Bölüm 599: Büyülü Gücün Geçmişini Anma

avatar
2138 29

Release That Witch - Bölüm 599: Büyülü Gücün Geçmişini Anma




Çevirmen: Lodos

Öğleden sonrasında Roland karla kaplı dağlara gitmeye hazırdı.


Yanında olacak ekipmanlar; bir çadır, yeterli miktarda yiyecek ve bir de beton kürek gemisi idi. Şeytan kasabası kıyıda olduğundan dolayı Sığ Sahil’den yola çıkması şarttı. Her zamanki gibi ulaşımdan Sinekkuşu sorumlu olacaktı.


Nana kadar minyon olan Sinekkuşu’nun başının üstünde tüm beton gemiyi taşıyabilmesinin epey acayip olduğunu itiraf etmeliydi Roland… Bu ona, kendisinin on katı ağırlığındaki pirinci taşıyabilen karıncaları hatırlatmıştı. Eğer Sinekkuşu geminin diğer tarafında olsaydı Roland muhtemelen kıyıda kendi başına hafifçe süzülen bir ‘hayalet gemi’ görürdü.


Sinekkuşu ellerini gemiye bağlı tuttuğu sürece ulaşımı sürekli olarak halledebilirdi. Bu çok daha etkili bir yoldu. Hele de önceki yöntemi olan; her bir ögenin ağırlığını azaltmak için çok fazla zaman harcamak zorunda kaldığı yönteme kıyasla… Yeni yöntem aynı zamanda Sinekkuşu’na çok fazla büyü de bırakıyordu. Tek dezavantajı; tek seferde iki şey hareket ettirebiliyor olmasıydı.


Batıya giden kürek gemisi sonsuz tane dağ ve sırt geçmişti sanki… İki günün sonunda Kayalık Sahili’ne varmışlardı.


Son seferde Roland, burayı ‘Parlak Bulut’ isimli balondan ve epey yüksek bir mesafeden izlemişti. Ama şimdi nihayet sahile ayak bastığında geniş ve ıssız bir doğadan başka bir şey olmadığını fark etmişti.


Kayalık Sahil, Sığ Sahil’den yalnızca 15 km uzakta olan, tamamen farklı bir dünya idi.


Her yerde çakıllar ve ezilmiş taş katmanlarına gömülmüş hayvan kalıntıları vardı. Bazıları paslanmıştı, diğerleri de yeni kayalar olma yolunda ilerliyorlardı. Dönüşüm aşamasındalardı. Roland’ın sahibinin kim olduğunu belirlemekte sıkıntı yaşadığı birkaç kemik neredeyse bir yetişkin insan kadar büyüktü.


Dik uçurum da epey tuhaf ve mistikti.


Kaya yüzeylerinden çok sayıda keskin dikit fırlamıştı. Mağaranın tepesinden sarkan sarkıtların aksine ilk bakışta baş aşağı asılı sayısız kanca gibi görünen bu dikitler, aslında uçları yukarı işaret edecek şekilde yatay olarak duruyorlardı. Yerçekiminden tamamen bağımsızlardı. Roland onları son seferde balondayken açıkça görmemişti. Ama şu anda boynundaki tüylerin diken diken olmasına sebep oluyordu bu manzara…


Uzun sahilde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Ne bir martı yuvası, ne bir deniz yosunu, ne de bir istiridye… Hiçbir şey yoktu. Kayaların arkasındaki açık arazi bile sonsuzluğa gidiyordu. Sanki şeytanların kırmızı sisi bu topraklardaki tüm hayat belirtisini alıp götürmüştü.


Roland ve diğerleri, Lotus tarafından bırakılan izlerin de yardımıyla Şeytan Kasabası’na giden dar çatlağı bulmuşlardı. Aslında bir çatlaktan çok küçük bir kırıktı. Tüm kayayı yarıya bölüyordu sanki… Lotus da açılma kısmında bir buçuk metre genişliğinde bir yol yapmıştı.


Merdivenlerden aşağı inip çatlaktan geçtiklerinde Bülbül elinde olmadan haykırmıştı.


“Ne oldu?” diye sordu Roland.


“Şuraya bakın…” diyen Bülbül, dipsiz çatlağı işaret etti: “Kayalarda bir delik var.”


Hepsi bir bakmak için durmuştu. Roland elle delinmiş gibi görünen birkaç yuvarlak delik görmüştü: “Bunlar da ne?”


“Bilmiyorum. Ama Geçilmez Dağ sıralarında bunlara benzer delikler görmüştüm. Orada olanlar biraz daha büyüktü.” diyen Bülbül, bir an tereddüt ettikten sonra: “Bir şeyin derinlerden bana baktığını hissediyorum. Daha fazla baktıkça daha da fazla hissediyorum bunu…”


“Bir şey mi?” diye soran Roland biraz şaşırmıştı.


“Birden fazla…” diyen Bülbül başını salladı: “Cadı Birliği’nin dağlardaki kamplarına giden vadide yerin dibine giden bir yol var. Daha önce hiç aşağı girmedim ben…”


“Döndükten sonra Sylvie ile beraber Geçilmez Dağ sıralarına git.” diyen Roland, kırığın dibine bir kez daha baktı. Keşif arzusunu bastırmayı başarmıştı. Sonrasında da ekibin ilerlemeye devam etmesini emretti.


Her ne kadar bu kıta insanların 1000 yıl önce yaşadığı Şafak topraklarının bir kısmı olsa da insanlar sanki dış dünyayı keşfetmeyi kasıtlı olarak unutmuşlardı. Roland bir keresinde Agatha’ya haritalardan bahsetmişti. Agatha da ona Kutsal Birlik’in Verimli Araziler için bunu yaptığını söylemişti. Çizim ise sadece kaba şekilde Şafak topraklarının dış hatlarını gösteriyordu. Ötesindeki topraklar hakkında en ufak bir şey bilmiyorlardı.


Bu yüzden Roland denizaşırı toprakları keşfetmesi konusunda Yıldırım’ı bu denli tam olarak destekliyordu. Tüm dünyayı anlamanın an meselesi olduğunu düşünmüştü. Ama şimdi görüyordu ki kendi topraklarından, Gökhisar Krallığı’nın Batı Bölgesi’nden, bile tamamen haberdar değildi.


Ne yazık ki Kilise ile yapılacak savaş yavaştan bastırdığı için şimdilik bu düşünceleri bir kenara bırakmak durumundaydı.


Çatlaktan geçtikten kısa bir süre sonra kendilerini açık bir alanda bulmuşlardı. Orada üs kurmuş olan Birinci Ordu da onları hemen kamplarına götürmüştü. Sonrasında da Roland, Agatha ve Soraya’yı görmüştü.


“Şimşek ve diğerleri nerede?”


“Summer ile birlikte uçuyor.” diyen Agatha iç çekti: “Bir saniye bile susmayacak kadar şımarık… Şeytan Kasabası neredeyse onun oyun alanına dönüştü.”


“Modern dünyada buraya girmek için bilet almak gerekirdi!” diye haykırdı Roland bir an…


“Ne dediniz?”


“H-Hiç… Önemsiz bir şey…” diyen Roland utancını gizlemek için öksürdü: “Şimşek’in geri gelmesini istemek için Dinleme Mührü’nü kullanacağım. Şimdi beni yıkılan taş kulenin olduğu yere götür.”


Kalıntıların merkezine ulaştıkları anda Summer, Şimşek ve Maggie de gelmişti aynı anda…


“Şimşek iniyor!”


Sarışın küçük kız yavaşça yere indi ve kollarını yanlara doğru uzattı. Arkasını dönerek Roland'a büyükçe sarıldı.


Roland, gülse mi ağlasa mı bilememişti. Çünkü Şimşek ergenliğe ulaşmıştı artık…


“Aw…” diyen Maggie de katılmış ve kanatlarını aynı şekilde uzatmıştı. Aniden yere düşmüştü. Sırtındaki Summer’ı da düşürüyordu az kalsın…


Roland, Şimşek’in Cadı Birliği'ndeki en genç cadılardan biri olduğunu anlıyordu. Bu yüzden zaten hep bu kadar canlı ve neşeliydi. Ancak Maggie yetişkin bir cadıydı. Hala bir çocuk gibi davranması mantıklı değildi. Bunun tek bir makul açıklaması vardı: Şimşek’in bu tavırları biraz bulaşıcıydı.


“Madem herkes burada… O halde başlayalım.” diyen Roland, bacakları hala titremekte olan Summer'a baktı.


“Emredersiniz Majesteleri…” diyen Summer bir an tökezledikten sonra gözlerini kapattı.


Bir saniye içerisinde yerdeki büyük delik dev bir siyah taş kule ile yer değiştirmişti. Aynı anda hava da kan kadar kalın kırmızı sis ile kaplanmıştı.


Elinde olmadan geri adım atan Roland, nefesini de tutmuştu.


“26 gün önce burası böyle gözüküyordu, olaydan hemen önce…” diye açıkladı Agatha: “Eğer Summer gücünü tek bir zamana gitmek için kullanırsa yanılsamayı yaklaşık bir saat boyunca gösterebilir bize… Bu sayede de baştan sona ne olduğunu görebiliriz.”


“Bahsettiğiniz Göz İblisi nerede? Seni görür görmez şeytanların dikkatini sana yönlendirebilecek olan hani?” diye merakla sordu Tilly.


“Bu taş kulenin tepesinde.” diyen Agatha gökyüzüne doğru işaret etti: “Taş kule Summer’ın ulaşması için çok yüksek. Şu anda göremeyiz.”


Roland yukarı baktı ve kulenin üstündeki kısmın sanki kesilmiş gibi boş olduğunu fark etti. Anlaşılan Summer sadece beş metrelik bir yarıçap içerisindeki alanı ortaya çıkarabiliyordu.


Tam o anda zemin titremeye başlamıştı.


“Geliyor!” diye düşük bir sesle bağırdı Agatha.



...

Bu bazı şeyleri en başta kapalı şekilde anlatmak yazarın âdeti sanırım, o kayalıklardaki delikler meselesini yarıda bırakıvermiş işte! Umarız ileride açıklanır.

Agatha’nın bağırmasından sonra bir an korktum bir düşman falan mı geliyor diye de sonradan aklıma geldi Summer’ın yanılsamaları… Bakalım buradan ne çıkacak?

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44264 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr