Roland, Tilly'nin vedasından sonra tüm zamanını ders kitaplarını
kopyalayarak geçiriyordu.
İlk olarak temel derslerle başlamıştı. Uzun zamandır unutulan bilgileri tekrar gözden geçirme şansına sahip olduğu için doğal olarak bu avantajdan yararlanmalı ve eksik bilgileri önceden yarım yamalak hatırladığı kadarıyla yazdığı kitaplara eklemeliydi.
İkinci olarak; Neverwinter Şehri’nde kullanılan mevcut ekipmanın tasarımlarını geliştirmek zorunda kalmıştı. Roland, kabul edilebilir bir makine ile iyi bir makine arasında büyük bir fark olduğunu biliyordu. Daha kapsamlı ve geniş bir tasarım, buhar motorlarının ve alet edevatların verimliliğini artırabilirdi.
Yeni tasarım bazlı olarak Anna nihayet ilk buhar türbinini tamamlamıştı.
Haberi duyan Roland kısa sürede Kuzey Yamaç Dağı’nın arka bahçesine koşmuştu. Anna ile oturarak bu devasa malzemenin cazibesini takdir ediyorlardı. O anda Roland, Anna ile olan ilişkisinin modern dünyadaki diğer kızlarla olan ilişkisinden çok farklı olduğunu hissetmişti.
Makine yaklaşık altı metre uzunluğundaydı ve harici bir ön ısıtma kazanı ile bir buhar kazanına bağlıydı. Temelde; etrafı yoğun çarklarla sıkıca sarılmış büyük bir metal silindire benziyordu. Makine kömürle ısıtıldığında yüksek buhar basıncıyla hareke ettirilen mile kıyasla bu yeni türbinler, eski pistonlu buhar motorlarından çok daha verimliydi. Aynı zamanda çok daha az ses ve titreşim yayıyordu.
Yeni nesil bir güç kaynağı olarak türbin makinesinin ilk modeli Yıldırım’ın deniz keşfine yardımcı olmak için kullanılacaktı.
Ama ne yazık ki Roland şimdilik ikinci bir türbin yapmayı planlamıyordu. Hem fabrika bu kısa süre içerisinde bir tane daha üretme kapasitesine sahip değildi. Hem de Anna’nın alet edevatı geliştirmeye odaklanması gerekecekti.
“Beğendin mi?” diye soran Anna döndü ve yüzünü iyice Roland’a yaklaştırdı: “İyiyim, değil mi?”
Çoğu kızın aksine Anna’nın en mutlu olduğu an; bir tasarımı gerçeğe dönüştürdüğü andı. Büyük bir projeyi her tamamladığında yüzünde büyük bir memnuniyet ifadesi olurdu.
Roland, Anna'nın şu anki hayatından çok memnun olduğunu rahatlıkla anlayabiliyordu.
“Elbette öylesin. Ama ben senden birazcık daha iyiyim.” diyen Roland, gülümseyerek Anna’nın yanaklarındaki tozu sildi.
Anna’nın açık mavi gözlerine her baktığında söylemeye hazır olduğu şeyleri, Anna’ya söylemek konusunda Bülbül’e söz verdiği o sözleri, unutuyordu. İtiraf etmeye karar vermesine rağmen bunu gerçekten yapmaya kalkışınca bu kadar zor gelmesini beklemiyordu.
Hiçbir gerekçe omuzlarındaki yükü kaldıramazdı.
Birkaç gündür; bu kaçınılmaz konuşmanın olası sonuçlarını geçici olarak unutmak için kitap ve tasarımlar hazırlayarak kendini meşgul ediyordu.
Ama aynı zamanda bu kararsızlığı da önemsediği insanlara, özellikle de bir cevap için yanıp tutuşan Bülbül’e çok zarar veriyordu.
Roland bu şekilde oyalanmaya devam edemeyeceğini biliyordu.
Kazanlar yavaş yavaş soğuduğunda ve buhar türbini sonunda durduğunda Roland derin bir nefes alarak Anna'nın kulağına fısıldadı: “Bu gece yatak odama gel. Konuşmamız lazım.”
...
Gece çökünce masasının önüne oturmuştu Roland. Kalbinin göğsüne çarptığını hissediyordu.
“Bu çağda hiç kimse, modern dünyada olduğu gibi bir soylunun kaç kadına sahip olduğunu umursamıyor.”
“Ben sadece kalbimi takip ediyorum.”
“Hiç kimse bunun sosyal açıdan yanlış bir şey olduğunu düşünmeyecek.”
Roland zihninde birçok neden sıralıyordu. Ama aynı zamanda her birisini de reddediyordu. Kafasında birbiriyle tartışan iki farklı ses varmış gibi hissediyordu. Kitabın son kısmını yazmak istemişti. Ama kalemi öylece asılı duruyordu elinde, bir kelime bile yazılmamıştı.
Anna kapıyı açtığında bu ıstırabı sona ermişti.
Kafasındaki ateşli tartışma anında durmuştu. Kalemi indiren Roland, gözlerini kıza sabitledi.
Anna her zamanki gibi görünüyordu, olağandışı bir şey yoktu. Büyük boy bir pijama içindeydi. Alnına nemli saçlarından bir tutam yapışmıştı. Gözlerinde uysal bir gülümseme vardı ve her zamanki gibi huzurlu görünüyordu.
Aniden Roland aklına bir şekilde Şeytan Ayları’ndan sonra Anna’nın merdivenlerde Roland’ı beklediği an gelmişti.
Asla sızlanmamış ya da şikâyet etmemişti Anna… Sadece düşündüklerini ve istediğini açık açık söylemişti.
Şimdi sıra Roland’da idi.
Anna’yı masaya çeken Roland, tüm bu zaman boyunca onu rahatsız eden şeyi yavaşça itiraf etti.
Devamında bir sessizlik oluşmuştu. Sessizlik o kadar uzun sürmüştü ki Roland, Anna'nın aniden geri dönerek odayı terk edeceğini düşünmüştü. Ama Roland’ı şaşırtırcasına Anna’nın yüz ifadesinde bile en ufak bir değişiklik olmamıştı.
“Hepsi bu mu?”
Bunun üstüne ne cevap vereceğini bilemeyen Roland afallayarak sordu: “Ne?”
“Bana bunu ne zaman söyleyeceğini merak ediyordum.” diyen Anna, Roland’ın yanına oturdu: “Bir yandan bu kadar erken söylemeni istemezken bir yandan da benimle en kısa zamanda konuşmanı istiyordum. Artık nihayet bu konu hakkında endişelenmeme gerek yok.”
Roland bön bön bakıyordu: “Bunu en başından beri biliyordun…”
“Bülbül’e karşı hislerin olduğunu anlayabiliyorum. Bu kadar tereddüt etmen bile bana ne kadar değer verdiğini gösteriyor. Ama aynı zamanda bana daha önce açılmanı isterdim. Omzundaki yük ne olursa olsun paylaşmak isterim.” diyen Anna, derin bir nefes alarak devam etti: “Ben bir kraliyet üyesinin sevgisini kazanacağımı hiç düşünmemiştim. Sırf seninle olmaktan bile çok memnun olacağımı düşünüyordum. Ama sen bir gün benimle evleneceğini söyledikten sonra fikrimi değiştirdim Roland… Seni kimseyle paylaşmayacağım…”
“Özür dilerim… Ben…”
“Özür dilemene gerek yok. Çünkü aşk doğru ya da yanlış bilmez. Ayrıca… Bana itiraf etmek için bu anı seçmenden dolayı da mutluyum.” diyen Anna bir an duraksadıktan sonra sordu: “Sen bu dünyadan bir adam değilsin, değil mi?”
Roland'ın kalbi sarsılmıştı bir anda…
“Hiç kimse, ister bir sivil ister bir soylu, bu tür bir problemden dolayı huzursuz hissetmez. Yalnızca tamamen farklı bir dünyada büyümediyse…” diyen Anna devam etti: “Aynı şekilde… Bu dünyadaki insanlar bir cadıya adil davranabilirler ama asla onunla arkadaş olmazlar. Girdiğimiz iddiayı hatırlıyor musun? Kitaba senin başka dünyadan gelen bir misafir olduğunu yazmıştım. Bir cehennemi ya da uçurumu olmayan, buradan daha güzel bir dünyadan… Daha önce hiç duymadığımız bilgileri getirdin sen… Seni bana Tanrı gönderdi.”
Bu noktadan sonra artık kimliğini gizlemesine gerek kalmadığını fark etmişti Roland: “Birkaç küçük detay hariç, genel olarak haklısın…”
Anna kıkırdadı: “Ayrıca kitaba yazdığım yazıda Bülbül hakkında konuşacağını da yazmıştım. Anlaşılan en az iki doğrum var.”
Roland aniden Anna'nın iyi olduğu tek şeyin yeni şeyleri öğrenmek olmadığını fark etmişti. Aynı zamanda çok yüksek bir anlayışı da vardı.
Roland tam cevap verecekti ki Anna, Roland’ın ellerini kavradı. Yavaşça: “Bu isteğine rıza gösteremem. En azından şu anda değil…” dedi.
Roland şaşkına dönmüştü. İçinden: “Şimdi değil derken ne kast etti? Bir gün kabul edeceğini mi ima ediyor yani?” dedi.
“Seni neyin rahatsız ettiğini biliyorum. Merak etme. Ben onunla konuşacağım. Şimdi uyku vakti.” diyen Anna, Roland’ı alnından sıkıca öptü: “İyi geceler Majesteleri…”
Bir gıcırtı ile kapı kapanmıştı. Oda eski sessizliğine bürünmüştü yine… Anna ayrıldıktan sonra Roland’ın üstündeki şoku atlatması da epey sürmüştü.
...
Dokunaklı bir bölümdü. Anna’nın kararı hakkında tam olarak ne düşünsek biz bilemedik. Siz neler düşünürsünüz, yorumlara yazın!
Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..