Bölüm 606: Baba ve Kız

avatar
2011 32

Release That Witch - Bölüm 606: Baba ve Kız




Çevirmen: Lodos

Edith, Dük Calvin Yeşim Kalesi’ne girene kadar salonda onu beklemişti.


Dük, kollarını açarak: “Sevgili kızım…” diye söze başlayacaktı ki babasının sözünü yarıda kesen Edith, söze girdi: “Neden bu kadar geciktin? Bir ay öncesinde sana birleşme ve savaş hazırlığı konusunda Birinci Ordu’ya yardımcı olmanı söyleyen bir mektup yazmıştım. Onların tüm ihtiyaçlarını elimizden geldiğince karşılamalıyız.“


“Evet. Ben de hemen Derinvadi Kasabası’ndan Reis Haier’e haber verdim ve meseleyi denetlemesi için de kâhyamızı yolladım. Yetmez mi?” diyen Dük, açık kollarıyla ayakta dikiliyordu.


“Elbette yeter.” diyen Edith, kollarını göğsünde bağlamıştı: “Oraya bizzat gitseydin samimiyetini daha iyi göstermiş olurdun. Ayrıca Kilise’ye karşı yapılacak savaş çok önemli. Daha fazla ciddiye alamazdık gerçekten…”


“Ama sonuçta orası Reis Haier'in bölgesi…”


“Hadi ama baba… Soylular tamamen ortadan kaybolacak ve sen hala bölge ve feodal meselelerden dert yanıyorsun. Hawes ve Lista Aileleri’nin isyanından sonra senin daha kararlı bir insan olduğunu düşünmüştüm.”


Utanmıştı Dük Calvin: “Ben de kızımın en azından bana bir sarılacağını, beni özlediğini söyleyeceğini ve sonrasında iş konuşacağımızı düşünmüştüm.”


“Gerçekten mi?” diyen Edith güldü: “Yani çalışma odandayken mektuptan dolayı hiç öfkelenmedin, bana ‘yemek yediği yere nankörlük yapan piç’ demedin… Doğru mu? Ha bir de eğer yanılmıyorsam bir şeyi parçalayacak oldun ama sonra çok pahalı bir şey olduğu için vazgeçtin…”


Dük boğulacak gibi olmuştu: “Ben…” dedikten sonra içinden: “Kahretsin! Ona kim söyledi?” diye geçirdi.


Nasıl cevap vereceğini bilemiyordu ki Edith çoktan ona doğru yürüyerek sarılmıştı: “Derinvadi Kasabası’na hoş geldin baba… Şimdi mutlu musun?”


Dük’ün öfkesi anında dağılmıştı. Kızının saçını okşadığında karışık bir his vurmuştu onu…


Bazen Edith'in bugün nasıl bu kadar yetenekli ve güzel bir bayan olduğunu bilemiyordu. İlk karısından kızıydı. Ama Edith'in kişiliği biyolojik annesinden ve kendisininkinden oldukça farklıydı. Edith'in kendi kızı olup olmadığından neredeyse şüphe edecekti.


Ancak sarıldıklarında Dük bir kez daha aralarındaki kan bağını hissetmişti. O hala kendisinin yetiştirdiği Kuzey’in İncisi idi.


Bir süre sonra Edith babasını itti ve: “Kokuyorsun. Önce bir duş almanı öneririm. Neverwinter Şehri’nden kokulu sabunlar getirdim. Bir dene… Çin tarçınından daha iyi…”


“Onun acelesi yok.” diyen Calvin etrafa baktı: “Pekâlâ… Reis Haier nerede? Neden beni salonda karşılamadı?”


“Ona banliyödeki malikânesine geri dönmesini söyledim.”


“Ne?” diye soran Dük, şok içerisinde kızına bakıyordu.


Omuz silken Edith: “Ne Majesteleri’nin iradesini ne de senin emirlerini zerre umursamıyor. Eğer zamanında varmasaydım öncü kuvvetleri çıldırtmış olurdu. Herkes mevcut durumla düzgünce ilgilenemez. Bazılarında gözlerini veya zihinlerini açacak cesaret bile bulunmaz. Onlar için bir saniye bile beklemem… En akıllıca seçenek onu uzaklaştırmak idi…”


“Ama o sadece kaleyi ve kasabaları itaatkâr bir şekilde teslim etti...”


“Elbette etmedi. Ama ben Birinci Ordu’ya sahibim.” diyen Edith, gülümsedi: “Ve o ordu da bir günde Kral Şehri’ni fethetti. Bu yüzden bir düzine şövalyenin onlara ne yapabileceğini düşünüyorsun?”


“Bu bir yanılsama mı bilmiyorum ama… Edith son iki ayda çok değişmiş. Gülüşü daha samimi olmuş. Yıllardır soyluların ve halkın arasında yüzünde takındığı o sahte gülümseme yok. Gözlerinde de küçüklüğünden beri görmediğim bir parlaklık var.” diye düşündü içinden Calvin.


Kızının şu anda hayatı sevdiğini fark etmişti. En azından burada Kuzey Bölgesi’nden daha mutluydu.


Bu değişim de Calvin’in kalbine karışık duygularla birlikte biraz kıskançlık vermişti.


Belki de kızının söylediği gibi soylu statüleri ellerinden alındıktan sonra haklarının bir kısmını kaybediyorlardı. Ama aynı zamanda topraklarından da kurtulmuş oluyorlardı.


Şimdi kızının önünde büyük bir gelecek vardı. İstediği yere gidebilir ve farklı bir hayat sürebilirdi.


Çalışma odasına döndükten sonra iki bardak siyah çay içti ve derin bir nefes aldı Calvin: “Yani şimdi burada kalıp Majesteleri’ni mi beklemeliyiz?”


Not defterini açan Edith: “Tam olarak değil. Yapmamız gereken çok iş var. Yiyecek, at, kumaş, bitkiler ve savaş için gereken diğer tüm malzemeleri Derinvadi Kasabası’na ulaştırmalıyız. Demir ve bakır külçeler de buraya getirilecekmiş. Ne kadar çok, o kadar iyi.”


“Böylece bütün Kuzey Bölgesi’ni yağmalamak istiyor.” diye gizlice düşünen Dük, sordu: “Majesteleri Roland’ın Kilise’yi yenebileceğine gerçekten inanıyor musun?”


“Belki Kutsal Hermes Şehri’ne saldıramaz ve Kilise’yi tamamen yok edemez. Ancak Kilise’nin Soğuk Rüzgâr Sırtı’ndan krallığa girmesini engellemek çok da bir problem değil onun için…” diyen Edith, bir an duraksadıktan sonra devam etti: “Majesteleri’nin şu anda en çok ihtiyaç duyduğu şey zaman…”


“Zaman mı?”


“Sen onun fabrikasını görmedin. Bu yüzden Neverwinter Şehri’nin ne kadar güçlü olduğunu anlamıyorsun.” diyen Edith, babasına bakarak konuşuyordu: “Kim olursan ol; ister bir şövalye, ister bir paralı asker, ister bir Yargı askeri isterse de Kilise’nin sağlam bir müridi… Mermilerin karşısında herkes eşit. Fabrikalar da bu mermileri üretmeye devam ediyor. Ayrıca sıradan bir vatandaşa düşmanları öldürmek için ateşli silah ve mermi kullanımını öğretmek en fazla birkaç dakika sürer… Bir aylık eğitimden sonra kolaylıkla bir asker olabilir ve düşmanları öldürmek üzere savaş alanına çıkabilir. Üç ayın sonunda yıkılmaz Birinci Ordu olur bu askerler…”


“Yani… Ne demek istiyorsun?”


“Mermilerin üretim hızı insanların büyüme hızından çok daha hızlı baba… Kılıç ve zırhlardan farklı… On çıraklı bir demirci, bir senede 10 zırh takımı ve 30 kılıç yapabilir. Ancak bir fabrika bir günde binlerce mermi üretebilir. Zırhlı ve kılıçlı şövalyeleri de bu mermilerle kolaylıkla öldürdükten sonra kalan mermileri diğer askerlere dağıtabilirler. Ertesi gün bu mermi tüm vatandaşlara dağıtılır. Bir ayın sonunda eldeki mermilerle koca bir şehir, bir hayalet şehre dönüştürülebilir kolaylıkla…”


Calvin ağzını açmıştı ama ne söyleyeceğini bilmiyordu.


“Bana inanmaman gayet normal. En nihayetinde bu şeyler biraz saçma gelebilir. Ama Birinci Ordu’nun Diş Sökme Harekâtı’na katıldığımda düşmanları nasıl hallettiklerini kendi gözlerimle gördüm.” diyen Edith, yavaş yavaş konuşuyordu: “Bu yüzden Birinci Ordu savunma hattını sürdürebildiği sürece Majesteleri er ya da geç kazanacak. Üç ay sonra Neverwinter Şehri yeni bir ordu ve yeni silahlar üretmiş olacak. Bu sürede Yargı Ordusu’ndaki acemiler kılıç tutmayı öğrenemiyor.”


“…”


Bir süre sessiz kalan Dük ellerini iki yana açarak söze girdi: “Peki, söylediklerine inanacağım. Ama madem Majesteleri’ni bu kadar iyi görüyorsun… Neden mektuplarıma cevap vermedin? Onunla… Evlenmen hakkındaki mektuplara…” 


...

Hahaha! Edith nasıl da tanıyor babasını… Bir bir söylediklerini kabul etti. Ama Dük Calvin de iyi bir adama benziyor gibi… Mantıklı bir insan en azından…

Yalnız… O son söylediğine Edith ne diyecek çok merak ediyoruz…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!










Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44256 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr