Bölüm 576: Sarayın Derinliklerinde

avatar
2364 28

Release That Witch - Bölüm 576: Sarayın Derinliklerinde




Çevirmen: Lodos

Otto Luoxi ve Oro Tokat; Şafak Krallığı'nın Parıltı Şehri’nde, saray bahçesindeki taşlıkların arkasında saklanıyordu.


Tamamen gizli gizli hareket etmiyorlardı tabii… En azından saraya girerken muhafızların önünden geçmişlerdi. Ancak hiçbir muhafız, onların yasak bölgeler haricindeki yerlere girmelerine karışmazdı. Çünkü bilirlerdi ki Luoxi ve Tokat Aileleri, krallığın en sadık destekçileriydi ve bu iki genç adam, prens tahta geçtiğinde onun en önemli bakanları olacaklardı.


“Hey! Bundan emin misin?” diyen Otto, elinde olmadan gerilmişti.


Şafak Kralı’nın zaman geçirdiği Şafak Kalesi yasak bir bölge ise onun yatak odası daha da yasaktı. Ancak, bahçeden yatak odasına giden gizli bir yol biliyorlardı. Çocukken Andrea ve Prens Appen ile birlikte keşfettikleri bu dar yeraltı kanalı, saraydan kaçış yollarından biri olmalıydı. Orayı kendi gizli üsleri olarak görürler ve bazen orada küçük partiler düzenlerlerdi.


O zamanlar sadece 10 yaşında oldukları için yakalandıklarında Majesteleri Moya’nın onlara vereceği en kötü ceza azarlamak olurdu. Ancak şimdi yetişkin olarak izin almadan saraya girseler acaba Majesteleri ne düşünürdü?


“Hadi ama! Appen'in neden garip davrandığını öğrenmek için üç aileyi bir araya getirmek değil miydi plan?” diyen Oro’nun dudakları seğirdi: “Ve şimdi bu kritik vakitte pısırıklık yapmak mı istiyorsun?”


“Ben…” diyen Otto ağzını açmış ama bir şey söyleyememişti.


“Ne kadar da aptalsın! Quinn'lerden mesaj almak için Andrea'nın son durumunu söyledin. Andrea'nın çocukluk aşkı olmasaydın yaşlı adam seni şimdiye öldürmüştü.” diyen Oro, etrafa bakıyordu: “Şimdi de gerçeği söylemek için en iyi zaman! Bunu yapacak mısın, yapmayacak mısın?”


Bir an tereddüt eden Otto dişlerini sıktı ve başını salladı.


Quinn Kontu’nun onlara söyledikleri, epey şaşırtıcıydı.


Majesteleri hastalandığından beri Prens sık sık sarayda bir simyacı ile buluşuyor ve yanında olan herkesi dışarı çıkarıyordu. Simyadan gelen özel bir ilacın hastalığa direnebileceği ve Majesteleri’ni günde bir iki saat uyanık tutabileceği söyleniyordu. Andrea’nın babasının da başbakan olduğu için siyasi öneriler almak adına saraya kolay bir erişimi vardı. Yaşlı adam, simyacıya bir bakış atmış ve şaşırmıştı. Çünkü simyacı aslında gümüş gri gözleri görünen siyah örtü ile kaplı genç bir kadındı.


Bu tarifi duyan Otto’nun aklına hemen Kilise gelmişti.


Gökhisar Krallığı'na yaptığı son gezi olmasaydı bu şekilde düşünmezdi. Roland Wimbledon ile görüştükten sonra; Kilise’nin gizlice safkan cadıları eğittiğini, dört krallığı yıkmaya çalıştığını ve dört krallığın gücünü sömürerek Kıyamet Savaşı’na hazırlandığını öğrenmişti.


Roland'dan öğrendiklerini Quinn Kontu’na söylememişti. En nihayetinde epey büyük bir haberdi ve bir sonraki adımına karar vermeden varsayımını kesinleştirmesi gerekiyordu.


Quinn Kontu’ndan simyacının o gün de geleceğini duyduktan sonra aklına hemen çocukluklarındaki gizli kanal gelmişti Otto’nun…


Madem prensin desteğini almak imkânsızdı… O halde gerçeği keşfetmenin tek yolu buydu.


Bu düşünceyle Oro'ya başını salladı. Oro da hemen diz boyuna ulaşmış yabani otları çekerek taşlığın arkasındaki gizli taş kapağı kaldırmak için hançerini çıkardı. Önlerinde paslı parmaklıklar belirmişti. Yalnızca içerden açılabilen parmaklıklar bir kol genişliğindeydi. Ancak bu, tamamen hazır olarak gelmiş ikisi için bir problem değildi.


Oro cebinden bir cam şişe aldı. Kapağı açtı ve kahverengi sıvıyı kilit mandalına döktü.


Keskin beyaz bir duman yükseldi. Çelik parmaklıklar sıcak bir tencereye atılan tereyağı gibi ses çıkarmıştı.


Ellerindeki sıvı, Parıltı Şehri’nin usta bir simyacısı tarafından üretilmiş demir eritme suyuydu. Yumruk büyüklüğündeki bir şişe 10 kraliyet altınından daha pahalıya gelmişti. Sıvı kullanıldıktan sonra göz açıp kapayıncaya kadar demirin eriyeceği söylenilmişti Oro’ya… Ama öyle olmamıştı. Kilit mandalı önce büzüşerek yarı hacmine dönmüştü. Ancak ikinci şişeyi kullandıktan sonra çitten düşerek kapının açılmasını sağlamıştı.


İki adam deliğe girmek için eğildiler. Oro da arkasını dönerek kayrakları kapatmayı unutmamıştı.


10 adımlık mesafeden biraz fazla süründükten sonra kanal genişlemiş ve yürüyebilecek duruma gelmişlerdi. Otto, duvarda asılı yağ lambasını ustaca karıştırdı ve çakmaktaşı ile yaktı. Cansız ışık kayaları ve kemerli tavanı aydınlatmıştı. 10 yıl geçmişti ama burası hala aynıydı. Sanki zaman burada durmuştu. Geçidin yarıdan fazlasını geçmişken parti yapmak için buraya getirdikleri yumuşak oturakları ve şarap şişelerini görmüşlerdi.


Yol yukarı doğru kıvrılmaya başlamıştı. Otto Luoxi, Şafak Kalesi’ne girdiklerini biliyordu.


Kale duvarları tıpkı bir sandviç gibi iki katmana bölünmüştü. İki katman arasındaki orta kısım gizli odalar ve tüneller için ayrılmıştı. Nihayet kanalın sonuna, kralın yatak odasındaki şöminenin tam arkasına, varmışlardı.


Mekanizmanın içeriden açılması gerektiği için doğrudan yatak odasına girememişlerdi. Ancak gizli tünelin kapısındaki küçük boşluktan kabaca da olsa içeriyi görebiliyorlardı. Ortam yeterince sessiz olsa odadaki konuşma bile duyulabilirdi.


Otto gaz lambasını söndürdü ve boşluktan dikizlemeye başladı.


Şafak Kralı Majesteleri Deegan Moya, şömineye bakan yatakta yatıyordu. En büyük prens olan Prens Appen de yatağın başucunda ileri geri yürüyor, endişeli görünüyordu.


Birbirlerine bakan iki arkadaş sessizce başlarını salladılar ve dikkatlice kapıya yaslandılar. Ekselansları’nın simyacıyı beklediği belli idi.


Yaklaşık bir saat sonra odada bir ses olmuştu.


Hemen başlarını çevirerek gözlerini kıstılar.


İki kadın yatak odasına girmişti. Birisi Quinn Kontu’nun bahsettiği siyah örtülü simyacıydı. Diğeri de muhtemelen simyacının asistanıydı. Bir el çantası taşıyordu. Kırmızı-beyaz bir örtü ve pelerin giyiyordu. Altın renkli kıvırcık, güzel saçları vardı.


“Geç kaldınız!” diyen Appen, hoşnutsuz idi.


“Üzgünüm…” diyen sarışın eğildi: “Yoldaki beklenmedik bir durumdan dolayı geciktik.”


“Açıklamaya gerek yok. Tek yapmamız gereken babasını uyandırmak. Erken mi geç mi geldiğimiz önemli değil.” diye araya giren siyah örtülü kadının sesi buz gibiydi.


“Böyle söylememelisin! Ekselansları’nın yardımına hala ihtiyacımız var.” diyen sarışın çantasından yeşil bir porselen şişe çıkardı: “Uyumlu bir ilişki ikimiz için de iyi, değil mi?”


“Bana ilacı ver.” diyen Appen onlara doğru iki adım attı. Ancak siyah örtülü kadın tarafından durdurulmuştu.


“Anlaşmamızı unuttunuz mu? Bu ilaç sadece ben verirsem etkili olur. Karşılığında da Kutsal Hazretleri’nin söylediği gereksinimleri yerine getirmelisiniz.”


Kutsal Hazretleri mi!???!?


Otto şok olmuştu. Bu, ifade sadece Papa'nın adını vermek için kullanılırdı. Gerçekten Kilise tarafından gönderilip gönderilmediklerini merak etmişti.


Elinde olmadan dudağını ısırdı. Anlaşılan onlar simyacı değil, safkan cadılardı. 



...

Bizimkiler içeri güzel sızdılar, Otto’nun genel olarak bu süreci koordine etmesi de gayet başarılı.

Ama işin buraya döneceği belliydi… Ve eminim ki krala verdikleri ilaç da asla şifa veren bir ilaç falan değildir, içten içten bitiriyorlar koca kralı… Bakalım işler nasıl yürüyecek…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!









Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44266 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr