Bölüm 781: Kum Yolu, Kurt Yüreği

avatar
1315 37

Release That Witch - Bölüm 781: Kum Yolu, Kurt Yüreği




Çevirmen: Lodos

Bu uzun bir rüyaydı.


Lorgar'ın, kendisinin içinde olduğunu bildiği bir rüya…


Dört Kanatlı Kartal üzerine saldırdığı an, bacaklarındaki kırık kemiklerin acısı damarlarında dolaşıyordu. Bacakları değirmen taşının altındaki buğdaylar kadar ezilmişti.


Hayatının geri kalanında tekrar ayağa kalkmasının bir yolu yoktu. Yeniden savaşabilmesinin hayali bile mümkün değildi.


Ama şimdi ayakta duruyordu.


Bu yüzden bu bir rüya olmalıydı.


Çünkü sadece rüyada daha önce yaşanmış olaylar hiç yaşanmamış gibi olabilirdi.


Derin bir nefes alan Lorgar, önündeki boşluğa baktı. Burada ayaklarının ucundan kumlu bir yol başlıyor ve görebildiği en uzak yere kadar uzanıyordu. Bir adım öne çıktı. Zaman zaman birkaç eski rakibi boş ifadeler takınarak teker teker yanından geçiyorlar ve arkasındaki sonsuz kumun içinde kayboluyorlardı.


İlk gelen bir kum solucanıydı.


12 yaşındayken Lorgar’ın ilk av başarısı bu solucandı.


Kum solucanı, kum üzerinde hareket ettiği ve kumda iz bıraktığı için en savunmasız avlardan biri sayılırdı. Ancak sessizlik içinde pusuya yattığında, avcının onu fark etmesi zor olurdu. Ancak bu, çöldeki diğer canlılardan bile daha düzenbaz olabilecek kum ulusu halkını kandıramazdı. Lorgar kendini sıradan bir çalı gibi gizlemeye çalışmış ve kum solucanının gelmesini beklemişti. Yeterince yaklaştığında mızrağını kumun altına saklanmış kum solucanına sapladı.


Mükemmel av performansı kardeşlerini aşmıştı. Bu konuda Demirkum Şehri'nin büyük klanlarındaki herkes hemfikirdi. Bu avın bir sonucu olarak, yüzleşmenin ve savaşmanın onda yarattığı hisse âşık olmuştu.


Şimdi gelen kum solucanı ise kum örtüsünün altında sürünmüyor, kumun üstünde ilerliyordu. Kumda bir yılan gibi yavaşça kıvrılırken başını kaldırdı. Lorgar onun bir an için yüzüne zarar verecek bir zehir püskürteceğini düşündü. Ancak, solucan hiçbir şey yapmadan sessizce yoluna devam etti.


Ardından bir Akrep ve Çöl Kurdu geldi... Bunlar onun ikinci ve üçüncü rakibiydi.


Akrep yanından geçti ama Çöl Kurdu durdu. Bir an tereddüt ettikten sonra kuyruğunu sallayarak ona doğru yürüdü. Dönüp yanında yürümeden önce, Lorgar’ın nasırlı çıplak ayaklarını kokladı.


Lorgar, kendisiyle kurt arasındaki acımasız meydan okumayı hatırladı. Bir Mojin kadınının nitelikli bir düellocu olması için çok daha fazla çaba sarf etmesi gerektiği gerçeğinden dolayı, birçok kum solucanı ve akrep avından hemen sonra bir sonraki avını aramak zorunda kalmıştı. Kurt sürüsünü gözüne kestirmişti.


Ancak sürüler halinde hareket eden kurtlar sandığından daha korkutucuydular. Bir kum fırtınası av ekibini sarmış ve onları darmadağın etmişti. Fırtına durulduğunda ise ufukta çok sayıda kurt belirmişti.


Kurtların kuşattığı kum ulusu halkı yiğitçe savaşmıştı ama kurtlar sayıca üstünlerdi. Her taraftan gelen keskin pençelerin ve dişlerin arasında birer birer yok olmuşlardı. Lorgar, hayatının burada sona ereceğini düşünmüştü. Hatırladığı son şey, tüm vücudunda hissettiği keskin bir acıydı. Ardından, bir İlahi Hanım olmak üzere yeniden dirilmişti.


Kurt Yüreği’nin devasa kralı olmuştu.


Kana bulanmış kumun üzerinde durarak aşağıda duran kurtlara baktı. Kurtlar tanrılarını selamlıyormuş gibi başlarını önlerine eğmişlerdi.


Uyanışından sonra olaylar daha da genişlemişti.


Sonrasında klan dövüşçüleri ve muharebe deneyimi olan savaşçılar... Ona birbiri ardına yaklaşmışlar ve hemen ardından ortadan kaybolmuşlardı. Lorgar'ın kalbi kulaklarında atıyordu.


Belki de rüya, son rakibi onun yanından geçtiğinde sona ererdi.


Fazla zaman kalmamıştı.


Bunu durdurmak istedi... Ama başaramadı.


Çok geçmeden, bulunduğu alan sanki başının üzerinden büyük bir şey geçiyormuş gibi karardı. Lorgar yukarı baktı ve Dört Kanatlı Kartal'ı gördü.


Son geliyordu.


Titreyerek kükreyen Çöl Kurdu, kaslarını genişletti ve gökyüzüne hükmeden o canavara doğru atladı.


İki canavar sert bir şekilde çarpıştı, her tarafa kan ve tüy saçıldı. Yanan Sahne’deki düelloyu daha başlamadan bitirmek istiyormuş gibi ellerinden geleni yapıyorlardı.


Lorgar nefesini tuttu ve son savaşına odaklandı. Vücudu ve beyni, dövüş sırasında yaşadığı her duyguyu tam olarak kaydederdi. Bu da onun sıradan insanlardan çok daha hızlı gelişmesinin sebebiydi. Canavarla tekrar savaşma şansı bulursa Ashes’ın yardımı olmadan daha uzun süre dayanabileceği ve hatta canavarın kafasını bedeninden ayıracağı kesindi.


Ne yazık ki bu fırsat onun elinden çıkmıştı.


Savaş ateşli bir seviyeye ulaşırken Lorgar dev kurda katılmak ve onunla birlikte savaşmak istiyordu. Ancak vücudu adeta ceset gibiydi. Hatta ayaklarını bile hissetmiyordu…


Uyanma zamanının geldiğini fark etti.


Korku kalbini ele geçirmişti. Bir anda tüm vücudu titremeye başladı.


Engelli kalarak bir yatağa hapsolmak istemiyordu.


Ayağa kalkmak istedi!


Savaşmaya devam etmeyi arzuluyordu!


Ancak, kendisini giderek daha da takatsiz hissediyordu. Bu his bacaklarından boynuna doğru yükselmişti ve artık boğazını da hareket ettiremiyordu.


Aniden çöl kurdu kartal tarafından yırtılmış karnının acısıyla ıstırap içinde uludu. Lorgar'a doğru sendeleyerek yürüdüğü sırada bağırsakları dökülüyordu. Kurt, son gücünü de kaybetmeden önce yalnızca birkaç adım ilerlemeyi başardı ve Lorgar'ın ayaklarının dibinde yere yığıldı. Hayatının son anında bile düşmandan Lorgar’a gelen saldırılara göğüs germeye çalışmıştı.


Sırtındaki darbeler onun kalp atışları gibiydi.


“Hayır!” diye düşünen Lorgar aniden gözlerini açtı ve doğruldu.


Kum yolu ve canavarlar birdenbire gözden kaybolmuştu. Yanına doğru koşan hizmetçisinin çığlığını duydu: “Prenses... Sonunda uyanmışsınız!”


“Evet...” diyen Lorgar bir süre trans halinde kaldı: “Uyandım.” dedikten sonra bir anda şok oldu. Hizmetçinin panik içinde yatağının yanına yaklaştığını gördü ve terini sildiğinde de havlunun tenine dokunduğunu hissedebilmişti. Eski çadırın çatısı, duvarda asılı bıçak ve yanan mangal… Bütün bunlar inanılmaz derecede canlı görünüyordu.


Ancak tek gözüyle bu kadar net bir görüşe nasıl ulaşabiliyordu ki?


Refleks olarak sol gözüne dokundu... Şaşırtıcı bir şekilde, yerinde ve sağlamdı.


Hayır… Sadece gözleri değil, iki kolu da iyiydi ve tüm vücudu ağrısızdı. Ayakları bile!


Yorganlarını üstünden atarak yataktan çıktı ve iki ayağı da yere sağlam basacak şekilde dikildi.


“Ne?” diye sorarak bu şekilde davranmasından dolayı onu hayret içerisinde izleyen hizmetçiye baktı.


“Kuzeylilerin getirdiği yeni İlahi Hanım sizi iyileştirdi.” diye kekeledi hizmetçi açıklamaya çalışarak. Ardından devam etti: “Hiç ilaç bile kullanmadı. Ellerinize hafifçe dokunarak yaranızı iyileştirdi.”


“Gökhisar’ın Neverwinter Şehri’nde Nana adında bir cadı var. Son nefesini vermekte olan veya uzuvları tamamen kırılmış biri bile olsa herkesi iyileştirebilir.”


Yani Ashes’ın söylediği bu laf onu teselli etmek için söylenmemişti, gerçekti. Gerçekten de böylesine mucizevi güce sahip bir cadı vardı.


Lorgar hemen paltosunu giydi ve sordu: “Şimdi neredeler? Ona teşekkür etmeliyim.”


“Gittiler.”


“Ne?” diye soran Lorgar kaşlarını çattı: “Peki ya Ashes?”


“O da Demirkum Şehri'nde değil. İki gün önce Osha Klanı ilk grup kum ulusu insanını Güney Bölgesi'ne götürdü.”


“O...” diyen Kurt Kız yavaşlamıştı: “Ne kadar zamandır uyuyordum?”


Çekingen bir şekilde hizmetçi üç parmağını kaldırdı ve ardından üç parmağını daha yanına ekledi.


“Altı gün. Ne kadar da uzun bir rüya!” diyen Lorgar içini çekti ve devam etti: “Bu süre içerisinde Demirkum Şehri'nde başka bir şey oldu mu?”


“Evet. Vahşi Dalga Klanı ciddi şekilde hırpalanmış olan Kara Nehir Klanı’nı ilhak etti ve bize meydan okudu...” diyen hizmetçi kız biraz depresif görünüyordu: “Lord Guelz meydan okumayı kabul etmedi doğrudan pes etti. Vahşi Ateş de üçüncü sıraya düştü. Taş kaleyi daha fazla elimizde tutamazdık.”


“Gerçekten mi?” diye soran Lorgar kaşlarını kaldırmıştı: “Babamı görmem gerek.”


“Ah... Bekleyin prensesim, başlığınızı ve pelerininizi unuttunuz!” Hizmetçi bazı kıyafetlerle Lorgar'ı kapı eşiğine kadar takip etti: “Son zamanlarda pek çok insan kaleye geldi, bazıları müzakere için geliyor, bazıları da...” Konuşurken sesi yavaş yavaş alçaldı.


“Bizi buradan sürmeye geliyorlar, değil mi?” diyen Lorgar sivri kulağına dokunmak için elini uzattı ve sonra hizmetçiye gülümsedi: “Başlık ile pelerin sende kalsın. Artık onlara ihtiyacım yok.”


“Ne? Ama…”


Babası, şeflik pozisyonuna geçmeden önce ona benzersiz insanlık dışı özelliklerini gizlemesini söylemişti. Çünkü bir İlahi Hanım bile anormal bir görünüş için dışlanır ve güven kaybederdi. Ama rüyasındaki kumlu yolu bitirdikten sonra gerçekten ne istediğini anlamıştı Lorgar.


Yarı kadın yarı yaratık mı? Bir canavar mı?


Bu onun savaşmaya devam etmesini engellemezdi, değil mi?


Lorgar elini salladı ve tek kelime etmeden doğrudan taş kalenin en üst katına yürüdü.


...

İyileşmesini görmek güzel… Gerçekten iyi birine benziyor bu Lorgar. İleride kesinlikle bizimkilerle yolları kesişecektir. Okumaya devam dostlar!

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!

 








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43989 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr