Cilt 6 Bölüm 6 [ Juukulius Hanesi ]

avatar
4717 12

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 6 Bölüm 6 [ Juukulius Hanesi ]


Çevirmen : Clumsy



Yolculukları tedirginlik dolu bir sabahla başlamıştı ve yaklaşık bir ayda kat edilecek mesafeden ötürü uzun bir yolculuktu. Ancak henüz hatırı sayılır bir olay yaşanmamıştı.

 

Dosdoğru doğuya ilerleyen ana yolu takip ediyorlardı. Hiçbir şeyin yaşanmadığı sıkıcı bir yolculuktu.

 

[Subaru: Pristella yolculuğu böyleydi ve Lyfus ovası da……ama Lugnica Krallığındaki huzurlu ortam bayağı iyiydi.]

 

[Julius: Ana yolu korumak ve kamu düzenini sağlamak için gezilen devriyeler, esasında krallığın barışını koruma amaçlı. Lugnica bu konularda diğer ülkelere kıyasla bayağı titiz. Haydut ve yaratık gruplarından hasar alma oranları düşük olmalı.]

 

[Subaru: Diğer ülkeler öyle değil mi diyorsun?]

 

[Julius: Gusteko Krallığı her şeyden önce daima karla kaplı olduğu için ana yolun sorunsuzca işleyişini sağlayamıyorlar. Orası en başından beri yoğun bir kar kütlesiyle kaplı. Volcanica Krallığı ve Kararagi Şehir Devleti ise bir araya gelmiş birçok farklı ırkla orantılı olarak farklı gelenek ve tavırlara sahip insanlardan oluşuyor. Dolayısıyla bir kamu düzeni sağlandığını söylemek zor olabilir.]

 

[Subaru: Anlıyorum.]

 

İki yer ejderi kafaları yan yana dizilmiş şekilde enerjik bir halde koşturuyor, Subaru ve Julius ise bu konuşmayı gerçekleştiriyordu.

 

Subaru’nun Patrasche’si ve Julius’un binek ejderi koca ejder vagonunu kafalarından çekerek gruba öncülük ediyordu.

 

Bu şekilde ejder vagonundakiler acil bir durum halinde tepki vermekte gecikecekti. Böyle bir düzen mevcuttu ama konuşmadan da anlaşılabileceği üzere sıkıcı ama huzurlu, sakin bir yolculuktu.

 

[Subaru: Ahh…….]

 

[Julius: Subaru]

 

Yolculuğun sıkıcılığı yetmezmiş gibi bir de manzaranın hiç değişmediğini gören Subaru esnemeye başlamıştı. Elini ağzına koymuş şekilde tam bir uyuşukluk örneği çizerken ise Julius’tan gelen suçlayıcı bir bakışla karşılaştı.

 

Ejderinin üzerinde oturan Julius, “Rüzgar Kaçırma İlahi Koruması” sayesinde savrulmuyor olan kaküllerini hızlıca kaldırdı.

 

[Julius: Bu gerginlik hissinden kurtulmak istemeni anlıyorum ama en tehlikeli anlar gevşediğin anlardır. Aklının uzaklara kaymasına izin verdiğini söylemeyeceğim ama tembellik olarak algılanabilecek şekilde davranmana da müsaade etmeyeceğim.]

 

[Subaru: Tek bir esneme yüzünden daha ne kadar konuşacaksın acaba? Sen bile hiç değilse arada bir esniyorsundur. Haksız mıyım?]

 

[Julius: Tabii ki ben de o tarz bedensel fonksiyonlara sahibim. Ama insan bir şövalye bilincine sahip olunca başkalarının önünde esnemesini tutması mümkün oluyor, anlıyor musun? O bilinç sende eksik.]

 

[Subaru: Tamam tamam.]

 

Julius sert bir iğneleyicilikle tepki alabilmek adına bastırsa da Subaru, onun sözlerini savuşturma konusunda uzmanlaşmıştı. Julius’un kendisine eşlik ettiği yolculuk süresi 20 güne yaklaşmıştı. Sürekli yan yana koşan yer ejderleriyle Pristella’dan köşke, şimdi de Augria Kum Tepelerine yolculuk etmeleri sayesinde Julius’la baş etmeyi öğrenebilmişti.

 

[Julius: Ciddi bir konuşma gerçekleştirirken konuştuğun kişinin yüzüne bakmak adaptandır diye düşünüyordum?]

 

[Subaru: O kişi zamanlama yüzünden ciddi bir konuşma esnasında bakışlarını kaçırıyor. Sen de biraz rahat olsana. Kendini çok fazla kasıyorsun.]

 

[Julius: Sen ve ben gözcülük etmiyoruz ve neden……]

 

[Subaru: Bu kadar gerilmene gerek yok. Bize öyle çabucak saldırmayacaklar. Bizimle dövüşmeye kalksalar bile böyle geniş alandayken ölmeyiz.]

 

[――――]

 

Subaru kafasını uzatıp lafını bölerek böyle söyledi. Julius ise beklenmedik bir şey işitmişçesine gözlerini kırpıştırdı.

 

Ve sonra da bu yakışıklı adam hafifçe iç çekti.

 

[Julius: Şu anda telaşlı olduğum dışarıdan anlaşılıyor mu?]

 

[Subaru: Evet, kaba bir tahmin olsa da öyle hissediyorum. Ama kendini kastığında herkes hemfikirdir bana kalırsa. Normalden fazl… aslında yalnızca her zamanki halin de olabilir……..]

 

[Julius: An itibarıyla her zamanki halimi bilen tek kişi sensin sonuçta.]

 

[Subaru: …….Evet.]

 

Julius’un sesi alçalınca doğal olarak Subaru’nunki de alçalmıştı.

 

Onlar ejder vagonundaki kızların konuşmasını duyamıyordu, yani kızlar da onların konuşmasını duyamıyor olmalıydı.

 

Onlar erkekti ve pozisyonlarına bağlı çeşitli sıkıntılar mevcuttu ama şu an için birlikte hareket ediyorlardı.

 

Belki de artık biraz daha dürüst olma vakitleri gelmişti.

 

[Subaru: Öncesinde Roswaal’la da konusu geçmişti ama yarı ruhların ne durumda?]

 

[Julius: Daha önce de söylediğim gibi. Etrafımda toplanıyorlar ama bir tünek olarak uzattığım kolumda tüylerini dinlendirmiyorlar. Sözlerim de onlara ulaşmıyor gibi görünüyor.]

 

Julius Subaru’nun sorusu karşısında kolunu kaldırarak yarı ruhları sergiledi.

 

Altı adet yarı ruh belli belirsiz şekilde ışıldayarak toprak ejderi koşusu yapan Julius’un etrafında süzülüyordu. Ancak uzatmış olduğu eli karşısında kafaları karışık bir şekilde titreşiyor, uzaklaşmaya teşebbüs ediyorlardı.

 

“Anlıyorum, Julius gerçekten de yarı ruhlarıyla kontratını yitirmiş gibi görünüyor.” diye düşünen Subaru,

 

[Subaru: Onlarla yeniden kontrat oluşturamaz mısın? Onları bir şekilde kendine çekiyorsun, yani bu ilahi korumanın hala işe yaradığı anlamına gelmez mi?]

 

[Julius: “Ruh Toplama İlahi Koruması” hala güçlü görünüyor. Ve aksine, bu tanıma şekillerinin gizemliliğiyle ilişkili. Belli bir kalabalık, algılanamaz, idare edilemez hisler silsilesine sahip olmak gibi.]

 

[Subaru: Bu şekilde dile getirmeli miyim bilmiyorum ama diğer ruhlar aracılığıyla önlem almaya ne dersin?]

 

[Julius: Emilia-sama gibi her yere giden ufak ruhların gücünü ödünç alabilen bir ruh sanatları kullanıcısı olsaydım bu fikri değerlendirebilirdim……. Ama o yolla ruhların güçlerini mükemmel bir şekilde çekemiyorum. Yarı ruhlarla bağlanmam da birkaç yıl gerektirmişti, sonuçta.]

 

[Subaru: …….Ehh, Emilia-tan’ın Puck’ın ortalama gücünü diğer ruhlardan çekemediği de doğru. Sanırım bir ruhla partner olmak özel bir şey.]

 

[Julius: Emilia ve Ulu Ruh. Aynı sen ve Beatrice-sama gibi.]

 

Zor bir durumdu. Subaru kendisi gibi bir ruh sanatları kullanıcısı olan birine “git de başka ruhlar bul” gibi bir şey söyleyemezdi. Bu kendisinden bağları koptu diye Beatrice’i bırakmasının istenmesi gibi olurdu. E tabii ki bu teklifi orta parmağını kaldırdığı gibi reddederdi.

 

Julius’un altı yarı ruhla arasındaki ilişki de tıpatıp aynıydı.

 

[Julius: Dolayısıyla şu an için bir şövalye olarak yükümlülüklerimi yerine getirmek adına yalnızca kılıcımı kullanabileceğim. Tabii ki kılıcın ruh kullanımından değersiz olduğunu düşünmüyorum ama bu durumun kabiliyetimi yetersiz kıldığı doğru.]

 

[Subaru: Bu yolculuğun bir amacı da senin olanı geri alman, ayrıca kılıç yeteneklerinle ilgili söylediklerin de şaka gibi. Hele karşındaki bensem daha da şaka gibi.]

 

Julius ruh teknikleriyle ilgili hasarlı, yetersiz kabiliyetinden bahsediyordu.

 

Subaru’nun bir yıl önce başkentin tören alanında o gücü tükettiği kesindi. Artık o zamana kıyasla daha iyi durumda olsa da aradaki farkı kapattığını düşünmüyordu.

 

Julius’un bakış açısına göre o zaman Subaru ile dövüşmek bebeğin elinden şeker almak gibiydi. Şimdiyse karşısında 5 yaşında bir Subaru vardı. Aralarındaki güç farkı böyleydi işte.

 

[Subaru: Reinhard da senin gibi. Kendinizi küçümsemek gibi kötü bir alışkanlığınız var, ha. Gereğinden fazla tevazu kibirdendir! Böyle sözler her yerde kullanılır herhalde.]

 

[Julius: Aynı cümleyi ben de sana kurmak isterim ama hmmm. Seni beni bırakalım da Reinhard mütevazı davranmıyor veya kendisini küçümsemiyor. Büyük ihtimalle.]

 

[Subaru: Mütevazı davranmıyor veya kendisini küçümsemiyor mu…….?]

 

Aynı saniyede aklına kırmızı saçlı bir kahraman gelse de ona yönelik algı farkları nedeniyle kafası karışmıştı.

 

Herhangi biriyle Reinhard konusunda fikir uyuşmazlığı yaşayacağı hayatta aklına gelmezdi, çünkü o herkesin gözünde en güçlü kişi ve tamamen emsalsiz bir süper kahramandı.

 

Ancak Subaru’nun şüpheleri karşısında Julius, “hayır” diyerek kafasını salladı.

 

[Julius: Sen ve ben Reinhard’ın gerçek gücü hakkında aynı yüksek değerlendirmeye sahibiz. Büyük ihtimalle onu tanıyan herkes aynı fikirdedir. Herkes onun insani sınırların sonuna ulaştığını veya belki de o sınırları aştığını düşünüyordur.]

 

[Subaru: Bunun abartılı bir yorum olmaması ne kadar da olağanüstü.]

 

[Julius: O da bunun kendisinin gerçek gücü olmadığının tamamıyla farkında. Onunla ilk defa 10 yaşlarımdayken karşılaşmıştım…….. ama durum hiç değişmedi.]

 

[Subaru: 10 yaşında tanıştığınızdan bu yana mı? Gerçekten mi?]

 

Patrasche’nin dizginlerini tutmakta olan Subaru, Julius’un anlattıklarına hayret ediyordu.

 

Reinhard tam olarak ne zaman şu an olduğu kişi olmuştu? Bunun oldukça felsefi bir soru olduğunu düşünüyordu ama hiç değilse 10 yıl önceki versiyonu artık tamamlanmış gibi görünüyordu.

 

Bu da omuzlarında son derece kahramanca bir kader taşıdığı anlamına geliyordu.

 

[Subaru: Reinhard o günden beri mi “Kılıç Azizi”?]

 

[Julius: “Kılıç Azizi İlahi Korumasını” aldığında yalnızca 5 yaşındaydı. Önceki “Kılıç Azizi” Theresia van Astrea-sama……15 yıl önceki büyük seferde hayatını kaybetti ve ilahi koruma da Reinhard’ın büyükannesinden ona transfer oldu.]

 

[Subaru: Demek… öyle oldu, ha.]

 

Beyaz balinayla savaştıktan sonra ölmüş ama hala “Kılıç Azizi” olmaya devam ederek ölümünden sonra aşağılanmıştı.

 

O, Reinhard’ın büyükannesi, Wilhelm’in karısıydı ve bu defa ruhu gerçekten de göğe ulaşmıştı.

 

Fakat 15 yıl önce ilahi koruması Reinhard’a miras kalmıştı.

 

[Subaru: Nasıl hissediyordur kim bilir…]

 

[Julius: Hm?]

 

[Subaru: Büyükannesinin ilahi korumasını daha beş yaşındayken devralmış ve daha da kötüsü bir kahramanın kanını miras almış, haksız mıyım? Nasıl hissettiğini hayal edemiyorum.]

 

――Subaru ‘ebeveyn beklentisi’ ağırlığını taşımanın nasıl bir şey olduğunu öyle ya da böyle anlıyordu.

 

Etrafındakilerin beklentisinin ağırlığı altında ezilmenin verdiği acıyı tanıyordu.

 

Tabii ki Subaru ve Reinhard’ın taşıdığı sorumluluk ve ağırlıklar fazlasıyla farklıydı, yani onu kendisiyle kıyaslamak bile başlı başına kabalık olabilirdi.

 

[Subaru: Ben gerçekten güçlüyüm. Öyle güçlüyüm ki inanılmaz gücüm olmasını dilediğim geceler geçirmiyorum, yalnızca ne kadar güçsüz ve yetersiz olduğumla ilgili üzgün düşüncelerle dolu geceler geçiriyorum.]

 

[Julius: Bayağı yersiz bir yorummuş gibi geldi.]

 

[Subaru: Kapa çeneni.]

 

Subaru önemli bir konuşmanın ortasında alaya alınınca dilini şaklattı.

 

[Subaru: Her neyse, şahsen ben başkalarının endişelerini fazlasıyla hissedebiliyorum. Ve Reinhard’ın 5 yaşındaki haliyle aynı olduğunu düşünmüyorum ama nasıl hissettiğini merak ediyorum.]

 

[Julius: Tahmin edebileceğin üzere ben de o günlerde ne hissettiğini bilmiyorum. Ama…]

 

Bu, Julius’un suratını çevirip sözlerini yarıda kestiği ilk sefer oldu.

 

Dizgini sımsıkı tuttu, önüne baktı ve üzerine düşen güneş ışıklarına karşı gözlerini kıstı.

 

[Julius: ――Reinhard’ı gördüğüm an benim için büyük bir dönüm noktasıydı.]

 

O sözlerdeki zafer edasını bir şekilde işitmek mümkündü.

 

Belki de Julius’un güneş ışıkları karşısında kıstığı gözlerinin kısılma sebebi aslında güneş değildi.

 

Belki de o an Reinhard’a da böyle bakmıştı.

 

[Subaru: Yani Reinhard ile birbirinizi yaklaşık 10 yıldır tanıyorsunuz, herhalde. Bana kalırsa bu çocukluk arkadaşı olma gerekliliğini yerine getiriyor sanırım, ama öyle miydiniz sahiden?]

 

[Julius: Yo? Evet, ben Reinhard’ı o yaşta tanıdım ama onun beni keşfetmesi çok daha sonraydı……o beni bir imparatorluk şövalyesi olarak atanışımdan sonra tanıdı. Bu da ben 16 yaşımdayken oldu, yani onu şahsen altı yıldır tanıyorum.]

 

[Subaru: …….Arada bayağı büyük bir boş zaman yok mu?]

 

[Julius: O “Kılıç Azizi” unvanını devraldığında benim elle tutulur hiçbir kabiliyetim yoktu. O, bunun acı verici derecede farkına varmamı sağladı ve bu da benim başlangıcım oldu.]

 

Julius sessizce bu sözleri söylese de sesindeki tutku, tonunun aksine yüksekti.

 

Sarı gözlerinde mesafeli bir bakış yer alırken Subaru, onun tek bir kelimesi, yani “başlangıç” deyişi karşısında başını salladı.

 

Bu belirsiz kelimelerin üzerine o gün, muhtemelen Julius’un hafızasında hala canlıydı.

 

E Julius’un başlangıcı o günse hafızasında canlı olması normaldi.

 

Subaru’nun kendi başlangıcına dair anıları da hala göğsünde sıcaklığını koruyor, ruhunu kasıp kavuruyordu.

 

Bir başka dünyada Emilia tarafından kurtarılışı, Rem’in çökük sırtını destekleyişi, yangında Beatrice’in elini tutuşu, tüm bu anlar Subaru’nun “başlangıcı” idi.

 

[Subaru: Orada başladı derken çocukken şaşırtıcı bir şekilde yaramaz olduğunu falan mı kastediyorsun? Savurgan bir asil veya erkek evlat gibi.]

 

İçini dolduran hislerin akışına karşı çıkıp kasten alaylı çıkarttığı bir sesle böyle söyledi.

 

Bunun yalnızca Julius ile sınırlı kalmasına imkan yoktu ama gerçekten de onunla ilk tanıştığında onun genç, şatafatlı bir asil olduğunu düşünmüştü. Ve eğer durum böyleyse, bu genç asilin çocukluğunda yaşadığı kibirli hayat tarzı gözünde netleşirdi.

 

Bu esnada Subaru’nun hislerini bir kenara bırakıp konuşmanın akışını değiştirmek adına konuyu değiştirmesi, Julius’un ansızın dudaklarını gevşetip şöyle bir karşılık vermesine sebep oldu:

 

[Julius: Bunu ifade ediş şeklini değiştirmeni isterim. Yalnızca azıcık…… ama yine de inkar edemeyeceğim kısımlar var.]

 

[Subaru: Cidden mi!? Gerçekten şatafatlı bir asil miydin!? Atının tepesinden sıradan vatandaşları tekmeleyip hizmetçilerini zorbalık ederek zorla baskılıyor muydun!?]

 

[Julius: Neden bir anda bu kadar neşelenmeye başladığını merak etmemek elde değil.]

 

Julius, heyecana kapılan Subaru’ya soğuk bir bakış attı. Sonra da hızlıca arkasına bakındı.

 

Yalnızca ejder vagonuyla değil, içindeki kızlarla da ilgileniyordu. Tabii ki konuşmalarını duyup duyamayacaklarını kontrol edecek kadar ileri gitmesine gerek yoktu ama bu kadarı içinden gelmişti.

 

[Julius: Soyum hakkında ne kadar bilgi sahibisin?]

 

[Subaru: Hiç.]

 

[Julius: Öyle ani cevap verdin ki bu konuda kendini iyi hissediyor olmalısın.]

 

Sahiden de onun soyuna dair en ufak bir bilgisi yoktu.

 

Subaru göğsünü hünerle şişirirken Julius buruk bir şekilde gülümsedi. Sonra da belindeki şövalye kılıcına dokundu. Belki de ailesinden yadigardı. Şu anda o kılıcı kuşanmaya layık olup olmadığından yana tereddüt ettiğini suratından anlamak mümkündü.

 

[Julius: ――Ben Juukulius Hanesinin orijinal en büyük oğlu değilim.]

 

[――――]

 

[Julius: Daha doğru ifade etmek gerekirse, resmi olarak en büyük oğul olmadığımı söylemeliyim. Juukulius Hanesinin gerçek başı Alviero Juukulius. Klein Juulius onun küçük kardeşiydi -ki o benim babam oluyor- ve çoktan göçüp gitmiş olmasına rağmen damadı şu anda ailenin başı.]

 

Subaru beklediğinden daha şaşırtıcı çıkan bu sözcüklere karşılık vermedi.

 

Bu dünyanın asil toplumuyla Subaru’nun bildiği sosyetenin ne derece uyuştuğunu söylemek zor olsa da Julius’un pozisyonu kesinlikle karmaşıktı.

 

Ayrıca, onun için durum buysa küçük kardeşinin, Joshua’nın pozisyonu neydi? Abisi Julius’un eksikliğini çekiyordu ve an itibarıyla tüm dünyanın hatıralarından silinmiş durumdaydı.

 

[Julius: Pristella’da kalan Joshua ile gerçekte nasıl bir ilişkim var bilmiyorum. İçimde ona dair bir hatıra kalmadığı için belki gerçek babam Klein Juukulius’un kanını taşıyan genç kardeşimdir, belki de üvey babam Albert Juukulius’un kanını taşıyan meşru bir çocuktur.]

 

[Subaru: ……..Ya farklıysa?]

 

[Julius: “Kardeşlik” yalnızca bir hitap şekli, yani belki de özünde kuzenlik şeklinde bir ilişkimiz vardır. Eğer öyleyse Joshua Juukulius, Juukulius Hanesinin başı olması en muhtemel kişidir.]

 

[――――]

 

Julius bunu sakince söylemiş ve tam da bu yüzden söyledikleri kulağa gerçek gelmişti.

 

Bu noktada için içindeki kişi olmasına rağmen konuşma tarzındaki karmaşıklığın farkında değildi. Eğer Julius ve Joshua gerçek kardeşlerse Juukulius Hanesinin varisi Julius idi. Ancak Julius Joshua’nın gerçek kardeşi değilse, varisin Joshua olacağını söylemek daha doğru olurdu.

 

Ancak Julius bunu nasıl teyit edeceğini bilmiyordu; Joshua’nın varlığı dünyadan silinmiş ve Julius kardeşine dair hatıralarını yitirmişti, yani kendi yerinden habersizdi.

 

[Julius: Kaçınılmaz bir şey ama ne zaman üzerine düşünsem pozisyonum daha da karmaşık bir hal alıyor. İnsanın yarınını bilmemesi pek cezbedici değil, gerçi şu anda Juukulius Hanesinin geleceğindense kendi sendeleyişimden yana endişelensem daha iyi olacak.]

 

[――――]

 

Julius, belki de Subaru’nun bunu şaşırtıcı bir şaşkınlıkla karşılayışı nedeniyle şaka yollu bir şekilde böyle söyledi.

 

Subaru’nun ağzı kurumuştu. Midesinde hissettiği rahatsızlıkla dişlerini sıkıyordu. Julius’un şu anki hisleri onu saçmalık derecesinde endişelendiriyordu.

 

[Julius: Böyle bir geçmişim olduğu için o günlerde istikrarsızdım. Üvey babam beni kraliyet kalesine götürdü ve bana öğretilen yetersiz görgü kurallarını sergileyince eve dönmem gerekti. İşte o zaman henüz sekiz yaşında olan Reinhard’ı gördüm. ――Hepsi bu işte.]

 

Julius bu noktada biraz zoraki şekilde konuşmayı sonlandırmayı seçti.

 

Subaru’nun akıllıca bir karşılık verecek veya itiraz edecek cesareti yoktu. Julius’un yapayalnız bir havayla uzaklara bakışını gördüğündeyse dişlerini sıkmayı sonlandırdı.

 

Ve doğruca ağzından bir soru döküldü.

 

[Subaru: Neden bir anda bana bunları anlatmak istedin?]

 

[Julius: Beni gerçekten dinleyeceğini hissettim. Belki de yanılmışımdır?]

 

[Subaru: Yo, doğru söylüyorsun…….benim hatam, ama değindiğim şey bu değildi. Benimle böyle bir konuşma yapman garip değil miydi?]

 

[Julius: Hayır, değil. Bunlar Reinhard ve Ferris tarafından bilinen konular… imparatorluk şövalyeleri tarafından da. E tabii ki Anastasia-sama da biliyor. Özel bir şey değil yani.]

 

[――――]

 

Subaru hiç anlamamış şekilde kaşlarını çattı.

 

Herkesin bildiğini söylese de bunlar öylece etrafa yayabileceği bilgiler değildi. Beklenildiği gibi bu kelimeleri kulağa yapmacık gelmişti.

 

Belki de Julius, Subaru’nun kaşlarının çatılışından memnuniyetsizliğini anlamıştı.

 

Derken dizginleri çekti ve ejderinin hızını bir miktar arttırdı.

 

[Julius: Evet, bu herkesin bildiği bir şey. ――Bu yüzden senin de bilmeni istemiş olabilirim. Bu dünyada beni en çok tanıyan kişinin bilmesini istemiş olabilirim.]

 

Mavi yer ejderi kuyruğunu savurarak ivmelenirken Julius’un ifadesi görünmez hale geldi.

 

Tabii Subaru’yu ardında bırakacak kadar hızlı gidiyor değildi. Bu yalnızca her zamanki ukalalığıyla konuşmanın sonlandığını ilan ediş şekliydi.

 

[――――]

 

[Subaru: Hm, sorun yok. Benimle ilgilendiğin için teşekkürler, Patrasche.]

 

Koşmakta olan simsiyah yer ejderi kafasını kaldırarak göz ucuyla Subaru’ya bakmış, “Öndeki yer ejderine meydan okuyalım mı?” şeklindeki jesti karşısındaysa Subaru, minnetini göstererek başını okşamıştı.

 

[Subaru: …….Karakterime uymayan bir şeydi.]

 

Ağzından bu ufak, aksi kelimeler döküldü.

 

Güçsüzleşiyor muydu? Ya da belki de bir trajedinin kahramanı olarak havaya giriyordu?

 

Açıkçası hislerini ifade etmenin tek yolu “sinir bozukluğu” idi.

 

[Subaru: Ahh, lanet olsun. Neyim ben, bir aptal mı? Yo, kesin aptalım……]

 

Diyen Subaru kafasını kaşıdı ve sinir bozukluğunu yalnızca konuşarak dışa vurdu.

 

Neticede bu defa Julius’un ağzından dökülenlere verebileceği kesin bir yanıt yoktu.

 

Ve Augria Kum Tepelerine gidene dek de olmayacaktı.

 

Grup kum tepelerinin yakınlarındaki “Milura” şehrine vardığında bile o yanıt kendisini göstermeyecekti.

 

#Aslında bölüm adı ‘The Juukulius Inscription’ ama o kelime yazıt, kayıt, ibare gibi anlamlara geliyor. O yüzden bu isim daha uygun kaçar diyerek ufak bir değişiklik yaptım.

İçeriğe gelirsek, Julius’un aile ilişkilerini çok da çözebilmiş değilim açıkçası. Joshua meselesi çözülene dek de -tabii çözülebilirse- durum değişmeyecek gibi görünüyor. Gerçekten Julius hem unutulmuş hem de kardeşini unutmuş biri olarak çok korkunç durumda, düşmanımın başına gelmesin denilecek cinsten. Yine de bu olay kendisini hatırlayan tek kişi olan Subaru’yla bağlarını her geçen gün daha da kuvvetlendiriyor. Bakalım bu ilişki bir gün gerçek bir arkadaşlığa dönüşecek mi… Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44300 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr