Bölüm 583: Anna’nın Sırrı

avatar
2389 30

Release That Witch - Bölüm 583: Anna’nın Sırrı




Çevirmen: Lodos

Anna gözlerini açtığında, etrafındaki her şeyin kızgın bir kırmızı renkte olduğunu gördü. Kavurucu sıcak hava doğrudan yüzünde patlamış ve cildini haşlamıştı.


Alevler…


Alevler her yerdeydi. Kulübenin alt kısmından sızan duman onu boğuyordu.


Arka odadan çığlıklar duydu. Ama bir halüsinasyon olup olmadığından emin değildi. Alevlere değen odunlardan çatır çatır sesler çıkıyordu. Her an başının üstünden yere kıymıklar ve kıvılcımlar düşüyordu. Saman yığınlarından kurtuldu ve arka odaya doğru ilerlemeye çalıştı. Ancak üstüne gelen ısı dalgaları tarafından geri püskürtülüyordu.


Sonunda kulübeden çıkmıştı. Çaresiz şekilde evinin alevlere yenik düşmesini izliyordu.


Komşuları da etrafta dolaşmaya başlamıştı. Bazıları yangını söndürmeye çalışıyordu ancak en yakın su kaynağı şehrin dışındaki Kızıl Su Nehri idi. Ellerindeki birkaç kap suyun da yangına hiçbir etkisi olmuyordu.


İleri geri birkaç kez koştuktan sonra aniden babasının figürünü görmüştü.


Madenlerden aceleyle dönmüştü babası… Kirli ceketi üstündeydi ve yüzü de koyu gri tozla kaplıydı. Geriye sadece ahşap iskeleti kalmış evin yanında durmuş boş boş bakıyordu.


Sanki kendi güç kulesini görmüş gibi kalbindeki korku ve paniği daha fazla bastıramıyordu Anna… Gözyaşları, inciler gibi aşağıya dökülmeye başlamıştı yüzünden… Ağlayarak ve bağırarak babasına koştu, sıkıca sarıldı.


Ancak babası, onu umduğu gibi teselli etmemişti.


“Annen nerede? Ve kardeşin!?” dedikten sonra Anna’yı omzundan öylesine şiddetli şekilde tutarak sarsmıştı ki elinde olmadan acıyla inlemişti Anna.


Başını sallayabildi sadece… Devamında yüzünde patlayan tokadı beklemiyordu…


“Gerçekten yalnız başına mı kaçtın? Neden onları kurtarmadı? Lanet olsun! Nasıl sadece kendini önemseyebiliyorsun?”


Aniden yatağında ayağa kalkmıştı Anna. Derin derin nefes alıyordu. Babasının azarlayan sesi kulaklarında çınlıyor, bir türlü silinmiyordu.


“Yine bu rüya…”


Başucundaki masadan bir bardak aldı ve soğuk suyu tepesine dikti. Tamamen kendisine gelmesi epey sürmüştü.


Her ayın ilk gününde Anna bu rüyayı görüyordu. Sanki beyninde sürekli geçmişi hatırlaması gereken biri varmış gibiydi… Başını çevirerek masasındaki takvime baktı. Bugün yazdaki ilk haftanın son günü ve Cadı Birliği’ne maaşların dağıtıldığı gündü.


Hızlı ve basitçe yıkandıktan sonra kıyafetlerini giydi, kaleden çıkarak arka bahçedeki Cadı Evi’ne gitti.


“Anna Abla!” diye haykıran Ring, onu görünce sırıtmıştı: “Erkencisin bugün!”


“Günaydın!” diye onu selamlayan Wendy de gülüyordu: “Bugün hava güzel görünüyor. Kuzey Yamaç Dağı’na gidecek misin bugün?”


“Leydi… Anna…” İki eski sınıf arkadaşı da saygıyla eğilmişlerdi.


“Bana Anna deyin… Tıpkı eski günlerdeki gibi…” diyen Anna, ellerini salladı. Uzun masanın bir kenarına oturdu ve bir süre düşündükten sonra Wendy’ye cevap verdi: “Önce yapmam gereken başka şeyler var. Öğleden sonra gideceğim sadece…”


“Öyle mi? Çok olmaz böyle bir şey…” diyen Wendy’nin yüz ifadesi neşeliydi: “Yoksa sen ve Majesteleri…”


“Alışverişe gidiyorlar!” diye heyecanla bağırdı Ring.


Bir tarafta konuşulanları dinleyen Pearl ve Grayrabbit ellerinde olmadan gülmüşlerdi.


Anna inkâr edercesine başını sallamış ama daha fazla bir şey söylememişti.


Wendy de devamını sormamıştı. Çekmeceden bir zarf çıkararak Anna’ya verdi: “Bu ayki maaşın, iki kraliyet altını.”


“Teşekkür ederim.”


Cadılar yiyecek ya da kıyafet için para harcamak zorunda değillerdi. Aynı şekilde ulaşım ya da kira masrafları da yoktu. Hatta Ucuzluk Pazarı’nda satılan lük malların ücretsiz prototiplerini cadılar alıyor ve yeni eşyaları da ücretsiz olarak isteyebiliyorlardı. Bu nedenle cadıların çoğu maaşlarının anlamsız olduğunu düşünüyor ve Majesteleri’nin neden ısrarla onlara ödeme yaptığını anlamıyorlardı. Yalnızca Anna, Roland’ın neden böyle yaptığını tahmin edebiliyordu. Hatta bu sayede bilmeden Anna’ya büyük bir iyilik yapmış da oluyordu Roland…


Maaş zarfını elinde tutarak kale salonuna döndü Anna. Baş şövalye Carter Lannis çoktan hazır bir şekilde onu bekliyordu.


“Bayan Anna.” diyen Carter ayağa kalktı ve onu selamladı: “Her zamanki gibi mi devam ediyoruz?”


“Evet.” diyen Anna, zarftan bir kraliyet altını aldı ve şövalyeye verdi: “Hadi gidelim.”


...


Sınır Kasabası’nın yeniden inşası sırasında, Anna’nın babası da dâhil, yerlilerin her birine yeni bir kalacak yer verilmişti,


Babası kendisini 25 kraliyet altınına Kilise’ye sattıktan sonra babasıyla hiç görüşmemişti Anna…


O andan itibaren babası olarak görmüyordu onu…


Ancak Anna'nın tamamen arkasını dönüp gidemediği bazı şeyler vardı…


Örneğin; Carter sayesinde babasına ulaştırdığı bir kraliyet altını…


Aniden başına bir talih kuşu konan çoğu fakir insan gibi babası da 25 kraliyet altınını elinde uzun süre tutamamıştı. Yarım yılın sonunda oynadığı kumarlar ve yediği sahtekârlık ile hırsızlık suçlamaları sonucunda beş parasız kalmıştı. O zamanlar Anna çok tanınan birisi değildi. Ancak surlardaki gediği kapatması sayesinde yerliler tarafından az çok adı sanı duyulmuştu. Babası Anna'yı ziyaret etmesi için bir komşusunu görevlendirmeye çalışmış ancak her seferinde reddedilmiş ve dalga geçilmişti. Sonrasında orduyu organize etmekten sorumlu olan Carter bu meseleyi duymuş ve Anna’ya anlatmıştı.


O andan itibaren babasını susturmak için bir şeyler yapması gerektiğinin farkındaydı Anna…


Herhangi bir şekilde Roland’a sorun çıkarmasını istemiyordu.


Carter ile birlikte şehrin doğusundaki sakin bir mahalleye yürüdü ve bir binanın ikinci katına çıktı.


Carter başını çevirerek: “Bayan Anna… Beni burada bekleyin…” dedi.


“Zahmet verdiğim için üzgünüm…”


“Yok, yok. Hiç önemli değil…” diyen Carter, bir kapıya doğru yürüyerek kuvvetlice çaldı kapıyı.


Çok geçmeden kapı gıcırdayarak açılmıştı: “Ah… Sizsiniz Şövalye efendim… Ben…”


“Kapıyı açman niye bu kadar uzun sürdü, sağır mısın?” diye bağırdı Carter: “Kenara çekil, yolu tıkama!”


“Peki, peki…”


Belki de bu işler böyle olmalıydı…


Koridor duvarına yaslanan Anna rahat bir nefes aldı.


Babasını bir an bile umursamak istemiyordu. Ancak onu tamamen görmezden gelirse işlerin daha da kötüleşeceğini biliyordu. Dahası babasına tek başına da gidemezdi. Aksi takdirde o kibirli ve geri kafalı adam tekrardan Anna’nın babasıymış gibi davranacak ve tüm caydırıcılık ortadan kaybolacaktı.


Patırtı gürültü yapmaması için ona yalvarmak yerine; şu anda toplumsal statülerinin arasında farklılık olan bir dünyada yaşadıklarını göstermesi daha iyiydi. Sınır Bölgesi halkı için büyük ve önemli bir soylu olan Carter’ın ‘sus’ parasını vermesi ve parayı verirken de yaptığı birkaç sert uyarı yaşlı adamın sessiz kalmasına yetiyordu. Bu sayede de Roland’a bir problem çıkarılmayacağından emin oluyordu Anna.


Anna geçmişte bu tür bir ilişkiyi anlayamazdı.


Yakalandıktan ve hapsedildikten sonra etrafındaki her şeye ilgisini kaybetmiş ve dünyası tamamen siyah beyaz olmuştu. Yalnızca Roland onu kurtardığında renkler yerine gelmişti. Bir süre kalede yaşadıktan sonra insanlar arasındaki karmaşık ilişkileri ve babasının ona neden kızdığını yavaş yavaş anlamıştı.


Ama bu tür dolambaçlı şeylerden nefret ediyordu.


Sadece Roland ile birlikteyken gerçekten ve tamamen rahatlayabiliyordu.


Ya da ilgi çekici bilgileri kaydeden kitapları okurken… İlk başta karmaşık ve anlaşılmaz görünse de uzun okumalar sonrasında farklı şeyler arasındaki ilişkilerin basit ve doğrudan olduklarını ve yeni ilgi alanları ya da arzular sebebiyle değişmediğini fark ediyordu. Gerçek dünyanın neden formüller kadar temiz ve düzenli işlemediğini merak etmişti.


Tam o sırada kapı yine açıldı. Biraz konuşma sesinden sonra Anna’nın yanına döndü Carter: “Tamamdır Bayan Anna…”


“Tamam…” diyen Anna, mesele hallolduğu için çok daha kolay nefes alabilir olmuştu: “Majesteleri’ne söylemeyin…”


“Elbette… Anlıyorum.”


Sonrasında onaylarcasına başını sallayan Anna, aşağı inmek için arkasını döndü.


Bu korkunç duygulardan asla kurtulamasa da Roland ile beraber oldukça hayattaki güzelliklerin her geçen gün artacağını biliyordu. Çalışmalarına devam edebilmek amacıyla bir an önce Kuzey Yamaç Dağı’na varmak için sabırsızlanıyordu.


Orası gerçekten Anna’nın çok sevdiği bir yerdi…



...

Vay be… Anna’nın böyle bir tarafı da varmış demek… Dokundu biraz…

Carter’ın da Anna’nın istediği şeye bu denli hassas ve yardım sever şekilde yaklaşması çok güzel… Carter harbi çok delikanlı bir adam!

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44323 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr