Bölüm 64: İblislerin Efendisi (5)

avatar
1749 0

Sovereign of Judgment - Bölüm 64: İblislerin Efendisi (5)


Çevirmen: SnBurak

Editör: ÇHY

 

Dışarıdan, Seongbuk Bölgesi’ni kaplayan kubbe opak görünüyordu ancak içeriden şeffaftı. Tabii ki, bu yer Seongbuk Bölgesi yerine uzaymış gibi görünüyordu, ancak kubbenin dışında gördükleri gökyüzü hâlâ Dünya'nın gökyüzüydü.

 

Şu anda alacakaranlıktı.

 

Sanki bütün dünyayı yakıyormuş gibi Choi Hyuk'un elinden alevler yayılıyordu.

 

[Kiiiiaahh!]

 

Choi Hyuk tarafından yakalanan iblis hıçkırarak ağlıyordu.

 

Zavallı iblis eskiden Seongbuk dirilenlerinin kâbusuydu. Sonsuz alevleri ile çimento ve çeliği eriten, Alevli İblis. Azize Choi Miyeon'un ölümüyle zar zor tutulan iblis.

 

Ancak iblis şu anda ağlıyordu. Choi Hyuk tarafından kavranan yüzü yanıklarla biçimsizleşmişti.

 

Ağlayışları, gözyaşları içindeki bir kişinin yalvarması gibi umutsuzdu. Hiçbir insan öldürme niyetiyle dolu bir canavarın böyle ağlayabileceğini düşünmezdi.

 

“Acıyor mu? Acıyor mu?”

 

Fakat Choi Hyuk ağlamalarının yetersiz olduğunu hissetti. Annesini öldüren canavar, annesinin ağlamalarını duyunca kıs kıs gülen canavar, böyle bir canavarın bundan sonra bu şekilde ağlaması... Bu çok sıkıcı değil miydi?

 

“Böyle olamazsın.”

 

Choi Hyuk bıraktıkça gözlerinin, burnunun ve ağzının birlikte eridiği yüzü ortaya çıktı. İblis çığlık atmak için ağzını açmaya çalıştı ancak üst ve alt dudakları yapıştığı için yapamadı. Kaçan havanın sesi ve boğazından yankılanan çığlıkları, birbirine karışıp cehennemden gelen rüzgarlar gibi bir ses çıkarıyordu.

 

Shrriiieek, Guahhh!

 

Alevli Kanat Dansı hâlâ etkin. Diğer canavarlar, vücudunun etrafında titreşen alev benzeri tüyler yüzünden yaklaşmaya cesaret edemediler.

 

“Hâlâ çok var.”

 

Choi Hyuk iblisin bacağını sol eliyle tuttu. Bacağı yanmıştı.

 

[Krrrr!]

 

Yanan ağzı nedeniyle düzgün bir şekilde çığlık atamayan iblis, korku içinde büzüldü. Choi Hyuk sanki bir ceset sürüklüyormuş gibi bacağından sürükledi.

 

Choi Hyuk'un attığı her adım alevlerin içine çekiliyordu ve uzaktan farkına varan canavarlar bile alevlerle sarılıp kül haline dönmeden önce yere yuvarlandı. Kırık makinelerle dolu bir alanda, çığlıklar ara sıra kesildi ve sadece iblisin bastırılmış çığlıkları zayıf bir şekilde devam etti. Tuhaf bir durgunluk vardı.

 

Sürüklenen iblisin sesi net bir şekilde duyulabiliyordu.

 

Pat, pat, küt!

 

Makine yığınlarına karşı kafa atarken sürüklenen iblis bir noktada yere yığılmıştı. Choi Hyuk'un tuttuğu bacak yanmış ve kopmuştu. İblis, vücudu yerde sallanırken acıya dayanamadı.

 

“Ne… Koptu mu?”

 

Etkilenmemiş bir bakışla bakan Choi Hyuk, külden siyaha dönen elini ovuşturdu ve diğer bacağını tuttu. Adımları 'gözsüz gözlemcilere' doğru gidiyordu.

 

Choi Hyuk duymak istiyordu. Alevli İblis ve çığlıklarının ortak bir şarkısını.

 

"Şimdi, şimdi… Nazik olacağım, biraz daha dayan."

 

Alevli İblis’in acıya toleransının oluşmasını engellemek için Choi Hyuk ısıyı düşürdü. Pat. Pat. Makinelere çarparken sürüklenen Alevli İblis, anlık bir serinlik hissetti... Ve yabancı olduğu umutsuzluk ve korku duygularını öğrendi.

 

***

 

Mor bir renk, damar gibi kırmızı güneşin arasından yükseldi.

 

Vahşi Savaşçılar, 'gözsüz gözlemciler' tarafından yaratılan halüsinasyonlar ve zihinsel uyarım yüzünden delirmişlerdi.

 

Vahşi Savaşçıların düzen ve düzensizlik arasında asılı kalan karakteristik sınırları ortadan kalkmış ve sadece düzensizlik kalmıştı. Bazıları sevdiklerinin seslerinde kendilerinden geçmişti, diğerleri halüsinasyonları gördükten sonra atlamıştı, ancak sonuç aynıydı. Bu delilikti. 'Gözsüz gözlemciler' Vahşi Savaşçıları duygusal hale getirmişti ancak çoğunluğunun sahip olduğu duygular sadece öfke, umutsuzluk ve spazmodik* zevk patlamaları ile karıştırılmış bir delilikti. Gözsüz gözlemcilerin zihinsel saldırılarına direnemeyen Vahşi Savaşçılar delirmişti.

 

Ancak, zihinsel saldırılara direnen Vahşi Savaşçılar için de koşullar aynıydı. Canavarların taktiğini anlasalar da umursamadılar. Sakin kalmaya çalışmadılar. Direnmediler ve canavarlarının yönlendirdiği çılgınlığa kanmak için bedenlerini terk etmediler.

 

*EN: Spazmodik zevk patlamaları, kasılmalı zevk patlamaları anlamına geliyormuş… Tıpçıdan öğrendik.

 

Neden?

 

“Ha. Ha. Haha...”

 

Memnuniyetsiz bir kahkaha patladı.

 

Onlar için en sevdikleri insanları, korku, korkaklık ve özlemi kaybettikleri an, hepsi canavarların yarattığı halüsinasyonlara dönüştü. Uykuya dalmak üzereyken hissettiği karanlığa ve sabahları gözleri açıldığında hissettikleri kafa karışıklığına benzer şekilde, Vahşi Savaşçılar aniden fark etti; o günden beri devam eden hayatlarının donukluğunu. Güzel olan her şeyi bıraktıktan sonra kısmen rüya gibi bir durumda yaşıyorlardı. Sadece, ölmedikleri için yaşıyorlardı. Göğüslerinde, kan nehirleri içtikten ve et dağlarını tükettikten sonra doyuramayacak boşluk hissi vardı.

 

Ve bu anıları kullanan piç canavarlara karşı duydukları öfkeydi.

 

Aydınlanma? Strateji, taktik?

 

Şu anda, Savaşçıların çoğu aynı düşünceye sahipti.

 

“Siktir!”

 

“Keaahhhhh!”

 

[Keulalalh!]

 

Canavarlar ve Vahşi Savaşçılar birbirine karıştı. Kim canavardı, kim insandı? Ayırt edilemiyordu. Kılıçlarla kesiyorlardı, elleriyle kemikleri parçalıyorlardı, damarları yırtıyorlardı ve kafaları eziyorlardı… Vahşi Savaşçılar aynı anda taarruza geçmişti. Canavarlar sistematik olarak tepki verseler de vermeseler de ölseler de ölmeseler de tüm canavarlar ölene kadar, Vahşi Savaşçıların uzuvları parçalanana ve ölünceye kadar, dinlenmeden baskı uyguluyorlardı.

 

Düşünmüşlerdi ki,

 

‘İster sen öl ister ben. Her şeyin ölmesini diliyorum sadece.’

 

Tabii ki, duyularını koruyan birkaç kişi vardı.

 

Lee Jinhee ve Bae Jinman öyleydi.

 

“Kendinize gelin!”

 

İletişim kurulamıyordu. Lee Jinhee, kaplan güvesi gibi dağılan ve canavarlarla birlikte ölen Vahşi Savaşçılara bakarken bağırdı. Kaçanları durdursa bile sadece bir an için durdurabilirdi. Lee Jinhee tam bir çaresizlik içindeydi. Onları durdurmanın bir yolu yoktu.

 

“Böyle devam ederseniz öleceksiniz! Piçler!”

 

Sesi boğuklaşana kadar bağırdı ama işe yaramadı.

 

Lee Jinhee etrafına baktı. Bu durumu sakinleştirebilecek bir komutan aradı. Ryu Hyunsung ve Baek Seoin. Ancak onların bile aklı başında değildi.

 

Ryu Hyunsung, herkesten daha hızlı koşan bir Vahşi Savaşçı’ydı. Gözsüz gözlemciler ona panik ve korku getirmişti. Bu sebeple durması mümkün değildi.

 

Kimse bunu bilmese de savunmasız bir aklı vardı. Strese karşı zayıftı ve kin beslemezdi. Gençliğinden beri böyleydi. Bu yüzden, herkesten daha iyi kılıç becerilerine sahip olmasına rağmen, Olimpik bir atlet olarak seçilmemişti. ‘Pratik yapmak için kullanılıyor. Galibiyet mizacına sahip değil.’ Koçunun her zaman söylediği buydu ve Ryu Hyunsung'un kemiklerinde hissettiği bir şeydi.

 

Kinden daha kana susamış resmi yarışmalardayken baskı altına girdikten sonra yeteneklerinin yarısını bile gösterememişti.

 

Katılma şansını bu şekilde kaybedip kampüse geri dönmüştü. Ryu Hyunsung dersleri sırasında zamanını tembel bir şekilde uyuyarak, masasının üzerinde yatarak geçirdi. Kendini küçümsemiş olmasına rağmen, belki de doğal olarak uysal olduğu içindi ama kayıtsız barış da kötü değildi. Ancak, şekerlemesinden uyandığında gördüğü şey diğer öğrencilerin kanı ve eti idi. O gün her şey değişmişti.

 

"Euaahhh!"

 

Ryu Hyunsung yaşamak istiyordu. Hayatta kalmak istiyordu. Çünkü tüm korkusunu, şaşkınlığını ve kırılganlığını kalbinin derinliklerine saklamıştı. Dehşetin içine atladı kılıcını herkesten daha acımasızca kullandı. O korkunç duygu körelene kadar.

 

Şimdi, Ryu Hyunsung sert savaşlara herkesten daha iyi dayanıyordu ve ölüm saçan bir niyeti vardı. Ancak bu onun gerçek doğasının tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyordu. Hâlâ her gece kâbus görüyordu. Kılıcı olmadan uyuyamıyordu ve kılıcını uykusunda bile yanında taşıdığı için kimseyle uyuyamıyordu.

 

'Gözsüz gözlemciler', uyurken sızan nefreti ortaya çıkarmıştı. 'Zihnin Gözü' özelliğine sahip biri olarak ona hızla direnebilmişti ancak korku ve şaşkınlık bir kez daha açığa çıktıktan sonra kolayca bastırılamamıştı. Sadece tek bir çözüm vardı. Daha önce olduğu gibi. Bu korkuya dalmak ve katlanmak zorunda kalacaktı. Hassas duyuları körelene kadar.

 

Ryu Hyunsung komutan olarak sorumluluklarını bıraktı ve canavarlar arasında koşmaya başladı. Eşsiz, hassas ve zarif kılıç becerileri, ölümcül vahşi doğayla parladı.

 

Lee Jinhee iç çekti.

 

“Ryu hyung iyi görünmüyor... Baek hyung? Baek hyung ne âlemde?”

 

İnanabileceği tek kişi Baek Seoin’di.

 

Baek Seoin hem 'Sezgi' hem de 'Zihnin Gözü'ne sahipti. Beklendiği gibi, diğer Vahşi Savaşçılar gibi delirmemişti. Ancak, bu durumu kontrol etme yeteneği yoktu.

 

Kayıtsızlık halindeydi.

 

“Baek hyung! Bir şeyler yap!”

 

Lee Jinhee aceleyle bağırdı ama Baek Seoin yavaşça başını salladı.

 

“Ne yapabiliriz... Bunu durduramayız. Hatırladık bile.”

 

Sonra sanki aniden bir şey hatırlamış gibi elleriyle gözlerini kapadı ve iç çekti.

 

“Haa... Si… Siktir...”

 

Genellikle yalnızken hissettiği depresyon ortaya çıkmıştı ve geçmeyecekti.

 

“Ne demek yapabileceğimiz hiçbir şey yok!”

 

Lee Jinhee bundan bıkmıştı. Nasıl sözde yoldaşlarının aklı başında değildi? Deliren Vahşi Savaşçıların canavarlara atıldığını görünce başı ağrıdı.

 

‘Bundan nefret ediyorum. Bundan nefret ediyorum.’

 

Ancak bu nefretine devam edemezdi.

 

“Haa... Youngjin hakkında ne yapacağım?”

 

Çünkü koşullarını herkesten daha iyi biliyordu. Chu Youngjin tam anlamıyla kan ağlıyordu. Karmasını nasıl kullandığından emin değildi ama gözlerindeki damarlar patlamıştı ve kan, gözyaşlarıyla karışmıştı. Hiç şüphesiz ki sevgilisi Lee Hyejin'in çığlıklarını duyuyordu.

 

Onun ister istemez delirmesinin sebebini bildiği için üzgündü ve kalbi kırılmıştı. Elbette Lee Jinhee de en çok nefret ettiği sesleri duymuştu. Ancak sadece tiksinti hissetmişti, onu delirtecek kadar değildi. Her iki durumda da bu karmaşa içinde sevdiği kimseyi kaybetmemişti. Seul'e gelmek için arkadaşlarını ve ailesini geride bırakmamış mıydı? Bazı parkur arkadaşları ölmüş gibi görünse de... Sadece üzgündü. Onu delirtmemişti. Aksine, o günden sonra aslında Choi Hyuk, Chu Youngjin ve Baek Seoin gibi iyi arkadaşlar edinmişti.

 

Lee Jinhee, Alexei'nin kılıcını çökük gözlerle kullandığını gördü.

 

“Rosha! Rosha! Geri dön! Hey! Beni duyamıyor musun? Rosha!”

 

Başka bir gün olsaydı gelip peşine takılırdı ama onu duymuyormuş gibi arkasına bile bakmadı. Canavarların arasında kayboldu.

 

Hiçbir şey yapamayan ve yerinde zıplayıp duran Lee Jinhee, hâlâ aklı başında birini gördü. Muhafız Bae Jinman'ı.

 

Vahşi Savaşçıları kendine getirmek için elinden geleni yaptı. Ancak bunun bir faydası yoktu. 'Kalk!' ile güvenlik ve dayanışma hissi vermiş olsa bile tekrar delirmeden önce geçici olarak normale dönüyorlardı. Tüm gücünü ortaya koyarsa bir veya iki kişiyi normale döndürebilirdi ancak bu işe yaramazdı. Ayrıca, Bae Jinman'ın şiddetli savaşlara yaklaşması zordu. Sonunda, Bae Jinman deliren ve kendilerini yaralayan Vahşi Savaşçılara zar zor bakıyordu.

 

Yine de delilik şiddetliydi. Vahşi Savaşçılar inanılmaz bir güçle canavarları yok ediyorlardı. Ancak, gereksiz kayıplar da bir o kadar büyüktü. Bae Jinman, kayıplara pişmanlık içinde baktı ancak yapabileceği hiçbir şey yoktu.

 

Lee Jinhee, onu görünce iyi bir şey düşündü. Aniden elini tuttu.

 

“Muhafız!”

 

“Efendim?”

 

“İyi bir planım var! Düş peşime!”

 

Lee Jinhee'nin Bae Jinman'ı sürüklediği yer, Baek Seoin'in önüydü. Baek Seoin hâlâ depresif ve kayıtsızdı.

 

“Baek hyung! Seni normale döndüreceğim. Aklın başında olduğu sürece bir şey yapabilirsin.”

 

Bae Jinman, Baek Seoin'e baktı. Baek Seoin, siyasetle ilgilenmeyen Choi Hyuk yerine Vahşi Savaşçıları yöneten kişiydi. Düşünceli, titiz ve neşeli olan Baek Seoin, normalde göstermediği bir depresyon ve kayıtsızlık içindeydi.

 

 

Daha önce Lee Jinhee'ye cevap vermişti ancak bu süre zarfında daha da zayıflamıştı. Lee Jinhee ve Bae Jinman yaklaştıklarında bile onları fark etmemişti. Gerçekten de normal insanların bile delireceği berbat savaş alanında depresyondan muzdarip olan Baek Seoin'in dayanabileceği bir yol yoktu.

 

Bae Jinman acı hissetti. O günden sonra cehennemi barındıran kimse yoktu. Ve o cehennem buradaydı ve şimdi tezahür etmişti. Pişman oldu. Bu nedenle kendinden emin değildi.

 

“…Gücümle başarabilir miyim bilmiyorum. Yönetici Baek, Zihin Gözü becerisinin bir uzmanı... Gözsüz gözlemcilerin taktiklerine zaten direnmişti. Şu anda depresyonunun...”

 

Gözsüz gözlemcilerin yaptığı tek şey tetiği çekmekti. Diğer her şey kendi başına olmuştu. Bu yüzden Bae Jinman, Baek Seoin'in depresyonunun prangalarını kesebileceğinden emin değildi.

 

Gücünü Baek Seoin'e harcamak yerine kendilerini yaralayan Vahşi Savaşçılara bakması daha iyiydi. Baek Seoin zaten sessizdi.

 

Ancak Lee Jinhee reddetti.

 

“Hayır. Hâlâ bir şans var. Baek hyung diğerleri gibi deli değil!”

 

“Bakıyorum da…”

 

Her yerde kavgalar patlak vermişti. Etkilenen Vahşi Savaşçılar çıldırmışlardı ve ya canavarlarla savaşacaklardı ya da kendilerini yaralayacaklardı. Bununla birlikte, Baek Seoin sadece saçma sapan bir şekilde duruyordu.

 

Lee Jinhee dedi.

 

“Sezgisi şu anda aktive oluyor. Şu anda bile hâlâ yaşamak istiyor! Kendisinin yaralanması veya canavarlara saldırması hayati tehlike oluşturacağından hala ayakta durduğuna şüphe yok! Şu anda hayatta kalma içgüdüsüyle kendi yıkıcı içgüdüleri savaşıyor! Ona biraz yardım edersen onun hayatta kalma içgüdülerinin kazanmasını sağlayabilirsin!”

 

Bu sözlerle, Bae Jinman kararını verdi. Yaşam enerjisi ile dolu karmasını doğrudan Baek Seoin'e aktardı. Bir süredir faydası yok gibi görünüyordu. Baek Seoin kayıtsızca durdu. Ancak Bae Jinman gücünü arttırdığında bir etkisi olmuştu.

 

“Haa...”

 

Baek Seoin büyük bir nefes verdi. Omuzlarını kaldırdı ve sonra indirdi.

 

Başını salladı ve gözlerini kırptı. Bae Jinman ve Lee Jinhee'nin bakışlarıyla yavaşça buluştu ve Lee Jinhee'nin kafasına hafifçe vurdu.

 

Homurdandı…

 

“Hey. ‘Şu anda bile hâlâ yaşamak istiyor,’ Ne demek? Öyle söylersen beni kötü gösterirsin.”

 

Lee Jinhee vurduğu yeri ovuşturdu ve parlak bir şekilde gülümsedi. Baek Seoin normale dönmüştü.

 

“Ne yani!”

 

Ona sıkıca sarılmadan önce bağırdı. Bu durumda sordu;

 

“Fakat şimdi ne yapacağız? Eğer işler böyle kalırsa tüm Vahşi Savaşçılar ölecek.”

 

Baek Seoin duruma bakarken sırtını okşadı. Onun gözünde hepsi ölecekmiş gibi görünmüyordu. Vahşi Savaşçılar hâlâ güçlüydü. Fakat yaklaşık yarısı ölecek gibi görünüyordu.

 

'Bu olursa zorlaşacak.'

 

Baek Seoin, Bae Jinman’a söyledi.

 

“Gücüne ihtiyacımız olacağa benziyor.”

 

Bae Jinman onaylamadığını ifade etti.

 

“Belki bir ya da iki tane olursa... Gücümü geniş bir alanda kullanırsam işe yaramaz.”

 

Baek Seoin başını salladı. Sonra avucunu kaldırdı ve ters çevirdi.

“Bu yüzden tam tersini yapıyoruz.”

 

“Tersi?”

 

“Evet. Şimdi yaşadığım şeyi anladım. Bu durdurabileceğimiz bir şey değil. Bunun yerine, daha da patlatmamız daha iyi. Onları daha da delirt. Öteki tarafı öldürmeden önce patlat ki ölsünler.”

 

“Haa?”

 

“Huu...”

 

Lee Jinhee ve Bae Jinman'ın ağzı, bu aşırı öneriden dolayı açılmıştı. Baek Seoin parlak bir şekilde gülümsedi ve dedi ki;

 

"Ölüm arayanlar yaşayacak~"{1}

 

{1} Baek Seoin, Amiral Lee Sunshin’in sözünü alıntıladı. “Ölüm arayanlar yaşayacak. Yaşam arayanlar ölecek.”

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr