Sonsöz: Ölümün Yeri Yok

avatar
1702 0

Sansheng, Wangchuan Wu Shang - Sonsöz: Ölümün Yeri Yok


 

Çeviri: Mehmet Çakıcı    Düzenleme: madShy

 

“Kalbini sökün!”

Yanwang sakince bu kelimeleri yazdı. Varlığımda ilk kez Yanwang’ın sarayında diz çöküyor ona karşı itaatkar davranıyordum.

İnsan dünyasında hiç değilse binlerce insan öldürmüş ve reenkarnasyon döngüsünün düzenini bozmuştum. Kalbimi çıkarmaları çok uygun bir cezaydı. Yanwang benim yüzümden üstlerinden çok baskı görmüş olmalıydı. Araf’a cezamı çekmeye gönderilmeden önce Geçiciliğin Siyah Gardiyanı beni görüp iç çekti “Bir taş olduğun için, öğrendiklerini öğrenmen hiç de kolay olmadı ama şimdi kalbin sökülecek… Hala ruhsal varlığını sürdüreceksin ama hareket edebilen bir taştan ne farkın kalacak ki?” “Hiç değilse beynim hala benimle.” Siyah Geçicilik iç çekerek başını salladı. Küçük Jia ve Küçük Yi de yüzlerinde ona benzer hüzünlü bir ifade taşıyordu. Sadece Beyaz Geçicilik her zamanki sakinliğini korudu: “Pişman mısın?”

Neyi sorduğunu biliyordum. Moxi şimdiye kadar Yeraltı’na döndüğümden haberdar olmalıydı. Şimdiye kadar akıl karışıklığı geçmiş olmalıydı. Bir Tanrı olarak affımı isteseydi cezamdan kurtulmam mümkündü. Hatta başka bir bakış açısından, cezamın sebebi büyük oranda Moxi’ydi.

Ama o hiçbir şey yapmadı. Beni görmeye Yeraltı’na gelmedi bile. Biraz düşündüm, başımı salladım ve cevapladım “Pişman değilim.” “Neden?”

Sonsuz Sarı Şelaleler’e baktım. Orada hayaletler düşmeye devam ediyordu ama benim gözüme çarpan yol kenarındaki zambaklardı. Moxi’yi ilk gördüğüm gün gibiydi, yaşayanların dünyasından gelen ışık yüzeye yansıyor, parıltısıyla çiçekleri ışıldatıyordu.  “Bu sahneyi tekrar görmem ne büyük tesadüf, ama elden ne gelir ki?” İç çektim ve kendimle dalga geçtim; “Belki de kalbimi kaybettikten sonra pişman olurum.” Beyaz Geçicilik başka bir şey söylemedi. Ceza yerime eşlik edip ayrıldı.

Kalp-sökme işlemi pürüzsüzce sona erdi. Cezamı yerine getiren hayalet çabucak görevini tamamladı. Bıçağın içime girdiğini hissettiğim anda sıcak atan kalbim göğsümden çoktan çıkartılmıştı. Sadece yara kapatılırken ağrı hissetmiştim. Görünüşe göre kalbi olmayan bir taş bile acı çekebiliyordu.

Yeraltı’ndaki bir kurala göre ceza almışların başkalarından yardım görmeleri yasaktı. Bu yüzden Sansheng Taşı’na kendi başıma sürünerek döndüm. Kan göğsümden dökülüp ıslak kıyafetlerime bulanıyordu. Taşın içinde yerimi aldıktan sonra Küçük Jia gizlice yanıma gelip belirli bir tür çiçeğin dökülen kanlarımın yerinde yeşerdiğini söyledi. Bazıları ona zambak diyordu. Çok çok güzeldi, dedi bana. Ona inanmadım.

Yeraltı yaşamın erişemediği bir yerdi. Her zaman ölümün mekanı olmuştu. Canı sıkılan birkaç Tanrı’nın arada sırada ziyareti dışında hiçbir zaman bir canlı uğramamıştı. Bu cehennemin topraklarında bir çiçek nasıl yeşersindi?

Çok sonraları zambağın kokusu taşın içine kadar geldi. “Sansheng,” dedi Küçük Yi, “bu güzelim kırmızı çiçeklerin arasında o kadar zamandır yatıyorsun ki, artık bize benzemiyorsun bile.” Neden bahsettiğini anlamıyordum ve düşünerek de kendimi yormadım. Kalbimin sökülmesinden sonra merak ve istek gibi duygular yavaş yavaş tamamen uçup gitmişti. Sadece, nadiren Moxi’yi anımsıyordum. Yine de zaman geçtikçe bu güzel görüntü de beynimden silinip gidecekti. Tıpkı göğsümdeki yaranın gün gelip iyileşeceği ve bir yara izinin kalmayacağı gibi. Yaram düzeldikçe taştan çıkıp birkaç adım atabilecek hale gelmiştim. Herkesin bahsettiği o güzel zambaklar çoktan solmuştu. En ufak pişmanlık hissetmiyordum. Her zamankinden daha fazla olarak artık bu güzel şeylerin; ister yaşayanların dünyasından yansıyan güneş ışığı olsun, ister zambaklar olsun hatta ve hatta isterse Moxi olsun, hepsinin geçmişe ait bir silüet olacağına inanıyordum.

Yeraltı’nda hayat eskisinden pek farkı olmadan devam ediyordu. Wangchuan boyunca yürüyüşlerime ve taşa yaslanıp insan dünyasından getirilen kitapları okumaya devam ediyordum. Bir zamanlar içimde büyüyen özlem bir anıya dönüşmüştü. Romantik hikayelerin göğsümde yeşerttiği duygular kesilmişti. Bir gün, Wangchuan kıyısındaki yürüyüşümden döndüğümde başımı kaldırdım ve o silüetin yine yanımda durduğunu gördüm.

Ellerinden birisini taşa koymuştu, siyah gözleri yere bakıyordu. Ne düşündüğünden emin değildim, zaman o tek anda donmuş gibiydi. Dudaklarımdan uzun zamandır çıkarmadığım iki hece döküldü, “Moxi…”

Yavaşça başını kaldırdı. Uzun zamandır görmediğim o yüzü görünce elimi hiçbir titreşimin olmadığı boş göğsüme götürmekten kendimi alıkoyamadım. Ama neden ağlama dürtüsüne engel olamıyordum? Ancak o zaman anlamıştım. Onu özlemediğimden değildi, kendimi onu özlememeye zorladığımdandı, acısı büyük olan anıların bir gün aklıma geleceğinden korkmamdandı. Giderek sulanan gözlerimle gülümsediğini gördüm “Beni baştan çıkarmak istediğini söylememiş miydin? Bu kadar şapşalca görünerek bunu başarmayı umuyor musun?”

Donakalmıştım.

Gülümsedi ve elini bana uzattı: “Sansheng, gel buraya da sana bir bakayım.” Ayaklarım benden bağımsız hareket edip ona ilerledi. Saçlarımı okşadı. “Başkalarının saçına dokunmasından nefret etmiyor muydun?” Dürüstçe başımı salladım: “Bir taşın saç uzatması o kadar da kolay değil, ondan.” “Peki şu an saçına dokunmamdan rahatsız mısın?” Başımı salladım. “Hayır, çünkü sen Moxi’sin.”

Gözleri memnuniyetle kırıştı “Şimdi Savaş Tanrısı’sın.” dedim, “Seni artık yenemem.” Elleri bir anda durdu, saçımda bekliyordu, “Yenebilseydim bile içim elvermezdi.” dedim.

“Kalbin mi elvermezdi?”
“Kalbim elvermezdi.”

Sessizdi. Elimi tuttu, parmaklarımız sıkıca kenetlenmişti. “Sansheng, benimle Cennet’e gel. Zambakları çok seviyorsun, Zambak Perisi olmak istemez miydin?” Başımı kaldırıp ona baktım ve son derece ciddi olduğunu fark ettim. Şaka yapmıyordu. Farkında olmadan geri çekildim, elini bırakmaya çalıştım. Tutuşu sertleşti. Panikledim, “Ben Yeraltı’nda bir ruhtan başka bir şey değilim. Sansheng Taşı’nın karanlıkla dolu olan ruhuyum. Ve, kalbimi kaybettim…”

Moxi iç çekti. “Sansheng, üç yaşam süresi boyunca beni kovaladın. Ve şimdi başarmışken, arkanı dönüp kaçmak mı istiyorsun? Bu olmayacak. Gitmene izin vermeyeceğim.”

“Ne… dedin?”
“Beni yakaladın Sansheng.”

Aptallaşmıştım. Ceplerinden parlayan yuvarlak bir nesne çıkardı. “Bunu sana geri vermeden önce biraz daha beklemek istedim.” Elindeki obje parlaklığını arttırdı ve bir anda kayboldu. Aynı anda göğsümü bir sıcaklık kapladı. Uzun zamandır hissetmediğim bir sıcaklık, göğsümü bir kez daha sarıyordu.

Kalbim.

Moxi kalbimi bana geri vermişti.

Bekleyen duygular birden göğsümü boğdu ve kalbimden ağrıyla dolu bir sıcaklık vücuduma yayıldı. “Moxi, ben… Ben…”  Göz yaşlarına boğuldum. “Ben Wangchuan Nehri’nde doğdum ve hiçbir zaman yaşamadım. Ölüler diyarında o kadar zaman geçirdim ki, nasıl yaşanılır bilmiyorum.” Nazikçe yanağımı sıktı, “Burası Sansheng’i oluşturan yer, ve benim Sansheng’im tanıdığım en cesur ruhsal varlık. Yaşamayı nasıl bilmez olsun?”

“Sansheng, ölümün Oblivion Nehri’nde yeri yoktur.”

Nazikçe saçımı ovdu, “Benimle Cennet’e gelip bana Savaş Tanrısı’nın eşi olma onurunu verir misin?”

“Bana tutuldun değil mi?” İç çekti: “At, çek ve yakala.” dedi.

Başımı eğip kucağına düştüm, sırtından yavaşça ellerimi doladım ve yüzünü göğsüne gömdüm.

“Bu evet demek mi?”
“Evet.”


madShy notu: Duygulananlara peçeteler bizden arkadaşlar...

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44257 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr