Bölüm 686: Tanrıların Mirası

avatar
1629 37

Release That Witch - Bölüm 686: Tanrıların Mirası




Çevirmen: Lodos

Ellington'a benzeyen adam dalga geçti: “Canavar mı? Bu bedeni yaratan sen değil miydin? Tanrı Gözü’nün İntikamı taşları ve cadı kanıyla böyle olağanüstü savaşçılar yaratabildin. Ama ne yazık ki onlar kusurluydu. Önemli adımların yokluğu sebebiyle onların ruhları yok. Yine de onlara büyük umut bağladın. Ve şimdi gerçek, bitmiş bir ürün gördüğünde ona ‘canavar’ mı diyorsun?”


“Gerçek, bitmiş ürün mü?” diye soran Tayfun'un kalbi çarpmaya başlamıştı. Çünkü bu adamın Kilise’nin çok gizli bir sırrı olan Tanrı'nın Cezalandırma Ordusu’nu yaratma sürecini kendisinden daha iyi bildiği görülüyordu.


“Tamamen saldırı! Hepsini öldürün!” diye emretti praetorian muhafızı...


Onu takip eden on Tanrı'nın Cezalandırma savaşçısı başpiskoposu korumak için hızla öne ilerlemişti. İnanılmaz hızlı şekilde hareket ediyorlar, işgalcilere saldırıyorlardı.


Ancak bu işgalciler de aynı zamanda Tanrı'nın Cezalandırma savaşçılarıydı. Hatta onlardan daha da güçlülerdi.


Kilise’nin savaşçılarından sayıca fazla değillerdi ama çok daha ustaca savaşıyorlardı. Onları yakına çektikten sonra hepsini parçalara ayırmışlardı. Kilise’nin savaşçılarından birisi ne zaman önündeki birine saldıracak olsa hemen arkasından darbe yiyordu. Bu koşullar altında Tayfun bile geri çekilmelerinin daha iyi olduğunu anlayabiliyordu. Ancak bir Kilise savaşçısı kendi üstü olan praetorian ona emir vermediği sürece nasıl hareket edeceğini bilemezdi. Aynı anda 10 savaşçıyı kontrol eden muhafız bu kavgadaki herkesin durumuna aynı anda bakamıyordu. Bu nedenle Kilise’nin savaşçıları kendileriyle aynı güçte olan ama bağımsız olarak hareket edebilen işgalcilere karşı açıkça dezavantajlıydı.


Kilise’nin bu olağanüstü savaşçıları kısa bir süre sonra ayrı düştüklerinde savaş yeteneklerini de kaybetmişlerdi.


İşgalciler hızlı bir şekilde herhangi bir kayıp olmadan hepsini öldürmüştü.


İşgalcilerin lideri ‘Ellington’ savaşın sonunda praetorian muhafızlarını da kolaylıkla öldürdü. Sonrasında kılıcını kaldırarak şoktan dolayı olduğu yerde donakalan yaşlı piskoposun omzuna koydu.


Tanrı'nın Cezalandırma savaşçılarının siyah-mavi kanı ile praetorian muhafızlarının kırmızı kanı kılıçtan Tayfun’un yakasına damlıyordu.


Tayfun’un sesi titriyordu: “Sen… Beni öldüremezsin. Eğer ben ölürsem Kutsal Şehir çökecek... Eğer o olursa şeytani canavarları kim durduracak? Eğer Hermes'in savunma hattını kırarlarsa korkarım ki dört krallık…”


İşgalcilerin lideri araya girdi: “Dört krallık harabeye mi dönüşecek? Tamam, daha fazla konuşma. Bu hikâye ile o cahil inananları kandırabilirsin ama biz o şeytani canavarların aslında ne aradıklarını biliyoruz. Sen onları buraya getirmeseydin o sürü neden her sene büyü gücünün zirvede olduğu bu zamanlar bu soğuk ve karlı tuzağa gelsin?”


“Ne... Ne demek istediğini anlamıyorum…”


Ellington gibi görünen lider omuz silkti: “Ne? Anlaşılan sen kalıntıyı bile görmemişsin. Çok yazık…”


Piskopos tam bir şey söylemek üzereydi ki aniden boynunda bir soğukluk hissetti. Çok geçmeden zihnini bir uyuşukluk kaplamıştı.


***************


Elena yaşlı adamın kafasını tekmeledi. Kafanın havaya fırladığını ve vücudun da yavaşça yere düştüğünü gördü. Kılıcını memnuniyetle geri aldı ve: “Hadi gidelim. Görevimizi bitirmenin zamanı geldi.” dedi.


Birisi onu arkadan geri çekti: “Bekle. Yaralandın. Önce kanamayı durdur. Yoksa vücudun kontrolden çıkar.”


“Yara nerede?”


“Belinde. Önce zırhı çıkarmalısın.”


Elena bir küfür savurdu: “Şu lanet vücut! Hiç bir şey hissetmiyor.” dedikten sonra göğüslüğünü ve sırt zırhını çıkardı. Üst vücut epey iyi inşa edilmiş durumdaydı.


“Vay be… Şuna bak. Taquila'da en az elli kraliyet altınına mal olurdu bu… Dürüst ol… Hiç aynaya bakıp da…”


Elena'nın yarasını tedavi eden kişi seslendi: “Hadi ama Betty… O tür fantezileri düşünmek bizim için işkence gibi değil mi? Taquila’daki günleri hatırlamaya cesaret bile edemiyorum. Çünkü o zamanki yaşama kıyasla şu andaki hayatım sonsuz bir boşluk kafesinde hapsedilmek gibi…”


Birisi hemen ona katılmıştı: “Carol haklı… Eğer biri bana bir erkekle tekrar yatmanın nasıl bir şey olduğunu hissettirebilecekse onunla evlenmek için her şeyi veririm... Hayır… Ona bir Lord gibi davranırım.”


“Bir adam mı? Hadi ama… Ben tekrar tereyağında kızarmış bir biftek yiyebilirsem mutlu olurum be…”


“Ben de sadece biraz güneşlenmek istiyorum...”


“Kahretsin! Kim açtı bu konuyu?”


“Bayan Betty.”


“Sadece havadan sudan konuşmak istemiştim. Başından beri böyle bir vücut ilgimi çekiyor…”


Elena biraz sinirlenerek bağırdı: “Kesin şunu! Yolculuğumuzun amacını unutmayın! Diğerleri hala kulenin tepesinde bizi bekliyorlar. Aklınızı toplayın!”


Carol yarayı tedavi etmeyi bitirdikten sonra ekibi gizli tünele götürdü.


Tünelden kütüphaneye çıktılar. Tanrı'nın Cezalandırma savaşçıları gibi görünen bir başka cadı grubu da orada bekliyordu.


Bu cadılar, Kutsal Birlik’ten kalan üyelerdi.


Elena içinden hafifçe iç çekti: “Gördün mü Leydi Natalya? Sonunda biz kazandık.”


“Kalıntıların yerini buldunuz mu?” diye sordu.


Diğer takımın lideri Zooey öne çıktı: “Eski yer… Her şey Kutsal Taquila Şehri’nde olduğu gibi düzenlenmiş durumda… Bu arada neden aşağıda bu kadar çok zaman geçirdiniz? Kimsenin kaçamayacağından emin olmak için mi?”


Elena iki kez öksürdü: “Evet, öyle oldu. Ama problem çıkmadı, sorun yok yani… Her neyse… Anlaşmaya göre...”


“Kalıntıya birlikte dokunacağız.” diye cümlesini tamamladı Zooey.


Elena başını salladı: “Aynen öyle… Hadi başlayalım.”


Bu kalıntı, tanrıların mirası olan bu kalıntı, Tanrı İradesi Savaşları’nın kökeni ve Kutsal Birlik’in en büyük sırrı idi. Aslında cadı imparatorluğu çökmeden önce hiçbiri bunu bilmiyordu. Eski düzen parçalanıp hepsi yeraltına saklandığında hayatta kalanlar bunu üç şeften duymuşlardı.


O zamandan itibaren eşit hale gelmişler ve Kutsal Birlik’ten sonra yaşamaya devam eden her bir bireyin aşırı önemli olduğuna dayanarak sınıfsız bir grup kurmuş ve şeytanları yenmenin bir yolunu aramaya başlamışlardı.


Tanrılar tarafından yaratılan bir nesneye dokunacağını düşünen Elena, kalbinin daha da hızlı attığını hissediyordu.


Ancak bu vücutta hiçbir şey hissedemediği için bunun sadece bir yanılsama olduğunu da biliyordu.


Zooey'i takip ederek ardından bir kitap rafının arkasındaki bir kapağın içinden yürüdü ve kütüphanenin tepesine çıktı.


Penceresiz ve dar bir oda çıkmıştı karşılarına… Odada yukarıda loş mavi ışık veren büyülü bir taştan başka bir şey yoktu.


“Bu, Pasha'nın bahsettiği Dua Odası mı?”


“Evet.” diyen Zooey demir bir çekiç kaldırarak duvara vurdu. Duvarda sadece küçük bir beyaz nokta bırakabilmişti.


“Burada değil gibi görünüyor.” dedi ve çekici sallamak için başka bir pozisyona geçti. Birkaç denemeden sonra girişin karşısındaki duvar çatlamıştı.


“Buldum onu! Bana yardım etmek için buraya gel!” dedi Zooey.


Elena uzun kılıcını çıkardı ve yanına gitti. Birlikte duvara vurmaya başladılar. Çok geçmeden boylarının yarısı uzunluğunda bir boşluk açabilmişlerdi.


Boşluğa bakınca kırık duvarın neredeyse yarım kol uzunluğu kadar kalın olduğunu ve duvarın her iki tarafında da kalın bir harç tabakası olduğunu fark etmişlerdi. İçi boş duvarın bu bölümünü sırf duvarlara vurarak ve sesleri dinleyerek asla bulamazlardı. Kırmaları şarttı. Boşluğa baktıklarında yeraltına giden bir geçit yerine daha küçük bir gizli oda görmüşlerdi.


Elena o odada tanrıların kalıntılarını görüyordu.


...

Koca Tayfun da öldü. Hadi geçmiş olsun…

Tanrıların mirası da ne ola ki? Sonraki bölümde açıklanır belki…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!

 








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44332 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr