Bölüm 558: Güzellik

avatar
2543 27

Release That Witch - Bölüm 558: Güzellik




Çevirmen: Lodos

Sonuca ulaşan Roland biraz rahatladı.


Şeytanların temel savaş yetenekleri, makineli tüfek ve top gibi 500 ila 1000 metre menzildeki düşmanları vurabilen geleneksel ateşli silahların verimliliğini aşamamıştı. Yani mızrak atmak siper savaşı için açıkça uygun değildi. Çılgın İblis, büyülü taşın yüklenip harekete geçmesi için 3-5 saniyeye ihtiyaç duyuyordu. Çok çok kötüydü… Bu en azından cephedeki sıradan insanların savaşta bir şansları olacağı anlamına geliyordu.


“Taquila'da doğmuş olsaydınız güzel olurdu.” diyen Agatha, Roland'ın elindeki silaha bakarken iç çekti: “Verimli Araziler’deki insan sayısı Gökhisar Krallığı'ndakilerden 100 kat daha fazla, cadıların sayısı da keza öyle. Her birinin elinde bir mızrak olsaydı şeytanlar muhtemelen geldikleri yere geri dönerlerdi.”


Gülümsemişti Roland. Ama tam olarak aynı şekilde düşünmüyordu Agatha ile.


Sonuçta 400 sene önce cadıların egemenliğinde olan bir dünya vardı. Eğer sıradan insanlara cadıların üstünde güçler veren bir silah olsaydı Kutsal Birlik’in büyükleri böyle bir şeyi öylece kabul ederler miydi? Cadılar her zaman azınlık olmuştu… Milyonlarca insan vardı ama sadece binlerce cadı vardı. E o uzun zamandır ezilen sıradan insanlar isteyerek savaş alanına çıkacaklar mıydı? Gerçek güç tersine çevrildiğinde de hâkimiyet hiyerarşisinin parçalanması kaçınılmaz olacak ve bu da çatışmalara yol açacaktı. Milliyetçiliğin uyanışından sonra ‘tüm insanlığın hayatta kalması için savaşma fikri’ epey belirsizleşmişti.


Ama elbette Roland bu çıkarımları hakkında sesli sesli konuşmazdı. Ve Agatha da sadece Keşif Topluluğu’ndan bir araştırmacıydı. Yani onu siyasi meselelere dâhil etmemek daha iyi olurdu.


Hasar testinden sonra Anna şeytanı tekrar kesti ve çelik kafese koydu.


“Hepsi bu mu?” diye sordu Agatha.


Başını sallayan Roland: “Bugünlük bu kadar. Yaralanma testi yarın sabah başlayacak.” dedi.


“O ne?”


“Şeytanın çeşitli bölümlerinin ateş etmeye, Düşsuyu ve çılgın hapları gibi birtakım kimyasallara direncini test edeceğiz. Ah evet… Bir de Lucia’nın kırmızı sis karışımını ayırmasını ve içinden neler çıkarabileceğimize bakacağız.” diye cevap veren Roland içinden: “Maalesef şeytan daha uzun süre hayatta kalamıyor… Yoksa Nana’nın iyileştirme yeteneği sayesinde daha çok bilgi toplardık…” diye geçirdi.


Agatha esnedikten sonra söze girdi: “Size bağlı… Bu arada mühür yapmak için iki cadıya ihtiyacım olacak asistan olarak… Şeytan öldükten sonra kan fazla dayanmayacağı için malzemelerin önceden hazır olması gerek. Şeytan daha hayattayken Tanrı İradesi Mührü’nü eriterek hazırlasak iyi olur.” diyen Agatha, bir an duraksadıktan sonra sordu: “Ne tür bir mühür yapmak istiyorsunuz?”


“Yeterli büyülü taşımız olduğu sürece herhangi birini yapabilir miyiz?”


“Elbette…” diyen Agatha, başını salladı ve: “Başarısızlık bir şey yapmaz zaten- Ee neyse…”


Kaşlarını kaldıran Roland, sordu: “Ne oldu?”


“Önemli değil. Basit bir dil sürçmesi…” diyen Agatha, dudaklarını kıvırdı: “En fazla biraz hammadde kaybederiz, o kadar…”


Roland, Agatha’ya baskı yapmamıştı: “Büyülü taş koleksiyonunu inceledikten sonra yarın sabah söylerim sana…” diyerek konuyu kapattı.


*******************


O gece onlara uyku yoktu…


Edith Kant, pencerenin yanında durmuş gökyüzünün altındaki şehre bakıyordu. İşadamları her zaman mum ışığını zenginlik olarak görürlerdi. ‘Geceleri bir yer ne kadar parlak olursa o kadar zengin olur.’ derlerdi. Kral Şehri’ne parlak olan yerlerin sadece tavernalar ve tiyatrolar olduğu aklına gelmişti Edith’in…


Ancak Kızıl Su Nehri'nin güney kıyısının neden bu kadar parlak olduğunu bir türlü anlayamamıştı.


Uzaktan bakıldığında kıyı sanki yanıyormuş gibi parlaktı. Aydınlık, bir şenlik ateşinin turuncu parıltısından daha çok yumuşak sarı bir ışıktı. Sanki iple kaplanmış güneş ışığı gibiydi.


Tüm fabrika alanı gece boyu ‘endüstriyel ürünler’ olarak adlandırılan çeşitli mallardan üretecekti.


Buhar motoru da onlardan biriydi.


Öğleden sonra yaptıkları ziyaret, Edith'i tarif edilemez bir şok içinde bırakmıştı. Savaşın ya da başka bir şeyin ötesinde bir şok idi bu…


Fabrikaya girdiğinde tek tek bükülmüş ve delinmiş birkaç kaba demir külçe görmüştü. Özellikle de yağ ve çiziklerle dolu kirli demir levhalar, yeni doğmuş güzellikler hissi veren parlak bileşenlere dönüşünce Edith’in dikkatini anında çekmişti.


Sert malzemeler, çeşitli yollarla birleştirildikten sonra tamamen kendi başlarına çalışabilen makinelerden geçirilerek farklı farklı şekillere dönüştürülüyordu. Ne harika bir manzara idi…


Fabrika harika bir yer değildi. Gürültülüydü, rutubetli bir havası vardı ve her tarafta metal atıkları ile dolaşan kanalizasyonlar vardı. Ama Edith bütün bir öğleden sonrasını orada geçirmişti.


Elçi heyetini oraya götüren belediye memurunun sabırsızlıkla bir an önce oradan çıkmak istediğini hatırlayabiliyordu. Oradan ayrılmaya karar verdiklerinde rahatlayan memurun ağzından dökülen şu cümleler aklındaydı Edith’in: “Bu makinelerde bu kadar ilginç olan ne var? Sadece Majesteleri Roland’ın bu siyah blokların içinde gizlenmiş bir güzellik olduğunu düşündüğünü sanırdım…”


Gizlenmiş bir güzellik…


Edith aniden güçlü bir çağrışım hissetmişti.


Bu doğruydu… Saf güç tarafından meydana gelen ve metali herhangi bir kısıtlama olmaksızın yoğurup dönüştürebilen güzellikti. Özellikle de buhar motorunun çalışma prensibini anladıktan sonra buhar motorundan farklı bir güzellik hissi duyumsamıştı Edith.


Bu güzellik, renkli mücevherler ve zarif lüks kıyafetlerdeki güzelliğin çok ötesindeydi.


Tek hissettiği bir şeyin kalbine hafifçe dokunuyor olduğuydu.


“Majesteleri bu bilgileri nasıl biliyor ve acaba başka ne biliyor?” diye düşündüğü esnada tıklanan kapı Edith’in düşüncelerini yarıda kesmişti.


“Abla… Ben banyo yaptım.” diyen Cole, başını içeri uzattı ve: “Su hala sıcak. Sen de banyo yapmak ister misin?” diye sordu.


“Hizmetçiye söyle yeni bir leğen su kaynatsın.” dedi Edith: “Suyun buraya nasıl ulaştığı hakkında bir şey öğrendin mi?”


“Etrafta soruşturması için birini yolladım. Suyun boru hattı o ayakta duran demir kuleden geliyor gibi görünüyor.” diyen Cole, odaya girerken kafasına dokundu: “Suyun kuyudan yukarı doğru nasıl aktığına gelince… Bu konuda gerçekten bir şey söylemediler. Ha bir de banyoda denemen gereken bir şey var. Özel bir yağ gibi görünüyor. Ama suya karıştıktan sonra gerçekten iyi kokuyor. Vücudunu onunla temizlemek harika hissettiriyor. Sana garanti ederim; süt ve gül banyosu bile o kadar rahat değil.”


“Majesteleri bunu bile isteye mi yapmış yani?” diye düşünmeden edememişti Edith. Elçi heyetinin kaldığı yer kale bölgesinin yakınında bulunuyordu. Kalenin yarısı boyunda dört katlı bir bina idi. Sadece Neverwinter Şehri’nin manzarası görünmüyordu. Aynı zamanda odaların düzenleri ve olanakları da çok iyiydi. Çok büyük olmasa da epey rahattı. Belediye Binası’ndan bir görevli buranın Majesteleri’nin yabancı elçiler için yaptırdığı ‘Dışişleri Binası’ olduğunu söylemişti.


Edith’in gördükleri kadarıyla Roland Wimbledon hem musluklardan akan temiz su hem de Cole’un bahsettiği o yıkama malzemesiyle biraz gösteriş yapmaya çalışıyordu.


...

Yarınki test önemli gibi, kesin faydalı ipuçları çıkacaktır oradan… Büyülü taş yapımını da çok merak ediyorum. Bakalım neler olacak…

Edith’in Neverwinter hakkında hissettiklerini de görebildik bu bölüm… İyi şeyler olacak gibi…

Takipte kalın! Yorumlarınızı bizimle paylaşmayı ve serimizi beğenmeyi de unutmayın lütfen! Görüşmek üzere!



 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44296 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr