Bölüm 600: Şok Edici Bir Olay

avatar
2189 29

Release That Witch - Bölüm 600: Şok Edici Bir Olay




Çevirmen: Lodos

“Geliyor mu? Ne geliyor?”


Roland daha detayları öğrenememişti ki altındaki zemin yükselerek çatlamıştı. Siyahtaş kulesi de bir saniye içerisinde havaya fırlamıştı… Devasa gri bir canavar çatlaktan çıkmış ve koca kırmızı ağzını açarak taş kuleyi yutmaya çalışmıştı. Derisindeki salgılar her tarafa sıçrıyordu.


Summer sadece sahneyi yeniden inşa edebiliyordu, sesleri değil… Roland gayet yoğun ve canlı ama sessiz bir film izliyormuş gibi hissetmişti. Daha önce hiç sinemaya gitmemiş cadılar haliyle daha dramatik tepkiler verebiliyorlardı. Hepsi korkuyla bağırarak birkaç adım gerilemişti. Ashes bile refleks olarak kılıcını çekip Tilly’nin önüne atılmıştı.


Daha da korkunç olan ise birden fazla canavar olmasıydı.


Siyahtaş kulesinin altında parıltılı siyah gövdesi kule ile neredeyse kaynaşmış olan bir dokunaç canavarı saklıydı. Sırf dokunaçları kulenin altından sayısız ayak gibi fırlamıştı. Kırmızı ışıkta parıldayan pulları hala canlı olduğunun kanıtıydı.


Dokunaç canavarı kalenin yarısı büyüklüğündeydi. Ama tüm kuleyi yutabilecek dev ağız canavarı ile kıyaslanamazdı. Yutulmaktan kaçınmak için dokunaçlarını sallayarak dev ağız canavarının ağzını kapatmasını engellemeye çalışıyordu. Bu arada pullarından çıkan kanlı sis bulutları da canavarın derisini yavaş yavaş aşındırmaya başlamıştı. O neredeyse kararmış kalın sis tabakası rakibine zarar verecek derecede bile sayılabilirdi.


Ama yine de dev ağız canavarı, sadece kırmızı sisin sebep olduğu korozyon ile yenilmek için çok büyüktü. Taş kule azar azar yerden kalktığında dokunaç canavarı da nihayet kule tarafından ezilmiş ve dev ağız canavarına yem olmuştu. Sonrasında kule de dev ağız canavarının boğazına doğru kaymıştı. En sonunda Roland, dev ağız canavarının karşısında kaçmaya hiç tenezzül etmeyen ve hareketsizce oturan Göz İblisi’ni görmüştü.


Yanılsama o anda durmuştu. Kırmızı sis ve dev canavarlar anında ortadan kaybolmuş, az önceki huzur tekrardan ortama hâkim olmuştu. Yerde büyük bir delik görmüşlerdi ve bu deliğin de geçmişte belli bir anda ortaya çıktığını fark etmişlerdi.


Roland uzun bir nefes aldı. Birinci Ordu’daki askerleri izledikleri şeye dâhil etmemekle doğru kararı verdiğini anlamıştı. Kalbi öyle hızlı atıyordu ki sanki kaburgalarına sığmayacak derecedeydi… Film bitmişti evet… Ama korkusu hala devam ediyordu.


"Bu... Bayan Agatha'nın laboratuvarını yiyen o kıpırdanan canavar mı?” diyen Tilly, uzun süredir devam eden sessizliği bu sayede bozmuştu: “Neden şeytan kasabasına saldırsın ki?”


“Önceden yanılmış olabiliriz. O, muhtemelen şeytanlar tarafından köleleştirilmiş şeytani bir melez değil… En azından karlı dağların arkasındaki, yani buradaki şeytanlar tarafından kontrol edilmiyor.” diyen Roland, Agatha’ya baktı: “Ne düşünüyorsun?”


“Katılıyorum.” diyen Agatha başını salladı. Görünüşe göre uzun zamandır düşünüyordu: “İki Tanrı İradesi Savaşı’nda da böyle bir canavara dair bir kayıt da bir yazı yok. Eğer şeytanlar onları kendilerine boyun eğdirebilselerdi biz çok dayanmazdık ve Taquila da çok daha öncesinden yok edilmiş olurdu. Şeytanların birkaç tane dev ağız canavarını yöneterek şehre girmeleri yeterli olurdu…”


“Eğer şeytanlar değilse o zaman kim yapıyor?” diyen Tilly kaşlarını çatmıştı: “Bayan Bülbül’ün bulduğu şeffaf mantislerden yola çıkarsak bu şeytani canavarların bir çeşit planları olduğu açıktır.”


“Rastgele bir eylem olamaz mı?” diyen Bülbül, ellerini iki yana açtı: “Melezler hiçbir açıdan sıradan şeytani canavarlar değiller. Şeytan Ayları süresince yaptıklarına bakarsak aşırı önemli düşünme becerileri geliştirmiş durumdalar. Belki de yeterince uzun yaşarlarsa bizden bile zeki olurlar.”


Herkes bir anda Bülbül’ün yorumuna gülmüş ve kendilerini daha az gergin hissetmişti. Açıkçası kimse o çamurda güreşmekten başka bir şey bilmeyen canavarların karnı tok sırtı pek insanlardan daha zeki olabileceğini düşünmüyordu. Fikir çok saçma gelmişti.


Sadece Roland sessiz kalmıştı. Derin çukura bakıyor, aklındaki düşünce kalabalığıyla uğraşıyordu.


İnsanlık gerçekten en zeki tür müydü?


İnsanlığın en zeki varlık olduğunda küstahça bir şekilde kanaat getiremezdi, özellikle de şu anda tamamen yabancı bir dünyada olduğunu düşünürse… Yaşam çevresi ve yaşam gereklilikleri değiştiğinde çok kolay bir şekilde akıllı kabul edilen tür, geri kalmış olabilirdi. Örneğin şeytani canavarlar… Onlar ipeği ya da ekmeği asla gerekli görmezlerdi.


“Göz İblisi neden tepkisiz kaldı?” diye soran Andrea’nın belli ki kafası karışmıştı: “Bir şeyi gördüğü anda bütün kampın alarma geçeceğini söylememiş miydiniz?”


“Çünkü kimse onu görmedi.” diye açıkladı Agatha: “Göz İblisleri bizi; ancak biz onları gördükten sonra görürler. Ama bu dev ağız canavarında baya baya göz yoktu. Koca bir ağızdan başka bir şey yoktu…”


“Çünkü göze ihtiyacı yok.” diye devam etti Roland: “Canavar tıpkı bir solucan gibi tüm yıl boyunca yeraltında yaşıyor. Bir şeyleri görmek için göze ihtiyacı yok. Doğal olarak ışığa duyarlı herhangi bir organ da yetişmez vücudunda…”


“Ne… Yetişmez?” diye merakla sordu Tilly.


“Işığa duyarlı organlar, gözler gibi… Bazı hayvanlar ışığı tespit etmek için derilerini kullanırlar.” diyen Roland, daha fazla ileri gitmeyerek olduğu yere çömelmiş ve derin çukuru işaret etmişti: “Şimşek… Oraya gidip bir bakmak ister misin?”


Küçük kız hemen başını sallamıştı.


“Bu çok tehlikeli…” diyen Ashes onu durdurmaya çalıştı: “Orada neyin saklandığını bilmiyoruz.”


“Tünele girmene gerek yok. Sadece canavarın nereye ilerlediğine bak.” dedi Roland: “Bülbül burada kalarak büyülü tepkimeleri gözleyecek. Sorun çıkmayacak.”


“Onu takip ederek yakalamam gerekmiyor mu yani?” diye soran Şimşek, somurtuyordu.


“Bu sefer değil. Bu sefer Agatha’yı yuttu, şeytanları değil…” diye tekrardan vurguladı Roland: “Tünelin nereye ilerlediğini gördüğün an yukarı gel ve bana anlat. Anladın mı?”


“Tamamdır!” diyen Şimşek, sırt çantasından taşınabilir bir meşale çıkardı ve meşaleyi yaktıktan sonra derin çukura.


“Burada çıkış var!” diyen Şimşek’in sesi birkaç dakikanın sonunda mühürden böyle yankılanmıştı: “Meşaleyi görüyor musunuz?”


Bülbül çok geçmeden meşaleye odaklanarak tünelin nereye gittiğini öğrenmiş ve seslenmişti: “Tamam! Yukarı gelebilirsin.”


Roland, çukurun güneydoğusunda duran Bülbül’e ve arkasındaki yüksek karlı dağlara bakınca kaşlarını çatmıştı. Ve anlaşılan başka birisi daha onunla aynı şeyi düşünüyordu.


“Tamamen yanılmışız gibi duruyor…” diyen Tilly omuz silkti: “Gizli Orman’da gördüğümüz o kıvranan şeytani canavarın niyeti şeytan kasabasına gitmek değildi… Bu karlı dağlara gitmek olabilir mi acaba?”


“Öyle görünüyor.” diyen Roland da başını kaldırmıştı. Dağın zirvesi bulutlara değiyordu neredeyse… Zirvedeki kar, güneş ışıklarının altında parlıyordu: “Anlaşılan Batı Bölgesi’nin en yüksek dağını iyice incelememiz lazım…” 



...

Seriyi neredeyse yarıladık ama daha hala oyun değiştirir cinsten yeni varlıklar çıkıyor ortaya… Şu dağlar bir incelensin yeni şeyler çıkar ortaya diye umuyoruz, göreceğiz!

Bu arada hakikaten seriyi neredeyse yarıladık arkadaşlar, buraya kadar geldiğiniz için teşekkür ederiz. Bir 600 bölüm daha görmek umuduyla. Beğeni ve yorumlarınızı esirgemezseniz çok seviniriz, kendinize iyi bakın!

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr