Bölüm 15 Asla Kabul Etmem

avatar
1686 0

Sansheng, Wangchuan Wu Shang - Bölüm 15 Asla Kabul Etmem


 

Çeviri:Mehmet Çakıcı     Düzenleme:madShy

 

Moxi evlenmiş miydi?

Moxi’ye ve kadına boş boş baktım, “Moxi!” Moxi’nin içeri girdiğini görünce heyecanla ayağa kalktı, beni fark ettiğinde de anında durdu ve kekeledi “Ve, o da?” Moxi’nin boynuna yaslandım “Adım Sansheng.” “Sansheng…” diyerek tekrarladı adımı, yüzü kararmıştı. “Sansheng? Sen Sansheng’sin?” bana inanmamış gibi Moxi’ye onaylama için bakıyordu.

O mutsuz halini görünce ben de Moxi’ye bakmadan edemedim. Moxi’yse ikimizi de görmezden geliyordu, yatağa yaklaşıp beni bıraktı ayakkabılarımı ve çoraplarımı çıkarıp bir kağıda hızlıca “ordu doktorunu çağır” yazıp kadına verdi. Bir anlığına anlamayan kadın boş bir gülümsemeyle odadan ayrıldı.

O… Senin karın mı?

Bunu söylediğimde yaralarımı temizliyordu,Başını kaldırıp bana baktı, gözlerinde ufak bir gülümseme vardı, nazikçe başını salladı. Aynı sallamayla karşılık verip ekledim “İyi, çünkü seni bırakmazdım.” Gülümsemeye devam ederek avucuma yazdı, “Sansheng dışında kimsem olmadı.”  Yazısının bu kadar ciddi olması beni şaşırtmıştı. Kafamı kaşıyıp boğazımı temizledim, saçıyla oynarken konuştum “Çok iyisin ve senden çok uzun süre ayrı kaldım ve kaç kızın kalplerini sana kaptırdığını merak ediyorum ama sen o kadar soğuk ve yavaşsın ki. O kızlara acıyorum. Böyle olması iyi bir şey mi kötü bir şey mi emin olamıyorum…

Bu sözler üzerine Moxi hafif üzgün bir suratla gözlerini bana dikti. Çoğu zaman niye kızgın olduğunu anlamazdım, şimdi de anlamıyordum. Tahmin etmekle uğraşmayıp “Ama Sansheng her zaman bencil olmuştur. Diğer kızlara karşı arkadaş canlısı olmayışın ve alakasızlığın benim… hoşuma gidiyor. Moxi, beni uyuşturdun mu? Seni niye bu kadar çok seviyorum? Neden diğerlerinin sana bir an bile olsa dokunmaları bana katlanılmaz geliyor?” Bana bakmayı sürdürdü, gözleri parlıyordu.

Ordu doktoru gelmişti, yerinden kalkıp doktoru oturttu. Yaram kendi büyümden yapıldığı için doktorun bir sıkıntı görememesi normaldi, yüzeysel bir yara olduğunu söyleyip bandajladı ve ayrıldı. Tekrar baş başa kaldığımızda Moxi’nin boynunu yakaladım ki ona tekrardan onu ne kadar özlediğimi anlatabileyim. Daha sarılamadan bir asker onu çağırdı. Moxi ayağa kalktığı gibi yüzünü buruşturdu. Kollarımdan ayrılışını izlerken askerin sesi beynimde yankılanıyordu, iç çektim. 20 yıl ayrı kalmak için çok uzun bir süreydi.

Sansheng Moxi için hala önemli olabilirdi, ama hayatındaki en önemli şey değildi artık. General yol kenarında bir kadın buldu diye savaş durmazdı. Tekrar buluşmamızdan sonra Moxi’yi çok az görebilmiştim. Son savaşın yaklaşmasıyla ordunun üzerinde kara bulutlar dolaşıyordu. Moxi o kadar gergindi ki dinlenecek zaman bile bulamıyordu. Savaşın sonunun ne olacağı gram umurumda değildi, sadece Moxi’yi önemsiyordum.

İlerleyen orduyu takip ederken Moxi’nin şu an sahip olamayacağı ne olabilir ki diye düşündüm. Bir generaldi, gücü vardı, parası vardı, isteyip de elde edemeyeceği hiçbir şey yoktu. Çok uzun zamandır ayrı kaldığımız için Moxi’ye sorup dürüst bir cevap umsam daha iyi ederim diye düşündüm. Gece çöktüğünde birkaç gözcüye sorup Moxi’nin nerede olduğunu öğrenbildim; Ah Rou Hanımefendi’yle kampı terk etmişlerdi.

Ah Rou çadırda gördüğüm kadındı. Bai Jiu’nun evlatlık kızı olduğunu duymuştum, çocukluklarından beri Moxi’yle çok yakınmışlar. Bütün evren onu generalin karısı olarak görüyordu. Bunu duyduğumda kızgınca başımı sallamış ve bir yorumda bulunmayı reddetmiştim. Ama şimdi, gecenin ortasında…

İncinmiştim, nihayet ormanda siluetlerini gördüğüm zaman çoktan askeri kampı defalarca dolanmıştım. Ah Rou dert yanıyordu “Moxi, nasıl bu duruma gelebildi, nasıl…” Bir ağacın arkasına saklandım. “En nihayetinde o seni yetiştiren ustaydı,” dedi acı içinde, “Neden onu arka plana çektin, krallığı bu kadar mı çok istiyorsun?

Sözleri beni dondurmuştu. Yavaşça başımı kaldırıp Moxi’nin kollarını Ah Rou’nun elinden çektiğini ve avcuna bir şey yazdığını gördüm, Ah Rou gözlerini açıp şaşkınlık içinde fısıldadı “Moxi, çıldırdın mı?

Moxi gözlerini dikmiş sessizce ona bakıyordu. “Kan bağınız olmasa da o senin ablan gibi, annen gibi. “Onunla… Onunla gerçekten…” Ah Rou durumu kavramaya başlamıştı; “Tahtı isteme sebebin… Moxi, en başa çıkmayı kimse karşında duramasın diye mi istiyorsun? Onunla evlenebilmek için mi?

Moxi’nin suratı buz gibiydi. Eline birkaç kelime yazdı ve bitince çekti gitti. Ah Rou biraz bekledi, kendine gelmiş gibi gözüktü ama iki adım atamadan bütün gücü vücudunu terk etmiş gibi bir ağaca yaslandı ve yavaşça yere çöktü. Saklanma yerimden çıkmadan önce biraz düşündüm, elimi uzatıp kalkmasını bekledim. Bana baktı, kekeliyordu; “Teyze… Sansheng teyze,” Bana hitap şeklini önemsemeyip konuştum, “Her şeyi duydum zaten,” Gözyaşları gözlerinden döküldü, “Teyze, Moxi’yi artık sadece sen ikna edebilirsin, Lütfen, lütfen.

Neden yapayım ki?

Eğer Moxi tahtı istiyorduysa Ah Rou’nun söylediği gibi tek sebep ben olamazdım. O Savaş Tanrısı’ydı; kalbi her zaman halk için iyi olanı isterdi. Reenkarnasyonu nasıl olursa olsun bu görev ve onur aşkı her zaman içine gömülü olurdu. Taht için mantıklı sebepleri olmalıydı, ama bu sebepler ne olursa olsun onu bu amacından geri döndürmek gibi bir hakkım yoktu.

Ah Rou sorumdan şaşırmış gibiydi, “Çünkü, çünkü… Üvey babam, üvey babama karşı acımasız olacak, o…” İç çektim: “Moxi babana acımasız olamayacak kadar yufka yüreklidir, ama Bai Qi hakkında aynısını söyleyemem.” Ona açıklama ihtiyacı duymuyordum, yerden çekip yanından giderken konuştum: “Moxi’yi sizlere bırakmam benim hatamdı. Onu hiçbiriniz anlayamadınız. Mutlu bir hayat yaşamadığı bariz.

Kampa geri döndüğümde Moxi’nin çadırından yükselen arp sesini duydum. Şaşırmıştım, ama memnundum da, üzgün ruh halim uçup gitmişti. Perdeyi kaldırıp içeri girdiğim an burnuma zambak kokuları doldu. Moxi başını kaldırıp bana baktığında müzik kesilmişti, gülümsüyordu ama gülümsemesi gözlerinde kendine yer bulmamıştı.

Kalbime bir acı saplandı, ama Moxi’ye belli etmedim. Gülümsedim ve aptalı oynadım, etrafından dolanıp Moxi’ye arkasından sarıldım. Boynuna yaslanıp bırakmayı reddettim. Hafifçe yerinden oynadı, kulaklarına yakındım ama konuşmuyordum, birbirimizin sıcak ritmini dinliyorduk. Moxi nihayet elimi kaldırıp yanına oturmamı işaret ettiğinde ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum. Bir mürekkep hokkası alıp arpın yanına koydu ve kağıda yazdı “Favori çiçeğinin zambak olduğunu hatırlıyorum. Bugün yolda bir yığın gördüm ve senin için topladım.” Buketi alıp elimde tuttum hayranlıkla tanıdık kokusunu içime çektim. “Beğendin mi?” Kağıttaki bu iki kelimeyi görünce kalbimin telleri birden yumuşamıştı. “Hayran kaldım.” Elini tutup avcundaki sert çizgilerin arasında parmaklarımı gezdirdim. “Dünyadaki bütün çiçeklerini senin bana verdiklerinle değişmem.” Parmaklarını elime dolayıp tuttu, o kadar sıkı tutuyordu ki canım yanıyordu. “Moxi, bana bir şarkı çal. Gençken de seni dinlemeyi çok severdim,” gülümsedim, “Heyecanlı bir şeyler dinlemek istiyorum.

Moxi başını salladı. Parmak uçları tellerin üzerinde aktı ve hızlanan bir melodi çıkarttı. Bir ölüm havası vardı, savaş alanlarından çıkmışçasına, dünyaya hakim olma ruhu vardı, ve hatta tek başına bütün dünyaya meydan okuyan bir kahramanın izleri vardı, hepsi mükemmel bir tınıyla kulaklarıma taşınıyordu. Sona doğru notalar yavaşladı, ama burada bile net bir hoşnutsuzluk vardı. Sonrasında notalar hızlandı anlatılmamış bütün duyguların tek bir anda dışarı çıkması gibiydi. İç geçirten güzellikteki notalar hala havada süzülürken sordum, “Moxi, tahtı istiyor musun?

Elleri tellerin üzerinde durdu, titreşmelerine net bir son verdi. Bana değil tellere bakıyordu, kafasını onaylarcasına salladı. Güldüm ve cevap verdim: “O zaman taht için savaş, senin yanında olacağım.” Zambakları tellere tutturdum, sağ elini tutup fısıldadım, “Bu sefer seni bırakmayacağım.” O geceden sonra Moxi daha da içine gömülmüştü.

İmparatorluk kalesine saldırdıkları gün, savaş alanına gitmeden hemen önce Moxi atından indi ve, herkesin önünde, koluma girdi. Sert zırhı yüzünden rahatsız olsam da itmedim. Bir çocuk gibi yanımda yürümesine bir izin verdikten sonra omuzuna yaslandım, “Endişelenme, git.

Ama savaş alanına tek başına gitmesine nasıl izin verebilirdim? Tahmin etmem gerekseydi, Moxi’nin elde edemeyeceği şeyler arasında taht da vardı. Eğer tahtı kaybetmesi kaderiyse, hiç değilse yanında olup yenilgisinden sonra onun güçlü kalmasına yardım edebilirdim. Sakin bir yer bulup hayatımızın geri kalanına devam edebilirdik.

Üç mahkemesi bittiği zaman, bana söz verdiği üç yaşam da sona erecekti. O andan sonra yollarımızı ayıracaktık. O hala Cennet’te üstün bir Tanrı olarak varlığını sürdürecekken ben Yeraltı’nda ölümsüz bir ruh olmaya devam edecektim. Muazzam bir şey, değil mi?

Moxi’nin silueti görüşümden ayrıldıktan sonra bir görünmezlik büyüsü yapıp orduyu takip ettim. Son savaş çok az belirsizlik taşıyordu. İmparator’un direnişi o kadar umutsuzdu ki, askerler bile yaptıklarının boşunalığının bilincindeydiler. Kuşatma planda hiçbir sorun olmadan pürüzsüzce devam etti ve öğleden sonra Moxi ordusunu şehrin içinden saraya yönlendiriyordu. İçimde tuhaf bir his işlerin biraz fazla pürüzsüz olduğunu söyledi.

Şüphelerimi doğrulamak istercesine Moxi saraya vardığında ordusuna ve Moxi’ye yukarıdan bakan beyaz bir siluet tek başına onu bekliyordu.

Bai Qi.

Şimdilerde kırklarında, hatta ellilerinde olmalıydı. Bir ölümlüye göre, hala zırh giyecek enerjisinin olması büyük başarıydı. Kollarını salladı ve ansızın bir okçu yığını duvarda belirdi. Yayları gergindi, hepsi Moxi’ye nişanlanmıştı.

Askerler, olmaları gerektiği gibi, şaşkınlık içindeydi. Bai Qi asilerin lideriydi; Moxi de düzinelerce kaleyi ele geçiren general. Şimdi tam saraya varmak üzerelerken bu iki adamın birbirlerine karşı olmaları huzursuzluk yaratıyordu. Herkes ne döndüğünü öğrenmek istiyordu.

Bai Qi vücudundan ayrılmış bir kafayı tutup salladı: “Tiran’ın kafası kesildi! Yoldaşlarım, savaşı kazandık!” Bir anlık sessizlikten sonra yüzlerce ve binlerce askerin sağır eden haykırışları duyuldu.

Bakışlarım atının üstündeki Moxi’ye geri döndü. Bai Qi imparatorun kellesini alarak onu iktidar savaşında yenmiş ve herkesi yeni yönetici olarak kendisini kabul etmeye yönlendirmişti. Moxi hala savaşta ön cephedeyken başkente gitmesinin sebebini nihayet anlıyordum, bu an içindi.

Bai Qi askerlerin susmasını bekledi, “Bu güzel İmparatorluk’u yönetmek isteyen onlarca insan var, ama senin bunu başarmak için haince yöntemlere başvuracak birisi olmanı beklemezdim.” Sesi sakin olsa da Bai Qi’nin güçlü enerjisi herkesin bunu duymasını kolaylaştırmıştı. Kararlılığı kalabalığı sessizliğe yöneltti.

Moxi, seni korumama aldığımda sekiz yaşındaydın. O zamandan beri yirmi yıl geçti. Bildiğim her şeyi sana anlattım ama sen birbiri ardına suikastçiyi beni öldürmeleri için yolladın. Sırf taht için! İçten bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Tiran bugün yok edildi. Şimdi sıra sadakatsiz öğrenciyi yok etmede.

Herkesin suratındaki şaşkınlığa bakarken tek yapabildiğim iç çekmekti. Bir lejyon tarafından etrafı sarılmış olsa da, at sırtındaki duruşunun ıssızlığı bende keskin bir yalnızlık hissi uyandırdı. Konuşamıyordu. Bai Qi’nin söyledikleri yanlış olsa bile kendini asla ifade edemezdi.

Tam bu anda, saray duvarındaki birisi Moxi’ye bir ok attı. Panikledim. Hareket etmek üzereyken Moxi’nin oktan kaçınmayıp kendini yayını kaldırdığını gördüm. Herhangi birisi eyleme geçemeden Moxi’nin oku saldırganın içinden geçmişti. Duvardan bir çığlık duyuldu, okçu düşmüştü.

Kalabalık kargaşa içindeydi.

Ben bile biraz şaşırmıştım. Moxi’nin nişanının bu kadar keskin olmasını beklemiyordum.

Hayır!” Sert bir kadın sesi ordunun içinden yükseldi, kadın Moxi’ye yaklaştı “Hayır! Moxi, hayır! Ne olursa olsun o hala seni yetiştiren ustan. Moxi…” Ah Rou’nun birden ortaya çıkması Moxi’nin atını şaşırtmıştı. Sabırlı bir hayvan değildi ve ayaklarını kaldırıp Ah Rou’nun üstüne çıkacakmış gibi şaha kalktı. Moxi dizginleri çekti ama hayvan delirmiş durumdaydı, kontrol edemiyordu.

Bunlar olurken kendi gözlerimle birisinin Moxi’nin atına bir şırınga sapladığını görmüştüm. Askerlerin onu Ah Rou’yu ölümüne tekmeletmesini görmesini istemişlerdi. Öfke içimde parlamıştı. Moxi’min tahtı ele geçirememesi benim için sorun değildi, ama asla insanlara böyle zarar vermelerine izin veremezdim.

Kollarımı kaldırdım ve Karanlık’ın güçlerini doğruca Ah Rou’ya yönelttim, onu birkaç adım geri attım. Kendimi gösterip Moxi’nin atının önüne indim. Avcuma ruhsal enerjimi çekip ata verdikleri şırıngayı sahibine geri sapladım. Asker homurdanarak yere düştü. Tahmin edilemeyen öne çıkışım herkesi korkutmuştu. “Canavar” çığlıkları içinde geri çekildiler, Moxi’yi ve beni bir daire içine almışlardı.

Moxi atından inip ellerimi tuttu, öfkesi avucuma yazarken yüzünden okunuyordu; “Git.

Olmam gereken yer senin yanın, nereye gitmemi istiyorsun?” diye sordum ve Moxi’nin verecek bir cevabı yoktu. Gözlerinde büyüyen ifadeyi anlayamıyordum. Birdenbire beynime dank etti,ben ömrümün kalanını onunla geçirmeye razıydım, ama o aynı şeyi istiyor muydu? Önce tahtı sonra beni mi düşünüyordu? Emin olamamıştım ve dönüp ona sordum, “Moxi, eğer sana tahtı ele geçirmen için yardım etseydim, ama ondan sonra Sansheng olmasaydı… Eğer taht için Sansheng’i feda etmen gerekseydi, bu anlaşmayı kabul eder miydin?” Bana diktiği gözlerinden çılgınlık okunuyordu.

Bai Qi konuştu “Sansheng! Moxi’yi bir abla gibi, bir anne gibi yetiştirdin ama o sana karşı istenmeyen hisler edindi. Niye hala onu kurtarmak isteyesin?

Etrafımızda fısıldaşmalar duyuluyordu. Moxi elimi sıkıca tuttu. Kızgınlığı inanılmaz seviyelerdeydi ama daha sakin gözükemezdi. Bai Qi’ye bakan gözlerinden ölüm okunuyordu. Moxi’nin elini onu rahatlatmak için sıktım ve Bai Qi’nin niye beni kurtarırken Moxi’ye yardım ettiğini anladım. Benim onu kontrol etmede kullanacağı bir piyon olmamı istiyordu, onu tamamen mahvetmemi istiyordu.

Bai Jiu, son zamanlarda düşünüyorum da, eğer Moxi’nin yufka yürekliliği yüzünden seni kurtarmamış olsaydım, hayatlarımız hiç de şimdi olduğu gibi olmayabilirdi.” Bai Qi’nin yüzünde ufak bir değişiklik oldu, Moxi başını eğdi.

Ama zamanı geri çeviremeyiz. Moxi ve ben seni kurtardık ve şimdi de buradayız. Seni hiç sevmemiştim, önsezilerim de pek kuvvetlidir. Diyorsun ki, Moxi iyiliğe kötülükle karşılık veriyor, ama bana sorarsan asıl hain sensin! Moxi’ye dövüşmeyi öğrettikten sonra, onu kendi kavgalarında dövüştürdün. Bu çocuk senin için hayatını feda ederken kendini lider yaptın. Ve şimdi, o şehri ele geçirmişken diyorsun ki SENİN tahtını istiyor, ve niyetin ondan kurtulmak. Bai Jiu, Moxi konuşamıyor diye istediğin yalanı uydurup avantaj elde edebileceğine gerçekten inandın mı?

Hah! Dişi Şeytan, temelsiz suçlamalarını kes!” Kollarını sallayıp okları bize yönlendirdi, Moxi beni arkasına çekip bana kalkan olmaya niyetlendi. Gürledim; “Benim suçlamalarım bile senin ağzından çıkan boklardan daha iyidir.” Avucumdaki karanlık güçler okları geri döndürdü. Hala onun işini bitirmeyi planlıyordum ama arkamızdan gelen bir şey hissettim. Pek önemsemeden yönünü değiştirdim, yazıktır ki, o şey patladı.

Lanet olsun. Gözlerim kararmıştı. İçgüdüsel olarak Moxi’ye uzanıp ona kalkan olmaya niyetlenmiştim ama onu bulamadım. Üstüme bir ağırlık çökerken her şey kararıyordu.

Çatırdama sesleri duydum, sonrasındaysa sıcak bir sıvı yanağımdan aşağı aktı. Kan kokuyordu, ürperdim.

Moxi!

Kimse cevap vermedi. Bu hayatta, kimse bana asla cevap vermiyordu.

Sesler sustuktan sonra üstüne ağırlık çöken vücut hala kalkmamıştı. Yeraltı’ndan çıkıyormuşçasına ellerim titriyordu. Ne olduğunu anladığımda beynim bomboş kaldı.

Moxi!

Zırhı çatlamıştı, sayısız iğne arkasından çıkıyordu. Bir an neresinden dokunacağımı bilemedim.

Yüz üstü yerdeydi, çamura bulanmıştı. Kapanmış gözleri artık bana şefkatle bakmıyordu, elimi hala sıkıca tutuyordu tıpkı çok hızlı yürüyüp onu bırakacağımdan korkan çocuk hali gibi.

Bakışlarım ellerime yöneldi ve kanla yazılmış kelimeleri gördü: “Asla kabul etmem.” Üzgünce gülümsedim, sorumun aptallığını fark etmiştim.

Moxi ölmüştü.

Davasını bitirip, bir zamanlar tanıdık olduğum yere gittiğini bilsem de, içimi kaplayan yasa engel olamıyordum. Boğuluyordum. Davası bittiği için, ölüm artık tek bağlantımızdı.

Artık birlikte olmak mümkün değildi. Artık sonraki yaşam da yoktu.

Kafamı soğuk yanağına gömdüm. Kan kokusunun yanında başka bir esans da vardı, zambak kokusu.

Kırmızı bir çiçeğin zırhından sarktığını görünce gülümsedim, ama kalbim yıkılmıştı.

Moxi, neden zambakları seviyorum biliyor musun?” diye fısıldadım.”Çünkü kaderimiz bu sessiz kokuyla başladı. Sadece seninle tanışmama yardımcı olduğu için seviyorum.

Moxi’nin neden Yeraltı’na reenkarnasyon için her gidişinde sinirli olduğunu şimdi anlıyordum. Sinirliydi çünkü ben daha kendimi sevmeyi öğrenememiştim, ona acı veriyordum.

Hain öldü! Dişi şeytanı yakalayın!” diye bağırdı birisi.

Kana susamışlık içimi doldurdu. Moxi ölmüştü. Artık birlikte olamazdık. Moxi olmadan, neye tutunacaktım ki? Yanwang bana öldürmeyi yasaklamıştı ama bu insanlar çizgiyi aşıyordu. Hepsini öldürsem de n’olurdu ki?

Ben Wangchuan Nehri’nde doğmuştum. Ben ölülerin diyarında doğmuştum. Neyden korkacaktım? Bu ölümlüler aptallıklarının farkında değillerdi. Hepsini öldürmek bu dünyayı daha huzurlu bir yer yapardı. Bai Qi’ye baktım, uzakta bir kulenin tepesinde duruyor, gülüyordu. Yetimlerin yas dolu çığlıkları gibi, kahkaham Wangchuan Nehri’nin binlerce yıllık karanlığını çekti.

Hangi ölümlü bundan kurtulabilirdi? Acı kulaklarımı doldurmuştu.

Ama bu ses beni rahatlattı. Daha ve daha zevk alarak kahkaha atıyordum.

Yüzlerce ve binlerce asker kan içindeydi ve umursamıyordum. Hepsini öldürmeyi ve kan nehirlerini sarayda akıtmayı istiyordum.

Sansheng!

Çığlıklar arasında, ayıltıcı bir ses kulaklarıma geldi. Gülmeyi bırakıp sahibini aradım. Chang’an’dı. Liubu kıyafetleri içindeydi. Bir an Zhonghua’yı gördüğümü zannettim. Gözlerim yanıyordu; bir yaş aktı. Sildim, kandı.

Sansheng Taşı’nın kandan gözyaşıydı.

Chang’an acı içinde duruyordu. “Sanseng, karanlığa kapılma. Çılgın düşüncelere kapılma.”

Hah!

Chang’an iç çekti “Sansheng, lütfen dikkatlice düşün. Kıyım Cennet’in ve Dünya’nın yasalarına aykırı. Ruhunu kaybedeceksin. Bu bir davadan başka bir şey değil. Moxi’ye davasını bitirmede yardım ediyorsun ama bin yılda başardığın her şeyi kaybediyorsun.

Ne olmuş yani?” Kıkırdadım. “Ben bir taşım. Ve ruhum olmadan da aynı şey olacağım. Ruhsuz olmak hiç değilse dünyasal şeylerden beni kurtarır. Nesi o kadar kötü ki? Bu insanlar Moxi’yi öldürdüler. Gerçek bu. Göze göz ödemelerini istemem yanlış değil!

Sansheng,” Chang’an’ın ifadesi acı doluydu. “Moxi’yi kaybetmek sana acı veriyor, ama bu yüzlerce, binlerce adam da canlı varlıklar. Senin gibi, sevdiği insanlar var. Eğer onları öldürürsen, sevdikleri ne yapar?

Tereddüt ettim, o insanlara baktım, bazıları hala acı içinde boğuşuyordu, diğerleriyse Moxi gibi, nefes almayı bırakmışlardı, yere uzanmış, sessizdiler, hareketsizdiler.

Vücudumdaki karanlık güçler çekildi. Kıyımın sesi de sakin acı seslerine dönüştü.

Bu üç yaşamın Moxi’nin bana verdiği güzel bir rüyadan başka bir şey olmadığını fark ettim. Er ya da geç uyanmak zorundaydım. Moxi gittiğine göre, çok yakında uyanacaktım.

Chang’an, Cennet’in iradesini görebilirsin, uluların acıması için yalvar. Gelecek zamanda başarıya ulaşacaksın.

Moxi’nin yanına döndüm elini tutup donmuş yanağına dokundum. Eğer bu üç hayat bittiyse, bu kadarı yeterliydi. Sakince gözlerimi kapattım ve kendi damarlarımı tıkadım.

Ruhum uzaklaştı. Bu sefer, Geçiciliğin Siyah ve Beyaz Gardiyanları beni almaya gelmedi. Onların yerine Yangwan’ın yanında çalışan frijit hakim vardı. Eliyle bir hareket yapıp bileklerime metal zincirler sapladı. “Sansheng, cinayet işledin,” dedi. “Seni duruşmana götürmek için buradayım.

Başımı salladım ve hiçbir karşılık vermedim.

 

Çevirmen notu: Bu hikaye bitmek üzere, ben çok sonlarında yakaladım. Son iki bölüme attığınız yorumların güzelliği madshy’a sunduğum türlü bahaneler yüzünden haftalarca  geciktirdiğim bölümlerden dolayı üzülmeme sebep oldu. Gelecek olan final bölümü ve üç bonus hikayeyle Sansheng’in hikayesi bitecek, aralarını uzun tutmamaya çalışacağım, umarım zevk aldığınız bir seri olmuştur.  

madShy notu: Duygulandım düzenlerken .’(

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44323 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr