Bölüm 2: Orman

avatar
417 3

Dışlanan Havarinin Dönüşü - Bölüm 2: Orman


***

 

Yeşil… neredeyse her yer yeşildi. Ağaçların yaprakları, çimenler, çalılar. Hepsi yeşildi. Siyah saçlı çocuk alnını ovarken kendine geldi ve şuurunu geri kazandı.

 

“Ben… kimim?”

 

İğrenç bir histi. Yüzbinlerce parçaya bölünmüş yapbozu yapmaya çalışmak gibiydi. Çok zor ve karmaşık. Anıları çok küçük parçalara bölünmüş ve düzenden yoksundu.

 

“Benim adım… Dean. Ben zayıfım.”

 

Kim olduğunu hatırladı ve parçaları çok hızlı bir şekilde birleştirmeye başladı. Bir süre sonra yerden kalktı ve etrafa bakındı.

 

“Burası onların ‘çöplük’ dedikleri yer olsa gerek.”

 

Burası bir çöplüğe benzemiyordu. Yemyeşil çimenlerin, hoş kokulu bitkilerin ve doğanın kalbinin bulunduğu bir yerdi.

 

“En azından görünür de öyle.”

 

Nerede olduğu hakkında en ufak bir bilgisi yoktu. Bu yüzden ilk işi etrafını araştırmak olacaktı. Ancak bundan daha önce yapması gereken bir şey vardı.

 

“Burası Fantastik bir dünya ve hayatta kalma ihtimalim çok az. İlah denilen güçlü varlıklar tarafından öldürülmeye değmeyecek kadar zayıf olduğumdan, kendimi öldürebileceğim bir yere gönderildim. Kısaca ölme ihtimalim, yaşama ihtimalimden çok daha fazla.”

 

Hayatta kalmalıydı.

 

İlk yapması gereken hayatta kalmaktı.

 

“Şimdi… Ağaçlara bakılırsa bir ormanın içindeyim. Yüksek bir dağ işimi görür.”

 

Bir ağaç dalı kırdıktan sonra gezinmeye başladı. İlerledikçe ağaçlar arasındaki mesafeler kısaldı ve yapraklar sıkılaşmaya başladı. Birkaç dakika sonrasında güneş ışıklarının geçemeyeceği kadar sıkı yapraklar ortaya çıktı ve görüş açısı kararmaya başladı.

 

Durakladı ve geldiği yönden geri dönmeye başladı.

 

“Göremediğim yerlere gitmek için fazla zekiyim.”

 

Belli bir rotayı izlediğinden çok daha hızlı bir şekilde geri döndü. Uyandığı yere tekrardan gelmişti. Geldiği yöne doğru bir işaret bıraktıktan sonra yoluna devam etti.

 

Bu sefer tamamen farklı bir ortam karşısına çıkmaya başlamıştı. Ağaçlar yavaş yavaş seyrelmeye ve büyümeye başlamıştı. Kaç yüz metre gittiğini bilmiyordu ama çoktan sekiz farklı işaret bırakmıştı.

 

Saat acımasızca ilerledi. Dean, enerjisini yenilemek için dinlenmesi gerektiğini fark ettiğinde bir ağaca yaslandı.

 

Kiğk!  

 

Ani bir ses duyuldu.

 

Rahatsız ediciydi. Sanki bir bebek hastalanmıştı ve sancılar çekiyordu. Ancak Dean bu sesi duymamıştı, o esnada gece çökünce nasıl hayatta kalacağını düşünüyordu. Gözü yerde rüzgarın etkisiyle dans eden çimlerde, duyuları alışkanlıklarından dolayı kapalıydı. Zihni ise sadece bir düşünceyle doluydu. Hayal kırıklığı ile kafasını salladı. Nasıl yemek bulacağını ve soğuktan korunabileceğini bulamamıştı. Üzerindeki kıyafet ile sabah olmadan soğuktan ölürdü.

 

Kiğk!

 

Tekrardan yabancı ses. Dikkat edilmediği sürece fark edilmeyecek derecede yumuşak, rahatsız edici ve kısıktı bu ses.

 

Ancak Dean’ın dikkatini çekmedi. Aklı neler yapabileceğini anlamakla meşguldü. Toprağı kazıp kendisi için uygun bir yer yaratabilirdi ancak yeraltı canavarlarının olup olmadığını bilemezdi. Kendisini tabakta sunmaktan farksız bir plandı.

 

“Siktir… geceyi atlatmam gerekiyor.”

 

Kiğk!

 

“Hm?”

 

Bir sesin kulağına gelmesiyle alarma geçti. Ancak çok geçti. Omzunda bir acı hissetmesiyle boğuk bir inilti kaçırdı ve yere diz çöktü. Diz kapaklarının arkasına bir şey saplanmıştı.

 

Bir metre kırk santim uzunluğunda, on yaşındaki bir çocuk kalıbında, elinde demir bir sopa tutan yeşilimsi bir varlık sağında belirdi. Kulakları keskindi. Üzerinde, leopar desenli bir parça kumaştan başka bir şey yoktu. Bu, korku filmlerine konu olacak kadar çirkin bir varlıktı.

 

“Bu… Goblin?”

 

Kiğk!

 

Bu varlık bir Goblin’i son derece andırıyordu.

 

“Keek!”

 

Goblin elindeki sopayı sertçe Dean’ın omzuna vurdu ve acı dolu bir çığlık atmasına neden oldu. Acı vücudunu uyarsa da yediği hasar yüzünden sağ kolu kısa bir süreliğine işlevini yitirmişti.

 

Güm!

 

Sopa tekrardan aynı yere indi. Goblin aklını kaybetmiş bir aptal gibi sürekli aynı yere saldırmaya başladı. Dean bu acıya rağmen çığlık atmamaya çalıştı ama göz yaşlarına engel olamadı. Goblin’in birkaç vuruştan sonra onu ölü sanmasını ve bırakmasını istiyordu ancak birkaç saniye sonra bunun aptalca bir düşünceden başka bir şey olmadığını anladı.

 

Goblin onu yemek istiyordu!

 

“Siktir! Ölmek için fazla gencim!”

 

Tüm acısına rağmen sağ bacağı ile Goblin’i tekmeledi.

 

Kiğk!

 

Goblin sersemlemiş bir şekilde birkaç adım geriye yalpaladı. Ardından bacağına yediği bir tekme neticesinde kalçasının üzerine düştü.

 

Kiğk?

 

“Sen… korkunçsun!”

 

Dean kendisini yuvarladı ve Goblin’in suratının tam ortasına – burnuna ayağının tabanıyla vurdu.

 

Tekrar ve tekrar.

 

Goblin şuurunu kaybedene kadar vurdu. En sonunda Goblin’in yüzü darmadağın olmuş ve bayılmıştı. Ancak o zaman, Dean rahat bir nefes almış ve rahatlamıştı.

 

“Bu da ne böyle?”

 

Dean sol eliyle sopasını aldı ve Goblin’i dürttü. Goblin hareket etmeyince tekrardan rahatlamış ve kendisini dinlendirmek için ağaca yaslamıştı. Goblin, yerdeki çimenlerden birazcık daha koyu bir yeşil renge sahipti. Parmakları bir pergel gibi sivri ve inceydi. Bir elden çok, bir pençeyi andırıyordu. Savaşmak için birebir olsa da silah kullanmak için uygun değildi.

 

“Hm? Bu akan şey de ne?”

 

Yeşil kırmızı renklerinin karışımından oluşan bir kırmızılık yeşil çimleri süsledi. Hastalıklı ve mukuslu hissettiriyordu.

 

“Kan mı?”

 

Sopasının ucuna biraz aldı ve kokladı.

 

“İğrenç! Goblin kanı!”

 

Tatmak için yeterli olan cesareti kendinde bulmadığından sopanın ucunu yere sürdü ve kanı temizledi. Ardından sopa ile Goblin’i yüz üstü çevirdi.

 

“Yarası olsa gerek.”

 

Sırtında on santim genişliğinde, üç santim derinliğinde bir yara vardı. Kan sonu yokmuş gibi içinden çıkıyor ve sırtını kızıla boyuyordu. Bu hastalıklı kırmızı Goblin’in yeşil derisini daha iğrenç göstermek için yaratılmıştı sanki.

 

“Bir kılıç ile olmuş olmalı. Tek hamle ve ani. Ancak öldürmek için yetersiz.”

 

Dünya’da iken ailesi yüzünden uzun süreli bir eğitime tabii tutulmuştu. Küçük yaşlarından beri Tarihi Savaş Sanatı eğitimi alıyordu. Bunun en büyük sebebi ise babasının aksiyon film starı olmasıydı. Bu yüzden kılıç ve hançer kullanımı biliyordu. Hatta birçok aksiyon filminde çocuk rolleri oynamıştı ve bir kariyeri vardı.

 

“Bir savaştan mı kaçtı?”

 

Goblin’in geldiği yöne doğru bir bakış attı.

 

“Sanırım evet. Ancak kiminle savaştı? Tek miydi?”

 

Bu cevabı alması çok uzun sürmedi.

 

Kiğk!

 

Keek!

 

Kiğk?

 

Tanıdık sesleri işittiği anda irkildi ve düşüncelerinden sıyrıldı. Sopası ile kendisini destekledi ve dört metre ötedeki büyük çalılığa doğru yürüdü.

 

Çalılara saklandıktan on saniye sonra ağaçların arasından üç tane Goblin çıktı. Hepsi aynı boylardaydı ve ilk Goblin ile benzer silahlar taşıyorlardı. Ortadaki Goblin’in ise ağzında bir şeyler vardı ve sürekli onu çiğniyordu.

 

Geldikleri gibi yerde bilinçsiz bir şekilde yatan Goblin’i fark ettiler. Ortadaki eliyle Goblin’i işaret etti ve üstünkörü bir şekilde etrafı inceledikten sonra arkasını döndü ve geldiği yoldan geri gitti. Diğer iki Goblin, yerdekini kaldırdı ve ortadaki Goblin’i arkasından takip etti.

 

Onlar gittikten bir dakika sonra Dean yerinden çıktı.

 

“Vuah! Saklanmam iyi oldu. Bu halimle onlara karşı durmamın imkanı yok!”

 

Diz kapaklarının arkasına saplanan iki küçük demir çubuğu söktükten sonra, pantolonunu sıyırdı ve oraya baskı uyguladı. Ardından sağ omzunu ovuşturdu ve sopadan destek alarak Goblin’lerin geldiği yönün tersine ilerlemeye başladı.

 

Güneş yavaştan yerini aya bırakıyordu. Kısa bir süre sonra gerçek avcılar yemek aramak için ininden çıkacaktı. Acilen saklanacak bir yer bulmalıydı. 







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44549 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr