Bölüm 775: Merhaba Dünya

avatar
1293 39

Release That Witch - Bölüm 775: Merhaba Dünya




Çevirmen: Lodos

Gök kubbe, Kanlı Ay, Dev resimler… Hepsi tıpkı Pasha'nın tarif ettiği gibiydi.


Hepsi de son derece muhteşemdi. Buraya İlahi Topraklar denilmesine şaşılmamalıydı. Yalnızca buradayken bu enginlik gerçekten hissedilebiliyordu.


Bu bir yayın mıydı yoksa bilinçaltı zihnini kontrol etmenin bir yolu muydu?


Roland çömelerek hafifçe yere vurdu. Yer cilalı taşlardan yapılmış gibiydi, bir ayna kadar pürüzsüzdü. Hem soğukluğunu hem de sertliğini parmaklarıyla hissedebiliyordu. Gördüğü şeyin kurgusal olmaktan çok gerçek olduğu ortadaydı.


Daha önce Rüya Dünyası’nda benzer deneyimler yaşamış olduğu için; ki o zaten son derece gerçekti; bunu denetlemekten korkmamıştı Roland.


Roland kubbeye baktı. Dev resmin üzerinde asılı duran devasa Kanlı Ay, yuvarlak bir krep gibiydi sanki… Dikkatli bir gözlemle yüzeyindeki dalgalanmaları görebiliyordu Roland. Daha doğru konuşmak gerekirse ay sanki deniz gibiydi. Güneş kadar parlak ve göz kamaştırıcı değildi. Kızıl gibi görünse de ışık veya ısı hissedilemiyordu. Kırmızı dalgacıklar, tüm Kanlı Ay'ı yoğun bir şekilde kaplayan dalgalar veya girdaplar gibiydi.


Tek sorun bu dairenin biraz fazla mükemmel olmasıydı.


Küreden çok düz bir daire gibi görünüyordu.


Belki de Kanlı Ay ile Roland’ın araları çok yakındı?


Roland uzunca bir süre Kanlı Ay’a baktı. Ancak astrologlar tarafından gözlemlenen o Kırmızı Meteor ile bir türlü ilişkilendiremedi. Bu Kanlı Ay ne gezegen ne de yıldızdı. Tanrı İrade Savaşı gerçekten bundan kaynaklanıyorsa, bu şey dünyaya nasıl gelebilirdi ki?


Aniden aklına bir fikir gelmişti Roland’ın…


Dağılış Yıldızı Astroloğu Baş Astrolog da kalıntı tarafından çağrılırsa titreyen yıldızlar arasındaki bu şeyin gerçekten Kanlı Ay olup olmadığını anlayabilir miydi?


Ama elbette zavallı yaşlı adamın korkudan bayılmayacağını garanti edemezdi Roland.


Omuzlarını silkti, ayağa kalktı ve Kanlı Ay çevresindeki dört dev resme baktı.


Bir taht, bir deniz, siyah bir perde ve Roland’ın kendisini göstermişlerdi.


Üçüncü Sınır Şehri'ndeki yeraltı kubbesinde öğrendiklerinin yanı sıra Gizli Bölge Tapınağı’nın kütüphanesinde de bu resimler hakkındaki kayıtları okumuştu. O kadar da tuhaf değillerdi. Bir tanrı kalıntısı, etrafındaki dünyayı sürekli yansıtan bir kayıt cihazı gibiydi. Pasha'nın tanımına göre tamamen siyah bir ekran haline gelen dev resim ortadan kaldırılmış yeraltı medeniyeti idi.


Roland resimdeki Wendy'yi ve kendisini selamladı. Ancak cevap vermediler. Anlaşılan onu duyamıyorlardı.


Bunu görünce Pasha'nın neden İlahi Topraklar'ın gerçekliği etkileyeceğini söylediğini merak etti.


Taht resmine yaklaştı ve parmaklarıyla tablonun parşömenine dökündü. Hassas bir dokuya sahip yumuşak ve pürüzsüz bir bez gibi hissetmişti. Görüntü Roland sınırı geçip de resmin dünyasına giremediği için sadece bir görüntüydü.


Roland etrafından dolaştı ama daha fazla bir şey keşfedememişti. Tam İlahi Topraklar’ın sınırının olup olmadığını görmek için sarayın dışına yürümeyi planlıyordu ki aniden arkasındaki resimden gelen bazı sesler duydu.


Bu kadar sessiz bir yer için son derece gürültülüydü. Çelik nesnelerin sürtünmesi veya sert bir nesnenin yere çarpmasının yankısı gibi geliyordu.


Anında ensesinde bir ürperti hissetmişti Roland.


“Neler oluyor! Kimse bu dev resimlerin ses de çıkarabileceklerini söylememişti.”


Arkasını döndü.


İlk resimde tahtta oturan bir kara zırhlı savaşçı ortaya çıkmıştı aniden… Kızıl gözleri Roland’a bakıyordu.


Diğer resimlerden birinde de biraz hareket vardı.


Yumuşak bir lıkırdama sesiyle yukarı doğru kabaran birçok baloncukla beraber karanlık denizden dışarı çıkan kocaman bir göz küresi belirmişti. Sanki çerçeveden kaçıp dışarı fırlamak istiyormuşçasına resmin kenarına gittikçe yaklaşıyordu. Ona aynı anda bakan üçgen şeklinde dizilmiş üç tane gözbebeği vardı. İlk bakışta Roland’ı gerçekten rahatsız ediyordu.


“Aynı anda ortaya çıkmak için birbirinize haber mi verdiniz?” diye dalga geçen Roland elinde olmadan rahatlamıştı. Ona bir oyun oynamadıkları veya ondan saklanmadıkları sürece bu iki canavardan korkmuyordu Roland. Görünüşte hiç de korkutucu değillerdi.


Onlar sadece kıdemli bir şeytan ve bilinmeyen bir medeniyetin kalıntısının koruyucusuydu.


Dört dev resmin merkezine yürüyen Roland iki uzaylı yaratığa bakmak için başını kaldırdı.


“İyi günler. Siz de mi Tanrı İradesi Savaşı'na katılmaya geldiniz?”


“Sonuna kadar savaşmalı mıyız illa? Oturup düzgünce konuşamaz mıyız mesela?”


“Beni anlayabiliyor musunuz?”


“Anlayamıyorsanız bile bir şey söyleyin!”


“Hey! Bu göz kırpmama oyunu falan mı? Gözünü kırpan kaybediyor, bu mu?”


Roland onlarla biraz daha iletişim kurmaya çalışıyordu. Ama hiçbir yanıt alamamıştı.


Bunun bir yanılsama olup olmadığını bilmiyordu. Ama şeytanın gittikçe daha hızlı nefes alıp verdiğini ve dev göz küresinin de yavaş yavaş titrediğini hissedebiliyordu.


Bu birbirlerine bakmanın yan etkisi miydi? Gözleri ağrıyana kadar Roland’a bakabilirler miydi? O zaman bu nasıl tehlikeli olarak tanımlanabilirdi ki? Buraya tek başına gelmek Roland için sorun değildi.


Gözlerini deviren Roland bu sıkıcı bakışma yarışmasını bitirmek için arkasına dönmeye yeltenmişti ki gözünün ucuna resimlerde aniden beliren bir grup siyah dokunaç çarpmıştı!


Şeytan ve göz küresine doğru bir yılan gibi hareket etmişler ve etraflarını çok sıkı şekilde sarmışlardı.


“Ne oluyor be?” diye soran Roland şaşkına dönmüştü


Şeytan sonunda hareket etmişti. Tahtı sıkıca kavradı ve tuhaf bir sesle çığlık attı. Dokunaçlarla savaşmak için etrafında alevler ve şeffaf bıçaklar belirmişti. Ancak dokunaçların sayısı bunlardan fazlaydı. Dokunaçların ucundaki yumuşak ve minicik eller şeytanın çağırdığı silahları kolayca kırabiliyordu.


Şeytan çok güçlü, görünmez bir düşmanla savaşıyor gibiydi ve çığlıkları daha da şiddetlenmişti. Roland şeytanın ses tonundaki gerilimi hissedebiliyordu. Zırhının içinden bir elektrik ışığı patladığında dokunaçlar nihayet küçülmüş ve kavramalarını gevşetmişti. Bu fırsattan yararlanan şeytan biraz güçlükle kendini tahttan aşağı itti ve resimdeki görünen menzilden hiç tereddüt etmeden kaçtı. Paniklediği için tahtın kolluğunun bir parçasını dahi kırmıştı.


Dev göz de birkaç dokunaç çoktan göz küresine girdiği için daha iyi durumda değildi. Roland ona bakarken acısını hissedebiliyordu. Açık mavi sıvı, gözyaşı gibi deliklerden dışarı fırlıyordu. Dev göz, şeytan gibi çığlık atmaktansa dokunaçların çoğunu engellemek için sürekli olarak üç göz bebeğinden de sert ışıklar yaymaya başlamıştı.


Birden dev gözün tüm gözbebekleri aynı anda açılmış ve devasa bir dalga dev resme doğru fırlamıştı. Roland hemen kendisine doğru gelen kuvvetli bir esinti hissetmiş ve elinde olmadan geri adım atmıştı. Aynı anda dokunaçlar da göz küresini serbest bırakmış ve göz küresi de hızla geldiği yöne geri çekilmiş, göz açıp kapayıncaya kadar karanlıkta kaybolmuştu. Dalgalanan mavi su göz küresi batarken gittikçe koyulaşmış ve bir süre sonra tamamen karardı.


“Ha? Neler oldu?” diye düşündü.


Roland uzunca bir süre nasıl cevap vereceğini bilemeden tamamen karmakarışık görünen taht resmine ve tekrardan karanlığa dönen deniz resmine baktı.


...

Vay be… Yalnız Roland’a bir kez daha hayran kalıyoruz. Çok kendinden emin ve rahat hareket ediyor. Bu da ister istemez insana bir güven veriyor. Önceki İlahi Topraklar sahnelerinde epey gerilirdik. Bunda eğlendik bile denebilir.

Acaba o dokunaçların alıp veremedikleri şey ne? Çok merak ettik. İlerleyen bölümlerde anlaşılır belki, okumaya devam!

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!

 








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44225 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr