Bölüm 59: Devrim (4)

avatar
1727 2

Sovereign of Judgment - Bölüm 59: Devrim (4)


Çevirmen: SnBurak

 

 

Acımasız bir gündü.

 

Kendini birkaç kez cesaretlendirmesine rağmen yeni üye hareket edemedi ve kıdemlisinden boşu boşuna özür diledi.

 

“Daha iyisini yapacağım!”

 

Daha iyisini yapacağım. Daha iyisini yapacağım. Bu sözleri birkaç kere tekrar etti ama yine de eli hareket etmedi.

 

Zayıf bir güzeldi ama olağanüstü bir savaşçıydı. Eskiden bu kelimeler gülünç gelebilirdi, ama bugünlerde birinin dövüş yeteneğini görünüşünden tahmin etmek çok aptalcaydı. Öylece Dragonic'e geldilerse siviller karmayı uyandırabilecekleri bir çağda değiller miydi?

 

Üstün yeteneklere sahip olduğu için sayısız rakibin üstesinden gelip klan üyesi olmuştu. Daha sonra klan onu Dragonic'e göndermek için görev puanları vermişti. Her şeyden önce, bu ‘festival’e davet edilmiş olması, daha sonra klanının geleceğini yönetecek yükselen bir yıldız olan bir aday olacağını açıkça gösteriyordu.

 

Şimdi hissettiği panik, üstesinden gelmesi gereken bir şeydi.

 

Kıdemlisi işin aslını anladığı için onu cezalandırmadı ama nazikçe onunla beraber fikir yürüttü.

 

“Sorun yok. Sorun yok. İlk seferin için normal.”

 

“Evet! Evet! Teşekkür ederim!”

 

Kıdemlisinin nazik ses tonunu duyduğunda davul gibi atan kalbi biraz sakinleşti. Fakat eli hala yerinden oynamıyordu.

 

“Şimdi, şimdi, derin bir nefes al. İşte böyle. Ver şimdi.”

 

Kıdemlisi sakin bir şekilde onu ikna etmeye devam etti.

 

“Gözlerini kapamaya çalış.”

 

Demesiyle beraber gözlerini kapadı. Gözyaşıyla ıslanmış yüzü, yalvaran gözleri ve titreyen kafasını sallayarak gözlerinden kayboldu. Artık 'kurbanlığı' görmüyordu.

 

Kıdemlisinin sesini duydu. Ellerini karanlıkta yönlendirdi. Dürttü. Elleri belirli bir bölgeye yöneldi. Kuşkusuz 'kurbanın' atan kalbi olan göğüsüydü.

 

“Kılıcı buraya it. Sonra elini kurbanın vücudunun herhangi bir yerine koyman ve karmasını alman yeterli. Zor değil. Erişte yemek gibi.”

 

Kıdemlisinin sesinde hiç zalimlik yoktu. Ona gerçekten erişte yemeyi öğretiyormuş gibi yönlendiriyordu.

 

“Anladım!”

 

Sakin sesi onu daha da sakinleştirmesine rağmen yüksek sesli verdiği yanıtının aksine hala bıçaklayamamıştı.

 

“Sorun yok. Sorun yok. Derin nefes al.”

 

Kıdemlisi aniden omuzlarını tutup bağırıncaya kadar sakince konuşmaya devam etti.

 

“Bıçakla!”

 

Shhhk!

 

Şaşıran yeni asker kılıcını refleks olarak ileri itti. Kılıç yumuşak bir şekilde kurbanlığın etine girdi ve kalbini bıçakladı.

 

“Ah... Ah...”

 

Sıcak kan ellerine sıçradı. Gözlerini açtı. Ölmekte olan 'kurbanlık' kırklı yaşlarında görünüyordu. Mahvolmamış kıyafetine baktığında yakın zamanda buraya göç etmiş bir göçmen gibi görünüyordu. Gözlerindeki ışıkların tükendiğini açıkça gördü.

 

‘Sıcak…’

 

Kan bu kadar sıcak mıydı? Ellerine sıçrayan kan sadece sıcak değil, ağırdı da.

 

Omuzları titriyordu ve kıdemlisi onu rahatlattı.

 

“Shh. Shh. İyiydin. Zor olması normal. İyiydin. Şimdi gücünü düzgün bir şekilde emebilirsin.”

 

Dürüst olmak gerekirse, bu bölüm herhangi bir teknik gerektirmiyordu. Biri ‘yağmacı’ kaderine sahip olduğu sürece ölen düşmanlarının karmasını, ellerini üzerlerine koyduktan sonra emerlerdi. Karma tutamları vücuduna girip yayılırken titredi. Çok canlandırıcıydı. Masum bir kişiyi öldürdüğü için suçluluk hissetmesine rağmen canlandırıcı karma elinden girdiğinde coşku gibi bir his yayıldı.

 

‘Ben.. bir canavar mıyım?’

 

Aklı dağıldı ve karıştı.

 

‘Hayır… Aklını başına topla!’

 

Kendini sürekli cesaretlendirdikten sonra kararlılığını sarsan zayıflığından nefret ediyordu. Ancak işe yaramıyordu.

 

Utanıp ‘Buraya ait değil miyim? Böyle olacağını bilmiyordum.’ diye düşünürken kıdemlisi sakince ona rehberlik etti.

 

“Kafana takılacak bir şey yok. Müteşekkir bir kalp ile tadını çıkar. Bu bir yaşamın gücü. Asil bir his.”

 

Kıdemlisi ona ciddi gözlerle baktı.

 

“İlk dirilenlerin nasıl uyandığını biliyorsun, değil mi? Muhtemelen [Yeniden Doğuş Yüzüğü]'nü duymuşsundur. Başından beri başkalarını öldürüp güçlenmemiş dirilen yok. Bu ikiyüzlülerin ve politikacıların söylediklerini kafana takma. Sadece Lao Ban klanımız diğer insanları öldürüyormuş gibi konuşuyorlar ama bu doğru değil. Doğru değilmiş gibi davransalar da hepsi güçlenmek için başkalarını öldürüyorlar. Bir insanı veya canavarı öldürürsen belirli miktarda karma elde edersin. En başından beri bu, böyle bir oyundu. Sistemin kendisi zaten böyleydi. Kısacası, Lao Ban klanında olmasan bile bir sömürgeci olduğun sürece insanları öldürmekten başka seçeneğin olmayacak. Durum zaten buyken bu karmayı iyice emmek daha iyi değil mi? Öyle yani. ‘Yağmacılar’ olarak bilinen kaderimizle başkalarının yapmadığı hiçbir şeyi yapmıyoruz. Diğer herkesin yaptıklarının verimliliğini arttıran bir kader sadece. Diğer sömürgeciler bir sömürgeciyi öldürmekten 1 karma kazandığında biz 2 veya 3 karma kazanıyoruz. Fena mı yani?”

 

“Hayır, değil.”

 

Bir noktada kıdemlisinin kendi inançlarıyla dolu sözlerine kandı.

 

"Evet. Doğru. Sadece güçlenmeyi düşünmemiz gerekiyor. Gerisini unut. İnsanları öldürmek. Köle satmak. Eleştirilerinden kaçma. Hepsi bu da değil. İşimiz geliştiği için Dragonic'e daha fazla dünyalı geliyor ve kolonileşme hızı çok daha arttı... Klanımızın Dünya'ya katkısının çok büyük olduğunun farkındasın, değil mi?”

 

“Evet… Evet! Doğru.”

 

“Evet. Sadece işimizi -güçlenmeyi- düşünmemiz gerek. Ayrıca vatanımız Çin’i onurlandırıyoruz. Savaşçılar olarak sadece daha güçlü ve daha sert olmayı düşünmeliyiz.”

 

“Evet, doğru.”

 

“Evet. Öldür. Sonra müteşekkir bir kalple güçlerini em. Bu bizim işimiz."

 

“Anladım.”

 

Yeni asker titremeyi bıraktı. Gözleri parlak bir şekilde ışıldadı. Kıdemlisi sırıttı ve dedi ki,

 

"Güzel. O zaman bu sefer bir 'kurbanlığı' uygun şekilde emmeye çalış. Güçlü biri, bu yüzden kılıç kolayca girmeyecek. Yine de rakibini o yorulana kadar bıçaklamaya devam edersen sonunda onu kesebilirsin, bu yüzden çok telaşlanma. Sana silahımı ödünç vereceğim. Dene."

 

Kalın sisin içinde, uzuvları kesilmiş kurbanlar hazırlanmıştı. Kurbanlar sıkı sıkıya bağlıydı, çığlık atamıyorlardı, direnemiyorlardı ve açık göğüslerle duruyorlardı. Buna aşina olanlar katliamdan hoşlandılar ve bazen cinsiyete aykırı olacak şekilde kölelere veya kurbanlara tecavüz ediyorlardı. Bu korkunç eylemler yapılırken sis içindeki ortam büyülenmişti.

 

Bunu daha önce hiç yapmayan yeni askerler, ilk şoklarını atlattı ve yavaş yavaş bu ortama alışmaya başladı. İstedikleri perspektiften bakmaya başladılar. İnançlılara inananlar, keyfini çıkaranlara zevk, Lao Ban klan festivali zirvesine çıkıyordu.

 

Zalimce bir gündü.

 

“...Ne büyük bir saçmalık.”

 

Aniden birisinin sisin içinde küfrettiğini duydular.

 

“Ne?”

 

Bu ani küfre kıdemli ve yeni asker kocaman gözlerle döndü. Sis birinin yüzünü uzaktan görmeyi zorlaştıracak kadar kalın olsa da bir kişinin figürünü tanımlayabildiler. Herkes festivale dalmışken tek bir gölge onlara yaklaştı.

 

“Ne? Kimsin lan sen?”

 

Kıdemli sordu. Kişi sisi parçalayarak birden kılıçla saldırdı.

 

Çat!

 

Lao Ban klanının bir seçkini olarak Dayanıklılığı yüksek olduğu için kılıçtan metal kazıma sesi duyuldu. Ancak puslu bir Karma Bıçağı sert cildini ve kaburgalarını kesti.

 

Pshhlt!

 

“Ack...”

 

Kalbi hiçbir şey yapamadan ikiye ayrıldı. Kıdemlisinin yere serildiğini gördükten sonra savaş duruşuna girmesine rağmen rakibi ondan çok daha hızlıydı.

 

Piick!

 

Pat.

 

Gereksiz yere yerde yuvarlandı.

 

“Tahmin ettiğim gibi, insanları öldürmek iğrenç bir his…”

 

Lee Jinhee şikayet ederken cesetlere bile bakmadı ve devam etti. Vahşi Savaşçılar sisin içinde farklı konumlardan akın etmeye başlamıştı.

 

Choi Hyuk bir ilke söyledi.

 

"Tam korku."

 

Vahşi Savaşçıların ‘V’sini duyduklarında başlarını kaldırmalarını engelleyecek bir travma. Onlarda Travma Sonrası Stres Bozukluğu oluşturmak istiyordu.

 

Bu prensibe göre hareket eden Vahşi Savaşçılar acımasızca gaddardı.

 

Pat, küt, çat!

 

Sağanak yağmur gibiydi. Vahşi Savaşçılar olanca hızlarıyla taarruza geçtiler. Bir an bile durmadılar. Biri onları engellerse kılıçlarını kullanarak onları ortadan kaldırıyorlardı. Yukarı zıplarken ya da aşağı kayarken bile kılıçlarıyla saldırıyorlardı.

 

“Ahh! Acckk!”

 

Lao Ban’ın klan üyelerinin kaçamayacakları şekilde bacakları kesilmişti, zemin boyunca sürünüyor ve çocuklar gibi çığlık atıyordu.

 

Bıçaklar bıçaklarken sağanak sesleri duyuyordu. Kimse kimin kimi öldürdüğünü söyleyemiyordu. Sadece aniden yaklaşıp bıçaklıyorlardı. Bu kılıçların, onları ne zaman veya nerede hedefleyeceklerini bilmedikleri gerçeği korkunun kendisiydi. Sis kırmızıya boyanmıştı.

 

“Bu piçler de kim!”

 

O anda, Lao Ban klanının yöneticileri harekete geçti.

 

Pat! Çat!

 

Dikkatsizce ileri doğru koşan Vahşi Savaşçılar geri itildi.

 

Çaat!

 

Şanssız olanlar ikiye ayrılmıştı.

 

“Kendine gel!”

 

Yöneticilerin çağrılarıyla Lao Ban’ın klanı aceleyle hareketlenmeye başladı. Ancak bunu yapmalarına izin verirlerse Vahşi Savaşçıların prensibi ihlal edilmiş olacaktı.

 

Gürültü.

 

“Patlayıcı Kan...”

 

Chu Youngjin’in geçtiği her yerde sis Kızıldeniz gibi ikiye ayrılıyordu.

 

Çat!

 

Güçlü, tek bir darbe. Rakibi engellemek için silahını refleks olarak kaldırmıştı ancak Chu Youngjin’in kılıcı silahıyla birlikte vücudunu ikiye ayırdı. Silahları karma ve fiziksel Dayanıklılık istatistikleri ile dolu olsa da patlayıcı darbeleri hepsini görmezden geliyordu.

 

Darbenin etkisi uzaktan, insanların saçını uçurabilecek kadardı. Kafatası ikiye bölünmüş olan Lao Ban’ın yöneticilerinden biri, hala dik bir konumda bir gayzer gibiydi. Tüyleri diken dikendi. Düşmesi biraz zaman alan kan damlacıklarıyla bu korkunç duyguyu hisseden Lao Ban’ın klan üyeleri hafifçe titredi.

 

Chu Youngjin’in ezici tek darbesi ruhlarını kırdıysa Lee Jinhee’nin hızı da paniğe yol açtı.

 

Vınn!

 

Bang! Bang! Bang!

 

Chu Youngjin gibi Patlayıcı Kan kullansa da hareketleri onunkinden daha mekanikti. Kaçan düşmanları avını avlayan bir çitaymış gibi kovalayıp yere serdi. Hangi yöne kaçarlarsa ya da nasıl engellerlerse engellesinler rakibini ustalıkla yakalayıp kılıçlarıyla bıçaklıyordu. Onu engelleyemediler. Sanki kaderleri önceden belirlenmiş gibi temposu bile istikrarlıydı. Yoldaşlarının figürleri, kelebeklerin ekrana tutturulduğu gibi yere tutturulmuştu ve ekstra paniğe yol açmışlardı.

 

“Ahh! Ahhh!”

 

Umutsuzca olduğunu bilseler bile kaçtılar. Ve çok geçmeden avlandılar.

 

O sırada Choi Hyuk, Lao Ban ile karşı karşıyaydı.

 

Lao Ban’ın kafası karmakarışık olmuştu.

 

"Neden? Neden sınır dışı edilmiyorsunuz?”

 

Burası Lao Ban’ın topraklarıydı. Mantıken buradaki tüm sömürgecilerin otoritesi altındaki portaldan geçmiş olması gerekirdi. Durum böyleyse Lao Ban istediği zaman onları sınır dışı edebilmeliydi. Aslında isyan etmek imkansızdı. Ancak Lao Ban, kendisi için gelen bu haydutları sınır dışı edememişti. Onu kafa karışıklığına sokan şey buydu.

 

“İlk kez yüz yüze görüşüyoruz.”

 

Telaşlı Lao Ban’ın aksine Choi Hyuk rahat konuşmaya başladı. Durum zaten geri dönüşü olmayan bir noktaya gelmişti. Lao Ban, Choi Hyuk ile denk değildi. Hem Lao Ban hem de Choi Hyuk bu gerçeğin farkındaydı.

 

"Seni serseri piç!"

 

Fakat Lao Ban bunu kabullenmedi ve son bir gayret göstermeye çalıştı. Karma Bıçakları evrensel hale gelmişti. Lao Ban’ın kılıcı soluk sarı-yeşil ışıkla kaplıydı. Ancak-

 

Çat!

 

Zayıf Karma Bıçağı, okyanusun derinlikleri kadar derin mavi olan Choi Hyuk’un Karma Bıçağı tarafından parçalandı.

 

Riiinging!

 

“Kaahk!”

 

Lao Ban’ın kılıcı ikiye bölünmemişti ama bunun yerine paramparça olmadan titriyordu, Lao Ban’ın elini parçalıyordu. Yere düşerken elini tutan Lao Ban, en güçlü uzmanı, ikiye bölünmüş olan Zalim Ölüm Kılıcı Ye Long'un cesedini gördü. Yanında, Vahşi Savaşçı Egemenine ihtiyatlı davranmasını öneren Tsu Chin'in cesedi vardı.

 

“Urggg... Deli piç seni. Bunu neden yapmak zorundaydın?!”

 

Lao Ban umutsuzluğa kapıldı.

 

“Seni uyarmıştım.”

 

"Ne? Köle satmakla ilgili mi? Ha! Ne şaka ama. Vahşi Savaşçı piçlerinin kaçının müşterilerimiz arasında olduğunu biliyor musun lan sen?”

 

Lao Ban burnundan soludu.

 

"İkiyüzlü piçler."

 

Onun gücüne denk olamayacağını anladığı için Lao Ban alaycı açıklamalar yapmaya başladı.

 

“Sömürgeci. İşte o zaman işin iyi yanından bakıyorsun. Bu sömürgecilerin kaç tanesinin aklı yerinde? Hmm? Hayır, bu yanlış mı? Biz de insanız, hep cehennemde yaşamamız mı gerekiyor? Ben sadece kendi iyilikleri için bir konfor bölgesi sağladım! Ben olmasaydım sömürgecilerin akıl sağlığını koruyabileceklerini düşünüyor musun? Sonsuz görevlerin stresine dayanabileceklerini düşünüyor musun?! İnsanlar bu stresi atlatmanın bir yolu olduğu için sömürgeci oluyorlar. Ben olmasaydım kim lanet olası bir sömürgeci olacaktı?!”

 

Her ne kadar birçok egemen Lao Ban’ın köle pazarını eleştirse de müritleri bilgi sahibi olsun olmasın Lao Ban’ın topraklarına üstlerinde biriken stresi azaltmak için geliyorlardı. Erkek ya da kadın olması önemli değildi. Özellikle Vahşi Savaşçılar. Choi Hyuk’un prensibini takiben herkesten daha sık ve yoğun görevler alıyorlardı. Bu nedenle köle pazarına kanları kaynamaya başladıktan sonra tanınan sapıklar haline geldikleri birçok durum vardı.

 

Lao Ban içindeki tüm kötülükleri kustu ve Choi Hyuk'a küfretti.

 

“Diğerlerini öldürmediniz mi? Senin ne farkın var? İkiyüzlü piç seni!”

 

Ancak Choi Hyuk’un yüz ifadesi değişmedi. Aksine daha da soğuklaştı.

 

“Bu... ölü bir adamın endişelenmesi gereken bir şey değil.”

 

Choi Hyuk’un soğuk yanıtıyla Lao Ban daha da kötülük kustu. ‘Ne? Ölü bir adam mı? Ben mi? Piç!’ Bir kez daha küfür etmek üzereydi. O an-

 

Choi Hyuk’un kılıcı Lao Ban’ın boğazını deldi.

 

Shhii. Shhii.

 

Lao Ban’ın dudakları hareket etti ancak hiçbir kelime çıkmadı sadece dışarı verdiği nefesin sesi duyuldu.

 

Choi Hyuk, Lao Ban’ın saçını tuttu, başını kaldırdı ve doğrudan gözlerine baktı. Kılıcını yavaşça hareket ettirdi ve Lao Ban’ın kafasını kesti.

 

“Sen kaybettin, ben kazandım. Artık köle pazarı da yok.”

 

Pat.

 

Tamamen kopmuş olan kafa Choi Hyuk’un eline düştü. Choi Hyuk ona bakmaya devam etti ve dedi.

 

“Söyleyeceğin bir şey varsa söyle.”

 

Belki de karmadan kaynaklanıyordu ama Lao Ban’ın gözlerindeki ışıklar hala parlıyordu. Başka bir küfür etmek için yüz kaslarını hareket ettirdi ama boşunaydı. Çünkü bedeni olmadan konuşabilen kimse yoktu.

 

Choi Hyuk, kafasını uzağa fırlatırken ilgisiz görünüyordu.

 

[Egemen Choi Hyuk, Egemen Lao Ban'ı öldürdü. Eğer ‘egemen görevi’nde yeterliliğinizi kanıtlarsanız Lao Ban’ın otoritesinin tamamı size devredilecektir. O zamana kadar, Lao Ban’ın kolonileştirilmiş toprakları kapatılacak. Portal aracılığıyla Dünya'ya dönmek mümkün ancak artık Dragonic'e girmek mümkün değil.]

 

“Demek böyle bir sistem.”

 

Bir egemen görevi.

 

“Orada uygun bir mücadele olacak mı?”

 

Choi Hyuk, savaş meydanına bakarken mırıldandı. Normaldi. Ani saldırı stratejilerini doğru bir şekilde uygulayıp yöneticilerin konumlarını bulmak için önceki keşifleri işe yaramıştı. Bütün komutanları öldükten sonra Lao Ban klanı basit bir çeteden başka bir şeye dönüşmemişti.

 

“Çok sıkıcı.”

 

Güçlü olduklarına inanan bebek civcivler. Bu civcivlere karşı savaşlar her zaman acı ve sıkıcıydı. Bu aptallarla değil, gerçek düşmanlarla savaşmak zorundaydı. Gerçek bir düşmana karşı savaşmak istiyordu. Choi Hyuk’un vücudu ısındı. Güçlenmeliydi. Daha güçlü rakiplere karşı savaşmak istiyordu. Bu, savaştan zevk almak isteyen içgüdülerinden mi yoksa intikamdan mı kaynaklanıyordu, hangisinin olduğunu ayırt etmenin zor olduğu bir noktaya gelmişti.

 

**

 

O gün, Lao Ban klanı yıkıldı. Durum, portaldan kaçan kurtulanlar tarafından dünyaya yayıldı. Kolonileştirilmiş topraklar arasındaki geçiş yolu, köle pazarının yıkılması, Lao Ban’ın portalının kapanması, Vahşi Savaşçıların korkunç dövüş yeteneği, bu olayın haberi dünyanın her yerinde olay yarattı.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44256 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr