Bölüm 14: Yani Bu Sensin

avatar
1722 0

Sansheng, Wangchuan Wu Shang - Bölüm 14: Yani Bu Sensin


 

Çevirmen: Mehmet Çakıcı

Düzenleyen: madShy 

 

 

Kaçmamın kolay olacağını düşündüm. Tek ihtiyacım bir görünmezlik büyüsüydü ve çok geçmeden Moxi’ye yetişirdim.

Ama hayat hiç de düşündüğünüz kadar kolay olmuyor.

İmparator’un  bizzat saldıracağını düşünmemiştim, hele ki savurduğu hamlenin bu kadar sert olacağını. Üstüne de demirden bir ağı bana fırlatınca yakalanmam hiç de sürpriz sayılmaz. Hapse atılmadan önce de İmparator ayrıldığı gibi, ruhsal güçlerim geri geldiği gibi kaçacağımı düşündüm. Hapse atıldıktan sonraysa, ruhsal güçlerimin sadece cılız bir kopyası vardı yanımda. İmparator Bai Jiu’yu ciddi bir tehdit olarak görmeliydi, yoksa beni saray zindanında alıkoymazlardı.

İmparator ilk olarak beni kaçmaktan alıkoymaya niyetliydi, ikinci niyetiyse Bai Jiu ve Moxi’nin nerede olduğunu söylemek için elinden gelen her yolu denemekti. Bilmedikleri ise bu eylemlerinin ruhsal güçlerimi taban noktasına indirdiğiydi.

Kaçamadığımı anlayınca bu kara zindanda huzur içinde yaşamaya kendimi alıştırdım. Ölümlülerin işkence aletleri bana zarar veremezdi, her gün yaptıkları işkenceler eski bir yarayı kaşımaktan farksızdı. Ama söylemeden edemem: Her geçen gün yara kötüye gidiyordu.

Moxi’nin nerede olduğunu her bir gün bana sordular. Nereden bileyim? Onlara da bunu söyledim ama dürüst olmadığım konusunda ısrarcıydılar. İşkencecilerim Yeraltı’na vardıkları zaman şeytanlara bir beyne sahip olup olmadıklarını sormayı aklımın bir köşesine kazımıştım. Cevap evet olursa, eşek sudan gelene kadar dövecektim, hayır olursa, kafalarını kesip hayvan reenkarnasyon kuyusundan aşağı atacaktım.

Bana inanmadıkları için cevap vermeyi bir süre sonra bıraktım, zaman geçtikçe günde sadece bir ya da iki kez  işkence için geldiler, o da alışkanlıktan. Daha da uzun bir zaman dilimi sonra, ne işkence etmeye ne de yemek vermeye gelir olmuşlardı. Esir durumda, gecemi gündüzümden ayıramaz halde yaşıyordum. Beni ölüme terk etmek istemişlerdi ama bir taşın ruhu olduğumdan haberleri yoktu. Yerden enerji çekebildiğim sürece yemek veya içecek bir şey olmadan yüzyıllarca yaşayabilirdim.

Tek sıkıntım günün ne olduğunu ve Moxi’nin durumunu bilmemekti.

Çok gizli bir hapishaneye benziyordu, uzun zamandır burada olmalıydım ama başka hiç kimse içeri atılmamıştı. Normal bir insan olsaydım burada çürüyüp giderdim ve kimsenin ruhu bile duymazdı.

Tek şansım karanlıktan korkmamamdı ve burada oturup yerden enerji çekmekte rahatlıkla konsantre olabiliyordum. Bu uzun zaman boyunca ruhsal güçlerim küçük bir ilerleme gösterdi, yine de, kaçmama yetecek kadar değil.

Sonunda sağa sola koşuşan farelerden başka bir ses duyduğumda ne kadar zamandır burada olduğumu bilmiyordum. Karanlıkta her şey çok net duyuluyordu.

Kapı açıldı ve içeri bir insan girdi. Boş boş yerimde oturdum, hükümlüleri kontrol etmeye gelmek normal bir şeydi.

Ateşi geçti ve köşeden döndü, yavaşça bana doğru yürüyordu. Ayağa kalkıp gelen adama baktım yirmi veya otuzlarında genç bir adamdı beyaz bir cübbe giymişti ve bu zindana işi düşecek son insan gibi gözüküyordu. Ateşin titreşmesi altında gördüğüm yüzü rahatsız edici düzeyde tanıdıktı.

Beni gördüğünde donuk yüzünde ufak bir ifade değişikliği oldu. Biliyordum! Ne kadardır burada olduğum konusunda fikrim yoktu ama aşağı yukarı on yıl geçmiş olduğunu tahmin edebiliyordum. Yemek veya içecek bir şeyi olmadan on yıl boyunca karanlık bir zindanda kalmış birisini görmekten kimin ödü kopmazdı ki? Solgun tenimden bahsetmiyorum bile, meşaleyi atıp dışarıya çığlık atarak kaçmamış olması bile büyük bir cesaret örneğiydi.

Sansheng,” diye seslendi, “Benim, Chang’an.

Düşüncelere boğuldum; bu isim geçmiş hafızamdan kalma sisli bir anıya aitti. Bir süre sonra cevap verdim; “Ha, Liubu’nun korkak rahibi.” Çok uzun süredir konuşmadığım için sesim çatlak çıkmıştı. Kaşını çattı; “Kaçmana yardım edeceğim.” Boğazımı temizleyip, gülümseyerek cevap verdim; “Gayet başarıyor gibi duruyorsun. Neden korkmuyorsun şu an, seni hala küçükken olduğun gibi kaldırabilirim.” Garip bir şekilde gülümsedi; “Otuz yıla rağmen hafızan hala yerinde Sansheng.

Otuz yıl. Donakalmıştım.

Önceki hayatımızda Zhongha beni öldürdükten sonra Yeraltı’na gitmiş ve iki yıl onu beklemiştim, sonrasındaysa dünyaya geri dönüp Moxi’yi aramaya başlamıştım. Birlikte sekiz yıl yaşamıştık, toplamda on yıl ediyordu. Chang’an da şimdi gelmiş görüşmeyei otuz yıl olduğunu söylüyordu.

Görünüşe göre bu yerde yirmi yıl kalmıştım.

Yirmi yıl… Moxi şimdiye yirmi sekiz yaşına gelmiştir. Acaba nasıl gözüküyordu?

Chang’an bana uygun bir kıyafet buldu, giydikten sonra da rahat bir şekilde saraydan çıkardı. Yol boyunca insanların onun önünde eğildiklerini gördüm “Ekselansları, Muhterem Efendimiz.

Muhterem Efendimiz? “Liubo bu tarz mevzuları hep düşük görmemiş miydi?” diye sordum saraydan ayrılıp uzun süredir görmediğim güneşin altında bir pürleştirme rünüyle eski görünüşüme geri döndükten sonra. Bana dönüp “Uzun hikaye. Seni birisine götürmeliyim. Bu konuları yolda konuşalım.” dedi.

Chang’an bana faciasıyla tanıştıktan sonra Liubo’nun düzenli olarak güçsüzleştiğini ve asla eski ihtişamlı günlerine geri dönemediğini anlattı. Müritleri de kaba dünyaya geri dönebilmek için öğretilerinin nazikliğini terk etmek zorunda kalmışlardı. Onun hayatını kurtarmak için Zhonghua tarafından öldürüldüğüm için bana karşı hep suçlu hissetmiş ve beni bulup borcunu ödemenin yollarını aramış.  “Sansheng, önceki hayatındaki anılarını nasıl koruyabiliyorsun?” diye sordu.

İşin içine karışan bütün karma meselelerini ona nasıl açıklayacağımı bilemedim, bir süre kekeledikten sonra “Belki de, Muhterem Efendimiz’i unutmayı beceremiyorumdur.” dedim.

Başını salladı ve bu konuda daha fazla ısrar etmedi. “Yirmi yıl önce bir dedikodu duydum, dişi bir şeytan başkente gelmiş ve bizzat İmparator tarafından esir alınmış, senin o şeytan olabileceğim hiç aklıma gelmemişti, ta ki on yıl önce bir adam gelip saraydan birisini kurtarmamı isteyene kadar. Ancak o zaman yakalandığını anlamıştım. Sen olduğunu öğrenince elbette kabul ettim. Muhterem Efendi’leri olarak saraya girip senin nerede olduğunu bulmam on yıl sürdü ama nihayetinde dışarı çıkarabildim.

Beni kurtarmanı isteyen adamın adı Moxi miydi?” “Hem evet, hem de hayır.” diyip gülümsedi. “Moxi dediğin adamın nasıl bir insan olduğundan haberdar mısın?” Kafamı salladım, sesini alçalttı “Başkent şu an güvenli bir yer olsa da, savaşta İmparatorluk yenilgi üstüne yenilgi aldı. Üç aydan kısa süre içinde bu ülkenin yeni bir efendisi olacak.” Ona fısıldayarak cevap verdim “Düşmanını savaşta yok eden, binlerce İmparatorluk askerini silip süpüren, asilere askeri başarılar kazandıran bu adam Moxi’den başkası değil.” “Ama benden seni kurtarmamı isteyen…” konuşurken beni sokağın ilerisinde bir bahçenin önüne getirmişti. Bahçe kapısı açıldığında içeride bir adamın oturduğunu gördüm, kaşlarımı çattım “Demek sensin.

Bai Jiu. Yirmi yıl insan hayatı için uzun bir zamandı. Dik ve uzun duruşundan bir şey kaybetmemiş olsa da saçları kırlaşmış, yüzü kırışıklaşmıştı. Beni gördüğünde çok şaşırdı. “Hiç… Hiç değişmemişsin.” Bilinçsizce haykırdım “Bir şeytan değilim.” Sarkastikçe gülümsedi “Şeytan olup olmamanın ne önemi var ki? Şeytanlar insan yer, insanlar da insan yer. Hepsi aynı şey.” devam etmeden önce bekledi “Yaşlandıkça daha nostaljik oluyorum. Seni kurtardığıma göre eski pişmanlıklar tarafından uykumdan uyandırılmama artık gerek yok.” İnsanların bana yaşları üzerinden vurmalarından çok sıkılmıştım, sözünü kesip sordum “Moxi nerede?

Rongshan’a varmış olmalı,” dedi, “Çocuk seni çok özlüyor, gün gece demeden.” diye ekledi, sözleri bir kızgınlık taşıyordu.

Bai Jiu’ya sorarcasına baktım. İçime gömdüğüm kıskançlık kaçınılmaz bir şekilde yükseldi “Ben Moxi’yi seviyorum ve o da beni seviyor. Yanında olmadığım zaman beni özlemesi normal değil mi?” “Seni tabulaşmış bir romantizm içinde özlemesinin normal olduğunu mu söylüyorsun gerçekten?” Yanımda dururken Chang’an kahkaha atmaktan kendini alıkoyamadı. Bai Jiu kızgmadı, bana aptalca bir bakış attı. “Neden öfken tutsak olarak geçirdiğin onlarca yıldan sonra biraz olsun azalmadı?” dedi.

İkisi de yokmuş gibi davrandım. “Ben seni kurtardım, sen beni kurtardım. Aramızda borç yok. Artık yollarımızı ayıralım. Moxi’yi bulmalıyım.” Ayrılmak üzereyken birden kafama dank etti: Moxi bu adamı ustası olarak kabul etmişti. Ne olduğunu tam olarak anlamam o kadar da uzun sürmedi. “Moxi’den senin savaşını senin için savaşmasını istemen sorun değil, ama bitince lütfen Moxi’nin gitmesine izin ver. Başına ihanet ve hayalkırıklığı gelmesini istemiyorum. Yüreği yumuşak, üzülecektir.”

Bai Jiu cevap vermedi. Chang’an birden sordu, “Sansheng, Moxi’nin eski kimliği…” Ona bakıp cevap verdim “Evet, ama o geçmişe ait.” Daha fazla kelime israf etmek istemiyordum ve çabucak Rongshan’a gittim.

Rongshan’ın eteklerinde Rongcheng isimli bir kale vardı, dağa kurulmuş ve dik yamaçlarla çevrelenmişti. Koruması kolay ama saldırması zor bir kaleydi. Ama bir kez ele geçirildi mi başkente saldırmak çok basitleşecekti. Rongcheng bu yüzden İmparator’luğun başkentten önceki son savunmasıydı. Bu savaş Moxi için kolay geçmeyecekti. Şimdi ben burada olduğuma göre, belki de ona yardım edebilirdim. Belki suya zehir verirdim, belki cephanelerini yakardım, ya da benzer bir şeyler. Ama Rongshan’a vardığım vakit bunların hiçbirisini yapmama gerek kalmamıştı. Ordular birbirine girmşti bile.

Ovadaki kaos içinde savaş alanını onu görmek için taradım. Konuşamıyordu, o halde nasıl emir veriyordu? Telaş içinde bakınırken ufak bir ses askerlerin arasında dolaşmaya başladı, önce bir iki, sonra onlarca sonra yüzlerce sonra bütün asi askerleri haykırıyordu: “Kale korucusunun kafası alındı.

KALE KORUCUSUNUN KAFASI ALINDI!”.

Karman çorman haldeki savaş alanı bir anlığına sakinleşti, bütün bakışlar tek bir noktaya döndü, ben de o tarafa baktım. Dağ rüzgarları hızlandı, kulaklarımdan Rongshan’a çiçek yağmurlarını o adama doğru taşıdı. At sırtında elinde kesilmiş bir kafayla duruyordu, çok uzaktaydı ve yüzünü görmem imkansızdı, sadece kılıcından yansıyan kör edici gün ışığını görebiliyordum.

Moxi’ydi.

Bu ayrılığın onlarca yıl sürmesini beklemiyordum. Binlerce askerin önünde duran gururlu bir general olmuşsun. Seni çok uzun zamandır yalnız bıraktım, beni özledin mi?

Birden görüşümün köşesinden keskin bir okun Moxi’ye doğru uçuşunu fark ettim, panik içindeydim. Bir tutam karanlık enerji oku takip etti Moxi’nin göğsünü deşmek üzereyken sapını ikiye ayırdım ama başı hala momentumunu koruyordu ve asıl yolunu değiştirip Moxi’nin yüzünü sıyırdı ve yere düştü.

Bütün bunlar yarım saniyede olmuştu. Beni göremeyeceği kadar uzak olduğunu bilsem de garip bir his  gördüğünü ve benim Sansheng’te olduğumu bildiğini söyledi. Askerler hızlıca Moxi’yi çembere aldı. Moxi’yi şimdi çok daha zor görüyordum ve telaşlanmıştım. Çevreleyen askerler ikiye yarıldı ve aralarından çıkıp başı bir askere teslim etti, ardından hızla benim olduğum yöne doğru atını sürdü.

Şimdi beni gördüğünden emindim.

Arkamı döndüm ve kayadan aşağı indim, Moxi’yle tekrar buluşacağım zamanın hayallerini kurmuştum.  Bana sarılacak ve ben ona sarılacaktım adını tekrar tekrar söyleyecektim. Ondan sonra da karşı konulamaz bir içgüdü bize “ooh ooh ah ah” şeylerinden biraz yapmamızı telkin edecekti ve o içgüdünün icabına gereğince bakmak için münasip bir yere gidecektik.

Evet! Bir peri masalı gerçek olmak üzereydi.

Yazıktır ki, “ooh ooh ah ah” şeylerini yapacak ruh haline bürünmemiz Moxi beni bulduğunda imkansız bir hale gelmişti çünkü onu görmeden hemen önce avcıların dağda bıraktığı bir tuzağa basmıştım. Lanet olsun. Bileğimi sıkıca sarmıştı, yaralamış olması imkansızdı ama canımı yakmayı beceriyordu.

Göz yaşlarına boğulup Cennet’i kör olmakla suçlamak üzereyken savaşın kanlarından çıkmış bir figür hızlıca yanıma geldi. Beni tuzaktan kurtarmaya uğraşırken yüzünü ala göremiyordum. Sonra da bacağımı çevirip yaranın kemiklerime ulaşıp ulaşmadığını kontrol etti.

Büyük ve sıcak elleri bileğimi nazikçe tutuyordu, çok yoğundu, çok heyecanlıydı, aynı zamanda çok terk edilmişti.

Moxi!” Miğferini çıkarıp yanaklarından tuttum ve yavaşça yüzünü kaldırdım, kanla lekelenmiş yüzüne bakarken savaştan ve acıdan nasibini almış gözlerinde aynı naifliği bulmayı beklemiyordum. “Büyüdün ve bu senin için utanç verici olmalı ama Sansheng daha fazla bekleyemez. Ne yapacağım?

Ne yapacağım hakkında bir fikri yoktu. Dudaklarım yaklaştığı zaman gözleri absürt derecede genişledi, bir nefes verip dudaklarına bir buse kondurdum. “Moxi, Moxi…” yanağımı omzuna yaslamışken fısıldıyordum “Seni çok özledim. Sanseng seni özlüyor.

Vücudu demir kadar sertti, boynu daha da gergin bir şekilde bana doğru bir santim bile eğilmeyi reddeder haldeydi. Ona tutunmak çok yorucuydu ve bu yüzden bıraktım, gülümseyerek ona bakıyordum “Senin için geldim, yüzünde niye hala bu bakış var?

Bu sözlerden sonra yavaşça kendine geldi, yansımam nihayet gözlerinde net bir hale gelmişti. Elini yavaşça kaldırdı, sanki yanağıma dokunamayacakmış gibi davranıyordu. Ona doğru eğildim, sert parmaklarının yüzümde dolaşmasına izin verdim, gözlerimde, burnumda, dudaklarımda önünde duranın gerçek olduğunu test ediyormuş gibi tekrar tekrar dolandı.

Nihayet, titreyen ellerle bana sarıldı kulaklarıma uzun bir iç çekiş geldi, bir iç çekiş ki ayrı kaldığımız, acı ve hüzün içinde geçirdiğimiz uzun zamanların sonunda bitişini mühürleyen. Konuşabilseydi bile sadece bu iç çekişi yapacağını düşünüyordum. Çok uzun zamandır ayrı kaldığımız için söyleyecek çok şeyimiz vardı, ama sarılmak zamanımızı kullanmanın en iyi yolu gibiydi. Beni kampa geri götürdü. Basit bir büyü ayağımdaki yarayı kolayca iyileştirdi ama bilerek daha da kötü görünmesini sağladım. Kanamanın durdurulamayacağını anladığında kaşlarını daha da derin çattı beni sırtına alıp doğruca kampa ileriedik. Bu kadar içten önemsenmenin verdiği huzurla doluydum. Onun sırtındayken askerlerden çokça selam aldım, bir adamın bir kadını taşıdığını değil, bir perinin bir cadıyı taşıdığını görüyorlardı, gözleri göz yuvalarından fırlamak üzereydi.

Başkalarının benim hakkımda nasıl düşündüğünü hiç önemsemediysem de Moxi bu sert adamların beni sıkıntıya sokacağından korkuyordu. İfadesi gözlerini onların üzerinde gezdirirken daha da sinirli bir hale büründü. Etrafımızdaki herkes anında başka bir işle meşgul olmaya başlamıştı.

Kalbimdeki sıcaklıkla Moxi’ye daha da sıkı sarılmaya başladım. Ana çadıra geldiğimizde perdeyi onun için kaldırıp içeride bir kadının oturduğunu gördüm.

Bir kadın…

Moxi” dedim, beynim beni terk ederken, “Ben yokken evlendin mi?

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr