Bölüm 58: Gökyüzü Aydınlandı (Cilt Sonu)

avatar
2815 0

Seeking the Flying Sword Path - Bölüm 58: Gökyüzü Aydınlandı (Cilt Sonu)


 

Çeviri: Xanaphia Düzenleme: Kharsmi

 

Bir fırtınadan sonra Ulu Hakimiyet Eyaleti’nin dışındaki patikalar iyice çamur olmuştu.

 

Bir at arabasıyla Qin Yun’un ailesi geniş bir yolda ilerliyordu. Kız kardeşinin eski kişisel eşyalarının da olduğu mezarına gidiyorlardı.

 

Changlan para yakarken, gözyaşları sessizce yanaklarından süzülüyordu.

Ç.N: Ölenler için para yakmak gibi bir adetleri varmış Çinlilerin.

 

Yanında da Qin Liehu sessizce mezara bakıyordu.

 

Qin An tüm ailesiyle gelmişti. Karısı çocuklarına sessizce halalarını tanıtıyordu, “Sizin bir halanız vardı, artık burada dinleniyor…”

 

Qin Yun mezar taşındaki isme baktı—“Qin Hongxiang”

 

“Kardeşim...” dedi sessizce, “Nihayet Su Tanrısı’nı öldürdüm. Nihayet öcünü aldım.”

 

 

“Ateş!”

 

Yüzlerce askerin arbaletinden çıkan oklar gökyüzünü yararak hedeflerindeki dağ kampının üzerine yağıyordu. Kamptaki şeytanlar panik içinde bir oraya bir buraya kaçarken, gerçek formlarına dönüp yere yığılıyorlardı. Dağ kampında kayaların arkasına saklanan birçok şeytan vardı.

 

Gökyüzünde devasa bir kırmızı su kabağına binmiş kırmızı elbiseli bir kadın vardı. Aşağısında olanlara soğuk gözlerle bakıyordu. “Daha ne kadar bu anlamsız müdafaayı sürdüreceksiniz?”

 

“Phew—”

 

Kırmızı su kabağı aşağıya yakıcı alevler kusmaya başladı, altındaki alan adeta bir cehenneme dönmüştü. Koca dağ kampı yanmaya başlamıştı ve saklanan dikkatli şeytanlar ölmeden önce çığlıklar eşliğinde gerçek formlarına dönüşüyorlardı.

 

Bazı şeytanlar yeri kazıp kaçmıştı, bazıları da gerçek formlarına dönüşüp dağın derinliklerindeki kayaların çatlaklarına saklanmıştı. Ancak böyleleri hayatta kalabilmişti.

 

“Ne korkutucuydu ama!”
“Bu insanlar yürek mi yedi? Bize saldırdıktan sonra Su Tanrısı’nın sellere yol açacağını bilmiyorlar mı? Birçok insan sele kapılıp sefilce ölecek!”
“İnsan ordusunun dediklerini duymadın mı? Su Tanrısı öldü. Öldü artık!”
“Ne? Nasıl olur? İşimiz bitti. İyi günlerimiz sona erdi o zaman!”

 

Şeytanların dağların ve büyük göllerin derinliklerinde oldukları söylenirdi.

 

Neden mi?

 

Çünkü orada saklanmaları gerekiyordu. Eğer ortalık yerde dolaşırlarsa, insanlar bir an bile düşünmeden onları öteki dünyaya gönderiyordu! Sadece korkutucu ulu şeytanların, göklere meydan okuyacak gücü olan şeytanların kendisini koruyacak gücü vardı ve onlar insanları çaresiz bırakıyordu. Geçmişte, Su Tanrısı Sahte Nüve Aşaması’ndaki tek şeytandı. İnsanlar arasında Altın Nüve Aşamasında birçok yetişimci vardı ama Su Tanrısı kadim su maymunu soyundan geliyordu. Nehirdeyken onu öldürmelerine imkan yoktu. Ayrıca sellere yol açabiliyor ve birçok insanın ikamet ettiği köyleri haritadan silebiliyordu. Doğal olarak İmparatorluk Hükümeti’nin eli kolu bağlı kalıyordu.

 

 

Askerler Ulu Hakimiyet Eyaletinden harekete geçmişti. At sırtında her yöne dağılmışlardı, arbaletlerindeki okları gökyüzüne salındığında şeytan katliamı başlıyordu.

 

Bazı kritik yerler güçlü bir direnişle karşılaşıyordu ve Cennetin Denetleyici Elçileri harekete geçiyordu. Dharmik Dao’da derin kişilerdi ve bu sayede direnişleri kolayca kırıyorlardı.

 

Su Tanrısı’nın sel tehdidi olmayınca İmparatorluk Hükümeti tüm gücüyle ilerleyebiliyordu. Küçük şeytanlar buna nasıl karşı koyabilirdi ki? Çok kısa sürede Ulu Hakimiyet Eyaleti’ndeki şeytanların yüzde yetmişi öldürülmüştü. Kalan şeytanlar da çılgınca dağların derinliklerine ve göllerin diplerine kaçıyordu.

 

“İnsan eti olmayınca günler geçmiyor.”
“Dayanmaktan başka çaremiz yok. Ordu eninde sonunda ayrılacak. Sonsuza kadar savaşamazlar. Vakit geldiğinde gizlice çıkıp dişimize göre birkaç insan yakalayabiliriz.”
Ve böylece şeytanların gizlenme süreçleri başlamıştı.

 

Eyaletin bazı bölgelerinde çaresizce çocuklarını yollayan konvoylar da geri dönüyordu. Aileler umutlarını kestikleri çocuklarını tekrar görebilmenin sevincini ve heyecanını yürekten yaşıyordu.

 

“Oğlum!”
“Küçük Ya, Küçük Ya!”
“Er’gou, Er'gou!”

 

Köylerinden ayrılan çocuklarını gören aileler gözyaşlarıyla yavrularını kucaklıyordu. Şimdiye kadar çocuklarının çoktan yendiğini düşünüyorlardı ama hepsi tek parça geri dönmüştü.

K.N: Valla iyi hayır duası aldı bizimki :D

 

İki asırdan fazla süredir devam eden düzen ilk kez bozuluyordu.

 

Yükseltilmiş bölgedeki Chang’er ailesi de çocuklarına kavuşmuştu.

 

Çocuk bağırıyordu, “Baba, Anne!”

 

Xiao E, heyecandan ayakta duramıyordu çocuğunu kucaklarken gözyaşları kıyafetlerini ıslatıyordu.

 

Gördükleri karşısında Chang’er’in neredeyse heyecandan dili tutulmuştu, suratı tarif edemediği duygular yüzünden kıpkırmızı olmuştu. “Gökler bize lütfunu bağışladı.”

 

Sırık boylu adam kenardan neşeyle aileyi izliyordu. Kızarmış gözlerle mırıldandı, “Bir daha asla çocuklarımızı böyle teslim etmek zorunda kalmayacağız. Bugünleri de görebildik! Ulu Hakimiyet Eyaleti’nde gökyüzü… sonunda aydınlandı!” Sırık adam elindeki kırmızı ipe sıkıca tutunmuş halde göğe bakıyordu.

 

 

Neşe adeta her yerden fışkırıyordu.

 

Sayısız köy, kasaba ve ilçe şehirleri!

 

Halkın kalbinin derinliklerden gelen neşe ortaktı. Ulu Hakimiyet Eyaleti’nin üzerinden dağılmayan kara bulutlar sonunda kaybolmuştu. Yapılan kutlamalar yeni yıl dönemi kutlamalarını bile aşmıştı. Milyonlarca insan sanki yeniden doğmuş gibi hissediyordu.

 

“Su Tanrısı’nı öldüren yetişimciler büyük bir şey başardılar.”
“Son derece merhametli ve şefkatli insanlar!”

 

Sayısız insan o yetişimcilere minnettar hissediyordu.

 

Ama, son iki yüzyılda birçok Yeni Doğan Alemi’ndeki yetişimcinin hayatlarını riske atarak kurnaz Su Tanrısı’nın karşısına çıkıp bu uğurda öldüklerini bilmiyorlardı. Ancak şimdi, emsalsiz kılıç ölümsüzü Qin Yun’un ve İlahi Gök Meclisi öğrencisi Yi Xiao'nun eforlarıyla Su Tanrısı başarıyla katledilmişti.

 

Ulu Hakimiyet Eyaleti’nde Akşam Çökerken.

 

Bulut Restoran’ının yedinci katında, bir masa birinci sınıf lezzetlerle donatılmıştı.

 

Qin Yun ve Yi Xiao bir korkuluğa yaslanmış Ulu Hakimiyet Eyaleti’ni izliyordu. Her yanda fenerler yanıyordu ve havai fişek sesleri duyuluyordu. Zengin tüccarlar havai fişekler atarak, gökyüzüne sayısız kıvılcım saçıyordu, Ulu Hakimiyet Eyaleti’nde sanki güneş hiç batmıyordu. Birçok çocuk kağıt fenerler taşıyordu ve şehirde aileleriyle oynuyordu. Akrobat takımları ve çeşitli performans sanatçıları şehirde gösteriler düzenlemeye gelmişti. Hatta bazıları bedavaya yapıyordu bunu, bazılarıysa zengin aileler tarafından davet edilmişti. Herkes Su Tanrısı’nın ölümünü içten bir şekilde kutluyordu.

 

Son derece canlıydı şehir.

 

“Şehirde herkesin yüzü gülüyor.” Yi Xiao’nun da yüzü gülüyordu, “Kalplerininin derinliklerinden gelen neşeyi hissedebiliyorum.”

 

Qin Yun da usulca konuştu, “Sonuçta, insanlar iki yüzyıldır acı çekiyordu. Ulu Hakimiyet Eyaleti acılarla yoğruldu. Çok fazla kan ve gözyaşı döküldü.”

 

“Ben milyonlarca kişiye yardım ettiğim için çok mutluyum.” Yi Xiao korkuluktan insanları izlerken adeta gözleri parlıyordu, “Bugün hayatımın en mutlu günü.”

 

Qin Yun dönüp Yi Xiao’ya baktı, profilden görse de gerçekten de Yi Xiao’nun parladığını hissediyordu.

 

Her zaman Yi Xiao’dan gelen bir yalnızlık hissediyordu ama bugün çocuklar gibi durmadan gülümsüyordu Yi Xiao.

 

Qin Yun da korkuluğa tutundu ve sevinç içindeki halka baktı, “Ben de çok mutluyum. On üç yıl bugünleri görmek için yaşadım. Böyle bir görüntüyü düşlemeye cüret bile edemezdim. Ama şimdi kendi gözlerimle buna şahit oluyorum.”

 

Yi Xiao da Qin Yun’a bakıp içten bir şekilde gülümsedi.

 

 

Jiang Bölgesi’nin en büyük gölü olan Bulut Gölü’nün üzerinde ‘Dokuz Dağ Adası’ adlı bir ada vardı. Burada ada boyunca uzanan bir dağ vardı ve sayısız şeytan buraya kaçıyordu.

 

Dokuz Dağ Adası’nın derinliklerinde zengin bir tapınak vardı.

 

Beyaz Kaplan ve diğer şeytanlar kenarda temkinli bir şekilde duruyordu.

 

“Phew—”

 

Başköşede muazzam miktarda yükselen kara sis adeta pıhtılaşıyordu. Sonrasında kara sis bulanık siyah bir figür haline yoğunlaştı ve nihayet siyah cübbeli bir adam belirdi.

 

Kan rengi kaşları vardı adamın ve gözlerindeki kızıllık da adeta kanın kendisiydi. Altındaki öğrencilere küçümserce göz attı. Beyaz kaplan ve diğer şeytanlar anında saygıyla eğilmişti, “Selamlar, Adanın Efendisi.”

 

Kara cübbeli adam altındakilere baktı, “Neden yetişimimdeyken rahatsız ediliyorum?”

 

Büyük bir şeytan bir adım öne çıktı ve saygıyla konuştu, “Efendim, Küçük Kardeş Su Tanrısı yetişimciler tarafından öldürüldü!”

 

“Ne?” Kara cübbeli adamın bakışları adeta çökmüştü. Adamdan yayılan ölüm aurası muazzam bir baskı uygular hale gelmişti. Beyaz Kaplan ve diğer şeytanlar boğulur gibi hissederken şok içindeydi.

Sonraki Bölüm: Buluşma

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44301 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr