Cilt 7 Bölüm 31 [ Yurttaşlar Arasında Bir Sohbet ] (2/2)

avatar
1325 7

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 7 Bölüm 31 [ Yurttaşlar Arasında Bir Sohbet ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



Al’ın söyledikleri karşısında ağzından bir ses kaçan Subaru, elleriyle yüzünü örtmüş ve gözlerini kapatmıştı.

 

Konuşma başladı başlayalı zihninde aynı ölümcül kelimeleri işitiyordu. O yıkıcı kelimeler Subaru’nun kalbini paramparça ediyor, onu kendi kanında boğuyordu.

 

Rem: [――Çünkü, sen bir kahraman değilsin.]

 

Subaru: [Başından beri Rem’in ağzından çıkan tek bir şeyden güç alıyordum.]

 

Rem: [――Çünkü, sen bir kahraman değilsin.]

 

Subaru: [Rem bana inanıyordu, bocalamamamı sağlayan buydu. Sığınakta da Pristella’da da Pleiades Gözcü Kulesinde de…]

 

Rem: [――Çünkü, sen bir kahraman değilsin.]

 

Subaru: [Rem hiçbir şey hatırlamayarak uyanmıştı ama yine de mutluydum… her şeyi geri kazanmaya bir adım daha yaklaşmıştım ve artık daha da sıkı tutunma vaktiydi.]

 

Rem: [――Çünkü, sen bir kahraman değilsin.]

 

Subaru: [Bunlar benim ruhumu şahlandıran sihirli kelimelerdi.]

 

O bir kahramandı, Rem öyle söylemişti.

 

Bu kelimeler Subaru’nun her şeyi bırakıp kaçmasına mani olmuştu, Rem derin bir uykuya daldığında dizlerinin bağının çözülmesini engellemişti, köşkteki zorlu problemlerin ve Sığınaktaki engellerin üstesinden gelecek gücü sağlamıştı, düşmanların eline düşen Su Kapısı Şehri Pristella’yı kurtarma çabalarında rol oynamıştı ve “hafızasını” yitiren bir Natsuki Subaru’nun ruhunu silkeleyip kendine getirerek Pleiades Gözcü Kulesini fethetmesine imkan tanımıştı.

 

İşte o kelimeler――

 

Rem: [Çünkü Subaru-kun, Rem’in kahramanı.]

 

Subaru, o kelimeler, o güven ve destek sayesinde bugünlere gelebilmişti.

 

Onların elinden alınmasının Natsuki Subaru için anlamıysa――

 

Al: [Madem öyle, onları geri kazanmak zorundasın.]

 

Subaru: [――Ha?]

 

Yüzünü örten Subaru, gözkapaklarının arkası denilemeyecek kadar derin bir karanlıkta boğulmakla meşgulken Al’ın söylediklerini işitip şaşırarak kafasını kaldırdı.

 

Al’ın suratının burnunun dibinde olmasıysa onu birkaç adım geriletti. Fakat Al, o birkaç adımı kapatıp yaklaşarak az önceki sahneyi tekrarladı.

 

Subaru’nun sırtı anında duvara yapıştı. Daha fazla kaçamazdı. Al, kaçacak yeri olmayan Subaru’yu itercesine kolunu uzatarak kaçmasına mani oluyordu.

 

Ve sonra da――

 

Al: [Onları geri kazanacağız, kardeşim O kızın beklentilerini de senin özgüvenini de.]

 

Subaru: [Beklentiler ve özgüven…]

 

Al: [Saygınlığını korumak zorundasın. Savaşmak zorundasın. Bir şeyleri kaybetmeye devam etmeyi göze alamıyorsan, tek çaren dilediğince kazanmaya devam etmektir. İşte bu şekilde galip gelecek ve onları geri kazanacağız.]

 

Subaru: [――――]

 

Al: [Beklentileri ve saygınlığı ancak daha iyi sonuçlarla geri kazanabilirsin. Defalarca tecrübe ettiğin için bunu biliyor olmalısın.]

 

Derken bir anda suratını daha da yaklaştırdı ve soğuk demir miğferini Subaru’nun alnına vurdu.

 

Fakat öyle güçlü ve içten bir yaklaşım içerisindeydi ki Subaru, alınlarının temas ettiğinin farkında bile değildi. Sözleri büyük bir etki doğurmuştu. Daha da önemlisi, birkaç kritik noktaya değinmişti.

 

Kaybedilen beklentiler ve saygınlık―― Subaru’nun bu konudaki en acı hatıraları elbette ki Kraliyet Kalesindeki gafına aitti.

 

O gün Emilia’nın güveni ve beklentisini yitirmiş, Kraliyet Adayları arasındaki değerini düşürmüştü. O güveni geri kazanabilmesini ise sonrasındaki eylemlerine borçluydu.

 

Tam bir çaresizlik içerisinde alnını duvara toslayıp durmasına değil.

 

Subaru: […Aptal mıyım ben? Yo, tabii ki aptalım.]

 

Kraliyet Şatosu'nda yaptığı o gaftan sonra hiçbir şey değişmemişti sanki, değil mi?

 

Subaru o zaman da önündeki muazzam acıdan kaçınmak için Wilhelm’den kendisini eğitmesini istermiş gibi yaparak o koca boşluğu görmezden gelmeye çalışmıştı.

 

Ama şu anda bu denli bir güçsüzlüğü göze alamazdı.

 

Rem’i korumak ve evine geri götürmek zorundaydı. O zamanların aksine şu anda bu amaçla kapısına gidebileceği hiç kimse yoktu. ――Rem’i kurtarabilecek tek kişi Subaru’ydu.

 

Ve Subaru, gerginlikle dolan ve tek bir hatırası bile olmayan Rem’i rahatlatmak istiyorsa artık onun önünde en ufak bir acınası manzara dahi sergileyemezdi.

 

Her şeyi unutmuş olan Rem, Subaru’ya bir kahraman olmadığını söylese bile…

 

Subaru’ya büyük bir destek veren o kelimeler aynı surat ve ses tarafından geri alınsa bile…

 

Subaru: [――Ben Rem’in kahramanıyım.]

 

Evet, Natsuki Subaru’nun gerçek mizacı başını dik tutmak değil miydi?

 

Al: […Biraz enerji topladın herhalde?]

 

Subaru’nun kararlılığını işiten Al’ın sesindeki sertlik yok olmuştu. Onu “Hı hı” diyerek yanıtlayan Subaru’ysa o yakınlıkta gözlerini gözlerine dikerek,

 

Subaru: [Çok daha iyiyim. Ama artık geri bas, çekil hadi! *Kabe-don falan, ne halt yemeye çalışıyorsun sen?]

 

Al: [Doğru ya! Kardeşim kadın kılığında, ben de tek kollu kırk yaşında bir adamım!]

 

Deyip içten bir kahkaha patlatan Al, elini duvardan ayırarak bir adım geri çekildi.

 

Görüş alanı açılan Subaru’ysa yalnızca önünün değil, ufkunun da fazlasıyla genişleyebileceğini hissetti.

 

――Tamamen dürüst olmak gerekirse Al’ın sözleri yalnızca ilkyardım görevi görmüş, hayati yara henüz bütünüyle kapanmamıştı.

 

Subaru, Rem’le buluştuğu takdirde dizlerinin titremeyeceğini, az önceki sözlerini tekrarlamasından korkmayacağını garanti edemezdi.

 

Henüz Ölümden Dönüş denilen Otoriteyi ne sıklıkla ve ne amaçla kullanacağına dair bir yanıta ulaşmış değildi.

 

Bunu kafasında ne kadar kurcalarsa kurcalasın o an gelinceye dek sonuca varamayacağından da emindi.

 

Ama açıkça söyleyebileceği bir şey vardı.

 

Natsuki Subaru’nun sahip olduğu bu kibirli Otorite, sırtında taşıması gereken “kahramanca düşlerin” gerçek olması için vazgeçilmezdi.

 

Bundan böyle, gelecekte de bununla nasıl başa çıkacağı konusunda kafasının karışmaya devam edeceğinden emindi.

 

Al: [Ohh, doğru ya, sana bir şey sormak istemiştim kardeşim.]

 

Subaru zihnini yenileme sürecinde bakışlarını ellerine çevirirken Al, ansızın Subaru’ya bakarak huzursuzca böyle söyledi.

 

O ana dek hiçbir çekincesi olmayan Al’ın bu tavrı karşısında şaşıran Subaru’ysa,

 

Subaru: [Bu kadar büyütülecek şey ne? Soracak bir şeyin varsa sorsana.]

 

Al: [Öyleyse soruyorum… Rem denen o kızla arandaki ilişki ne?]

 

Al, aklı almıyormuşçasına kafasını eğerek bu soruyu sordu. Bu noktada sorulması tuhaf kaçan bir soruydu.

 

Ama Subaru, hiçbir açıklama yapmamış olduğunu ancak Al’ın bu sorusuyla fark edebilmişti.

 

Al: [O senin İmparatorluktan beri peşinde gezdirdiğin yoldaşın, kardeşim. Ama yarı-elf kız da değil, sözleşmeli lolin de değil. Üstüne üstlük ona karınmış gibi davranıyorsun, haksız mıyım?]

 

Subaru: [Bunu işleri kolaylaştırdığı için yapıyorum ve Rem bundan hoşlanmıyor.]

 

Al: [Ama o kızın söyledikleri seni paramparça etti, kardeşim. ――Bu saçmalık da neyin nesi?]

 

Al, sesini biraz alçaltarak büyük bir ciddiyetle bu soruyu sordu.

 

Subaru’ysa kaşlarını çatarak Al ve Rem’in hiç karşılaşmadığından emin olmak adına hatıralarını taradı―― yani hiç değilse bu döngüde.

 

Öncelikle Subaru, Al’ın önünde bir kez olsun Rem’in bahsini bile açmamıştı. Haliyle Al’ın onu tanımaması normaldi. Ama yine de sorusunda bir tuhaflık vardı.

 

Sebepse muhtemelen bu soruyu sorarken takındığı tavırdı.

 

Al: [――――]

 

İfadesi okunamıyordu. Ama Subaru, bakışlarındaki yoğunluğu hissedebiliyordu.

 

Bunun bir ciddiyet ve aciliyet işareti olduğunu sezebiliyordu. Az önceki etkileşimleri de dahil olmak üzere Al’ın kısa sürede sergilediği bu yabancı yönleri Subaru’yu afallatıyordu.

 

Al Subaru’nun yegane yurttaşıydı, ilgisiz, kaygısız ve ciddiyetsiz tavrıyla farklı bir dünyada hayatta kalabilmiş biriydi.

 

Onun bir dönüşüm geçirdiğini hisseden Subaru,

 

Subaru: [Rem benim… yoldaşlarımdan biri. Ama Oburluk Başpiskoposunun kurbanı oldu. Bu nedenle herkesin hafızasından silindi. Kendisinin bile.]

 

Al: [―― Demek öyle oldu. Anlıyorum, anlıyorum, şimdi anlam kazandı.]

 

Subaru: [Anlam mı kazandı?]

 

Subaru basitçe gerçekleri ifade ederken Al, elini çenesine götürüp başını aşağı yukarı sallamaya başladı.

 

Al’ın dudaklarından dökülenler yüzünden Subaru’nun kafası yan eğilirkense Al, “Doğru” diyerek,

 

Al: [Canımı sıkan birkaç konu vardı. Onun benim tanımadığım bir kız olması lazımdı… ama tanıdığım bir kızmış gibi görünüyordu. Ufak bir bit yeniği gibi kafama takılıyordu.]

 

Subaru: [Onu tanımıyormuş ama aynı zamanda tanıyormuşsun gibi… Sen Ram’dan mı bahsediyorsun?]

 

Al: [Oh, evet, evet.]

 

Subaru ortaya çıkan bu beklenmedik bağlantı karşısında gözlerini kırpıştırırken Al'ın sesi titriyordu.

 

Ama bu, Subaru’yu Al’ın tutumuna ikna etmeye yetmişti.

 

Emilia Kampındakiler sağ olsun, Ram veya Rem’den biri unutulduğu takdirde insanların nasıl tepki vereceğini biliyordu.

 

Onu uzun bir süredir tanıyor olan Roswaal ve Frederica bile gerçek Rem’i görünceye dek onun varlığını tamamen unutmuş, yüz yüze geldikleri andaysa Ram’la ikiz olduklarına dair en ufak bir şüpheleri kalmamıştı.  

 

Ram ve Rem, karakter ve nitelikleri haricinde gerçekten çok benziyordu. ――Yo, şaşırtıcı bir şekilde Subaru, son zamanlarda karakterlerinin de benzer olabileceğini düşünmeye başlıyordu.

 

Her halükarda şimdi Al’ın tuhaf hislerine anlam verebiliyordu.

 

Ram’ı tanıyan birinin ona tıpatıp benzeyen Rem’i görüp de şaşırmaması kaçınılmazdı.

 

Subaru: [Ama Ram’la tanıştığınızdan haberim yoktu.]

 

Al: [Tanışıyor sayılmayız. Ahbap falan değiliz, yani sadece, bir şekilde ufak bir bağlantımız oldu. Birbirimizi tanıyoruz diyebileceğim kadar değil. ――Demek ikiz kardeşler, ha? Yani sen de onları kavuşturmak istiyorsun.]

 

Subaru: […Mhm, bu doğru.]

 

Subaru’nun bir numaralı önceliği Rem ve Ram’ı kavuşturmaktı.

 

Sonrasındaki ana hedefiyse Rem’i ait olduğu yere geri götürmek ve kendisiyle birlikte tüm Emilia Kampı tarafından hoş karşılanmasını sağlamaktı. Bunu yapmak istiyorsa Rem’in güvenini kaybetmeyi göze alamazdı.

 

Güvenini yeniden kazanmak ve elini tutmasını sağlamak için ne gerekiyorsa yapmak zorundaydı.

 

Al: [――Tamamdır, peki. Sana yardım edeceğim, kardeşim.]

 

Subaru bir kez daha önündeki büyük hedefe odaklanıp yumruklarını sıkarken hala önünde olan Al, kendisine belirtilen koşulları düşünerek böyle söyledi.

 

Subaru’ysa ağzından istemsizce ve aptalca bir “Aeh?” sesi kaçırdı.

 

Al: [Kardeşim, az önce tarihin en aptal ciyaklamasını gerçekleştirmiş olabilir misin?]

 

Subaru: [Beni kendi halime bıraksana! Bir saniye, ne dedin sen? Yardım etmek mi istiyorsun? Kime yardım edeceksin?]

 

Al: [Senin için bunu yapacağım işte, kardeşim. Ve Prensesin bu konuda söyleyecek bir sürü şeyi olduğuna eminim ama ne yaparsa yapsın. Ben çoktan seni desteklemeye karar verdim.]

 

Subaru: [――――]

 

Al: [Fakat sana ancak tek omuzla destek çıkabileceğim.]

 

Subaru: [Komik değil.]

 

Al bunları sinir bozucu bir coşkuyla söylemiş ve Subaru, hızla cevap vermiş olmasına rağmen afallamıştı.

 

Muhtemelen söyledikleri doğruydu. Ama Al’ın kalbine dokunan şeyin ne olduğunu bilmiyordu.

 

Subaru: […Ram’ı tanıdığın için mi bana yardım edeceksin?]

 

Al: [Öyle değil. Desteklediğim kişi sensin, kardeşim. ――Her halükârda, bir kahraman olacaksan kızı ardında bırakamazsın. Bundan bahsediyorum.]

 

Subaru: [Kahraman olmaya çalışmıyorum ki…]

 

Al: [――Olacaksın. Natsuki Subaru bir kahraman olacak.]

 

Subaru’ya hayır deme fırsatı bırakmayan bir müdahaleydi.

 

Sessiz, güçlü bir beyandı ve içindeki ateş, Subaru’nun kalbini kavurmuştu.

 

Al: […Sadece bir şakaydı.]

 

Fakat o yoğun şevk, Al’ın alaylı sesiyle dağılıp gitti.

 

Subaru durumdaki ani değişimin insafına kalırken ise Al, “Pardon, pardon” deyip elini sallayarak,

 

Al: [Ama bu gazla devam edelim, kardeşim. Sen ve ben gibi tembel insanların biraz blöf yapması iyidir.]

 

Diyen Al, arkasını dönerek neşeli bir yürüyüşle uzaklaşmaya başladı.

 

Onun heybetli adımlarının ardında kalan Subaru’ysa ona seslenerek,

 

Subaru: [Al. Az önce söylediklerin…]

 

Al: [Aman, şimdi aynı konulara hiç girmeyelim. Sonuçta hatırladığım kadarıyla buraya seni konferans salonuna çağırmak için gelmiştim, kardeşim. Prensesin bana zor anlar yaşatacağından eminim.]

 

Subaru: [――――]

 

Al: [Hadi ama, acele et. Konuşma fırsatını her zaman buluruz.]

 

Diyen Al, kafasını çevirip omuz silkerek Subaru’ya koşmaya başlamasını işaret etti. Subaru bu hareketle hızlansa da endişelerini geride bırakmaktan başka çaresi yoktu.

 

Al’ın az önce söylediklerinin ne kadarını ciddiye alabileceğini bilmiyordu.

 

Buna rağmen “iş birliğine” gönüllü olduğu apaçık ortadaydı, bu da Subaru’ya iyimser olmak için hatırı sayılır bir enerji sağlıyordu.

 

Ki kendisini buna zorlasa bile iyimser olmak zorundaydı.

 

Ve bu yüzden de sırtını dik, kafasını havada tutup büyük adımlarla ilerlemeliydi.

 

Subaru: [Rem’in…]

 

――Kahramanı. Çünkü kendisini böyle gören kişiyi kaybetmişti.

 

△▼△▼△▼△

 

???: [――“Kahramanca düşler”, ha?]

 

Hızla ilerleyen Al’ın çelik miğferinin içerisinde bu mırıltı yankılanıyordu.

 

Gözleri kapalıydı ve sesi dışarıdan işitilemeyecek, yalnızca kendisine yetecek düzeydeydi.

 

Ve bu kelimelerin, o kapalı gözlerin ardındaki karanlıkta yankılanmasına izin veriyordu.

 

Al: [Senin bir kahraman olmanı sağlayacağım, kardeşim. ――Yo, Natsuki Subaru.]

 

#*Kabe-don, birinin bir başkasının yaslandığı duvara elini dayamak gibi bir kalıpmış ve animelerde yaygınmış.

Al bu bölümde de ‘ben gizemli biriyim’ diye bas bas bağırıyordu. Ölmeden şu serinin üç beş gizemini daha çözmeyi umuyorum. Artık hayattaki gayelerimden biri de bu gerçekten :D Hadi bir sonraki bölümde görüşmek üzere!

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43989 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr