Bölüm 621: Uykusuz Gece

avatar
2006 44

Release That Witch - Bölüm 621: Uykusuz Gece




Çevirmen: Lodos

“Bu basitçe… Tanrı’nın Cezalandırması…” diyen Demir Balta iç çekti: “Rakiplerinin gölgesini bile göremezlerken pasif olarak saldırı yiyebilirler. Sıradan düşmanların dağ yolunu kafalarının üzerine ateşler yağarken bitirmeleri mümkün değil.”


Obüsün gücüne tanıklık eden Birinci Ordu’nun başkomutanı, yoğun şekilde toplanmış ve yürüyüşe geçmiş bir birliğin üstünde ne denli bir etkiye sebep olabileceğini biliyordu.


“Ne yazık ki yüzleşmemiz gereken tüm düşmanlar normal değil…” diyen Roland, gülümsedi: “Sadece sınırlı sayıda mermimiz olduğundan bahsetmiyorum bile… Öbür türlü düşmanı bu iki topla kolayca yok edebilirdik zaten…”


Bu toplar tam mühimmatla ateş ederken atış hızı dakikada sekiz atış gibi yüksek bir hızdı. Bu ateşleme verimliliği bu çağ için çılgınlık sayılabilirdi. Kral Şehri’nden Neverwinter’a taşınan simyacılardan beri, çift bazlı itici gaz üretimi istikrarlı şekilde artmaya başlamıştı. En büyük sınırlama mermi sayısı haline gelmişti. Çünkü fünyeler Anna tarafından elle üretiliyordu. Bu da obüs üretiminde büyük bir kısıtlamaya neden olmuştu.


“Majesteleri… 20 topun hepsi de ateşlendi.” diyen Tabur Komutanı Vaner, birkaç tekrarlanan ateşten sonra Roland’a rapor vermişti: “Tam tamına altı hedef belirlenmiş durumda ve çoğu da dağ yolunun ikinci kısmında…”


“Güzel. Bugünlük bu kadar…” diyen Roland başını salladı.


“Bakmak için başka bir yere daha gitmeniz gerekiyor mu?” diye sordu Demir Balta.


Bir süre düşünen Roland, başını salladıktan sonra: “Hayır. Önce kampa döneceğim. Sen de askerler için eğitimi ayarlamaya devam et.” dedi.


“Emredersiniz Majesteleri…” diyen Demir Balta, eğildi.


Kampa geri dönen Roland yoğun bir şekilde iç çekerek kanepeye yaslandı. Yapması gereken çok fazla bir şey olmadığını düşünüyordu. Elinden geleni yaptığını ve kalanının sadece kadere bağlı olduğunu…


Kilise nihayet beş gün önce cevap vermişti. Maggie'nin raporuna göre Kutsal Şehrin kapısı açılarak sayısız at ve adam dışarı fırlamış, düzgün bir çizgide Soğuk Rüzgâr Sırtı’na doğru ilerlemeye başlamıştı. Gökyüzünden aşağı baktığı esnada savaşçıların parlayan gümüş zırhlarının ışıktan bir nehir gibi göründüğünü söylemişti Maggie.


Aynı zamanda Eski Kutsal Şehir ve Hermes yaylaları etrafına yerleştirilen casus gizli bir mektup göndererek Kilise’nin bu ordusunun büyüklüğünün eşi benzeri görülmemiş bir büyüklük olduğunu ve şehir içindeki faaliyetlerin de büyük ölçüde azaldığını belirtmişti.


Anlaşılan düşman iyice toplanmıştı.


Haberi alan Roland hemen ön cepheye koşmuştu. Ve onun oraya gitmesi de Birinci Ordu’nun moralini epey yükseltmişti. Her iki tarafın da geleceğine karar verecek savaş yaklaşıyordu.


4.000'den fazla elit asker vardı: Kuzey Bölgesi Dükü tarafından gelen sağlam şövalyelerden oluşan bir ekip, Şimşek ve Maggie’nin düzenlediği ön araştırma grubu, Sylvie’nin hiç ıskalamayan atış kılavuzluğu, ve kampın etrafına dağılmış savaş cadıları… Tam bir hazırlık böyle olmalıydı. Kilise’nin hareketleri bile Danışma Ekibi’nin yaptığı savaş planı ile düzenli olarak ilerliyordu ve Soğuk Rüzgâr Sırtı da tamamen tahliye edilmişti. Bu sayede de eğer düşman Çılgın haplarını kullanacak olursa sadece Kutsal Şehir’deki inananları ya da diğer krallıklardan zorla gelen insanları kullanabilirdi.


Açılış oldukça mükemmel sayılabilirdi.


Ancak Roland biraz endişeliydi.


Safkan cadılar hakkında endişeleniyordu.


Nasıl ortaya çıkacakları ya da bu savaşta ne kadar rol oynayacakları bilinmiyordu.


Düşmanın sinsi saldırısının neden olacağı kayıpları önlemek için ön cephedeki cadılar bu birkaç gün çok dikkatli olmak zorundaydılar. Hepsi bir salonda toplanmıştı. Bülbül ve Sylvie, gece nöbetini sırayla yapmak için iki gruba bölünmüştü. Büyülü bir tepkime ile karşılaşıldığı an tüm kamp Yankı tarafından tek seferde ve hızla uyandırılacaktı.


Ama sonuç olarak Kilise, Soğuk Rüzgâr Sırtı’nı ele geçirmek için oraya asker göndermekten başka bir şey yapmamıştı. Roland bir tane bile safkan cadı görememişti.


Düşmanın sağlam bir komplo planlayıp planlamadığından emin değildi. Ya da sadece onu rahatsız etmek için bekliyorlardı. Bir kere huzuru kaçtı mı onu savaş alanında parçalamayı düşünüyor olabilirlerdi.


Ama her türlü Roland’ın şu anda yapabileceği tek şey beklemeye devam etmekti.


...


Roland akşam yemeğinden sonra erken yatmıştı. Ancak bir türlü uyuyamıyordu. Elbiselerini giyerek odasından çıktı. Evin dışında kalan Bülbül, hızla Roland’ın yanına giderek: “Bir sorun mu var, uyuyamıyor musun?” diye sordu.


“Biraz öyle… Muhtemelen yatağın altında çok fazla saman nedeniyle…” diyen Roland boynunu ovuşturdu ve bir buğday yaprağı çıkardı kıyafetlerinin içinden: “Yattığımda sanki bir şey sırtımı dürtüyormuş gibi oluyor.”


“Ben de aynı durumdayım.” diyerek söze giren kişi erken gece nöbetindeki diğer isim olan Andrea idi: “Harika bir yatak istediğimiz yok da en azından iki ipek katman getirilebilirdi. Kuzey Bölgesi Dükü biraz cimriymiş…”


“Bayanlar baylar! Savaştayız biz, gezide değil.” diye çıkıştı Ashes öfkeyle: “Bir barınak bulmamız bile iyi bir şey. Çok fazlasını istiyorsunuz.”


“Elbette kalın ve pürüzlü bir cildi olan için yatak hiç fark etmez.”


“Zayıf ve kırılgan olmaktan daha iyidir.”


“Zayıf ve kırılgan olanın kim olduğunu görmek için başka bir düelloya ihtiyacımız olacak gibi…”


“Kilise ile işimiz bittikten sonra anlayacaksın kim zayıf kim değil…”


“Bir saniye durun… O düelloya bahis oynayabiliyor muyuz?” diyen Shavi ellerini kaldırmıştı.


Roland’ı bir kenara çeken Bülbül: “Onları düşünme, bu onların klasik gece rutini…” dedi.  


Roland gülümseyerek başını salladı: “Daha önce bilseydim onları bir araya getirmezdim.” Bülbül’ün gözleme kapsamının Sylvie'den çok daha küçük olması nedeniyle erken gece yarısı ekibinin savaş görevi üç poker oyuncusundan oluşan gruba verilmişti. Bülbül ile beraber en güçlü saldırı ekibini oluşturuyorlardı. Gecenin ilerleyen saatleri için ayrılan grup ise daha çok savunma bazlıydı. Bu ekibin üyeleri de Agatha, Breeze ve Iffy idi. Hiç kimse onlardan daha iyi şekilde düşmanı engelleyemezdi. “Peki ya diğerleri? Onlar uyum sağlayabildi mi?” diye sordu Roland.


“Cadı Birliği’nden olan kız kardeşler sizin kadar seçici değiller.” diyen Bülbül, hafifçe göz kırptıktan sonra devam etti: “Dağlardaki kaçışlar sırasında barınaksız ve yemeksiz olarak günlerce yaşadılar. Gözlerini kapatarak rahatça uykuya dalabilirler burada…”


“Anlaşılan en sabırsız olan benim…” diyen Roland basamağa oturarak bir süre sessizce yıldızlara baktıktan sonra sordu: “Bütün bunlar bittikten sonra ne yapacağız?”


Hemen yanına oturan Bülbül, sordu: “Gerilmeye başlıyorsun, değil mi?”


Roland suçluluk duygusuyla burnuna dokundu: “Sadece biraz duygusallaşıyorum. Eğer Kilise’yi yenemezsek…” demiş ama devamını getirmemişti. Aksine düşüncelere dalmıştı: “Neverwinter Şehri şu andaki düzende işlemeye devam eder mi? Krallık Kilise tarafından mı yutulacak yoksa eskiden olduğu gibi soyluların eline mi düşecek? Peki ya Anna ve diğer cadılar… Onlar güvenli şekilde Uyku Adası’na kaçabilecekler mi?”


“Endişelenme…” diyen Bülbül, Roland’ın elini alarak yavaşça konuşmaya başlamıştı: “Daha önce de söylediğim gibi… Ben hayatta olduğum sürece senin canın yanmayacak.” diyen Bülbül, bir an duraksadıktan sonra: “Bizim hikayemizin daha yeni başladığından bahsetmiyorum bile…” dedi.


...

Sanırım her şey hazır artık… Kilise bekleniyor. Gelsinler bakalım da neler oluyor görelim…

Bülbül’ün o son cümlesinden bazı manalar çıkıyor ama… Muhtemelen yazar sağ olsun ileriki bölümlerde ancak görebileceğiz…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44252 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr