Bölüm 579: İki Mektup

avatar
2333 31

Release That Witch - Bölüm 579: İki Mektup




Çevirmen: Lodos

Roland, Kuzey Bölgesi Dükü Calvin Kant'tan bir mektup almıştı.


Kuzey Bölgesi’nin; Majesteleri’ne olan sadakatini belirtircesine bir de parmak izi vardı mektupta…


Mektup ise nispeten önemsiz konulardan bahsediyordu.


İlk olarak; Roland'ın taç giyme törenini ne zaman düzenleyeceğini soruyordu. Bu sayede Dük de törende bulunabilmek için yolculuk hazırlıkları yapabilecekti. Bu yeni bir kral taç giyeceği zaman uygulanan bir adetti.


Bir sonraki soru yeni politikalar hakkındaydı. Nasıl uygulanmaları gerektiği, soyluların kalan güçlerinin ne olduğu, art arda yapılacak düzenlemelerin nasıl ayarlanması gerektiği ve Belediye Binası’nın yönetim menzilinin ne kadar geniş olduğu hakkında birkaç soru vardı.


Bu sorular tahmin edilebilir sorulardı. Ama Roland'ı asıl şaşırtan soru, son soruydu.


Mektubun sonunda Dük evlilik yoluyla bir bağlantı öneriyordu. Bütün bir sayfayı, kızı Edith'in güzelliğini ve yeteneğini övmeye vermişti. Ayrıca ister yerli ister yabancı olsun; her türlü meseleyi ve problemi halledebileceğini, bu sayede de kraliçelik için en uygun aday olduğunu söylüyordu. Roland mektubun bu kısmını okurken kahkahalara boğulmuştu.


Koltuk tarafından Bülbül’ün sesi gelmişti: “Ne gülüyorsun?”


“Çok ilginç bir… Baba.” diyen Roland, mektubu kaldırdı: “Şuna bir bak.”


Sisten çıkan Bülbül, Roland’dan mektubu aldı ve okudu. Sonra da kaşlarını çatarak sordu: “Bunu kabul etmeyeceksin, değil mi?”


“Tabii ki hayır…” diye cevap veren Roland tereddüt bile etmemişti: “Tahtımın istikrarını korumam için evliliğe ihtiyacım yok. Mektup, Edith’den öyle bahsediyor ki o kızı tekrar kaleye sokasım bile gelmedi… Krallığı elimden alıverir bir anda bakarsın…”


“Doğru söylüyorsun…” diyen Bülbül, gözle görülecek şekilde rahatlamıştı.


“Hey, bana inanmıyor musun?”


“Sana inanmadığımdan değil… Ama cadıların şey yapamayacaklarını biliyorsun...” diyen Bülbül, bir an duraksadıktan sonra ancak devam edebilmişti: “Uyanışlarımızdan sonra biz… Artık tam kadın sayılmayız…”


“Ben o şekilde düşünmüyorum.” diyen Roland, karşı çıkarcasına başını salladı. Ona göre medeniyet yavaş yavaş geliştikçe; kısırlığın bir problem olduğuna dair olan sosyal algı silinecekti. Aksine büyülü gücün getirdiği güzel görünümler, çekici fizikler ve inanılmaz yetenekler zaman geçtikçe arzu edilen şeyler olacaktı. İnsanlık yaşadığı sürece cadılar kaçınılmaz olarak yükseleceklerdi. Neyse ki cadılar, normal insanlardan doğabilirlerdi ve dahası, uyanış yaşanmasını tetiklemek için özel bir yol da yoktu. Bu sayede cadılar birlikte yaşayıp çalışabilir hatta belki evlenebilirlerdi.


Roland tam cadılar hakkındaki kişisel görüşlerini uzun uzadıya anlatacaktı ki açık pencereden giren gri şahin tok bir sesle Roland’ın masasına konmuştu.


Pençelerinin etrafında sarı bir bez halkası vardı. Bu da bu mektubun, eski Kral Şehri’nden gelen gizli bir mektup olduğu anlamına geliyordu.


Roland söylemek üzere olduğu sözlerini yuttu. Bir çekmeceden bir parça kurutulmuş balık aldı ve ödülünü bekleyen gri şahine attı. Daha sonra bezi çözdü ve düzgünce katlanmış yağlı kâğıdı çıkardı.


Gizli mektubun boyutu sınırlı olduğu için üzerine yazılan şeyin son derece az ve öz olması şart idi.


Mektubun ilk cümlesi Roland'ı büyük bir şokta bırakmak için gayet yeterli idi.


“Tanrı Gözü’nün İntikamı Taşı’na karşı gelerek yeteneklerini kullanabilen safkan cadılar Şafak Krallığı Sarayı’na sızmış durumda.”


“Tanrı Gözü’nün İntikamı Taşı’na karşı gelen cadılar mı?” diye düşünen Roland'ın bildiği kadarıyla, bunu sadece iki tür varlık yapabilirdi. Biri gelişmiş vücutlara sahip olan olağanüstüler, diğeri ise Doğa Üstü olarak adlandırılan kıdemli şeytanlardı.


Roland okumaya devam ediyor, her yeni satırda daha da şok oluyordu.


''Prens Appen cadılara direnmeye çalıştı ancak cadılar, muhafızları kontrol ederek kendi boğazlarını kesmelerini sağladılar.”


“Kilise’nin amacı bütün güçlerini Gökhisar Krallığı’na saldırmak için toplamadan önce Şafak Krallığı üzerinde sağlam bir kontrol kurmak…”


“Otto Luoxi ve Oro Tokat gerçekleşen her şeye tanık olmuşlar. Üç aile sizin yüce yardımınızı almayı umuyorlar.”


Roland aniden aşırı güney bölgesini yeniden ele geçirme planının büyük ölçüde düzenlenmesi gerektiğini fark etti.


Aradan üç gün geçmişti.


Roland kalenin kabul salonunda bir strateji toplantısı düzenliyordu.


Katılımcılar arasında; Belediye Yöneticisi Barov, Birinci Ordu Komutanı Demir Balta, Baş Şövalye Carter, Uzun Şarkı Vekili Petrov, Cadı Birliği Temsilcileri Agatha ve Wendy, Uyku Adası Cadıları’nın temsilcisi Sylvie ve son olarak da Kuzey’in İncisi Edith Kant var idi.


“Esasen şu anki durum bu…” diye bağlayan Roland, gizli mektubun içeriğini katılımcılara anlatmıştı: “Biz bilgiyi doğrulayamasak da mektupta yazılan her şeyin doğru olduğu kabul edilirse Gökhisar Krallığı bir sonraki Tanrı İradesi Savaşı’ndan sonraki en tehlikeli sınavıyla karşılaşmak üzere… Biraz düşündüm ve aşırı güney ile ilgili savaş planının geçici olarak askıya alınması gerektiğine karar verdim.” diyen Roland, Demir Balta’ya baktı: “Sorun olmaz değil mi?”


Bahar taarruzunun başkomutanı olan Demir Balta, Söğüt Kasabası ve Mağlup Ejder Sırtı’nı planlar doğrultusunda hızla ele geçirmiş, bu sayede de Roland’a Neverwinter ile Güney Bölgesi arasındaki geçişin tam kontrolünü sağlamıştı. Demir Balta, sonbahar gelmeden bölgesel genişlemeyi tamamlayarak bu başarıyı büyütmeyi istiyordu. Çünkü bu sayede Kum Ulusu da Roland’ın krallığına dâhil olacaktı. Sonrasında iki ırk arasında iyi ilişkiler kurmaktan sorumlu olacak kişiler Yankı ile Demir Balta olacaktı. Her ikisi de Mojin Klanı’ndan olduğu için ırksal bir çatışmada arabulucu olarak hizmet edebilirlerdi. Demir Balta, özellikle kendisi karalandığı için intikam alma amacıyla Demirkum Şehri’ne geri dönmek istiyordu. Yani aşırı güneyi ele geçirecek orduya liderlik etmesine izin vermek Demir Balta için en büyük hediye olmuştu. Ama şimdi savaş planları askıya alınmıştı. Hayal kırıklığı yaşaması anlaşılabilir bir durumdu.


“Olmaz Majesteleri…” diyen Demir Balta’nın yüzü her zamanki gibi ifadesiz, cevabı ise her zamanki gibi kendisinden emin bir cevaptı: “Yeni eğitilmiş askerlerin Mağlup Ejder Sırtı’ndaki Birinci Ordu’nun yerini almasını öneriyorum. Oradaki soyluları halledebilecek durumdalar şu an… Bu sayede Birinci Ordu’nun geri kalanı da tamamen toplanarak Kilise’ye karşı savaşmak için birleşebilir.”


“Tam olarak bunu yapacağız.” diyen Roland, onaylarcasına başını salladıktan sonra ayağa kalktı ve haritanın önünde yürümeye başladı: “Şu anda iki ana sorunla karşı karşıyayız. Bir; düşmanın ne zaman saldıracağını bilmiyoruz. İki; düşmanın nereden saldıracağını bilmiyoruz. Kilise’nin Gökhisar Krallığı’nı istila etmek için eskiden sadece bir yolu vardı. Kral Şehri’ne ulaşmak için Soğuk Rüzgâr Sırtı’ndan güneye doğru inmek… Ancak şimdi Kilise, Şafak Krallığı’nı kontrol ediyor ise Yargı Ordusu’nun bize o sınırdan saldırması mümkün… Bunu nasıl halledebileceğimize dair fikri olan var mı?”


''Nereden geldikleri önemli değil. Önce Kuzey Bölgesi’nden geçmek zorunda kalacaklar.” diyerek söze ilk başlayan Barov olmuştu: “Soğuk Rüzgâr Sırtı, Derinvadi Kasabası, Evernight Şehri ve Palisade Şehri… Buraların hepsi Dük Calvin’in yönetimindedir. Bayan Edith’in geri dönerek babasına bu konuda bilgi vermesini öneriyorum. Sonrasında gözümüz kuzeydeki düşmanların üzerinde olacaktır. Bu en güvenli yol… Ama Majesteleri…” diyen Belediye Yöneticisi, ellerini sıktı: “Kilise’ye karşı gerçekten bir şansımız var mı?”


Bu aptalca soru, orada olan herkes tarafından kötü karşılanmıştı. Edith belirsiz bir şekilde: “Majesteleri bir şansımız olmadığını söylese kuyruğunuzu sallayıp Kilise’den merhamet mi dileneceksiniz?” dedi.


“Sen neden bahsediyorsun? Belediye Yöneticisi olarak, yaşanabilecek en kötü durum için acil durum planları yapmak zorundayım…”


Ama Edith onu görmezden gelerek Roland’a dönmüştü: “Majesteleri kuzeydeki her yolu izlemek için adam göndermek gerekli olsa da tek başına etkili olmayacaktır. Düşmanlar ortaya çıktıkları anda bu onların harekete geçtiği anlamına gelir. Bu da size gerekli karşı tedbirleri almak için çok az zaman bırakacaktır.”


“Daha iyi bir planın var mı?”


“Elbette…” diye kendinden emin bir şekilde cevap verdi Edith: “Hermes'e adam yollamalıyız.”


“Kilise’nin Kutsal Şehri’ne mi?” diye soran Carter küçümser bir bakışla kaşlarını çatmıştı: “Bu ne işe yarar? Sizce Papa ordusunu yolladığında sana haber verir mi?”


“Ayrıca orada yaşayanlar, Kilise’nin inananları ve yobazlar… Casusların araya karışması zor olacaktır.” diye ekledi Petrov.


“Kutsal Şehre girmeye hiç gerek yok.” diyen Edith, güldü: “Tek yapmamız gereken yakındaki bir tüccar ile güzel bir sohbet etmek…” 



...

Barov baya baya bileniyor Edith’e yalnız :D

Vay be… Baya baya Kilise ile yapılacak savaş da yaklaşıyor. Bakalım Edith’in önerdiği taktik nasıl bir şeymiş, sonraki bölüme koşun!

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr