57.Bölüm - Sahil Kenarında Yalnız Bir Bankın Dostluğunda

avatar
656 0

Sahte Adam - 57.Bölüm - Sahil Kenarında Yalnız Bir Bankın Dostluğunda


NEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEEE! Tabii ki böyle bir tepki vermediniz. Ama pozitif şaşkınlıklar hissetmeniz beni mutlu edebilirdi... 

(Her zamanki gibi sizlerin karşısına ansızın çıktım. Ova bölümler misali gereksiz, ama sırf sevdiğimiz animenin ova bölümü olduğu için izlediğimiz tarzda bir sezon olacaktır. Kısa, ama ovadan daha gerekli.)

Ivan beni vurdu, ben gözümü hastanede açtım; yalnız ve kimsesiz. 

End of story. 

Sonrasında ne olduğunu merak ediyorsunuz değil mi?


(Öyle mi lan?! Boşuna mı yazdı bu eleman o kadar bölümü!)


Size her zaman gerçekleri anlattım. Öyle de yapmaya devam edeceğim. Bir gerçeği daha açıklamak gerekirse: Beklediğiniz aksiyonu veya eski dostları göremeyecek olabilirsiniz. Veya olmaya da bilirsiniz. Yani kısacası açıklanması gereken gerçek şu: Bu sezonun olmasının tek sebebi yazarımın içinden Sahte Adam'ı atamamasıdır. Atmalı mıydı? Kesinlikle. Neden atamadı?.. Hiçbir fikrim yok ve sikimde değil. Çünkü o yazdıkça ben yaşamaya devam ediyorum ve ben yaşadıkça siz Türk tarihine geçmesi gereken en iyi romanlardan birini okuyor olabilirsiniz... Sanırım birazcık alçak gönüllülük yapıyor olabilirim... Dünya tarihi.

Hastanede yaşadıklarıma karşın kısacık geçen bir haftalık istirahatim sonrası acı ama benim için acının ne olduğunu unuttuğumdan ötürü acı olup olmadığına karar veremediğim bir gerçeği öğrendim: Genç denilebilecek yaşıma rağmen sokakları bastonla geziyordum.


Gözlerimi tekrardan kabullenmediğim yaşamda açtığımdan beri doktor olası bir fiziksel zararda yürüme kabiliyetlerimin zora gireceğini söylemişti hatırladığınız üzere. Son görüşmemizde (vurulup yine kucağına düştük) sakat kalmadığım için çok şanslı olduğumu dile getirdi. Yürüme zorluğu çekiyor olmam bile onun için mucizeydi.

Ivan benim için gelmedi. Branka benim için gelmedi. Gür Sakallı benim için gelmedi. Gereksiz bile benim için gelmedi.


Bir beklentiyle gözlerimi açtığıma göre sahiden ölümü kabullenmediğimi fark etmiştim. Ne yaşamayı becerebiliyorum, ne de ölmeyi. Bedenim yitip gitmiş, ruhum dünyaya sıkışıp kalmış gibiydi.


Kendime karşı asla dürüst olmadım. Olmayı denedim, zor olan kendime karşı dürüst olup olmadığımı anlayabilmekti.

Aşk ile hayranlık çoğu zaman birbiriyle karıştırılan duygudur. Kendime karşı olan duygularımda da aynı karmaşıklığı yaşıyorum. Düşüncelerimde dürüst müyüm, yoksa egom düşüncelerimi bastırıyor mu, emin olmak çok zor. 

Hırvatistan'ı terk ettim. Hırvatistan'la ilgili tek güzel anımın oradan ayrılışım olması beni üzse de, hayatı ve insanları tanımamda başrol oynadı. Karakterimi tamamıyla kendi isteğine göre şekillendirdi.

İstanbul'a geldim. Devlet özelinde hayatta olduğumu göstermek için aylarca mahkemelerde süründüm ve yalanlarima babamı da dahil ederek durumu defalarca kez izah ettik.

Az maaşlı, kötü ve sıkıcı bir işe sahibim.

(Yani engelli maaşı. Ama beklediğiniz gibi kafadan değil, fiziksel. Kafadan olan yazarım olabilir.)

Babamı ve annemi bir araya getirdim. Onlara tüm gerçekleri tüm çıplaklığıyla anlattım.


Epeyce bir zaman geçmesine rağmen hâlâ yaşıyor olmam gerçeği onlara imkansız geliyordu. Yine de böylesine bir mucizeye karşı barışmadılar, birleşmediler.


Annem Almanya'da, babam ise tamamen kendini salmış biçimde dilediğince yaşıyordu. Benim gidişim, annemin terk edişi onu gamsızlığa sürmüştü.

Dönmüştüm. Ama bir şeyleri değiştirebilmek için artık çok geçti. Dürüst olmam gerekirse, babam bana değer vermiyordu. Yanında olup olmamam umurunda bile değildi. Tüm bu acı, keder, yitiriş, onu yıpratmış, bambaşka bir adama dönüştürmüştü.

Hayatın insanlara karşı olan tutumu çok acımasız. Dilediği her şeyi yapıp, sonra da buna göğüs germeni bekliyor.

İstanbul'un bedbaht bir semtinde, gezilmemesi gereken saatlerde rutinim haline gelmiş sahil kenarı gezilerimden birini yapıyordum. Bastonla gezmek şüphesiz altmış dakika halı saha maçı oynamaktan daha yorucuydu. Saçım sakalım birbirine karışmış, çökmüş ve bitik vaziyetteydim. Benden yaşça büyük olan insanlar bile bana abi sıfatıyla seslenerek iyi geceler geçirmem üzerine dileklerini iletiyordu. 

Okulda, parkta, sahil kenarında veya her nerede bank bulunuyorsa herkesin favori bir bankı vardır. Ben de favori bankıma kurulmuştum.

Bakışlarımı önce güçsüz bacaklarıma, ardından avuçlarıma çevirdim. Niçin hâlâ hayattaydım? Attığım her adım bedenimi taşımak için değil, bedenimi yıldırmak içindi. 

Kızım 8 oğlum 2 yaşındaydı... Koca iki sene geçmişti.

Kolumu kaldırdım, gözümün önüne gelen, gerçek olmasını dilediğim hayallerime elimi uzattım. 

''Babacığım...'' diyen bir ses vardı.

Başka bir ses, ''Baba,'' demeye çalışıyordu.

İki el elime uzandı, elim onların eline kavuşamadı.

''Sen yine mi buradasın sakallı bebe.''

Topuklu ayakkabılarını tokurdatarak, boş yanıma oturdu sesin sahibi.

''Yine beni gördüğüne göre,'' uzaklara uzanmayı çabalayan elimi indirdim, ''sen de yine burada olmuş oluyorsun.''

Koca göğsünün üzerinden dudaklarına uzattığı sigarayı dudağın kenarından çekti, dumanı üfürdü. 

''Kadınlarla düzgün konuşulması gerekildiğini bilmez misin sen?''

''Büllüğünü aldırdın mı ki?''

''Bana aşağılık insan muamelesi yapmayı kes.''

''Arkadan vurduklarında önden sallanıyor mu?''

Sigarayı atıp topuklusuyla ezdi. Ayağa kalkıp önümde dikildi. Başımı kaldırıp ona baktım; suratıma sağlam bir tokat patlattı.

Sızlayan yanağımı tutarken, ''Madem benden rahatsız oluyorsun, o sarı peruğunu, inceltmeye çalıştığın sesini ve silikon göğüslerini alıp siktir git,'' diye söylendim.

Ne kadar da duygusuzum. Onu aşağılarken ne mutlu oluyorum, ne de üzülüyorum. Hiçbir şey hissetmiyorum. Kötü hissetmek bir vicdan simgesidir, ama hissetmemek... Bu tamamıyla canilikti.

Başını mağrurca kenara savurdu, tekrardan yerine oturdu ve bacak bacak üstüne atıp kollarını göğsünde kavuşturdu.

''Biliyor musun,'' dedi, inceltmeye çalıştığı irite edici sesiyle, ''aylardır burada her gece seninle buluşup konuşuyoruz, hiçbir zaman insanların senin hakkında ne düşüneceğini umursamadın. Benimle görülmek seni korkutmadı.''

''Ben kim olduğumu ve ne yaptığımı biliyorum. İnsanların hakkımdaki ön yargısı umurumda değil. Eğer senin de umurunda olsaydı, ellerin erkeklerin pantolonunun içinde olmazdı.''

Onu teselli etmek için konuşmamıştım fakat hafiften sırıtmış gülümsemişti.

Durum şuydu ki, kod adı Aylin olan bu göğüslü ve çubuklu garip adam, sahilin en rağbet gören travestilerinden birisiydi. Bana hayat hikayesini istemediğim halde anlatmıştı.

Güzel bir yüze sahip olduğu için çok kez çocukken akrabaları tarafından tacize uğramıştı. On sekiz yaşlarında hoşlandığı kızla çıkarken ibne olduğunu fark etmiş.

(O kadar çok eş cinsel esprileri yaptık ki, sonunda vurduran bir ibne tanıdığa sahip olduk. Demek ki her şakanın altında bir korku yatmalı. Ulan ya olursa! Demek gerekliymiş.)

Boynuna dolanmış süslü püslü fularıyla, ilginç pullu eteğiyle ve göğüs dekoltesiyle yanımda otururken insanların kendisine göz gezdirmesine aldırış etmiyordu. Onun bir travesti olduğunu düşünmek açıkçası mide bulandırıcıydı. Yine de kendi hayatı, kendi seçimiydi.

''Beni hiçbir zaman yadırgamadın. Neden bu işi yaptığımı sormad-''

''Umursamadım ve hâlâ da umursamıyorum.''

Arkamızdan ardı ardına öten bir korna, ardından ise kahkaha sesleri yükseldi.

Arabanın içindekilerden birisi, ''Aylin! Güzelim! Gel de gezdirelim!'' diyerek bağırdı ve kahkaha sesleri tekrar yükseldi.

Aylin yeni yakmaya yeltendiği sigarayı ve çakmağı banka bıraktı, ''Benim yerime devam et,'' deyip ayaklandı.

Sigaraya ve çakmağa baktım. ''Aids kapmam değil mi?''

''Çok şakacısın, çelimsiz sünepe,'' dedi üstünü başını düzeltirken. ''Bacakların eğer tutuyor olsaydı seni adil şartlarda bir güzel  evire çevire döverdim.''

''Bir erkeğe nasıl bir kadınla benim konuştuğum şekilde konuşmak yakışmıyorsa, bir kadına da bu tarz hareketler ve cümleler yakışmıyor.''

''Geliyorum canlarım!'' diyerek seslendi arabaya doğru ilerlerken. ''Gözlerin ölü bir insanın gözleri gibi cansız ve duygusuz. Başkalarının kusurlarıyla alay edeceğine önce kendini düzelt.''

''Düşündüğüm gibi," dedim. ''Hayatı ve insanları tanımak istiyorsan bir fahişeye danışman gerekir.''

''Ve çok bildiğini sanan niteliksiz kişilere.''

Yavaşça uzaklaşıyorken ardıma bakmadım.

Ayışığı altında denizi seyrettim. Bir beşik gibi usulca sallanıyordu. Küçük bir bebeği uyutmak ister gibi. Gözlerim dalıp gidiyordu. Bir müddet sonra uyumamak için diretmeyi bıraktım.













Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44563 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr