Bölüm 646: Hotpot

avatar
2183 40

Release That Witch - Bölüm 646: Hotpot




Çevirmen: Lodos

İkisi tam ayrılmak üzereyken Prenses Tilly'nin hemen arkasından yürüyen Ashes aniden durdu ve arkasını dönerek: “Majesteleri… Size bir özür borçluyum.” dedi.


Ashes’ın kendisi ile ilk defa bu kadar nezaket kuralları içerisinde konuştuğunu fark eden Roland: “Eh… O sarayda yaşananlar hakkında…” diyerek açıklama yapmaya çalışmıştı.


“Hepimiz o kişinin siz olmadığınızı biliyoruz. O kişi, ne Kilise’yi yenme yoluna liderlik edebilir ne de cadılara hak ettikleri özgürlük ile güveni sağlayabilirdi… Siz Kilise’yi yenene kadar hiç inancım yoktu. Bu yüzden de sizden özür dilerim.” diyen Ashes başını sallıyordu. Bir an duraksadıktan sonra devam etti: “Her bir cadı sizin yaptıklarınızı hatırlayacaktır. Ayrıca siz Leydi Tilly’nin ağabeyi olmak için o kişiden daha yeteneklisiniz.”


Ashes bunları söylüyorsa demek ki Tilly de böyle düşünüyordu. Onun Prens Roland olduğunu düşünmüyorlardı. Roland gülse mi ağlasa mı bilemiyordu. Ne tür bir tanıma idi bu?


Ashes’ın arkasında durmuş gülümseyen kız kardeşine bakan Roland aniden bir şey fark etmişti.


Olağanüstü cadı, sağ elini göğsüne koyarak hafifçe eğilmişti. Siyah atkuyruğu saçları omzundaydı ve altın renkli gözleri de akşam yıldızları gibi parlıyordu.


“Elçi Ashes sizleri selamlıyor Majesteleri…”


***************


Üç gün sonra Andrea'nın uzun zamandır beklediği o veda yemeği nihayet gelmişti.


Beklediği şey veda değildi. Aksine Majesteleri’nin vaat ettiği o yeni lezzetli yemeklerdi.


En son vedadan beri sürekli aklına dondurmadan daha da lezzetli yemeklerin olduğu geliyordu. Bu gelişinde tadına bakmayı ummuştu. Ama gündemi Kilise ile yapılacak savaş meşgul ettiği için bu isteğini dile getirememişti rahat rahat… İşte şimdi uzun zamandır beklediği fırsat önündeydi.


Akşam yemeği kalede değil, kalenin genişletilmiş arka bahçesindeydi.


Zeytin ağaçlarının oluşturduğu, arka bahçenin merkezine giren uzun bir koridordan geçen Andrea daha herhangi bir yiyecek görmemişti ama güçlü bir koku alıyordu: “Ebedi Kış buzullarından gelen kristal balık mı bu? Yoksa Kurt Yüreği uçurumlarından gelen baharatlı yumurta mı? Fjordlar’dan gelen gökkuşağı alabalığı mı acaba? Hayır, hayır, hayır! Daha önce hiç bu kadar güzel kokan bir şey koklamadım ben…” diye geçirdi içinden…


“Ben aniden acıktım.” diye bağırdı Shavi.


“Batı Bölgesi’nde hep böyle bir hayat mı sürüyorsunuz?” diye sordu Molly: “Ne kıskanılacak bir hayat?”


Breeze, Lotus ve Evelyn'e sarılarak Molly'ye açıklama yaptı: “Ben de çok yiyemedim ki… Asıl bunları kıskanmalısın.”


Candle da açıklama yapma gereği duymuştu: “Her gün böyle yemiyoruz ki akşam yemeklerini… Tatlılar da sadece üç günde bir veriliyor.”


“Sadece üç günde bir…” diyerek iç çeken Molly alnını tuttu: “Neden öyle yapmasan da gösteriş yapıyormuşsun gibi hissediyorum…”


Ashes, Andrea'ya bir bakış attı. Her ne kadar kendisi de ağzının suyunu tutamasa da Andrea’ya sataştı: “Dikkat et de ağzının suyu taşmasın…”


Sıradan bir zaman olsaydı Andrea muhakkak cevap verirdi. Ama o anda dikkati tamamen arka bahçenin kenarındaki yuvarlak kütüklerin üzerindeydi.


İlk bakışta topraktan çıkmışlar gibi görünüyorlardı. Öyle kalın ve sağlamdı ki o ağaç gövdesi, ancak yedi ya da sekiz kişi onu kuşatabilirdi. İçinden çıkan sıcak hava yüzünden bir şey yanıyormuş gibi görünüyordu.


Yaklaşınca ağaç gövdesinin oyulduğunu fark etmişti Andrea. Kütüklerin üstüne büyük bir demir tencere yerleştirilmişti ve o güçlü koku da tenceredeki çorbadan geliyordu.


Ayriyeten kütüğün yanındaki masada da çeşit çeşit yiyecekler vardı. Çok bilindik malzemelerdi ama epey farklı çeşitler vardı. Andrea’yı asıl şaşırtan bu yiyeceklerin hepsinin çiğ olması idi.


Andrea ilk defa böyle bir akşam yemeği görüyordu. Ne bir hizmetçi, ne beyaz örtüler, ne müzik ne de bir kalabalık vardı. Herkes kendi başlarına kütüklerin etrafına oturmuşlardı. Yemekleri de kendilerinin hazırlaması gerekiyor gibi görünüyordu.


Andrea'nın tahmini doğruydu. Tüm cadılar gelince Roland akşam yemeğinin başladığını belirtme amaçlı ellerini çırptı. Tüm cadılara bir açıklama yaptı: “Bu bir hotpot yemeği… Yemesi çok kolay… Sadece istediğiniz tüm yiyecekleri tencereye atın ve piştiğinde de afiyet olsun!”


Sonbahar, bu tarz yemekler için en iyi mevsimdi. Çok popüler bir pişirme yöntemi olan hotpot aynı zamanda epey de kolaydı. En basit sebzeler bile çok lezzetli haller alabiliyordu. Dikkat edilmesi gereken en önemli şey tencerelerin yere çok yakın olmasıydı. Yemeği yiyenler bir araya gelerek hep beraber aynı tencereden yerlerdi. Bu sayede geleneksel ziyafetlerden daha kolay şekilde insanlar arasındaki bağları kuvvetlendirirdi. Bir veda yemeği olduğunda ise insanların üzüntülerini atmalarına yardımcı olabilirdi.


Hotpotun püf noktası, çorbanın suyundaydı. Bu çağda pişirme yöntemleri hep aynı ve monotondu. Bir malzemenin genelde tek bir tadı olurdu ve insanlar çeşnilerden çok pişirilen malzemenin ne kadar kaliteli olduğuna bakarlardı. Ama Roland şeflere çeşitli malzemeleri karıştırmalarını ve tencereye bu şekilde koymalarını emretmişti. Bu malzemelerin içinde; bütün tavuklar, domuz kemikleri, kuş gagası mantarları, deniz ürünleri ve daha nicesi vardı… Yani çorbanın suyu bile tat açısından çok zengindi. Böylesine bir tat bir ya da iki malzemeyi karıştırarak elde edilemezdi.


Ağzına bir parça pişmiş et atan Andrea, elinde olmadan inlemişti.


Onlarca lezzetli gıda malzemesi diline değdiğinde ve sıcak çorba da boğazından midesine aktığı anda Andrea yemeyi hiç bırakamayacak gibi hissetmişti. Bu his dondurmalı sandviçten tamamen farklıydı.


Soyluluk kurallarına göre tabaklarındaki yemekler bitmeden yeni yiyecek almamaları gerekirdi tabaklarına… Ama Majesteleri’nin bulduğu bu hotpot yöntemi bu kuralları kaldırır bir yöntem değildi. Kendi tabaklarındakini bitirene kadar koca tencere çoktan boşalmış olurdu.


Masadaki diğer cadıların hiçbirinde önceki zarafetleri yoktu. Diğer bir deyişle bu hotpot yönteminin zarafetle işi yoktu. Leydi Tilly’nin önünde bile birden fazla tabak birikmişti. Hatta Ashes bile bir şeyler yiyordu iştahlıca…


Andrea'nın sesini taklit ederek dalga geçmeyi de ihmal etmedi Ashes: “Yemeğin özü, orijinal tadında yatmaktadır. Baharat olmadan asıl tat daha kolay alınır. Kimdi bu sözleri söyleyen? Hatırladığıma göre Andrea isimli birisi yemeklere tuz ve baharat atılmasını barbarca bir pişirme yöntemi olarak görüyordu. Güya soylular da hiç kullanmazmış bunu… Ama şu anda gördüklerim o sözlerden epey farklı…”


Daha önce olsaydı Andrea Ashes ile tartışırdı. Ama o anda en önemli şeyin ne olduğunu fark etmişti.


Bu yemeğin tadını çıkarmak Ashes ile kelime dalaşı yapmaktan daha önemliydi.


Andrea bu sefer çatlayana kadar yiyecekti.


...

Ashes’in başta özür dilemesi güzeldi. Roland’ın eski Prens Roland olmadığı da görüldüğü üzere anlaşılmış… Bakalım neler olacak?

Yalnız hafiften acıktık… Ne yediler be!

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!

 








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44323 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr