Bölüm 16: Yolculuk

avatar
354 2

Dışlanan Havarinin Dönüşü - Bölüm 16: Yolculuk


Dean memnun bir şekilde mağazadan çıktı ve okyanus kıyısına doğru ilerlemeye başladı. Kıyıda bir gemi limanı vardı. Basit araştırma ile kendisi için uygun gemi buldu ve gemiye bindi. Fiyatının yetmiş beş altın olduğunu duyunca bir tereddüt etse de en hızlı zaman da buradan kurtulmalıydı.

 

“Evet… Yolculuğumuz bir gün sürecektir. Büyük Burgaç’ın etrafından dolaşacak ve büyük kıta Razox’a varacağız. Razox kıtasındaki durağımız ise, Lionguard’ın liman kenti olan Doğu Stesk.”

 

Görevli personeller güvertede toplanmış insan kalabalığına gergin bir şekilde açıklama yaptı. Akşam saatlerinde herkes odasında olmak zorundaydı. Herkes kendi canını korumalıydı ve çalınan mallardan sorumlu değillerdi. Tüm sorumluluk şahsa aitti.

 

Dean iskeleyi izlerken bir elin omzuna dokunmasıyla arkasını döndü. Onlu yaşlarının sonunda, tüyü bitmemiş bir genç adamdı.

 

“Merhaba dostum! Uzun sürecek bu yolculukta bana eşlik etmek ister misin? Benim adım Camachte.”

 

Dean gence tekrardan baktı. Uzun süredir güneşte kaldığını gösteren kömür teni vardı. Yemyeşil gözleriyle bir medeniyetin özelliklerini taşıyordu.

 

“Sen bir amazon musun?”

 

“Yiaa… Utandım.”

 

Camachte kızarmış bir şekilde parmaklarıyla oynadı.

 

“Evet, ben sizin Amazon dediğiniz yerden geliyorum.”

 

“Amazon…”

 

Regnumor diyarında hayatta kalmayı başaran tek insan kabilesiydi. Vahşi ormanların derinliklerinde yaşar ve hayatlarını avcılıkla geçirirlerdi. Bu yüzden bir hayli güçlü yapıları ve koyu tenleri vardı.

 

Ancak…

 

“Amazon… Oldham birlikleri sizin kökünüzü kazımadı mı?”

 

Camachte’nin kaşları çatıldı ve gözleri doldu. Dean onun çok öfkeli olduğunu ama durumundan dolayı bu öfkeyi bastırmak zorunda olduğunu anladı.

 

“Haklısın, Oldham birlikleri köyümüze saldırıp erkeklerimizi öldürdüler. Kızlarımızı ise köle olarak aldılar. Ne yapacaksın? Beni güvenliğe teslim mi edeceksin?”

 

“Beni alakadar etmez.”

 

Dean Camachte’yi umursamadan önüne döndü ve yavaşça uzaklaşan iskeleyi izlemeye başladı. Arkasındaki Camachte’nin gözlerinin dolduğunu fark etmemişti. Fark etseydi de umurunda olmazdı.

 

“Sen… sen çok iyi bir insansın!”

 

Camachte’nin hıçkırıklı sesi Dean’ın kafasını çevirmesine neden oldu. Etrafta herkesin onlara baktığını fark etmişti. Bu, onun için büyük bir sıkıntıydı.

 

“Ağlama, çok dikkat çekiyorsun.”

 

Dean’ın ses tonu tehditkardı. Ancak Camachte bunu anlamışa benzemiyordu. İlk defa dışlamayan bir insanla karşılaşıyordu. Eğer onun yerinde başka birisi olsaydı, nereden olduğunu anladıkları anda onu tehdit eder ve üzerindekileri almaya çalışırlardı. Yok olmuş kabilenin son umudu olan Camachte şu anda en çok ihtiyacı olduğu şeyin bir dost olduğunu biliyordu. Dean’ın Kara Orman’daki haline benziyordu. Kafayı yemek üzere olan, kaybolmuş zavallı bir ruh.

 

Elbette Dean’de bunu fark etmişti. Ancak, başkaları için dert çekecek durumda değildi. Amazon insanlarının çok iyi köleler olduklarını biliyordu. Hızlı güçlenen güçlü fizikleri bir savaşçı için en uygun beden türüydü. Çevik, güçlü kemikleri ise onlara doğal bir kalkan sağlıyordu. Ayrıca sürekli savaşan bu kişiler, iyi eğitilirse en çılgın savaşçıyı dahi korkutacak bir silaha dönüştürülebilirdi.

 

Bu yüzden bu hazineyi isteyen kişi sayısı fazlaydı. Oldham şehrinin Regnumor ve Eliterra’ya yayılması için insan gücü gerekliydi. Belki bu on yıl içinde olmayacaktı. Ancak kadın kölelerin doğurduğu çocuklar, gelecekte Oldham şehrinin temellerini oluşturacaktı.

 

Bunu anlamak basitti. İnsanlar, hiçbir zaman çıkar amacı gütmeden yardım etmezdi. Oldham şehrinin kurulma amacını gerçekleştirme zamanı gelmişti. İki kıtanın ortak sınırlarında güç elde etmek ve bu gücü yayarak kıtada söz sahibi olmak. Çünkü iki kıtada eşsiz hazinelere ev sahipliği yapıyordu. İnsan kıtasında olmayan kaynaklar, madenler ve bitkiler vardı.

 

Dean’ın aklına Amerikalı’ların öldürdüğü kızıl derililer ve köleleştirdiği siyahiler geldi. İnsan her yerde insandı. Kirli ve çıkarcı. Bir kez daha kararından emin oldu. Acımasız olması gerekiyordu. Yoksa sonu Camachte gibi hüzünlü olurdu.

 

Camachte Dean’ın bakışlarını hissedince ağlamayı kesti ve parlak bir gülümsemeyle konuşmaya başladı.

 

“Hayır, asıl dikkat çeken sensin. Genç yaşlı fark etmeden tüm kadınlar sana bakıyor. Üzerinin çok kirli olmasından olsa gerek.”  

 

“Umurumda değil, beni yalnız bırak.”

 

Dean soğuk bir şekilde Camachte’nin yanından geçti ve kamarasına doğru yola koyuldu.

 

“Hey, beni bekle!”

 

Kamaralar geminin güvertesinin hemen altında bulunuyordu. Sadece küçük bir odaydı ancak yorgun insanlar için önemli olan yatak buradaydı. Dean arkasından koşturan Camachte’yi umursamadan kamarasına girdi ve kapıyı kilitledi.

 

“Hey, kapıyı açacak mısın? Biliyorum dikkat çekiyorum ancak sana bir şey sormam gerekiyor! Sen de diğerlerinden farklı bir koku alıyorum. Herhangi bir Tanrı Lütfu almadın sanırım. Bu yüzden Sistem’in de yok? Sen kimsin? Her çocuk doğduğu şehirdeki tapınaklara götürülür ve Tanrılar tarafından kutsanır. Ancak sen kutsanmışa benzemiyorsun? Neden? Yoksa senin de mi ailen yok. O zaman kader ortağı sayılırız. Neden arkadaş olmuyoruz? Hm? Dur birisi geliyor! Hayır! Durun. Çekiştirmeyin!”

 

“Beyefendi yan odalardaki insanlar rahatsız olduklarını dile getirdi, lütfen zorluk çıkarmadan bizimle gelin!”

 

“Hayır, durun! Benim haklarım var!”

 

Dean o esnada kılıcını çıkartıyordu. Dışarı da bir sorun olduğunu duyunca kaşlarını çattı ve kapıyı açtı. Beklediği gibi, bir görevli Camachte’yi zorla götürmeye çalışıyordu. Dean’ı görünce aniden donakaldı.

 

“Sen… beni bırakmayacağını biliyordum!”

 

“Çok fazla ses çıkarıyorsun.”

 

Dean görevliye bir bakış attı. Açık mavi bir üniforması vardı, sağ belinde asılı bir rapieri vardı. Bir gemi görevlisinden çok kraliyet için çalışan bir silahşör gibiydi.

 

“Onu bırak.”

 

“Ama efendim… onun…”

 

“Sana bırak dedim.”

 

“İyi be.”

 

Görevli Camachte’yi yere ittikten sonra Dean’a bir bakış attı ve homurdanarak gitti. Dean onun koridorda kayboluşunu izledikten sonra kapısını kapattı ve içeriye girdi. İçeriye girdikten sonra kapının arkasındaki Camachte’ye bir şeyler söyledi.

 

“Yolculuk bitene kadar kamarandan çıkma. Seni yakalayıp satmak için fırsat kollayan çok fazla insan var.”

 

Bir süre sessizlik ardından ‘Hm, anladım.’ cümlesi geldi ve Camachte’nin nefes sesleri kapının arkasından duyulmamaya başladı.

 

“Çok zorlu, neden peşimde acaba?”

 

İnsanlar zorlukları atlatmak için bir partnere güvenmek isterdi. Çünkü kaldırdığı yük kendisi için ağırdı. Dean onu anlıyordu. Çünkü yalnızlıktan kafayı çıtlattığı zamanlar olmuştu.

 

“Her neyse, ona çok az yardım edeceğim.”

 

Onun için bir plan oluşturduktan sonra yatağına uzandı ve uyuklamaya başladı. Ancak geminin sallanması ve bazen yan yatması yüzünden uyuyamadı. Büyük Burgaç’tan geçtikleri oldukça belliydi.

 

“Zaman çok hızlı geçti. Madem uyuyamayacağım, Arthfael’in yüzüğünü açmaya çalışmak beni oyalayacaktır.”

 

Boynundaki yüzüğü ipinden kopardı ve iki parmağının arasında tuttu. Yüzük her yönüyle sıradandı. Hiçbir özel yeteneği yok gibi gözüküyordu. Depolama yüzüklerinin büyük çoğunluğu böyleydi.

 

“Ancak bunu açamıyorum.”

 

Arthfael’in mağarasından birçok hazine almış ve bu yüzüğe koymuştu. Yüzüğü koyarken depolama alanını açabilmişti ancak çıkartırken bunu başaramamıştı.

 

“Manam olmadığından olabilir mi?”

 

Ancak hızlıca bunu reddetti. Depolama yüzüklerini açmak için manaya gerek yoktu.

 

“Neden acaba? Hm, özel bir açılış yöntemi olabilir mi?”

 

Bunu araştırması gerektiğini farz etti. Dünya hakkındaki bilgisi sığdı. Bu yüzden basit sorunları bile kendi bilgisi ile çözüyordu. Kendi bilgisi de sınırlı olduğundan işler genellikle kan ve ölümle bitiyordu. Hedeflediğine ulaşamadan yoluna bir taş konuyordu.

 

En güzel örnek Kara Elf ve London’un onu öldürmek için gelmesiydi.

 

Arthfael’in mağarasından çıktıktan sonra rastgele bir yöne doğru ilerlemeye başlamıştı. Kaç kilometre ya da kaç gün geçtiğini bilmiyordu ancak Kara Elf’lerin gizli bölgesine girdiğinde açlıktan bayılmıştı. Neyse ki Kara Elf prensesi acımasız değildi ve onunla düzgün bir konuşma yapmıştı. Hakkındaki bilgileri vermiş ve ondan bir şey sakınmamıştı.

 

Ancak dünya acımasızdı.

 

Dean’de öyle.

 

Kara Elf prensesini en iyi şekilde kullanmak için ona yakınlaşmış ve güvenini kazanmıştı. Ardından planlarını anlatabileceği kadar güven kazandığında vurucu darbeyi indirmek için William’a uçmuştu. William tuzağa yakalanmadığında iki taraf arasında ölümlerin çok olduğu bir meydan muharebesi olacaktı. İki tarafında birbirini yemesini izlerken, kendisi tüm mal varlıklarına konacak ve iki tarafı da üçüncü taraf olan Ogre’lere satacaktı.

 

Regnumor her ne kadar aynı amaç doğrultusunda birleşmiş ırkların yuvası gibi görünse de aslında işler öyle değildi. Hepsi birbirine tarih boyu kin beslemişti. Sadece bir amaç uğruna birlik olacak kadar birbirlerine güvenmiyorlardı. En ufak bir yalpalamada diğer ırklar sömürmek için orada olurdu. Ogreler ve Kara Elf’lerde öyleydi.

 

Ancak prensesin köpeği ve William’ın köpeği onu öldürmek için oraya gelmişti. Bu da amacından şaşmasına neden olmuştu. Ayrıca yakınlarda olması gereken Ogre Savaşçıları’nda orada olmayışıyla satıldığını anlamıştı. Tek bir şansı vardı; iki köpeği it dalaşına sürüklemek.

 

Karşında senle eş değer güce sahip bir kaplan varken, arkanda duran tilkiyi önemseyecek zamanın olmazdı. Bunu fırsat bilerek ikisini de bitkin hale getirip son darbeyi vurmuştu.

 

Kazanmış gibi görünse de kaybetmişti.

 

İlk olarak zekasına olan güvenini kaybetmiş, ardından da kendine olan güvenini. Çünkü daha zayıf askerleri bile öldüremezken, onların tanrılarına kafa tutmak ne kadar mantıklıydı?  

 

“Belki de vaz geçmeliyim.”

 

Ancak bu düşünceyi hızlıca kafasından sildi. Olumsuz düşünceler zihninde toplanmaya başlamıştı. Kendine olan güvenini kaybederse bundan sonra asla kazanamayacaktı.

 

Kendine olan güvenini asla yitirmemeliydi.

 

Yüzüğü tekrardan ipe bağladıktan sonra yatağa uzandı ve gözlerini kapattı. Gemi istikrarlı bir şekilde ilerlemeye başlamıştı. Anlaşılan burgacın etki alanından çıkmıştı. Bu dinlenebileceği anlamına geliyordu.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44543 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr