmak üzereydi.

 

Çılgınca birine baktı ve sordu.

 

"Choi Miyeon diye çağırılan birini gördün mü? Kırklı yaşlarının ortasında."

 

Onun ismini söyleyince ağzında acı bir tat yayıldı. Annesi ona hem annelik hem de babalık yapmıştı. Bu Choi Hyuk’un babasının soyadı yerine annesinin soyadını kullanmasının nedeniydi.

 

Soyadını paylaşan kişi. Ailesinin tek üyesi. Onun ismini söyleyince bile zaten umutsuzlukla doluydu.

 

Ancak, beklenmedik bir cevap aldı.

 

"Choi Miyeon… Choi Miyeon? Huh? Bunu nerede duydum? Choi Miyeon… kırklı yaşlarını ortasında… ah! Sen azize hakkında mı konuşuyorsun?"

 

Bu sorduğu ilk kişinin cevabıydı.

 

Eğer Kangdong Bölgesi’nde muhafız Bae Jinman varsa orada da Seongbuk Bölgesi’nin azizesi vardı.

 

Choi Hyuk fazla zorlanmadan annesi hakkında ki bilgileri bulabilmişti.

 

**

 

Bir {Yeniden Doğuş Ringi} Choi Miyeon’un ofisinde ortaya çıktı.

 

"Müdür yardımcısı Kang… lütfen gelin."

 

Yeni üye, Lee Kyungsoo dışarıdan müdür yardımcısı Kang’ı çağırdı.

 

Lee Kyungsoo 180 cm uzunluğundaydı ve gençliğinden beri kickbox çalışan bir dövüş sanatçısıyken müdür yardımcısı Kang zar zor 160 cm’i geçiyordu ve hiç spor geçmişi yoktu.

 

"Uh… uh, ne oluyor? Kyungsoo! Benim, senin hyung’un! Müdür Yardımcısı Kang."

 

Thud, thud. Ringe yaklaştığı gibi bir şey tarafından çekilirken Müdür Yardımcısı Kang merhamet için yalvardı.

 

"Kapa çeneni ve sadece buraya gel…"

 

Lee Kyungsoo onun gitmesine izin vermeyi düşünmüyordu.

 

Swoosh! Thud!

 

Ancak, bir kişi Müdür Yardımcısı Kang’ı uzağa itti ve ringe zıpladı.

 

Kırklarında bir kadındı. O Choi Miyeon’du.

 

"Ah… baş tasarımcı, neden?"

 

Bir kadını öldürmek istemeyen Lee Kyungsoo ikileme düşmüştü. Lee Kyungsoo bu haldeyken Choi Miyeon sertçe konuştu.

 

"Bunu yapma."

 

"Bunu söylesen bile… yaşamak istiyorsam yapabileceğim hiçbir şey yok. Lütfen aşağı in. Ah… aşağı inemez misin? Ah siktir, neden buraya çıktın!"

 

Lee Kyungsoo aniden tedirgin oldu. Eğer müdür yardımcısı Kang’ı öldürürse suçlu olmayacağını hissetmişti fakat neden baş tasarımcı Choi Miyeon buraya adım atmıştı? Şimdiye kadar o kendisine hep iyi muamele etmişti.

 

"Savaşmayalım."

 

"Ah, o zaman benden ne yapmamı istiyorsun? Hepimizin ölmesini mi istiyorsun?"

 

"Tamam, bunu yapalım."

 

"Ne?"

 

Lee Kyungsoo sanki Choi Miyeon çıldırmış gibi baktı.

 

Ancak, Choi Miyeon güçlü inancı ile onu ikna etmeye çalıştı.

 

"Yaşamak için birini mi öldürmeliyim? O zaman bunun anlamı bir satranç parçası gibi emirleri mi takip etmeliyim? Hayır. Biz kuklalar değiliz. Güçlü olmak ve bir kukla gibi yaşamak yerine… bir insan gibi öl."

 

Sesi düşüktü ve gözleri kor gibi yanıyordu.

 

Lee Kyungsoo tamamen susmuştu. Anlık olarak sustuktan sonra ağzını alaycı bir şekilde kıvrıldı.

 

"Bunu sen yap. Ben ölmek istemiyorum."

 

Ve biraz rahatsız olsa da ekledi.

 

"Bu benim hatam değil. Buraya gelen bir taraf ölmek zorunda. Ben asla seni çağırmadım."

 

Lee Kyungsoo yumruğunu savurdu. Yetenek ve karma karışımı bir darbeydi. Ancak, Choi Miyeon’un tepkisi daha hızlıydı. Yumruktan kaçındı, kolunu yakaladı ve çekti ardından adamı yere serdi.

 

Crash!

 

"Uk? Uk! Bırak!"

 

Choi Miyeon’un tekniği çok keskindi, Lee Kyungsoo kurtulmak için ne yapacağını bilememişti. Kaçmayı denediği her seferde yalnızca baskı daha da artıyordu. Kadın güçlüydü fakat tekniği de karşı konulamazdı.

 

‘Ne çeşit bir kadın…’

 

Gururu darbe almış olan Lee Kyungsoo daha da sıkı denemişti fakat işe yaramazdı.

 

Ondan dayak yerken bir saat geçti.

 

Yeni bir kelime ringin üzerinde belirdi.

 

{Berabere}

 

Ting!

 

Choi Miyeon ve Lee Kyungsoo aynı anda ringden dışarı itildi. İnsanlar şaşkın ifadeleriyle bu sahneye baktılar… bu gerçekçi değildi.

 

Asla gülümsemeyi kesmeyen bu minyon baş tasarımcı Choi Minyeon… hiçbir şey yapamayacağı noktaya kadar güçlü bir adamı mı bastırmıştı?

 

Ancak,bu durumda bile diğerlerinden daha hızlı hareket eden biri vardı.O Müdür Yardımcısı Kang’dı. Neredeyse Lee Kyungsoo’nun ellerinde ölecek olan ve Choi Miyeon tarafından kurtarılan müdür yardımcısıydı.

 

"Min Sori! Kalk!"

 

Ringe girdiği gibi yıldırım gibi yüksek sesle kükredi.

 

O en genç ve en minyon kadın çalışandı. Min Sori’nin yüzü soldu.

 

"Hareket et!"

 

Swoosh! Thud!

 

Fakat Choi Miyeon tekrar ringe girdi. Soluklanırken bir diğer saat boyunca Müdür Yardımcısı Kang’ı bastırdı.

 

{Berabere}

 

{Berabere}

 

{Berabere}

 

"Ah! Gerçekten! Şef, neden bunu yapıyorsun?"

 

Zaman geçerken insanlar öfkelenmeye başladı. Çok acıkmışlardı.Tuvalete gitmek ve uyumak istiyorlardı.

 

Ancak, Choi Miyeon ağzını kapalı tuttu. İç organları yaralanırken ve ağzından kan sızarken ya da saçı çekilirken ve gözünün köşesi kesilirken veya kaburgaları kırılırken bile inatla beklemiş ve berabere kalmıştı.

 

‘Hala ona sahibim.’

 

Zayıfça gülümsedi. O gençken babası sık sık annesini döverdi. Choi Miyeon babasını durdurmayı denerken hayatını riske atmıştı. Bu başkalarıyla yüzleştiği ilk sefer değildi.

 

‘Şimdi düşününce Hyuk bana çekmiş olabilir.’

 

Şimdi bunun hakkında düşününce mümkündü. Dönüp bakınca ne kadar genç olsa da kanayan vücuduyla bile babasını geri tutmuştu. Bu mümkündü. Şimdi de aynıydı. İyi savaşmayı bilen Lee Kyungsoo bile onun karşısında hiçbir şey yapamamıştı.

 

Ve böyle 24 saat geçti.

 

{İlk maçın üzerinden 24 saat geçti. Daha fazla zaman kalmadı. Gizli bir kural uygulandı. Choi Miyeon 11 beraberlik. 7 insan savaşmayı denedi, 23 üç seyirci. Karma hesaplanıyor… Son galip Choi Miyeon. Bir muhafız özelliği verildi.}

 

O an, şirketteki 30 insan ışığa dönüştü. Parlayan ışık Choi Miyeon’un içine aktı.

 

Hastanede ki gibi, bu {Yeniden Doğuş Ringi}'nin gizli bir kuralıydı.

 

"Neden… niçin?"

 

Ancak, kadın bu sonucu kabul etmekten acizdi. O herkesin hayatta kalmasını istiyordu, sadece kendisinin değil.

 

**

 

Choi Hyuk annesinin mezarının önünde bu hikayeyi duydu.

 

Marronnier Parkı’nda, asfalt yol kaldırıldıktan sonra yapılmış bir tümsek vardı. Önünde muazzam bir kalkan vardı. ‘Gardiyan Choi Miyeon Seongbuk Bölgesi’ni kurtardıktan sonra burada uyuyor.’ Kalkana kazınmıştı.

 

"Başkaları için hayatını feda etmiş gibi görünüyor…"

 

Choi Miyeon’un hayranlarından, ona hikayeyi anlatan kişi konuştu.

 

Başkalarının önünde ölmesinden vicdan azabı duyan kadın, son gün hayatını diğerleri için feda etmişti. Yıkım Ejderi Kangdong bölgesinde ortaya çıktığında yanan bir şeytan Seongbuk bölgesinde ortaya çıkmıştı. Choi Miyeon kendi başına şeytanı geri tutmuştu.

 

Önce, hayranları kadının nasıl tek başına şeytanla yüzleşeceğini bilmiyordu. Sadece şeytan buz tutunca ve kadının vücudu yere düşünce bir fedakarlık becerisi kullandığını anlamışlardı.

 

Şeytan ölmemişti fakat herkes başarıyla kaçana kadar hareket edememişti.

 

Choi Hyuk için,

 

Bu… annesinin bu şekilde ölmesi oldukça olasıydı.

 

"Uahhhh!"

 

Annesinin mezarının önünde diz çöktü ve üzüntü içinde uludu.

 

Utanç ve üzüntü onu bastırıyordu. Ancak… bunun ötesinde bir öfke kalbini yiyip bitiriyordu.

 

Thump. Thump.

 

Kalbi her atışında kan yerine öfke fışkırıyordu.

 

Annesinin hayranları onun ağlayan figürünün etrafında toplanmasına rağmen… Choi Hyuk her birinin boynunu kırmak istiyordu.

 

‘Neden benim annem öldü ve siz hayattasınız?’

 

Choi Hyuk için onların yüz milyonlarcası bile annesinin hayatından önemli değildi. Yine de, zorla öfkesini yuttu. Annesi onları kurtarmak için ölmemiş miydi?

 

Ancak, yuttuğu öfke boğazında ve göğsünde yanıyordu. Ölmüş gibi hissediyordu. Öfkesi geçmedikçe nefes alamayacaktı.

 

‘Ah…’

 

… şimdi bunu hakkında düşününce, o öfkesini boşaltmak için iyi bir hedefti.

 

‘Tamam… eğer ana ordu geri çekilmeseydi o zaman intihar ekibi yok edilmezdi. Ve kim orduyu geri çekti? İntihar ekibini kim öldürdü? Biri bunun bedelini ödeyecek… Bu sadece uygun bir geri ödeme.’

 

İyi bir nedendi.

 

Gıcırdama.

 

Choi Hyuk ayağa kalkarken dişlerini gıcırdattı. Üzgün gözler ile ona bakan hayranların hepsi ona bir şey söylemek istiyordu. Ancak, Choi Hyuk onların ağzı açılmadan ayrıldı.

 

Arko Sanat Tiyatrosu’nun çatısına atlarken sürekli üç kelimeyi tekrar ediyordu.

 

‘Sinirlenme. Öldür. Yalnızca o zaman öldürebilirsin.’

 

‘Öldür. Öldür… hepsini öldür.’

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44240 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr