Bölüm 675: Son Umut

avatar
1681 39

Release That Witch - Bölüm 675: Son Umut




Çevirmen: Lodos

Kılıç zırhı düzgün bir şekilde kesmiş her tarafa kırmızı şeritler halinde kan fışkırmıştı.


Şövalye tıpkı 76 numaranın da beklediği gibi herhangi bir ses çıkarmamıştı. Aksine arkadaşlarına vakit kazandırmak için 76 numarayı tutmaya çalışmıştı.


Ancak kızın gücünü yanlış değerlendirmişti.


76 numara şövalyenin kavramasından kolaylıkla kurtuldu ve kılıcını çıkarırken bir de tekme attı.


Tekme darbesi öyle kuvvetliydi ki şövalyenin zırhı anında eğri büğrü bir hale bürünmüştü. Bir ağız dolusu kan tüküren şövalye yere yuvarlandı. Daha fazla ses çıkaramıyordu.


Yumrukları ve tekmeleri daha elverişli görünüyordu. Zaten epey körelmiş olan kılıcı bir kenara atan 76 numara çıplak yumruklarıyla şövalyelerin geri kalanının üstüne atladı.


Avcılar anında av olmuştu.


Yukarıya zıplayarak beceriksiz şövalyelerin omuzlarına sıçramayı başarmıştı. Ne zaman bir şövalyenin kafasına inse kaskını bacaklarıyla sıkıştırıyor sonrasında da tüm vücuduyla dönüyordu. Bu da şövalyelerin omurlarından çatırtı seslerinin yükselmesine neden oluyordu.


76 numaranın hızlı hareketlerine kıyasla şövalyelerin karşı saldırıları ve kaçışları bir kütüğün hareket etmesi gibi kalıyordu.


Her bir şövalyenin kafasına inemese bile bir şekilde çarparak dengelerini kaybetmelerini sağlıyor sonrasında da ölümcül bir hamleyle işlerini bitirebiliyordu. Hiçbir problem yoktu. Ayrıca rakiplerini kolaylıkla tuzağa düşürebiliyordu. Örneğin; tam iki kişi kendisine saldıracakken aradan çekilince şövalyelerin birbirlerini öldürmesini sağlayabiliyordu.


“Bu… İmkânsız!”


“Lanet olası bir canavar!”


Birkaç turdan sonra şövalyeler düşmanlarının normal olmadığını fark etmişlerdi. Sadece olağanüstü bir güce sahip olmakla kalmıyordu. Aynı zamanda eskrim ve yakın dövüş becerilerinde de uzmandı. Belli ki deneyimli bir savaşçıydı ve bu becerileri yirmili yaşlarındaki bir kızın görünümüyle hiç uyuşmuyordu.


“Herkes kenara çekilsin!” diye yüksek sesle bağıran Sör Lougan, atını kalabalığın içindeki 76 numaraya doğru çevirmişti.


Geri kalanlar geniş şekilde etrafını sararak onu tuzağa düşürmeye çalışıyordu.


76 numara sırıttı. Geri çekilmemişti. Aksine düz şekilde ilerledi ve elleriyle atın ön bacaklarını kavradı. At durmaksızın kişnerken hareketini kesmeyi başarmıştı.


Sonrasında olanları gören hiç kimse gözlerine inanamamıştı. Şövalyeyi ve bineğini havaya kaldıran 76 numara arkasını dönerek tekrar yere çarptı onları… Bu darbenin altında da bazı şövalyeler kalmışlardı. Hepsi yaralanmıştı. Ama en kötü yarayı elebaşları olan Sör Lougan almıştı. Atın altına düştüğü anda vücudu hiç de doğal görünmeyen bir şekle bürünmüştü.


Hayatta kalanlar hızla kaçmaya başlamıştı.


Bu ‘canavardan’ kaçmak için aceleyle atlarına binmişlerdi. Ancak 76 numara onlara böyle bir şans vermeyi planlamıyordu.


Düşman bir kez direnmeyi bıraktığında bir katliam başlamıştı.



76 numara nihayet savaş alanını temizlemeyi bitirdiğinde çoktan gece çökmüştü.


Şövalyelerin cesetleri yakındaki bir alana atılmış ve kısaca buğdaylarla falan kapatılmıştı. Onları keşfetmek an meselesiydi. Ama o zamana kadar cadılar çoktan Gökhisar Krallığı’na çekilmiş olacaktı.


En abartılı arabaya gitti. Yorko'nun genellikle uyuduğu minderi çekti ve yatağın altındaki renkli bir ışıltıya sahip büyülü taşı çıkardı. İçindeki dönen bir fırtına görülebiliyordu.


Yüzüğü dikkatlice inceleyen 76 numara elbisesine koydu, yastığı yerine koyduktan sonra sırt üstü uzandı.


Şimdi yapması gereken; bir sonraki köye ulaşmak ve kendisini Gökhisar Krallığı’na götürmesi için bir araç kiralamaktı.


Muhtemelen sınırda uzun süre kalmayacaklardı. Hatta muhtemelen bir gün bile kalmayacaklardı. Ama kendi varış yeri Gökhisar Krallığı’nın Batı Bölgesi olduğu sürece muhakkak bir gün o cadılarla tekrar görüşebilecekti.


Pencerenin dışındaki parlak aya bakarak iç çekti.


400 yıl geçmişti. Dünyayı yöneten Kutsal Birlik, rüzgârdaki toz taneleri gibi ortadan kaybolmuştu. Değişmeden kalan tek şey gökyüzündeki yıldızlardı.


Sadece gökyüzüne baktığında hala yaşadığını hissedebiliyordu. Yeraltında yaşadığını ya da günümüzde yaşadığını değil… 400 sene öncesinin Kutsal Taquila Şehri’nde yaşadığını hissedebiliyordu.


O son derece müreffeh Cadı İmparatorluğu’nda…


Sonrasındaki kaçış yolu… Yaşamak olarak kabul edilemezdi.


Onu ayakta tutan tek şey içinde kalan son umuttu.



“Bir kez daha kadın bedenine sahip olmak nasıl bir duygu?” diye sordu birisi: “Tekrar kendinmişsin gibi hissediyor musun?”


Kız derin bir nefes aldı ve bilekleriyle topuklarını hareket ettirdi: “Mesafe daha kısa…”


“Elbette… Çünkü bu vücut biraz daha küçük… Çok sağlam bir vücut bu insanlara hizmet etmek için elverişli olmaz.” diyen ses güldü: “Ayrıca kadın Tanrı’nın Cezalandırma askerleri de zaten çok nadirdir. Bu kadar seçici olma.”


“Görünüm ve yaş da çok önemli…” dedi bir başkası: “İnsanların zevklerinin çok fazla değişmediğini varsayarsak hiç kimse erkeklere benzeyen o vücut kalıplarını istemez. Sırf onlara bakmak bile tiksindiriyor. Bana inanmıyorsan Elena’ya sorabilirsin. Böyle kusurlu bir beden yerine bir erkek bedenini tercih ederdi.”


“Doğru. Herkes arasında en iyi görünen seninkisi…”


“Ne demek istediğimi biliyorsun Pasha…” diyen kız başını salladı. Önündeki dokunaçları hareket eden sarkoma bakıyordu: “Tüm organ kontrollerimi baştan çalışmalıyım. Dikiş dikmekten kılıç tutmaya dek her hareketimde ustalaşmak epey zaman alacaktır.”


“Sorun değil.” dedikten sonra bir dokunaç aşağı inerek yavaşça kızın alnını dürttü: “Dünyada daima zaman var.”



“Neden sıradan insanlarla uğraşmak zorundayız?” diyen Alethea, sıcak magmanın içindeyken memnuniyetsizlikle bir dizi kabarcık patlattı: “Cadıları yeteneklerini test etmek için buraya getiremez miyiz?”


“Uzun uykudan dolayı kafan mı karıştı?” diyen Pasha onu reddetti: “Artık 400 yıl önceki gibi değil. Bir iki tanesi problem olmazdı belki… Ama sen yüzlerce cadıyı yakalayıp mı getirmeyi planlıyorsun? Ben sonraki nesillerin beni canavar olarak görmesini istemem.”


“Öyle olsa bile bir cadının bu görevi yerine getirmesine izin veremez miyiz? Tüm bu bedenlerin aslında cadıların düşmanları olduklarını unutma…”


“Her şeyden önce kız bize tamamen güvenmeli ve kendini koruma yeteneğine sahip olmalı… Böyle birini nereden bulabiliriz? Günümüzde dünyayı sıradan insanlar kontrol ediyor. Onlarla uğraşmak kaçınılmaz bir durum… Tıpkı ilk Tanrı İradesi Savaşı’nda Şafak Ülkesi’nde olduğu gibi…”


Pasha duraksamıştı. Bir dokunaç çıkardı ve kıza işaret etti: “Sen ne düşünüyorsun?"


Kız kılıcıyla oynuyordu. Havaya fırlattı ve hafifçe sağ kayarak tekrar düşen kılıcın kına girmesini sağladı: “Herhangi bir tercihim yok benim… Taquila’nın ihtişamını bir kez daha görebildiğim sürece…”


...

76 numara da mı 400 yıl önceden geliyormuş yani? Demek ki o yüzden o şövalyeleri kolayca öldürebildi. Vay be…

Bunun haricinde de kafamız biraz karıştı sanırım… Yani Pasha kim, Alethea kim? Bunlar niye dokunaçlılar? Konuştukları kız kim? 76 numara mı acaba? Tanrı’nın Cezalandırma askerleri hakkındaki mesele ne? Hakikaten bir sürü soru geliyor insanın aklına… Umarız yazar ilerleyen bölümlerde açıklık getirir her şeye…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!

 









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr