Bölüm 1: Ölümlü Dünyasına Onu Ayartmaya Gideceğim

avatar
2610 0

Sansheng, Wangchuan Wu Shang - Bölüm 1: Ölümlü Dünyasına Onu Ayartmaya Gideceğim


 

Çevirmen Şebb | Düzenleyici : Grandal

 

Bilinmeyen bir zamandan beri, Oblivion nehrinden(1) geçen insanlar beni 3 yaşam Taşı(2) olarak çağırmaya başlamışlardı. Bundan sonra bazıları beni itip tekmeledi, bazıları el ele verip üzerime aşk hikayelerini kazıdı, hatta bazen gelip başımda ağlayanlar bile oldu.

 

1. Oblivion Nehri Çin mitolojisinde Wangchuan olarak geçer. Yunan mitolojisindeki Lethe nehri ile aynıdır. Reenkarnasyon olmadan önce bir önceki yaşamı unutmak için oradan geçilirken unutma içeceği içilen yerdir.

 

2. Başroldeki kızımızın adı Sansheng Taşı yani; Sansheng: 3 yaşam zamanı anlamına geliyor. 3 yaşam zamanı Budistlere göre; geçmiş yaşam, şimdiki yaşam, gelecek yaşam olarak adlandırılıyor.

 

Ben sadece Wangchuan’daki nehir kıyısında bir taşım. Sevinç ya da üzüntü hissetmiyorum.

 

Nehrin kıyısında sadakatle bu şekilde 1000 yıl boyunca oturdum ta ki sonunda bir ruhum oluşuna kadar.

 

Bütün canlılar kaderin sınamasına* tabii tutulurlar, fakat ben orada kimseye zarar vermeden bir yüzyıl daha oturdum ta ki….

 

1. Şebnem deneme olarak çevirmişti ancak sınama kulağa daha hoş geliyor.

 

Benim aşk sınamam gelene kadar.

 

Benim kaderimi okuyan kişi Wangchuan’dan geçen beyaz sakallı bir rahipti. Yanımdan geçerken benim sıramın geldiğini kehanet edip aynı zamanda başını salladı.

 

Sadece saçmaladığını düşünmüştüm.

 

Ben sadece Sansheng taşından doğan bir ruhtum; ruhum taştan geliyordu aynı zamanda kalbim. Kalbim Wangchuan nehrinin sonsuz karanlığıyla ve soğuğuyla dövülmüştü.

 

Aşkın olmadığı yerde acı da olmuyordu. Eğer kalbim hareketlenmezse bu aşk sınaması nereden gelecekti ki?

 

Aynen böyle düşünmüştüm.

 

Fakat her şey olacağına varır. (burası bizim terimlere uydu ama aynı anlama geliyordu napayım xD)

 

Yeraltında kasvetli bir öğleden sonra, her zamanki yürüyüşümden sonra sonsuza kadar değişmeyen Wangchuan’a geri döndüm. Etrafa bakındım. O tesadüfî anda, sanki yaşayan dünyanın gün ışığı kalın bir sis yığınını aydınlatıyormuş gibi, Sarı Şelalelin etrafındaki çiçekler parıldayıverdi.

 

Bir adam zarifçe öne doğru yürüdü.

 

Birden yıllar önce yanımdan geçen bir kadının bana fısıldadıkları aklıma geldi: ‘’Ne kadar bilgeli bir centilmen, arıtılmış ve cilalanmış gibi.(3)

 

(3). Buradaki cümle çeviride anlamını değil fakat güzelliğini yitirir gibi oldu. Söylenilen kişinin karakterinin saflığının Jade yani yeşim taşı gibi olduğunu belirtiliyor. Bu arada Jade bu tip hikâyelerde en saf cennet taşı olarak da biliniyor.

 

Bin yıldan sonra sonunda kalbim nadir görülen bir kıpırtı hissetmişti.

 

Centilmen yavaşça yürüyerek yaklaştı. Tabii ki beni görmek için değil fakat arkamdaki Naihe Köprüsünden geçebilmek için. (4)

 

4. Naihe Köprüsü yeraltına gidebilmek için geçilen köprünün adı. Adamcağız reenkarnasyon için gelmiş yani

 

Böyle güzel bir insana denk gelmek kolay olmadığı için onunla güzel bir tanışma gerçekleştirmek istediğimi düşündüm.

 

Öne doğru çıkarak nazikçe: ‘Efendim’. Ona karşı insanların kitaplarında yazdığı gibi asil-eğitimli hanımların yaptığı reveranslardan yapmayı düşündüm. Fakat kitapta sadece ‘reverans’ yazıyordu. Bu reveransın detayını, hareketini anlatanına denk gelmemiştim.

 

Birkaç saniye düşündükten sonra, Yanwang (yeraltının başkanı)’a yalvarıp sızlanan hayaletleri taklit ederek dizlerimin üstüne düştüm, başımı yere 3 kez eğerek: ‘’Güzel adınız nedir efendim?’’*

 

*buradaki güzel adı kısmı normalde erkeklerin bayanlara sorma şeklinden geliyor. Bizim kızımız taş olduğu için detayları kaçırıyor arada XD

 

Yan taraftaki bir şeytan birden nefesini derin bir şekilde içine çekti. Gözlerinde şoka uğramış bir ifadeyle dikiliyordu. Bu arada o halen cevap vermemişti.

 

Herhangi bir çabaya dürüstlükle karşılık verilmeliydi. İmpermanence’ nin siyah beyaz koruyucularının* dediği gibi ‘ Dürüstlük başarıya eşittir.’ Nede olsa onlar bu sözlerle insanların ruhlarını cezbedip uysalca kendileriyle gelmelerini sağlarlardı.

 

*Burdaki Imperımanence çincede =Heibai Wuchang’tır. Wuchang yeraltı anlamında oluyor. Oradaki nehrin yanındaki taşta bizim kızımız..

 

Çin halkında yeraltındaki 2 tanrıdır. Biri siyah biri beyazdır. Ölenlerin ruhlarını yeraltına çağırmakla uğraşırlarmış.*

 

Hala cevap alamayınca, belki de içtenliğimi göstermek adına başımı selam verirken yere yeterince şiddetli vurmamışımdır diye aklımdan geçti. Dizlerimin üstünde sürünerek çekinmeden kafamı şiddetle 3 kez yere vurarak eğildim.

 

Sanırım fazla şiddetle vurmuşum ki yer benimle birlikte 3 kez sallandı. Yan tarafımda dikilen şeytan korkuyla hırıldadı.*

 

*burda dediği şeytan çok büyük olanlardan değil de daha minik genelde fantastik asya hikâyelerinde rastladıklarımızdan diye düşünüyorum.*

 

Başımı kaldırıp kanlı bir suratla ona doğru baktım. ‘Güzel adınız nedir efendim??’

 

D.N. la bu kıza yapılır mı bu

 

Muhtemelen kana bulanmış suratımın zavallılığı onu şoke edip korkutmuştu. Halen sessizce duruyordu.

 

Aceleyle suratımı sildim ve ellerimin ikisinin de nemlendiğini fark ettim! Bu kadar kanadığını ben bile bilmiyordum. Birden neden öyle donuk dikildiğini anladım. *çok tatlı bu karakter ya resmen gözümde canlanıyor XD*

 

Panikledim. Kanı kurulamaya çalıştıkça daha çok kana bulandım. Başımı kaldırıp çaresizce ona doğru bakındım.

 

Güzel gözlerinin içinde kendi yansımamı gördüm. Birden göz kamaştırıcı bir şekilde gülümsedi.

 

Neden keyiflendiğini anlamasam da onu böyle mutlu görünce, bende ona 2 sıra dişimi gösterecek şekilde arkadaşça gülümsedim. Tabii o kanlı halimle daha korkutucu bir hale geldiğimi fark etmeden….

 

Yan taraftaki şeytan; Jia gergince eğildi ve beni geri çekti. Ayağa kalkmadım. Nefesini tutup kulağıma; ‘Madam Sansheng! Bu korkutucu suratla kimi korkutmaya çalışıyorsun?! Onun kim olduğunu biliyor musun?’’

 

Yeraltındaki ruhani yaratıklar arasında benim sihir gücüm o kadar da güçlü değildi. Ama yaşça büyüklüğümden dolayı, bütün minik şeytanlar bana saygıyla davranırlardı. Bana karşı bu ton ile çok nadiren konuşurlardı. Kaşlarımı çatarak; ‘’ Tabii ki de kim olduğunu bilmiyorum. Ona bunu sordum zaten değil mi?’’

 

Minik Yi (yanındaki öbür minik şeytanın adı) her an kan kusabilecekmiş* gibi gözükerek; ‘Sevgili madam! Bu Cennetin…’’ sözünü bitirmeden centilmen kibar ses sözünü kesti.

 

*Kan Kusma özellikle çin ve japon hikaye dizilerinde bir duyguyu fazla hissettiğinde yaşanan durum*

 

‘ Benim adım Moxi ’

 

Elini bana doğru uzattı ve bende memnuniyetle elimi ona verdim. Elini çevirip bileğimi sıktı.

 

Benim bileğim hayati noktamdı. O anda en ufak bir gayretle beni en korkunç ölüme gönderebilirdi. Bunu gören minik Jia ve Yi’nin zaten güzel gözükmeyen suratları daha da çirkinleşmişti. Jia hemen yalvardı, ‘Efendim! Efendim! Bayan Sansheng bütün ömrü boyunca burada Wangchuan nehri kenarında yaşadı. Yeraltı mütevazi bir yer; bu genç hanım etikleri bilmiyor. Size onu bağışlamanız için yalvarıyorum.’

 

‘Sansheng? Garip bir isim, gerçi biraz ilginç.’

 

Ben halen ona bakıyordum. Gözlerinde öldürme niyeti olmadığı için korku hissetmedim.

 

Bir süre bana dikkatlice baktıktan sonra, bileğimi bıraktı ve beni kolumdan tutup kaldırdı. ‘Yeraltındaki bir taşın ruh geliştirebilmesi ne kadar da olağanüstü. Benim kim olduğumu bilmediğin halde neden böyle saygılı bir selam verdin?’

 

Birdenbire anladım. Aslında samimiyetim az değil fakat çok fazlaydı. Dürüstçe: ‘ O kadar yakışıklısın ki….’’

 

Yersiz, kelime dağarcığım yetersiz geldi. Panikle aklıma gelen rastgele bir kelimeyi kullanıp: ‘ Seni baştan çıkartmak istedim.’ dedim.

 

Minik Jia bana ‘sen tam bir umutsuz vakasın’ der gibi bakıyordu

 

O gülerek; ‘Ne kadarda dürüst bir yaratık’ dedi.

 

Bende heyecanla bunun bir iltifat olduğunu düşünerek: ‘Hmmm Seni baştan çıkartabilir miyim?’ aceleyle sordum.

 

O Üzerine biraz düşünerek; ‘Buraya sınamam* için geldim, o nedenle yeraltında kalamayacağım.’

 

Hayır demek istediğini anladım. Bakışlarımı hayal kırıklığıyla yere doğru çevirdim.

 

*bu sınama dediğim kelime: Trial oluyor. Tanrılar ya da uzun ömürlü yaşayanlara ceza ya da görev olarak veriliyor. İnsan olarak dünyaya inip bir ömür yaşayıp geri yaşadıkları ölümsüzlük diyarına dönüyorlar. En azından benim bilgim bu kadar..*

 

‘Hep bur da Wangchuan nehir kıyısında mı duruyorsun?’ diye birden sordu.

 

Bende başımı salladım.

 

‘ Dışarıya göz atmak ister misin?’

 

Gözlerim parlayarak şiddetle başımı salladım.

 

Hafifçe gülümseyerek başımı okşadı. ‘ Bana 3 kez kanlı eğilme yaptığını düşünecek olursak, bunların boşa gitmesine izin veremem. Yeraltından dışarı çıkmak istediğine göre sana 3 yaşam özgürlüğü sözü veriyorum. Bu 3 yaşam özgürlüğün aynı zamanda benim sınamam olacak. Sınamalar bittiğinde sen de itaatkar bir şekilde gene Wangchuan nehir kıyısına geri döneceksin. Kulağa nasıl geliyor??’

 

Teklifinde dezavantaj olmadığı için kafamı olur anlamında salladım.

 

O bileğimin üstüne altın mühür sihri yaptı. ‘ Ruhani bir oluşum olarak daha zeki olmayı öğrenmen gerekiyor. Bundan sonra hayati noktanı korumayı öğren.’ Sonrada ekledi: ‘Bazı yabancılar benim kadar anlayışlı olmayabilirler.’

 

Yanımdaki 2 minik şeytan Jia ve Yi ona köprüye eşlik ederken başlarını öne eğdiler. Bileğimdeki altın mühre dokundum.

 

‘ Moxi,’ diye ona seslendim

 

Elinde Oblivion* suyu, Naihe köprüsünün önünde duruyordu. Bana doğru baktı.

 

‘İnsan dünyasına seni cezbetmeye gelebilir miyim?’

 

Sorum çok samimi olacak ki Oblivion* çorbasını pişiren Yaşlı Meng*korkutucu bir şekilde güldü.

 

*Yaşlı Meng dediğimiz kişi bu Naihe köprüsünde oblivion(unutma) çorbası pişiren yaratık.

 

 

Sadece o değil Moxi’nin de dudakları gülümsemeyle kıvrılmıştı. ‘ Eğer beni bulabilirsen, dene o zaman.’ Son kelimesinden sonra çorbayı 1 lokmada içti.

 

Arkasına bakmadan yeraltının karanlığına atladı. Gözden kaybolana kadar onun ayrılmasını seyrettim.

 

Minik Yi Naihe köprüsünden geri döndü ve açık renk ölü gibi ellerini yüzümün önünde salladı: ‘Bayan Sansheng!’

 

‘ Huh?’’

 

‘ Madam Sansheng yoksa ona karşı bir şeyler mi hissetmeye başladın?’

 

En sonunda kafamı çevirip Yi’ye baktım ve ciddi bir tonda: ‘ Birisine karşı bir şeyler hissetmek ne demek?’

 

Yi başını kaldırıp düşünceli bir şekilde: ‘ O okuduğun kitaplardaki kadın ve erkeklerin hissetmesi gibi bir şeydir herhalde..’

 

Birkaç dakika düşündüm. Sık sık okuduğum kitaplarda, centilmen leydi ile tanışır, leydi biraz cilvelenir, bir süre geçtikten sonra kendilerini tutamadıkları oooh ahh diye bir şeyler yaparlar. Ben Moxi ile böyle şeyler yapmayı asla düşünmedim, bu nedenle ona karşı bir şeyler hissettiğimi düşünmedim.

 

*Bu kadar basit anlatılabilirdi bravo kutluyorum yazarı …*

 

D.N: ah oh o ne be okuyunca bir daha bir daha okudum

 

Kafamı emin bir şekilde sallayıp ‘ hayır ona karşı duygu beslemiyorum’ diye cevap verdim.

 

Yi uzun bir şekilde iç geçirdikten sonra kendi kendine mırıldandı: ‘ Evet doğru, bir taş nasıl duygu besleyebilir ki? Boş yere düşündüm..’ Sonra birden kafasını kaldırıp bana baktı ve: ‘ Asıl konu ona karşı elinden geldiğince duygu beslememen böylesi en iyisi! Bu dünyada, ‘aşk ‘ kelimesinden daha çok acı veren başka bir kelime daha yoktur. Bunu Madam Sansheng birisini sevemez diye demiyorum. Sadece Lord Moxi hiçbirleydi’nin âşık olmaması gereken birisi olduğu için.’

 

‘Nedenmiş o? Tanıdığım kişiler arasından Moxie en güzeli ve en kibar karakterli olanı.’ Bir süre duraklayıp ekledim: ‘Ayrıca kulağa çok hoş gelen bir sesi var.’

 

‘Kesinlikle doğru bende bu yüzden zaten ona asla âşık olmamalısın diyorum. Lord Moxi Cennetteki Savaş Tanrısı. Bu dünyada hiçbir şey imkânsız olmasa da, o sadece dünyanın refahını düşünüyor. Kalbi bu kadar insanları düşünürken sence kalbinde aşka yer olabilir mi?

 

Moxi’nin kalbinde aşka yer olup olmaması beni pek ilgilendirmiyordu, fakat Yi'nin dediklerin ilk kısmı biraz düşünmeme neden oldu. ‘Moxi nasıl bir savaş tanrısı görevini alabilir? O açıkça çok kibar birisi.’

 

Yi az kalsın kan kusacaktı ' Kibar mi?? Buna gerçekten inanmıyorsun değil mi?’

 

Benim başımı salladığımı görünce, Yi kafasını sallayıp çaresizce:

 

‘ Şeytan klanı cennete 100.000 askerle saldırdığında, Lord Moxi’nin sadece 30.000 askeri vardı ve onları sildi süpürdü. Ondan sonra Şeytanların başkentine gittiler ve bütün klanı yok ettiler! Her yer kan gölüydü. Geçen on yıldan beri şeytan klanından ses çıkmıyor. Çünkü her 3 yaş ve üstü şeytan yok edilmişti.’

 

Benim de bu hikâyeden birkaç hatıram vardı. O zamanlarda, yeraltı dünyası karmakarışık olmuştu. Ağlama sesleri az kalsın YanWang'ı yıkıyordu; Naihe Köprüsü çok fazla kişiden çökmek üzereydi. Bu şeytanların Moxi tarafından öldürüldüğü söylense de, savaş gerçekte ölüm ve yaşam anlamına geliyordu.

 

Moxi’nin Savaş tanrısı olarak görevi başkaldıran karşı tarafın atağını durdurmak için zora başvurmaktı. Onun sadakati ancak kendi klanına aitti. Kararlı acımasızlık ancak savaş anında normaldi.

 

Yi’nin omzuna dokundum ve ‘ Bunları anlattığın için teşekkür ederim. Taşıma geri dönüp bir şeyler hazırlayacağım.’

 

Yi kafası karışmış bir şekilde ‘ Madam Sansheng! Nereye gideceksiniz?’

 

Sırıtarak: ‘İnsanların dünyasına onu ayartmaya gidiyorum.’

 

----

 

Ratel Notu: Normalde bildiğiniz gibi serilerimizde 10 bölüm olmadan başlamama kuralımız var. Ancak bu seri çoook kısa olduğu için bir istisna yapıyorum. Eğer Şebnem çeviriyi tamamlayamazsa ben tamamlarım, gönül rahatlığıyla okuyun.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44333 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr