Bölüm 37: Mola Zamanı (5)

avatar
3841 3

Sovereign of Judgment - Bölüm 37: Mola Zamanı (5)


 

Çevirmen: SaintReaper Düzenleyen: Kharsmi

 

Chu Youngjin’in onlara katıldığı gündü. Choi Hyuk karmasını ve takipçilerini eğitmeye başlamak istiyordu. Bu onun asıl planıydı.

 

Ancak Lee Jinhee itiraz etti.

 

‘’Ehhhh? Ne! Bundan daha önemli bazı şeyler var.’’

 

‘’Önemli?’’

 

Baek Seoin bile kadının itirazına aynı tepkiyi vermişti.

 

‘’Liderin unutmasını anlayabilirim ama Baek Hyung’a ne demeli?’’

 

Şaşıran Lee Jinhee konuştu.

 

‘’Ne var!’’

 

Ancak, kadını anlayan kimse yoktu. Nihayet, hayal kırıklığı içinde sesini yükseltti.

 

‘’Bir cenazeye gitmemiz gerekmiyor mu?’’

 

Bu sözlerle Choi Hyuk ve Baek Seoin gerildi ve Chu Youngjin’in kalbi boşaldı.

 

**

 

Travma sonrası stres bozukluğu.

 

Uyuşukluk, uykusuzluk, asosyal davranışlar ve konsantrasyon kaybı felaketten sonra herkesin ortak sorunuydu.

 

3 gün mola. Başlangıçta iyiydi. Ancak, daha fazla zaman geçtikçe, cehennemin gün geçtikçe yaklaşması daha da acı verici olmuştu.

 

3. gün, hayatta kalanların kampında atmosfer karışıktı. İnsanlar diğerleriyle konuşmaya çalışmıyorlardı. Diğerlerini rahatlatmayı bile denemiyorlardı. ’Her şekilde benim acım yine benim acım. Daha iyi olmayı ummuyorum. Hikayelerimizi paylaşsak da daha mutlu olmayacağız. Sadece her şey bok gibi.’

 

İnsanlar dışarıdan iyi görünseler bile içeriden bakınca bazı sıkıntılar çekiyorlardı. Bu Choi Hyuk ve Baek Seoin için de aynıydı.

 

Choi Hyuk şu anda 18 yaşındaydı. Acilen yapılan bir cenaze töreni için tecrübeye sahip olmadığı söylenebilirdi.

 

Ancak bu durum 26 yaşında ailesinin cenazesini bekleyen Baek Seoin için de oldukça benzerdi, fakat bunun hakkında bir kere bile düşünmemişti.

 

Yalnız değillerdi. Gençten yaşlıya, hayatta kalanların arasında bile bir cenazeye sahip olmak kesinlikle anormaldi. Kimse acısını kimseyle paylaşmıyordu, belki yas tutmayı düşünüyorlardı.

 

Belki çok yorgundular belki de yaygaraya gerek olmadığını düşünüyorlardı. Böyle berbat bir deneyimden sonra eleştirileceklerini de düşünüyor olabilirlerdi.

 

Birbirlerinin durumunu okuduklarından mı bilinmez, herkes daha kötü olmaya başladı.

 

‘’Bu doğru degil!’’

 

Ancak, Lee Jinhee bazı güçlü prensiplere sahipti. Diğerlerinin nasıl göründüğüne dikkat etmiyordu. O sadece kendi değerlerine dikkat ediyordu. Kekeleyen Choi Hyuk, Baek Seoin ve Chu Youngjin’i kenara itti. Davranışları rahatsızlık veriyorsa ne olmuş? Endişelerini bir kenara atmıştı.

 

Lee Jinhee kesin konuştu, ’’Bunu yapmalıyız!’’ Üçlünün dingin kalpleri kıpırdandı. Gerçekten yapmak zorundaymış gibi hissediyorlardı.

 

Baek Seoin bir bankaya ilerledi ve biraz para çekti. Kendi banka hesaplarını ve kartlarını kaybeden hayatta kalanlara kıyasla hiç zorlanmamıştı.

 

Baek Seoin okul için biriktirdiği tüm parayı çekti. Lee Jinhee zaten sahip olduğu tüm parayı çekmişti.

 

Para zaten dünyevi hayattan bir şeydi, çoktan değerini kaybetmişti.

 

Bu para ile, Baek Seoin ve Lee Jinhee kasımpatı, tütsü, yiyecek, alkol, tek kullanımlık mutfak eşyaları ve hatta uzun bir masa almışlardı. Kişisel olarak her şeyi almış ve teslim etmişlerdi, hiçbir şeyi cenaze servis şirketlerine bırakmamışlardı.

 

Choi Hyuk onları takip ederken anne ördeği takip eden yavru ördek gibiydi. ’Cenaze’ kelimesini duyduktan sonra hiçbir şey söylememişti.

 

Onlar hazırlıklara devam ederken, güneş yükselmeye başladı.

 

Morronnier parkı. Azize Choi Miyeon’un gömüldüğü tümseğin karşısına üç mezar taşı dikilmişti.

 

Birinin üstünde Baek Seoin’in ailesinin isimleri yazıyordu.

 

Bir diğerinde Chu Youngjin’in kız arkadaşı, Lee Hyejin yazıyordu.

 

Son olarak, Jung Minji’nin adı son mezar taşında yazılıydı.

K.N: Ölümüne çok üzülmüştüm :(

 

‘’…Hadi Jung Minji için bir tane yapalım…’’ Choi Hyuk’un önerisi ile Jung Minji için bir tane yapmaya koyuldular.

 

Seonbuk bölgesinin hayatta kalanları, Choi Hyuk’un grubu kaldırım taşlarını alırken ve yontularak yapılmış mezar taşını dikerken uyuşuk gözlerle izliyordu. Choi Miyeon’un hayranları Choi Hyuk’u tanıdı ve onlara yardım ettiler.

 

Lee Jinhee onlara söyledi.

 

‘’Baylar ve bayanlar. Mezar taşlarını da yapmalısınız. Size yardım edeceğim.’’

 

Tabii ki, birçok kaybolmuş insan vardı.

 

Kadının kelimeleri ile gözyaşları damlamaya başladı.

 

‘’Hayır…biz…’’

 

Bir türlü istediklerini söylemek için kelimeleri bir araya getiremiyorlardı. Aralarından bir adam bir kaldırım taşı aldı ve üzerine bir isim oydu. Bu karısının adıydı. Taşı yerleştirdi. Choi Miyeon’un mezarının karşısına.

 

‘’Şimdilik, ben… ben bunu yapacağım. Eski püskü fakat azizenin karşısında olduğuna göre… yani… üzgünüm… üzgünüm Hyeyeon…’’

 

Adam kelimelerini tamamlamaktan acizdi.

 

Lee Jinhee ona sarıldı ve omzunu sıvazladı. Hıçkırık. Burun çekme. Adam göz yaşlarını geri tutmaya çalışıyordu fakat bir kere düşmeye başlayınca, durdurmak kolay değildi.

 

Tak. Tak. Whoosh.

 

Baek Seoin bir kibrit çaktı ve tütsü yandı. Duman sessizce yükseldi. Yine de duman havada düz bir hatta yükseliyordu.

 

Tütsü yandı ve kasımpatıyı ailesinin isminin önüne yerleştirdi.

 

Bir, iki…

 

İkinci secdesinde, Baek Seoin hemen kalkamadı. Omuzları titriyordu. Yavaş, yavaş kalkmadan önce secde duruşunda birkaç şey mırıldandı. Gözleri kızarmıştı fakat göz yaşı yoktu.

K.N: Secde en yakın çeviri oluyor. 

 

Choi Hyuk Baek Seoin’in yöntemini izledi ve onu tam olarak takip etti. Annesinin kabrinin önüne kasımpatıyı yerleştirdi, tütsü yaktı ve iki kez secde etti…

 

Chu Younjin’de aynıydı. Lee Jinhee’nin kelimelerini takip etti. ’’Sadece Baek Hyun ne yaparsa onu yapmalısın. Ağlaman sorun değil fakat çok fazla göz yaşı dökme.’’

 

İlgili yerlere her biri secde etti ve sonra geri dönüş yollarındaki diğer mezar taşlarına secde ettiler. Baek Seoin’in ailesinin mezar taşının önünde Choi Hyuk konuştu, ’’Huzur içinde dinlen.’’ ve onunla aynı yaşlarda olan Lee Hyejin’in mezarının önünde, ’’İyi bir yere git.’’ Son olarak Jung Minji’nin mezarının önünde konuştu, ’’İyi dinlen. Elinden geleni yaptın.’’

 

Fazla değildi. Ne dokunaklı ne de garipti. Bu sadece ölümlerini onaylamak için bir süreçti.

 

Basitçe kendilerini düşünmemişlerdi, ’’Öldün mü? Gerçekten öldün mü? Bu kadar kolayca? Gerçekten?’’ 

 

’Öldün mü?’ ’Öldüm.’ ’Gerçekten mi?’ ‘Gerçekten.’ ‘Şimdi ne?’ ‘Bilmiyorum…hadi sadece bir şey yapalım ve birlikte oturalım.’ Bu gibi görünmez insanlarla konuşmak basitçe resmi bir prosedürdü.

 

Ancak, insanlar bu formaliteye ihtiyaç duyuyor gibi görünüyordu.

 

Bir kişi, iki. daha ve daha fazla insan törenleriyle ilgilenmeye başladı.

 

‘’Nasılsın?’’

 

Boş ifadesi ile oturan bir büyük anne sordu.

 

‘’Onlar benim ailem. Oradakiler de arkadaşım.’’

 

Baek Seoin yeni dikilmiş mezar taşlarını işaret etti ve anlattı.

 

‘’Öyleyse kaybın için üzgünüm… (iç çekme). Üzgünüm. Hala takdire şayansın. Çok hayranlık uyandırıcısın.’’

 

Büyük anne omzuna vurdu. Lee Jinhee kadına yaklaştı.

 

‘’Büyük anne. Büyük anne de yapmalı.’’

 

‘’İç çekme, iyiyim. Siz gençler dayanıklısınız… Sadece ne oluyor? Ne oluyor?’’

 

Nazik bir iç çekmeydi. Büyük anne Lee Jinhee’nin elini tutsada hafif zırh giyiyordu ve sırtında bir mızrağı vardı. Bu bir ay önce hayal edilemez bir sahneydi. Dünya çok hızlı değişmişti.

 

Fakat, yine de basit temeller değişmemişti. Diğerlerinin acısını paylaşıyor ve onlara yakınlık gösteriyordu.

 

‘’O zaman lütfen bu yoldan gel ve ye.’’

 

Lee Jinhee bir kenara yiyecek istiflemişti ve tek kullanımlık tabaklara koyup masanın üzerine yerleştirmişti.

 

‘’Tamam… tamam.’’

 

Büyükanne hafif zırhını ve mızrağını söktü. Sonra her bir mezara kasımpatı yerleştirdi. Lee Jinhee’nin ona gösterdiği yere otururken ellerini birleştirdi ve kısaca dua etti.

 

Bu başlangıçtı.

 

Daha ve daha fazla insan toplanmaya başladı. Choi Hyuk’un annesinin, azize Choi Miyeon olduğunu fark edenler önce gelmişti. İlk başta bunun anlamsız olduğunu söyleyen insanlar bile daha fazla kişi toplandıkça ve sevdiklerinin hatıraları akıllarına gelince çenelerini kapattı.

 

Garip bir atmosfer oluştu. Halka açık katılım daha çok insanın katılmasını sağladı. Bazıları sevdikleri için mezar taşı yaparken bazıları isimlerini kaldırım taşına kazıdı ve sonra yerleştirdiler. Secde ettiler, dua ettiler ve sonra birlikte yediler.

 

Bu hareketler farklı insanlarca tekrar edildikçe akrabalık duygularını hatırladılar ve birbirlerine şefkat gösterdiler.

 

İnsanların sayısının artması nedeniyle, yemek bitti. Bu olduğunda, bazıları daha fazlasını aldı.

 

Akşam yemeği, güneş ışıkları kaybolunca ve gökyüzü karardığında sona erdi. Bazıları bir mum yaktı. Sonra, daha ve daha fazla mum yakıldı.

 

Bu cenaze topluluğu internete yüklenmiş gibi görünüyordu. Her nasılsa, Mapo ve Kangdong bölgelerinden hayatta kalanlar öğrenmiş ve bir araya gelmeye başlamışlardı.

 

Mavi evde kalan Bae Jinman bile gelmişti. Secde etti, çok sayıda kaldırım taşının üzerine isimler kazıdı ve onları yığdı. Ardından Choi Hyuk’a baktı, ellerini tuttu ve ayrılmadan birkaç dakika önce kafasını salladı. Göz yaşlarını göstermemek için elinden geleni yapmıştı ama ağlamıştı.

 

Bütün yemek yenilmiş olmasına rağmen, gece yarısına uzadı insanlar hâlâ dağılmamıştı.

 

Tören ateşleri çeşitli yerlerden püskürmeye başladı. İnsanlar her birinin etrafına kurulmuştu.

 

Diğer güçlere karşı sahip oldukları koruma uzun süre önce kaybolmuştu. Gençler, yaşlılar, kadınlar ve erkekler arasında ayrım yoktu. İnsanlar serbestçe hareket etti. Hikayelerini paylaşmak ya da paylaşmamak hakkında özgürlerdi. Sadece samimiyeti hissetmek için ateşin etrafına kurulmuşlardı.

 

Kimin çaldığını bilmemelerine rağmen çalınmaya başlanan enstürmanın olağanüstü sesini duyuyor ve düşük sesle mırıldanıyorlardı.

 

‘Bu…’

 

Bazı nedenlerden dolayı, Choi Hyuk tıkandı. Annesiyle geçirdiği zamanlara benziyordu. Bu barış dolu gece, boş gözlerle çalışan annesine bakarken uyuyakaldığı zamanlardaki gibiydi.

 

Gözlerini kapadı. O anın sükunetini ve güzelliğini unutmamayı diledi. Fakat yine de…

 

Ateş.

 

Elini ateşin içine soktu.

 

Tadak. Tadak.

 

Yanan bir ateş. Ancak, onun 2 yıldızlı dayanıklılığı ile yanması kolay değildi. Choi Hyuk boş boş yanan ateşin içindeki eline baktı.

 

Bu gecenin huzurunu binlerce bıçak batırılıyormuş gibi hissettiği elinin acısıyla unutmamaya karar verdi. Bunun bir hatırlatma olacağını düşünüyordu.

 

Ellerini ateşe koymuş Baek Seoin ve Chu Youngjin'in aynı düşüncelere sahip olup olmadığı belirsizdi.

 

‘’Çılgın. Onlar Çılgın.’’

 

Şaşıran tek kişi Lee Jinhee idi ve onları azarladı. Onların iyileşme istatistiklerine göre çoğu yanık iyileşecekti ,fakat yine de, neden böyle aptalca  şeyler yapıyorlardı?

 

‘’Kesin Şunu.’’

 

Lee Jinhee elini ateşlerin arasına soktu. Lee Jinhee’nin küçük eli parmaklarından yakaladığı gibi onların elini dışarı çekti. Bir anlığına hepsinin elleri birleşmişti.

 

Choi Hyuk sanki şakaymış gibi aniden konuştu.

 

‘’Lütfen bana dikkat et.’’

 

Beceriksizce güldü. Ve…

 

‘’Oww… elim acıdı…’’

 

Lee Jinhe ateşler içindeki eli sallarken mırıldandı.

 

Böylece, ertesi günün sabahı başladı. Yükselen güneş sayısız ismin kazındığı Marronnier parkın üzerinde parladı. İsimler arasında Song Simin ve Yoon Girim bile vardı. İnsanlar ayrım göz etmeden hep birlikte huzur içinde dua ettiler.

 

Bu gece neydi?

 

Bütün insanların birbirine yakınlık, sevgi ve inanç hissettiği bir geceydi.

 

Farklı yaşamların bireysel parçalarından yapılmış bir mozaik.

 

Birbirlerini öldürmek gibi trajedi hiç yaşanmamıştı… güzel bir geceydi.

 

Ve bu gece hiç yaşanmamış gibi bir kez daha trajedi vurdu.

 

Daha fazla şanssızlık ile.

 

Gün aydınlandı ve görevleri başladı.








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44263 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr