Bölüm 622: Yıldırımın Alevleri

avatar
1969 41

Release That Witch - Bölüm 622: Yıldırımın Alevleri




Çevirmen: Lodos

Roland, ertesi sabah Maggie'nin raporunu aldığı an elinde kahvaltısıyla komuta karargâhına gelmişti.


“Kilise yolda!” diyen Maggie’nin gergin sesi Dinleme Mührü’nden duyulabiliyordu: “Takımlardan biri Soğuk Rüzgâr Sırtı’ndan ayrıldı ve savunma hattına doğru ilerliyor!”


“Kaç kişiler?”


“Bir, iki, üç... Toplam beş!”


Cephe konferansı için hazırlanan Roland geriye doğru yaslanmış şekilde sordu: “Ne? Beş mi?”


“Evet, hepsinde de parıldayan zırhlar var. Kutsal Şehir bayrağı taşıyorlar. Ne gösteriş bu! Top işaretçilerine haber vermem gerekiyor mu?”


“Ah... Hayır. Sen sadece Soğuk Rüzgâr Sırtı’nda olacakları takip etmeye devam et.” diyen Roland, ekmek parçasını ağzına atarak sordu: “Acaba Kilise ne düşünüyor?”


“Muhtemelen merhamet için yalvarmaya geliyorlardır…” diyen Bülbül’ün dudakları seğirmişti.


“Eğer öyle bir şey olsaydı koca orduyu Soğuk Rüzgâr Sırtı’na kadar getirmezlerdi.” diyen Roland, kaşlarını çatmıştı.


Bir buçuk gün sonra o birlik savunma cephesine ulaşmıştı. Birliği yöneten rahip kendilerinin Kilise tarafından Majesteleri Roland ile görüşmek üzere gönderilen elçi heyeti olduklarını iddia etmişti. Aynı zamanda Gökhisar’ın genç kralı için de Yüce Papa’nın bizzat yazdığı bir mektup vardı.


“Siz ne düşünüyorsunuz?” diyen Roland, Danışma Ekibi’ni ve cadıları toplayarak sormuştu: “Safkan cadıların bir hilesi olabilir mi?”


“Ben ondan önce şunu sormak istiyorum.” dedi Edith: “Eğer Kilise teslim olmak isterse barış görüşmelerini kabul edecek misiniz?”


Roland, bu soruyu tereddüt etmeden reddetmişti: “Tanrı'nın Cezalandırma Ordusu’nu dağıtmadıkları ve o üst düzey yöneticiler ile masumları öldürenler yargılamaya tabii tutulmadığı sürece hayır! Ancak Kilise’nin bu şartları kabul edeceğini de sanmıyorum.”


“Aynen öyle…” diye cevap verdi Edith: “Bu durumda elçi heyetiyle görüşmemelisiniz. Müzakere sürecinin kararınızı etkileyebileceğini bırakın, herhangi bir komplo dahi olabilir.”


“Katılıyorum.” diyen Agatha başını salladı: “Beşinde büyülü tepkime görülmese dahi cadıların yetenekleri çok gariptir. Ne olacağı hiç belli olmaz.”


“Belki de onları sorgulama için yakalamalı ve buraya gelmelerinin asıl amacını öğrendikten sonra gizlice onlardan kurtulmalıyız.” dedi Demir Balta.


“Majesteleri… Gökhisar Krallığı Demirkum Şehri değil…” dedi Sör Eltek: “Bunu yapmamak daha iyi olacaktır. Haberler yayılırsa itibarınıza çok kötü etki eder.”


“Biliyorum.” diyen Roland bir süre düşünerek Demir Balta’ya baktı: “Mektubu bıraktıktan sonra gitsinler.”


“Emredersiniz Majesteleri.”


Roland Hermes’in yüce hükümdarının ne dediğini merak etmeden duramamıştı.


Sylvie ve Agatha tarafından yapılan birkaç incelemeden sonra Kutsal Şehir’deki Yüce Papa'nın el yazısıyla yazılmış mektup nihayet Roland'a ulaşmıştı.


Zarif kapağı açan Roland, mektuptaki zarif el yazısı sonucunda epey şaşırmıştı.


Ve mektubun içeriği de şaşırtmıştı Roland’ı…


Kilisenin kökeni ile amacını dürüst bir notta anlatıyor ve insanlığın en büyük düşmanı olan şeytanın varlığını gözler önüne seriyordu.


Roland eğer 400 yıl önceki bu sırrı bilmiyor olsaydı kafası epey karışmış olurdu.


Acaba düşmanın stratejisi bu muydu?


Karşı tarafın kafasını tozlu tarih gerçekleriyle karıştırmak ve bunu da barış görüşmeleri gibi bir isimle samimi göstermek mi?


Sonuç olarak ilk birlik döndükten sonra Soğuk Rüzgâr Sırtı’ndan bir başka birlik gelmişti. Yine 5 kişilerdi.


Roland elbette onlarla da görüşmemiş, sadece mektubu bırakmalarını istemişti.


Bu mektubun içeriği daha da derindi. Kilise kurulmadan önce şekillenmiş Kutsal Birlik’in kısa tanıtımından hariç olarak Tanrı İradesi Savaşı’ndan da bahsetmişti. Papa, 400 yıldır ırklar arasında dönen bu savaşların tanrıların insanoğluna yaptığı bir sınav olduğunu düşünüyordu.


Roland bu fikri çok mantıklı görmese de yine de kalbinde hafif bir huzursuzluk hissedebiliyordu.


Soğuk Rüzgâr Sırtı sonraki bir hafta içinde yine bizzat Papa tarafından yazılmış birkaç el yazısı mektubu getirmek için birçok elçi heyeti göndermişti. Mektuplarda herhangi yeni bir bilgi yoktu ve her bir mektup öncekine göre daha kısaydı.


Kilise sadece sıcak yaz günleri vardığında elçi yollamayı bırakmıştı.


Düşman bu sefer tam güçle gelmişti.


*******************


“Şimşek konuşuyor! Düşman dokuzuncu bölgeye girdi! Tekrar ediyorum: Düşman dokuzuncu bölgeye girdi!”


Mühürden gelen sesi duyan Kedi Pençesi endişeyle elindeki kitapçığı çevirdi: “Dokuz… Dokuz…”


“Acele et!” diye bağırdı Rodney: “Çoktan yüklendi!”


“Elimden geldiğince hızlıyım zaten!” diye bağırdı Kedi Pençesi: “İşte! Açı 26 aralık 15!”


Nelson hızla tutacağı salladı: “26... 15! Tamam, tamam!”


“Ateşe hazır!”


Kedi Pençesi bu emri duyduktan sonra kulaklarını hızla kapattı.


“Ateş!”


Jop hızlı bir şekilde fitili çekti. 152 mm topları anında kükredi. Ses dalgası havayla karışarak etraftakilerin yüzüne çarpmıştı hatta… Sanki bir çekiç Kedi Pençesi’nin göğsünü dövüyordu. Ayaklarının altındaki zeminin şiddetli şekilde titremesini hissedebiliyordu.


“İşte bu kuvvet!” diye düşündü Kedi Pençesi: “O 5 kiloluk metal borular yerine Uzun Şarkı topları erkeklere çok daha uygun.”


Tek pişmanlığı merminin indiği anı görememekti.


Kedi Pençesi, Yaprak’ın elindeki büyülü taşa yaklaştı ve: “Ee… Bayan Şimşek… Hedefi vurduk mu?” dedi.


“Tam isabet!” diye yanıtladı küçük kız.


...


Arkadaki top operatörüne kıyasla Şimşek ve Maggie düşmanın hareketlerini daha doğrudan gözlemleyebiliyordu.


Şimşek tamamen güvenli bir yükseklikte süzülerek elindeki teleskopla aşağıya bakıyordu. Az önce fırlatılan bombanın şimdi indiğini fark ediyordu. Dokuzuncu bölgenin biraz batısına düştüğünü, tahmini düşme noktasından dört metre saptığını görmüştü. Muhtemelen rüzgârdan dolayıydı. Ama etkisi o kadar da kötü olmamıştı. Kilise’nin o ‘güçlü’ ordusu tüm dağ yolunu kaplamıştı. Durum buyken ordunun üstüne düşen herhangi bir mermi anında kırmızı çiçeklerin açmasına sebep olacaktı.


Tıpkı bu vuruşta olduğu gibi…


Mermi inene kadar tüm uçuş sürecini görememişti. Gözlerine gelen ilk şey koyu kırmızı bir ışıktı. Ardından da sağa sola yayılan çakıl ve toz bulutlarını görmüştü. Patlamanın sesi de kısa sürede sönmüştü.


Duman havaya dağıldığında merminin düştüğü yerde siyah bir iz kalmıştı. Etrafında da karışık ölü bedenler… Her tarafa kan ve organ parçaları yayılmıştı. Uzak mesafeden bakılınca yargı savaşçıları tamamen farklı görünüyordu. Vücutlarında belli bir yara yoktu ama yine de kan tükürüyorlardı ve yere düşmüşlerdi. Bazıları düşmeden önce birkaç metre yürümeyi başarabilmişti. Ama sarhoş gibi sendeliyorlardı. Eninde sonunda yine yere seriliyorlardı.


Tek bir bomba Kilise’nin 50 adamına mal oluyordu.


Şimşek mutlu bir şekilde yumruğunu salladı: “Bunu hak ediyorsunuz!”


Ve bakışlarını bir sonraki bombardıman bölgesine kaydırdı.


“Dikkat! Düşman on ikinci bölgeden geçiyor! Ateş edin! Tekrar ediyorum! Ateş edin!”


...

Ve işte o savaş başladı! Birinci Ordu’ya başarılar! İçimde çok kolay olmayacağına dair bir his var ama emin olamadım… Bakıp göreceğiz.

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!

 


 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44301 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr