Bölüm 751: Yok Edici Fran

avatar
1483 40

Release That Witch - Bölüm 751: Yok Edici Fran


Çevirmen: Lodos


“Aşırıgüney Bölgesi’ni ele geçirme planı şu anda sorunsuz ilerliyor. Demir Kırbaç Klanı çöktü. Yankı size olan minnettarlığını ifade etmemi istiyor.


Kutsal düelloya hazırlanmak biraz zaman alıyor. Demirkum Şehri’ndeki klanların bir hafta içinde Ateş Ülkesi’ne gitmesini bekliyorum.


Bu arada Styx Nehri'nin yeraltındaki konumunu belirlemek için bazı kabile adamları tuttum. Yakında sahile nispeten yakın bir Karasu Nehri bulacağımıza inanıyorum.


Buna ek olarak Majesteleri… Acaba bu klanın İlahi Hanım’ı konusunda ne yapacaksınız?


Saygılarımla,


Demir Balta…”


“Majesteleri, Aşırıgüney Bölgesinden aldığımız mesaj bu…” sesiyle beraber Dinleme Mührü hafifçe parlayarak kırmızı bir ışık vermişti. Kontes Spear bunları söyledikten sonra duraksamıştı. Anlaşılan Roland'ın cevabını bekliyordu.


Sonra Bülbül, Roland’a başka bir mühür getirdi.


Masanın üstüne yaydığı ince bacaklarının hemen yanına koydu mührü Bülbül… Roland, Bülbül’ün bunu bilerek yapıp yapmadığından emin değildi. Her ne kadar mevsim yaz değilse de Bülbül yine de mükemmel vücut hatlarını ortaya koyan o dar pantolonlarından giymişti. Anlaşılan Roland mühre uzanmak istiyorsa Bülbül’ün bacaklarına da yaklaşmak zorundaydı.


Roland için bu… Büyük bir ikilemdi.


Nereye bakması gerektiğini tam olarak bilemiyordu.


“Ee… Öhhö, öhhö… Aferin sana… Yani Demir Balta…”


“Majesteleri… İyi misiniz?” diye sordu Kontes: “Sesiniz çok boğuk geliyor. Lütfen sıcak tutun kendinizi, cadılar kadar dayanıklı değilsiniz siz…”


“Ee… İyiyim, iyiyim…” dedi Roland boğazını temizlerken: “Demir Balta’ya söyle ki; eğer durumlar bizim beklentilerimize yakınsa ilerlesin. İlahi Hanım ise… Onu Neverwinter’a gelmeye ikna etmeyi deneyebilir. Ancak Aşırıgüney Bölgesi’ni terk etmek istemezse onu zorlamasın.”


“Söyleyecekleriniz bu kadar mı Lordum?”


“Evet. Başka söyleyeceklerim olursa sana haber veririm.”


“Anlıyorum. O halde müsaadenizle Majesteleri…” diyen Kontes Spear’ın bu sözlerinden sonra mühürden gelen kırmızı ışık sönmüştü.


Başını kaldıran Roland hafifçe nefes verdi.


Neden sanki bir şey kaybetmiş gibi hissediyordu?


Bülbül kayarak masadan inerken mührü de yanına aldı. Gülümsedi ve kurutulmuş balıklardan atıştırarak resimli hikâye kitabı olan “Cadıların Hikâyesi’ni” okumak üzere yatar koltuğuna gitti.


Roland üst dudağını kıvırdı ve elindeki gerçek işe yoğunlaşmaya başladı. Çöl görevinde tüm Dinleme Mühürleri’ni kullanmaları gerekmişti. Mağlup Ejder Sırtı’ndan Kontes Spear Passi, Neverwinter ile çöl arasında aracı irtibat noktası olarak görev yapıyordu. Her ne kadar yapılan konuşmalar hala biraz elverişsiz olsa da geleneksel iletişim yollarıyla harcayacakları düzinelerce günden epey bir tasarruf etmiş oluyorlardı.


Nihayet kendi bölgesinden de çıkmadan durumu yönetebileceğini hissetmişti Roland.


Ne yazık ki Dinleme Mührü yalnızca bir cadının güç vermesi halinde çalışıyordu. Bu da bir konuşmanın gerçekleşmesi için en az iki mühür ve iki cadının gerektiği anlamına geliyordu. Yani asla sıradan insanların kullanabileceği bir iletişim aracına dönüşmeyecekti bu mühürler…


Şu anda Batı Bölgesi'nde ilk telefon hattının döşenmesi halen devam etmekteydi. Bu ha kalenin ofisini, doğrudan Uzun Şarkı Bölgesi’nin Belediye Binası'na bağlayacaktı. Bu esnada her iki bölgedeki Belediye Binalarını birbirine bağlayacak olan ikinci ve üçüncü hatların planlaması da devam ediyordu elbette… Böylece gelecekte herhangi bir komut sadece bir çağrı ile iletilebilecekti.


Elektrik direklerinin montajı zaman alıcıydı ve yoğun emek gerektiriyordu. Dahası, bitmiş direkler bile kar ve buza karşı savunmasızdı. Bunu göz önünde bulunduran Roland’ın aklına kabloyu dağlardan uzatıp Lotus’tan da kabloları yere gömmeyi istemek gelmişti. Hem güvenliydi hem de işe yarar bir çözümdü.


Dağ savunması bir kere kuruldu mu ofisine bağlanmak için kaçınılmaz olarak hatların sayısının da artması gerekecekti. Ama tabii o zamana dek illa ki artmış olacaktı.


Bunun dışında Roland’ın aklında bir de eski Taquila cadılarının taşınmasının telaşı vardı.


Maggie ve Şimşek devriye rolünü üstlenmişlerdi. Araştırma kapsamlarını dağların 30 mil kuzeyine kadar artırmışlardı. Bu sayede büyük ölçekli bir şeytani canavar saldırısı durumunda erken bir uyarı verebilirlerdi.


En nihayetinde, Taquila grubu için hayat memat derecesinde önemli olan tanrı kalıntıları, özel ilgi gösterilmeyi hak ediyordu.


Geçen iki hafta boyunca Pasha ile defalarca görüşmüştü Roland.


O tarafın fikirleri çok basitti. Solucan taşıyıcısı önce Batı Bölgesi’ne giden bir dağ kanalı açacaktı. Ardından da kaya oluşumunun sabit olduğu ve daha az çatallı yolun olduğu bir yer seçip orada bir saray inşa edeceklerdi. Sonrasında Taquila cadıları Tanrı İntikamı Aleti’ni ve tanrı kalıntılarını taşımadan önce Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu taşıyıcılarını, malzemelerini ve kabuklarını taşıyacaklardı.


Şimdiye kadar Fran taşınma konusunda epey iyi iş çıkarmıştı. Ya da belki Roland ona… Tüketici bir solucan demeliydi. Tombul vücudunun kıvrımları beklenmedik bir şok etkisine neden olmuştu. Minnettarlığını vücudunu sallandırarak ve hayalet aletini sarsarak ifade ediyordu Fran…


Sonrasında Roland Pasha’dan, taşıyıcılara entegre olan cadıların artık Tanrı'nın Ceza savaşçılarının vücutlarına giremeyeceklerini öğrenmişti. Hem algıları hem de bilinçleri bu bedenleriyle bütünleşmişti. Bunun avantajı vardı elbette… Acil durumlarda hızlı hareket edebiliyorlardı. Ama mevcut gövdeleri bir kez hasar gördü mü başka alternatif taşıyıcıları olmazdı.


Gerçekten de cadılar bu bağlanma yöntemini kullanmasalardı ömür boyu pratik yapsalar bile bedenlerini manipüle edemezlerdi. Parmaklarını ve uzuvlarını kullanmaya alışkın bir kişi nasıl sayısız dokunaçları veya bir bedeni kullanmayı öğrenirdi ki? Kendi özel taşıyıcılarına adapte olduktan sonra önceki yaşam tarzlarına geri dönmeleri mümkün değildi.


Fran kullanımda değilken cadılar onun ruhunu sonsuza kadar uykuya dalacağı ruh kabına geri koymak zorundalardı. Çünkü solucanın hayatta kalması için büyük miktarda yiyecek tüketmesi gerekiyordu. Elbette bu uyku safhası da Fran için hiç de iyi bir deneyim değildi. Bir bakıma Taquila grubunun devamı için geleceğini feda etmiş, orijinal taşıyıcılara dönüşen Pasha ve Alethea'dan daha büyük bir bedel ödemişti.


En azından Pasha ve Alethea her zaman dünyayı izleyebiliyor ve dış dünyada meydana gelen değişiklikleri hissedebiliyordu.


Roland’a tam da bu yüzden minnettardı Fran…


Tabii bu minnettarlıkta bir diğer önemli nokta da Roland'ın Neverwinter'da Fran'i bekleyen bir sürü iş olacağını anlatmış olmasıydı. Bu da onu enerjik tutmaya yetecek kadar yiyecek sunulacağı anlamına geliyordu. Neyse ki solucan hepçildi de hem tahılı hem de eti yiyebiliyordu.


“Sıcak ve terbiyelenmiş et lapasının yanı sıra derisi yağlı olacak şekilde kavrulmuş bütün bir dana eti yemek istiyorum!” diye haykıran Fran’in ağzının suyu akıyordu.


Solucanın görünümü her ne kadar biraz çirkin olsa da onlar da farklı yollar sayesinde çevrelerindeki acıyı, sıcaklığı ve tat duyusunu hissedebiliyorlardı.


Roland, Fran’in kalbindeki minnettarlığı hem kahkaha hem de gözyaşlarıyla kabul etti.


Anlaşılan dünya ne hale gelirse gelsin inşaat endüstrisinin her zaman yok edici bir devi olacaktı.


Bu arada Roland, Pasha'ya asıl ve ana taşıyıcıların hayatlarını sürdürmek için ne yediklerini de sormuştu. Pasha’nın cevabı çamur ve yüksek sıcaklık olmuştu. Bu yüzden magmada kalmayı seviyorlardı.


Bu cevap Roland'ı biraz rahatlatmıştı. Bu neredeyse ölümsüz olanlara yiyecek sağlamaktan sorumlu olmayacağı anlamına geliyordu. Muhtemelen yumru vücutları, yok edici solucana kıyasla daha çok bir bitkiyle aynı yapıdaydı.


Roland tam dağdaki savunma için; yeraltı askeri tesislerinin nasıl mevcut ara yollarla ve cadıların sarayıyla etkili bir bağlantısı olacağını düşünüyordu ki aniden pencerenin dışından bir patlama sesi gelmişti.


Başını çevirerek şaşkın şekilde Fransız pencereden dışarı baktı. Okulun bulunduğu kasabanın köşesinden yükselen bazı alevler ve karışık siyah duman bulutları gördü: “Bülbül!” diye seslendi.


“Sylvie ve Phyllis'in gidip bir bakmalarını sağlayacağım Majesteleri! Sakın ofisten ayrılma! Hemen döneceğim!” diyen Bülbül bunu söylediği esnada sise karıştı ve ortadan kayboldu.

...


Tam ne güzel sakin sakin bölüm gidiyordu ki… Patlama oldu! Bu seri bizi kalp hastası yapacak… Her neyse… Okumaya devam!

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!

 









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44237 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr