Bölüm 625: Nihai Savaş

avatar
1963 36

Release That Witch - Bölüm 625: Nihai Savaş




Çevirmen: Lodos

“Leydi Zero… Margie yorulmuş gibi görünüyor.” diyen Vanilla, endişeli gözüküyordu.


“Dayanın.”


Zero, korkunç bir ifadeyle gökyüzünü izliyordu. Her ne kadar yeraltında olsa da kubbede parlayan bir ışık demeti bulmuştu. Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu siperleri bir bir geçiyor her adımıyla düşmanın pozisyonunu biraz daha rahatsız ediyordu. Ama gittikçe de yavaşlıyorlardı.


Her stratejik geçiş noktası yoğun bir şekilde korunduğundan dolayı Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu sadece dolambaçlı bir şekilde saldırmayı seçebilirdi. Yani bu süre zarfında da mızrak atarken kaçınılmaz olarak kar tozu silahlarına yenik düşeceklerdi. Siperlerin arasındaki boşluklar Tanrı’nın Cezalandırma savaşçıları yığınlarıyla dolmuştu ve her yerden mavi kanlar fışkırıyordu.


Zeminin üstünde ilerlemek gerçekten daha da zordu.


Tanrı'nın Cezalandırma savaşçıları, yok edilmesi mümkün olmayan o tellerin üzerinden atlasalar bile düşmanın ateş gücü ile karşı karşıya kalıyorlardı. Alevler her yeri sarıyordu. Özellikle de savunma hattının arkasındaki dört kuleden yayılan ateşlerin vurmadığı hedef kalmıyordu neredeyse…


Üçüncü siper muhtemelen Tanrı'nın Cezalandırma savaşçılarının yürüyebileceği en son sınır idi.


Lanet olsun! İşlerin böyle bir çıkmaza girmesini hiç beklemiyordu Zero…


Bu gün için iyi hazırlıklar yaptığını düşünüyordu o…


Örneğin; Roland Wimbledon'un bulunduğu yerin tam konumunu belirlemek gibi bir hazırlık…


En baştaki elçilerin görevi Roland'la görüşmek için bir bahane üretmekten başka bir şey değildi. Ama aslında onunla görüşüp görüşmemeleri de önemli değildi. Papa adına yazılan mektup Kilise ve Tanrı İradesi Savaşı hakkındaki bazı sırları açıklıyordu. İnsanlar bunun gibi imkânsız bilgileri duymaları halinde pek ciddiye almazlardı belki… Ama mektubun Papa’nın adı ile yazılmış olması ikna edici olurdu.


Ayrıca Zero’nun yazdığı şeyler doğruydu. Roland her ne kadar el yazısı tanıma konusunda yetenekli cadılara sahip olsa da mektuptan Zero’nun gerçek niyetlerini anlayamazdı.


Mektuba özel bir toz atılmıştı. Bu toz, Gizli Bölge tarafından üretilmişti ve sıradan insanların algılayamadığı bir koku yayıyordu. Bir insan mektuba ne zaman dokunsa koku toplanarak insan derisine geçerdi. Su ile bile çıkarılması zor bir kokuydu…


Zero mektubun Roland'a teslim edileceğine inanıyordu. Çünkü hiçbir yönetici bu tür şok edici sırlarla ilgilenmeyecekti. Diğer insanların mektubu okuma şansı yoktu. Yani bu da demekti ki en güçlü koku Roland’ın üstünde olacaktı. Roland ile diğer insanlar arasında görünüşte hiçbir fark olmasa dahi Vanilla bu kokunun yerini kolaylıkla tespit edebilirdi.


Yeteneğini uyguladığında akla hayale sığmayacak çeşit çeşit kokuyu takip edebilirdi Vanilla. Bir ay önce dökülmüş bir kanın kokusunu bile alabiliyordu.


Ve şu anda Roland onlardan sadece bin adım uzaktaydı.


Zero, hiçbir maliyetten ya da hasardan kaçınmayarak hem Tanrı'nın Cezalandırma Ordusu’nu hem de Yargı Ordusu’nu Gökhisar’ın savunma hattının dikkatini dağıtmak için harcamıştı. Roland düşmanında büyü yapan cadıların olduğunu düşünsün diye bazı önemsiz safkan cadıları öylesine savaş alanına sürmekten bile geri durmamıştı. Ancak öbür taraftan kendisi ise yeraltında saklanmış halde Margie’nin büyülü gemisi ile kayaların arasından geçerek ilerliyordu.


Blackveil isimli siyahlı cadı bu savaşın kazanılmasında gerçekten oyun değiştiren bir isim olmuştu.


Kutsal Şehir'deki en yüksek rütbeli üç safkan cadıdan biri olarak Kutsal O'Brien Hazretleri’nin de çok değer verdiği yeteneği, savunma yetenekleri olmayan sıradan insanlar için son derece korkunç bir yetenek idi. Onu genç halinde gören insanların bile yürekleri titrerdi korkudan… Yetişkinliğe girmesi ile gücü daha da artmıştı. Güçlü korku duygusu nedeniyle gözlerine bir kez bakan insanın zihnine sızardı. Bu tarz duygusal psikozlar yaşayan insanlar da ya kendilerini öldürürler ya da etraflarındaki insanları incitirlerdi.


Aynı zamanda Blackveil'in uyanışından sonra edindiği türev yeteneği de güçlüydü. Basit göz teması sadece korkuya değil aynı zamanda belirsiz yanılsamalara da neden olabiliyordu artık… Yeteneği tek seferde tek kişiyi etkileyebilse dahi kritik bir noktada hayati bir rol oynayabilirdi. Bu yüzden başpiskopos Tayfun, Papa’nın emirlerinden hiç şüphelenmemişti.


Ölümün Gözleri’ne bakan Zero bunu Roland’ın birliklerinin anında yenileceği o kadar algılamıştı.


Her şey sorunsuz gidiyor gibiydi ve Zero, savaş başlayana kadar yanlış bir fikre sahip olduğunun farkında değildi.


Kar tozu silahlarının gücünü daha hala hafife almış olmayı beklemiyordu.


Yoğun duman ve ateş dağ geçidini sarmıştı. Kar tozu silahlarının yardımıyla Roland daha 5 kilometre uzaktan saldırılara başlamıştı. Kilise birlikleri daha savunma hattına varamadan ağır kayıplar yaşamıştı.


Pozisyonlarına tek seferde saldırabilmek için savaş taktiklerini değiştirmişti ancak Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu’nun da sıkıntıda olduğunu fark etmişti.


O dar siperleri fethetmek yüksek kuleleri fethetmekten daha zordu şu anda… Düşman askerleri durmaksızın ateş ediyorlardı. Bir an geri çekiliyorlar gibi görünüyorlardı ama aslında bu sayede Tanrı’nın Cezalandırma Ordusu’nu daha fazla vurabiliyorlardı. Bütün bu sürede Zero bir olağanüstü cadı dahi görmüştü.


Margie’nin büyülü gücü de tıpkı Tanrı’nın Cezalandırma savaşçılarına olduğu gibi yol boyunca azaldığı için büyülü ark yolun sonuna kadar dayanamayabilirdi. Ve mevcut durum da Zero’nun beklentisinden hala çok uzaktı…


Isabella, düşmanların yarısından daha azının Tanrı Taşları taktığını fark etmişti. Bu koşullar altında daha fazla insanın kendisini görmesini istiyorsa onları bir araya getirmek zorundaydı.


Blackveil bir kez görüldüğü anda büyü yapabilmek için çok az zamanı kalmıştı çünkü… Yalnızca bir saniye içinde bile kaç tane düşman fark ederdi onu… Zihinlerine sızamadan vurulmuş olurdu.


“Papa Hazretleri ark… Yakında parçalanacak…” diyen Margie'nin yüzü kan ter içinde kalmıştı, sesi de titriyordu. Büyü gücünün aşırı kullanımı onun için ağır bir yüktü. Aynı zamanda duvarlarda çatlaklar vardı ve kubbe de kararıyordu. Zero bir seçim yapması gerektiğini fark etmişti.


Ya da daha doğrusu elindeki tek seçimi yapması gerekiyordu…


“Yukarı çık! Planlarda konuştuğumuz gibi…”


Derin bir nefes alan Margie yeryüzüne yaklaşmak için gemiyi çalıştırmaya başladı. Bir saniye içerisinde gemi yeryüzüne fırlamış Margie’nin büyülü gücü de bir anda dağılıvermişti. Keskin bir duman tadı, kan kokusu ve derin kükreme sesleri etraflarını kaplamıştı.


Blackveil arkasını dönerek Zero’ya derin derin baktı. Sonrasında da arkın meydana getirdiği kare şeklindeki çukurun üzerine atladı.


Tahmin edilebileceği üzere Kilise’ye son kez hizmet edecekti.


Savaş alanı sanki görünmedik devasa bir el herkesin boğazını sıkmış gibi sessizleşmişti.


“Isabella! Sonsuzu kullanmaya başla!” diye emretti Zero.


Birkaç patlama sesinden sonra Blackveil'in sırtında bir dizi delik açılmış ve sonrasında da olduğu yerde yere yığılmıştı.


Dişlerini gıcırdatan Isabella, mührü eline aldı.


Siyah ve parlak büyülü taş, anında etrafındaki güneş ışığını emmiş gibi karanlık ve kasvetli bir hale bürünmüştü. Sonsuz Mührü’nden çıkan görünmez bir dalgalanma yayılarak savaş alanının her tarafına ulaşmıştı. Bu dalgalanmanın genliği Roland’ın üstündeki Tanrı taşı ile aynıydı. Sadece tamamen birbirlerine zıtlardı. Mührün etkisi altında bütün Tanrı Taşları’nın oluşturdukları kara delik kaybolmuştu.


Neredeyse aynı zamanda Zero da büyülü bir şekilde ışık demetine dönüşerek kendisine bin adım uzaktaki Gökhisar Kralı’na doğru uçuşa geçmişti.


Tüm savaş alanını gözleyebiliyordu yukarıdan…


Halktan insanlar olan yüzlerce asker, siperlerde yatıyorlardı.


Yüzlerinde şok ve panik ifadeleri görülüyordu.


Olağanüstü, son hızıyla koşuyordu.


Yargı Ordusu da ilerliyordu.


Bir anlığına böyle olsa da hemen ardından kuleden gelen ölümcül atışlar tekrar ortaya çıkmış ve tüm savaş alanı eskiye dönmüştü. Bağırma sesleri, ulumalar ve patlama sesleri birbirine karışıyor, güzel bir şarkı gibi göklerde yankılanıyordu.


Gri saçlı Prens’i görmüştü Zero… Ve platforma daha da yaklaştıkça Tanrı’nın gülümsemelerini hissedebiliyordu.


...


Bülbül bu tuhaf değişimi fark etmişti. Beyaz ve siyah renkli sis dünyasında; o ışık demetinin büyülü gücü kendi konumlarına arkadan muazzam bir hızla yaklaşan devasa bir fırtına kütlesi gibiydi.


Bunun safkan cadının yaptığı son ve en önemli saldırı olduğunu biliyordu Bülbül…


“Majesteleri’ni koruyun!” diye bağırdı.


Shavi, ellerini uzatarak tüm platformu kaplayacak kadar büyük, geniş bir büyülü bariyer oluşturdu.


Andrea, büyülü ışık demetine saldırabilmek için güneş kadar parlak olan oklarını çekti ve büyülü yayını çağırdı.


Bülbül geri çekilmek için; ışık demetinin, kendisine hedef olarak aldığı ve Tanrı Taşı’nın da etkisinin kaybolduğu Roland’ı kavradı.


Ama ışık demeti gerçekten çok hızlı hareket ediyordu.


Andrea’nın ışık oklarından ve büyülü bariyerden geçen ışık demeti anında yetişmişti sanki Bülbül ile Roland’a… Bülbül’ün sisi bile izlerini kapatamamıştı.


Tereddüt etmeden Roland’ı uzaklaştıran Bülbül doğrudan ışık demetine saldırmak için geri döndü.


Ancak hiçbir çabası işe yaramamıştı. Işık demeti Bülbül’ün de vücudunu deldi ve Roland’ın vücuduna girdi. Bunların hepsi birkaç saniye içerisinde olmuştu.


“Hayır!” diye çığlık attı Bülbül. Dünyası yıkılmıştı…


Hemen ardından da gözleri iyice genişleyen Roland, hafifçe sallandı ve arkaya doğru yere düştü…


...

Ruh Savaşı geliyor sanırım dostlar, hazırlanın…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!

 








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43988 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr