Bölüm 587: İsimsiz Kurban

avatar
2190 30

Release That Witch - Bölüm 587: İsimsiz Kurban




Çevirmen: Lodos

“Büyü tepkimesi mi?” diye soran Kont Delta, başını çevirmişti: “O da ne?”


“Şövalyelerinize hemen kenara çekilmelerini söyleyin!” diye bağıran Brian'ın görgü kurallarını düşünmek için zamanı yoktu açıkçası.


Brian konuşmasını henüz bitirmişti ki; mavi cüppeli bir grup inanan köşeden fırlayarak rehberlik eden şövalyelere doğru saldırıya geçmişlerdi. Öyle büyük bir kuvvetti ki atlar devrilmiş, şövalyelerden birkaçı ağır bineklerinin altında sıkışıp kalmıştı. Diğer şövalyeler ise kılıçlarını çekerek inananlarla savaşmaya girişmişlerdi.


Sokaktaki insanlar panikleyerek sağa sola koşmaya başlamışlar ve bir kargaşa meydana getirmişlerdi. Kaçışan insanlar yine aynı kaçışan insanlar tarafından yerlerde eziliyordu. Yardım çığlıkları her yerden duyulabiliyordu.


“V-Vatana ihanet!” diyen Kont, başta şok olsa da sonradan öfkelenmişti: “Kahretsin! Tüm isyancıları öldürün!”


Ama bir parça uçan kayrak onu susturmuştu.


Kaldırımın bir parçasıydı bu kayrak ve bir anda daha fazlası havaya yükselerek hızla bir şövalyeye yöneldi. O kadar hızlıydı ki etraftakilerin görebildiği tek şey süzülen yeşil bir gölgeydi. Hızlı bir şekilde vurulan ilk kişi, eklem yerlerinden ve gözlerinden felaket şekilde kanamaya başlamıştı. Zırhı da anında ufalanmıştı. Hayatta kalması imkânsızdı.


Sonrasında daha fazla kayrak parçası etrafta uçuşur olmuştu. Hatta bazı inananları bile aldığı oluyordu. Dikey kayraklar insanların kemiklerini parçalıyor, yataylar ise insanları ikiye bölüyordu.


Kont Delta şoka girmeden Brian hemen onu bir tarafa çekti.


O sırada da Demir Balta, emir vermişti: “Ateş!”


Caddede bitmek bilmeyen silah sesleri patlamaya başlamıştı.


Hala dik duran insanlar bir buğday gibi biçilmişti. Barutun tozu dumanı dağıldığında savaş alanında yaralı şövalyeler ve inananlar kalmıştı. Kısa bir süreliğine alana saf kaos hakim olsa da şu anda her yere dağılmış cesetler vardı. Bazıları hala zayıf şekilde nefes alıyordu.


“Düşmanlar nerede?” diyen Brian, sanki zorlu bir düşmanla karşı karşıyaymışçasına gözlerini bile kırpmadan sokağın köşesine bakıyordu.


“Düşmanlar… Hepsi düştü, değil mi?” diye şaşkınlık içerisinde sordu Kont. Şoktaydı. Majesteleri’nin birliklerinin bu kadar güçlü olmasını beklemiyordu. Bir düzine gümüş muhafız ve durdurulamaz inanan saniyeler içerisinde etkisiz bırakılmıştı.


“Geliyor!” diye boğuk bir sesle tekrar uyardı Sylvie.


Sanki Sylvie’nin uyarısına cevap veriyormuş gibi sokağın köşesinden bir kadın ortaya çıkmıştı. Sokaktaki kayrak taşlarını birer birer kesiyor ve havaya yükselmelerini sağlıyordu.


Tekrardan ağır silah sesleri patlamıştı. Kayrakların çoğu hemen parçalansa da devasa bir kayrak kalabalığa doğru hızla ilerlemeye başlamıştı.


“Hayır!” diyen Brian'ın yüreği ezilmişti. Bir çakmaktaşı tüfeği o kayrağı asla durduramazdı. Birinci Ordu’nun askerleri darbe aldıklarında olacakları hayal bile etmek istemiyordu. Onlar, şövalyeler gibi zırh giymiyorlardı ve vurulmaları halinde hasarlar daha da büyük olurdu. Ama yine de savaşmaya devam etmekten başka çareleri yoktu.


Brian tam bunları düşünmüştü ki birliğin önünde aniden mor bir ışık belirdi. Büyülü güçten yapılma bir kafesti bu ve üstlerine gelen kayrağı sararak hızla etrafında küçülüvermiş ve durdurmuştu.


“Bu bir düşman mı? Yoksa bir cadı mı?” diye şaşkınlık içerisinde sordu Kont Delta.


Havada uçuşan tüm kayraklar yere düşene değin Birinci Ordu ateşi kesmemişti.


Baruttan gelen ağır duman bulutu herkesin gözlerini bulanıklaştırmıştı. Kükürt kokusu havaya yoğun şekilde karışmış olsa da kimse ne gözlerini ovmaya ne de öksürmeye cesaret edebilmişti. Silah doldurup boşaltma sesi dışında çıt çıkmıyordu.


“Oldu mu Bayan Sylvie?” diye sordu Demir Balta.


“Büyülü güç… Ortadan kayboldu.” dedi Sylvie yavaş yavaş.


Bu; ya düşmanların savaş alanından kaçtığı anlamına ya da savaş sırasında öldükleri anlamına geliyordu.


Duman dağıldıktan sonra Brian ne olduğunu görebilmişti.


Kaldırımdaki kan havuzunda bir kadın yatıyordu. Kalın, kıvırcık ve koyu yeşil saçları kanla karışıyordu.


Brian, korkmuş kontun omzundaki elini gevşetti ve kadına doğru yürüdü. Kırmızı ve beyaz rahibe kıyafeti kim olduğunu açıklıyordu.


Safkan cadının midesinde ve karnında, koyu koyu kanların aktığı iki tane avuç içi büyüklüğünde yara vardı. Anlaşılan mermilerin güçleri, kayrakları delip geçtikten sonra bitmemiş ve cadının vücudunu delip geçmeyi başarmıştı. Kol ve bacaklarındaki birçok kesik, sektirme taşlarından kaynaklanıyor olmalıydı.


Her ne kadar düşmanları Tanrı Gözü’nün İntikamı Taşı’na sahip olsa da hala kayrakları kaldırmayı başarmış ve onları kendisine kalkan olarak kullanabilmişti. Bu sayede kalan kayraklarla düşmana saldırabilirken bir yandan da kendisini koruyabilirdi.


Geriye dönüp bakıldığında aslında ilk atışlarda vurulmuş olma ihtimali yüksekti. Ancak yine de saldırmaya devam edebilmişti. Gerçekten kuvvetli bir iradesi vardı.


“O gerçekten Kilise’nin bir cadısı mı?” diye soran Delta dikkatli bir şekilde yaklaştı.


“Kral Şehri'nde Majesteleri’nin dağıttığı broşürde her şey gayet açık değil miydi?” diye cevap veren Brian, hafiften sinirliydi: “Kilise sadece sıradan halkı Çılgın hapları ile zehirlemekle kalmıyor. Aynı zamanda cadıları da onlara hizmet etmeleri için gizlice eğitiyor. Sadece Kilise tarafından iftiraya uğramış masum kızlar bizim yanımızda… Bunları daha önce duymadınız mı?”


“Açıkçası bunu daha önce duymuştum. Ama inanılmaz geliyordu bana…”


Brian: “Bu, Kilise tarafından işlenen aşağılık eylemlerin sadece küçük bir kısmı… Soyluların da onlardan kalır yanı yok…” diye düşünse de bir şey söylememişti.


Edith de bu kısa çatışmadan dolayı şok olanlar arasındaydı.


Çakmaktaşı birliklerinin savaş yeteneklerini ilk kez görüyordu. Tüm süreç bir fırtına gibi görünmüştü gözüne ve askerlerin yapması gereken tek şey sabit şekilde ayakta durmaktı. Bu bakımdan Majesteleri’nin birlikleri fiziksel olarak avantajlıydı. Azıcık düşünen, ordu ne kadar büyük olursa savaş gücünün de bir o kadar verimli şekilde büyüyeceğini düşünebilirdi.


Hiç şüphe yoktu ki o kalın zırhlar ve keskin silahların hüküm sürdüğü geleneksel savaş formları, yerişini yeni bir modele bırakıyordu.


Dahası da gece gündüz kükreyen o makineler sayesinde Batı Bölgesi’nde bu silahların sürekli üretimine devam edilebilirdi. Bu, Majesteleri’nin kendi bölgesinde ne denli büyük bir savaş potansiyeli barındırdığının kanıtıydı bir nevi…


Demir Balta birliklere hareket etmeye devam etmelerini emretmişti ki Edith ancak o zaman kendisine gelebilmişti.


Yaptığı seçimin doğru olduğuna olan inancı daha da sıkılaşmıştı.


Birinci Ordu, sokak köşesinden dönmüş ve çok geçmeden Kilise’nin ön kapısına varmıştı. Yerde yatan birkaç ceset vardı. Kıyafetlerine bakılırsa devriye ekibinden olmalıydılar.


Birinci Ordu, kiliseden 300 metrelik mesafedeydi de safkan cadıyla denk gelmişlerdi. 15 dakika gecikmiş olsalar cadı muhtemelen kaos sırasında kaçmış olacaktı.


Brian hemen kalan direnişçileri ortadan kaldırmaları için kilisenin içine bir ekip yolladı.


Sonrasında sıra; bir belge, mektup veya kullanılabilir malların aranması için yağmalama safhasına gelmişti. Majesteleri’ne göre değerli olan her şeyin alınması şarttı.


Daha sonra askerler Sylvie'nin de rehberliğinde olacak şekilde küçük patlayıcı paketlerle bodrumu tıkayan demir kapıyı havaya uçurdular. Etraftakiler yavaş yavaş düşen kapının arkasında ne olduğunu görmek için gözlerini dört açmışlardı.


10 kutu Tanrı Gözü’nün İntikamı Taşı, düzgün bir sırayla istiflenmişti. Çevresinde de yığın yığın altınlar vardı… 


...

Biz Kont’un bir sakatlık çıkardığını düşünmüştük ama anlaşılan Kont da durumlardan habersizmiş. Neyse ki bizimkiler durumu halletti de bu mesele de bitti gitti…

Kiliselerin yağmalanması da kesinlikle çok iyi oluyor. Birinci Ordu’ya gelecek karların haricinde Kilise de epey zayıflamış olacak. İşler güzel ilerliyor bakalım…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44294 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr