Bölüm 40

avatar
5669 39

Solo Leveling - Bölüm 40


ÇEVİRMEN:SNBURAK

EDİTÖR:BLACKLOTUS

 

- "Burada garip bir şey olmayacağına eminim."


"Telefonum yanımda, bir şey olursa beni hemen ara."


- "Anladım Şef."


Ahn Sahng-Min görüşmeyi ancak sağ kolunun onun 'isteğini' duyduğundan emin olduktan sonra bitirdi. İşte tam bu noktada aç olduğunu hissetti.


Güm…


'Bu konuya çok fazla önem veriyorum...'


Öğle yemeği saati geçip gitmişti ama Seong Jin-Woo'nun gelişi için nefes nefese bekliyordu ve bu arada yemek yemeyi unutmuştu.


Mesele şu ki Yu Jin-Ho'nun ekibinin ne zaman burada görüneceğini bilmiyordu ve bu yüzden yiyecek bir şeyler satın almak için yerinden ayrılamamıştı.


Artık biraz rahatladığına göre Ahn Sahng-Min, markete gitmeden önce yemek yiyebileceği bir yer bulmak için çevresine baktı.


'Yiyecek masraflarından kaçmaya çalışmıyorum tabii...'


Kimse onunla dalga geçecek değildi ama ister istemez tek başına bir restorana veya bir lokantaya girmenin biraz kötü olduğunu düşündü. Böylece, uzun bir müzakereden sonra marketten hazır ramen aldı.


Dükkândan kaynar su aldı ve tahta çubuklarını hazırlamadan önce üç dakika bekledi, ama sonra...


Ring…


“Eii! Burada yemeye çalışıyorum, şimdi kim beni aramaya cesaret ediyor?!”


Telefonun ekranına baktığında tanıdık bir isim gözüktü.


[Sağ Kol]


'Hyun Ki-Cheol, seni aptal...'


Ahn Sahng-Min, öfkeyle dolu telefonu açtı.


"Neden beni hemen arıyorsun?"


- "Şef, öyle değil..."


"Ne demek öyle değil? Beni boşuna arıyorsan gelecek hafta boyunca öğle yemeği olarak fincan ramen dışında hiçbir şey yemeyeceksin!!"


- "Öyle değil, Şef! Bu ikisi Kapı’dan çıktı!!"


Tıpkı bir filmin duraklatılmış bir karesi gibi, Ahn Sahng-Min'in eli, ağzına erişte dolu yemek çubuklarını götürmeden önce havada donmuştu.


"Ne dedin??"


- "Şimdi, Yu Jin-Ho ve Seong Jin-Woo Kapı’dan çıktılar, Şef! Ve ekibin geri kalanıyla birlikte ayrılmaya hazırlanıyorlar!"


Gerçekten de yanlış duymamıştı.


Ahn Sahng-Min aceleyle saatine baktı.


"Ama henüz 30 dakika bile olmadı! Baskının ortasında vazgeçtiler mi?"


- "Hayır, Şef. Kapı şu anda titriyor."


Bu ne saçmalıktı?!


Farklı C-Seviyeli zindanlar arasındaki zorluk biraz değişse bile kimsenin bunlardan birini 30 dakikadan daha kısa sürede temizleyebilmesinin hiçbir yolu yoktu!


"Tekrar kontrol et! Kapı gerçekten mi kapanıyor?"


- "Evet, Şef. Kayda alıp göndereyim mi?"


“... Hayır, gerek yok.”


Ahn Sahng-Min görüşmeyi sonlandırdı ve şaşkın bir şekilde boş havaya baktı.


C-Seviyeli bir zindanı 30 dakika içinde temizlemek… Bir A-Seviyeli Avcı’nın 2 saatini alır mıydı?


Ne komik bir düşünce, o adam sadece B-Seviyeli...


Eğitimli tahminini yapmak için sadece nesnel bilgileri kullanarak o zaman en azından...


"A-Seviyesinin üstünde ..."


Artık bu hayal edilemeyecek kadar büyük bir ikramiyeydi.


***


Kapı’nın dışında…


"Hyung-nim. Daha sonra başka işin mi var?"


"Hayır, yok. Neden soruyorsun?"


"Daha önce bu kadar acele ettiğini görmedim."


Yu Jin-Ho bugün gerçekten şaşırmıştı.


Jin-Woo'nun güçlü olduğunu çok iyi biliyordu, ama bugün tamamen başka bir boyutta gibi görünüyordu.


Ancak bu olağandı, gerçekten.


Jin-Woo içinden güldü.


‘Sonuçta, bu zindandaki canavarlar Kurt Adam’dı.’


[Unvan: Kurtların Katili]


Kurt avlama becerisine sahip bir avcıya verilen Unvan. Hayvan türü canavarlarla karşılaştığınızda, tüm İstatistikleriniz %40 artar.


'Kurtların Katili' unvanıyla verilen geliştirme elbette Kurt Adamlara karşı çalışmıştı.


Bu geliştirmenin ona yardımı bir kenara bırakıldığında seviyesi zaten oldukça yüksekken bir C-Seviyeli zindandaki canavarlar onunla nasıl başa çıkabilirdi ki?


Bu sayede Yu Jin-Ho, tüm bu sihirli kristalleri ölü canavarlardan çıkarmaya çalışırken gerçekten meşguldü. Hatta HP iksirinden beş şişe bile içmek zorunda kaldı.


İksirler karnını tamamen doyurduktan sonra öğle yemeği yiyemeyeceğinden şikâyet ederek birkaç kez başını sallıyordu.


‘Öyle tabii, ama...'


Jin-Woo yavaşça başını kaldırdı.


Birinin bakışlarını bir yerden geldiğini hissediyordu.


'Sihirli bir enerji hissetmiyorum, bu yüzden Avcı olamaz.'


Etrafına bir göz attı, ama şüpheli kimseyi göremedi.


Kim olduğunu bulma konusunda ciddileşirse onu bulurdu; ama sonra hedef herhangi bir öldürme ya da düşmanca niyet yaymadığı için suçluyu bulması çok uzun zaman alırdı.


'…...'


Hiçbir şey de olmayabilirdi.


Belki de kaçınılmaz olarak bakışlar çok geçmeden ortadan kayboldu.


"Hyung-nim, her şey yolunda mı?"


“…Bir şey yok. Hadi gidelim.”


Burada boşa harcayacak zamanı yoktu.


Jin-Woo etrafa son bir kez baktı ve minibüse bindi.


*


Ona ikinci Kapı’nın bulunduğu yerde hiç kimsenin baktığını hissetmedi.


... Hem giriş yaptığı zaman hem de çıkarken.


'Aşırı mı temkinliydim?'


Ciddi bir şey olmadığını bilmek çok rahatlatıcıydı.


Bu sırada Yu Jin-Ho yanına yürüdü ve özür dileyerek başını eğdi.


"Hyung-nim, çok üzgünüm. Bugünlük son Kapı burası. Diğerleri buradan çok uzaktı."


"Endişelenme. Özür dilemen gereken bir şey değil."


Güneş gökyüzünde hala oldukça tepedeydi ancak ikilinin tuhaflıkları sayesind, bölgede ortaya çıkan hemen hemen her Kapı’yla ilgilenilmişti bu yüzden günleri burada sona ermeliydi.


"Çok çalıştığınız için teşekkürler, millet."


"Ne demek o? En çok çalışan sensin, baskı lideri."


"Yarın görüşürüz."


"Rahat ol."


Herkesi gönderdikten sonra kalan iki adam minibüsün sürücü ve yolcu koltuklarına oturdu.


"Seni eve bırakayım, hyung-nim."


Kimse fark etmeden önce Yu Jin-Ho güvenilir bir şoför olmuştu. Direksiyonun arkasında oturması artık tamamen normal görünüyordu.


Jin-Woo, Yu Jin-Ho'ya acıyan gözlerle baktı.


'Lonca Ustası olmak istediği için varlıklı bir ailenin oğlu şoför olarak çalışmak zorunda…


Yu Jin-Ho, Jin-Woo'nun ona baktığını fark etmeden önce gaz pedalına basarken parlak bir şekilde gülümsüyordu ve eşit derecede parlak bir sesle sordu.


“He? Yüzümde bir şey mi var, hyung-nim?”


“...Hayır. Boş ver.”


Jin-Woo, aniden oldukça önemli bir şeyi hatırlamadan önce hiçbir şey bilmiyormuş gibi davrandı ve zamanı kontrol etmek için telefonunu çıkardı.


'Şu anda... 16.46.'


Gerçekten de eve gitmek için henüz çok erkendi. Hala yapabileceği bir şeyi olduğu için ne kadar şanslıydı.


‘Buralardaydı, değil mi?'


Anılarına göre, en azından.


Jin-Woo hızla konuştu.


"Hey, Jin-Ho."


"Evet, hyung-nim?"


Yu Jin-Ho profesyonelce direksiyonu çevirirken cevap verdi. İkisinin olduğu minibüs virajda sorunsuz bir şekilde ilerledi.


"Mirae mağazasına git."


"Mirae mağazası mı?"


Yu Jin-Ho şaşkın bir ifade takındı.


"Evet. Hadi oraya gidelim."


“Şey, evet. Buradan köşeyi dönünce ama... Avlanma sırasında fark ettim, yani, gerçekten hiçbir şey yok mu, hyung-nim?”


“...Nedense son zamanlarda gerekenden çok daha fazla konuşuyorsun.”


Bu, Yu Jin-Ho'nun sadece ileriye bakmasını sağladı.


"Işık hızında oraya gideceğim, hyung-nim. Lütfen sıkı tutun."


Yu Jin-Ho tutumunu hızla değiştirdi ve minibüsü bir dublör gibi sürdü, fren pedalına hiç basmadı.


Çok uzak olmadığı için hedefe oldukça hızlı bir şekilde ulaştılar.


Minibüs binanın önünde fren sesiyle durdu. Seul'ün Merkez İş Bölgesi’nin tam ortasında bulunan Mirae mağazasının genel ortamı görülmesi gereken bir şeydi.


Jin-Woo minibüsten indiğinde Yu Jin-Ho onu takip etti.


"Hyung-nim, Loncamız böyle bir binayı gelecekte merkezimiz olarak kullanmalı. Ne düşünüyorsun?"


Yu Jin-Ho mağaza binasına baktı ve şakayla karışık konuştu.


Ancak cevap gelmedi. Burada bir şeylerin garip olduğunu hisseden Yu Jin-Ho aceleyle yanına baktı.


"Ha?"


Jin-Woo artık orada durmuyordu.


"Hyung-nim?"


Etrafına ne kadar bakarsa baksın Jin-Woo iz bırakmadan ortadan kaybolmuştu.


"H-hyung-nim??"


***


[Patronun ölümü ile, zindanın içi orijinal haline geri dönecektir.]


'Mağaza anlık zindanında tekrar iki kez seviye atladım.'


Jin-Woo'yu eve götüren adımlar hafif ve neşeli idi.


Bir süre olmuştu ama anlık zindanın anahtarı nihayet son zamanlarda rastgele kutudan çıkmıştı. Ve bu anahtarın Mirae mağazasında 'kullanılması' gerekiyordu.


Ne zaman gideceğini merak ediyordu ancak kendini yeterli boş zamanı olduğu için bugün bu yeri ziyaret etmeye karar vermişti.


["H-hyung-nim??"]


Jin-Woo, Yu Jin-Ho'nun onu aradığındaki şaşkın yüzünü hatırladı ve istemsizce kıkırdadı.


Sonra telefonu birdenbire kapandı.


Yanıtlamadan önce telefonun ekranındaki numarayı kontrol etti, ancak tanıyamadı.


'Kim olabilir?'


Hala lisede iken kız kardeşine bir anne olmaya çalışmakla meşguldü ve mezun olduktan sonra hemen bir Avcı olarak başlamıştı, bu yüzden Jin-Woo'nun tanıdıkları oldukça azdı.


'Bilinmeyen numaralardan çağrı almamalıyım...'


Başını sadece bir iki saniye eğdi. Şimdilik cevap vermeye karar verdi.


"Merhaba."


- "Merhaba. Bay Seong Jin-Woo’yla mı görüşüyorum?"


Bir erkeğin açık ve dostça bir sesiydi.


Jin-Woo bunu duyduğu anda telefonu kapattı.


Tık!


‘Deneyimlerime göre, bu %99 ihtimalle bana bir şeyler satmaya çalışan ya da beni kredi almaya ikna etmeye çalışan biri.'


Telefonunu tekrar cebine koymak üzereyken tekrar çaldı.


Bızzz...


Ve aynı numaraydı.


'Ne? Eşya satan biri değil mi?'


Normalde bu satış görevlileri satış hedeflerini karşılayabilmeleri için önlerine geleni ararlardı, bu da bağlantı kesilir kesilmez onu hemen asla geri çağırmayacakları anlamına geliyordu.


Neden mi? Bunun zaman kaybı olacağını anlayacak kadar çabuk zekalı oldukları için.


'Yani, diğer taraftaki adamın benimle bir işi var...'


Bu yüzden telefonu bu kez düzgünce cevapladı.


"Merhaba, ben Seong Jin-Woo."


- "Ahh, demek doğru numaraydı. Çok çabuk kesildiği için yanlış numarayı aradım sandım. Ahaha."


"..."


Jin-Woo, çağrının sigorta veya benzeri şeyler satmakla ilgili olduğunu düşündüğü mazereti ile özür dileme veya etmeme konusunda 2 saniye boyunca düşündü, çünkü adamın sesi biraz…


Ama sonunda özür dilememeye karar verdi.


‘Şimdi özür dilemek daha da kötüleştirecek gibi geliyor.’


Kısa bir sessizlik sonrasında satıcı, hayır, bir satıcı sesine sahip adam gecikmiş tanıtımını yaptı.


- "Ah, nerede benim görgüm? Kendimi geç tanıttığım için üzgünüm. Ben Ahn Sahng-Min, ve Beyaz Kaplan Loncası için çalışıyorum."


Jin-Woo'nun adımları aniden durdu.


‘Beyaz Kaplan neden beni arıyor?’


Beyaz Kaplan gibi büyük bir Lonca'nın onu birdenbire araması için bir neden düşünemedi.


Düşünebileceği tek şey, bu Lonca'nın bu çift zindan olayında ona yardım etmesiydi ama...


‘Çok zaman geçtikten sonra o günün meselelerini araştırmak için aramadıklarına eminim.’


Bilmeden bekleyemedi bu yüzden Ahn Sahng-Min'in devam etme şansı olmadan önce Jin-Woo sordu.


"Beyaz Kaplan Loncası neden beni arıyor?"


- "Konu telefonda tartışmak için biraz hassas, bu yüzden size gelip yüz yüze sohbet edebilir miyim?"


Adam onu görmeye geleceğini söylüyordu, Jin-Woo'dan gelmesini istemiyordu bu yüzden reddetmesi için gerçek bir neden yoktu.


Üstelik yarından sonraki gün bir işi yoktu.


'Yu Jin-Ho, evde bir etkinlik olduğunu söylemedi mi?'


Yu Jin-Ho, o gün büyük bir aile etkinliği olduğunu ve herkesin olması gerektiğini söyleyerek anlayış göstermesi için yalvarmıştı, yani herhangi bir baskın yapmayacağı anlamına geliyordu.


'Büyük bir aile etkinliği, ha...'


Bir chaebol'ün aile etkinliğini düşününce Jin-Woo sadece beş yıldızlı bir otelin resepsiyon salonunda lüks ve özenli partiler düzenlendiğini hayal edebiliyordu. Bunun için dizileri suçlamalı mıydı?


Her durumda o gün için randevu ayarlamak kolay olurdu.


"Perşembe günü boş zamanım var."


- "Şey… Şimdi buluşsak sorun olur mu?”


Şimdi?


Jin-Woo saatini kontrol etti.


Telefonun ekranındaki saat akşam sekizi gösteriyordu.


"Ama, saat sekiz olmuş."


- "Merak etmeyin. Yakında sizi bekliyorum. Azıcık konuşmak istiyorum."


"Yakınlarda mı?"


- "Yakınınızdaki bir kafedeyim."


Ahn Sahng-Min kafenin adını söyledi.


Jin-Woo bu yeri oldukça iyi biliyordu.


Evine yakındı, bu yüzden sık sık geçiyordu ve sadece bu da değil, aynı zamanda Yu Jin-Ho ile de orada buluşmuştu.


Jin-Woo'nun gözleri kısıldı.


'Bu adam nerede yaşadığımı biliyor.'






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44240 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr