Cilt 5 Bölüm 53 [ Çatışma Şehri ] (2/2)

avatar
4014 8

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 53 [ Çatışma Şehri ] (2/2)


Çevirmen : Clumsy



[Oburluktan] Kontrol Kulesini almak adına gerçekleştirilen bu mücadele Julius, Ricardo ve Alphard arasındaydı.

 

Julius: “—El Clausel”

 

Altı renkli yarı ruhların gücüyle şövalye kılıcının ucundan gökkuşağı rengi bir parlaklık yayılıyordu.

 

Açığa çıkan şey, rakibin ölümünü amaçlayan öncül bir saldırıydı.

 

[Clausel] de Petelgeuse’in bedenine bile zarar vermeyi başaran [Clarista] ile aynı cinsten bir büyüydü fakat kılıcın kendisine yapışan tahrip edici parlak bir ışık olan [Claristanın] aksine [Clausel] uzun menzilli bir saldırıydı.

 

Petelgeuse sayesinde Günah Başpiskoposlarının Julius’ta bıraktığı intiba hala güçlüydü.

 

Julius’un o deli adamla, dünyaya uzun zamandır çok çileler çektiren büyük günahkâr [Tembellik] Günah Başpiskoposuyla savaşırken edindiği izlenim şu ankinden tamamen farklıydı— şu anki düşmanıyla gerçekleştirdiği savaş da öyleydi.

 

[En İyi Şövalye] unvanını alan Julius Juukulius, tavırları nedeniyle insanları sıklıkla yanlış anlar ama tüm insanların doğaları gereği özlerinde iyi olduğu teorisine inanırdı.

 

Yine tüm eylemlerin yorumlamaya bağlı olduğuna ama insanların eylemlerinin başkaları üzerindeki etkileri gibi konularda düşünmesi gerektiğine inanırdı.

 

Bu yüzden Petelgeuse Romanee Conti isimli Günah Başpiskoposu ve onun öz bilinçli oyuncakları olan Cadı Tarikatı Üyeleri Julius’a çok ağır gelmişti.

 

Bunu anlayamayan, başkalarının sıkı çalışma ve çabalarını görmezden gelenlerin Julius’un düşmanı olması kaçınılmazdı.

 

Julius’un gözünde Cadı Tarikatının kendisine yaptığı en kötü şey [şövalyeliğine] zarar vermekti.

 

Gizli bir numarası veya son ana saklanan bir kozu yoktu.

 

O iblisleri en başından alt etmekten yana hiç tereddüt etmiyordu.  

 

Altı yarı ruhun yardımıyla eşzamanlı olarak altı büyü rengini idare ederek olağanüstü bir teknik kullanıyordu.

 

Büyü gücünde en ufak bir uyumsuzluğa bile müsamaha göstermiyordu. İşte bu, Julius isimli dahi ruh kullanıcısının yarı ruhlarla bağlanmasının ardından gösterdiği çabaların eseriydi.

 

Sonuç büyünün zirvesinde oturan Roswaal L. Mathers’ın yapabilecekleriyle birebir aynı değildi. Bu, bizzat Julius tarafından yaratılan ve ona özgü bir şeydi.

 

İlk bakışta çok korkutucu görünmüyor ve karşı taraf yeniden düşünme fırsatı bile bulamadan püskürtülüyordu.

 

Julius’un kalbinde taşıdığı bir inanç vardı— o da aralarındaki tezatlığı araştırmaktansa düşmanı tarumar etmeye öncelik vermesi gerektiğiydi.

 

Fazlasıyla parlak, yıkıcı ışıklar taş zemini dağıtıyor ve küçük gölgenin iki kolunu birden avlamak adına ilerliyordu.

 

Uzun, koyu kahve saçlar, kirli paçavralar, donuk ışıltılı hançerler gökkuşağı rengi ışığın ışıltılarıyla yutuluyordu—

 

Roy: “Bu kesinlikle nii-sama’nın beklemediği bir şey. Gözlerini görmek istemediği şeylerden kaçırmak gibi bir zayıflığı var, değil mi?”

 

Ricardo: “—Ne!?”

 

Yere yığılan Alphard’ın mırıltısı işitiliyordu. Uzun dili dışarı sarkan kafir, yerde yatıyor denilebilecek kadar eğilmiş bir şekilde zemini tekmelemişti.

 

O parlak ışıklar asla rakibine ulaşmakta geç kalmazdı. O oktan kaçınabilmek adına ya Reinhard gibi bir fiziksel kabiliyete ihtiyaç duyardınız ya da—

 

Roy: “Seni takdir ettik, nii-sama. Başkalarına çabalarını göstermekten nefret eden nii-sama’nın çaresizlikten böyle şeytani yeteneklere başvuracağını nereden bilecektik ki ~tsu.”

 

Julius: “Ne diyorsun sen!”

 

Roy: “Demek bilmediğimizi düşünüyorsun, Julius nii-sama gerçekten masummuş. Ama senin bu özelliğin hoşumuza gidiyor ~tsu! Gyahahahaha ~tsu!”

 

Alphard yerde sıçrayıp büyüden kaçınırken bu kozun kullanılacağını biliyor olduğunu iddia etmişti. Sonrasında Ricardo, büyüden kaçmış olan Alphard’a saldırmak adına koşmaya başladı fakat bu da rakibin beklediği bir hamleydi.

 

Hançerler çarpışır ve kıvılcımlar yayılırken Ricardo ona nehrin önünde hücum etmişti. Kuvvet konusunda bunaltıcı bir üstünlüğe sahipti. Alphard ise bu kuvvet farkını hançer kullanımındaki inanılmaz yeteneğiyle karşılıyordu. Kafirin yanındaki kaldırım taşları parçalanıyor, havadan yağıyordu.

 

Bu sırada Alphard’ın tüylü gövdesini kestiği Ricardo’dan bir çığlık yükseldi.

 

Roy: “Ba~ak, köpek eti parçası ~tsu! Sert ve leziz bir et, yemesi kolay olsun ısırması kolay olsun sindirmesi kolay olsun sıçması kolay olsun çözünmesi kolay olsun sebzelere gübre olması kolay olsun diye yapışkan ve yumuşak hale getirilmeli ve her şey bu kadar kolay olduktan sonra besin zinciri döngüsü döngüsü döngüsü döngüsü başlasın diye yenmeli ~tsu! A~h, ne harika ~tsu!!”

 

Ricardo: “Ngh, gh, ghk!?”

 

Hançerleri iki koluna takılı şekilde bu seri konuşmayı yapan Alphard’ın hızı olağanüstü değildi. Büyüme periyodu henüz sonlanmamış, bedeni sağlamlaşmamıştı ama defansı sağlam Ricardo’nun bedenini parçalarken sergilediği fiziksel kabiliyet bu görünüme zıttı.

 

Julius: “Ricardo!!”

 

Kablo misali tüyler ve kalın kaslar. Ricardo’nun normal insan bedenine kıyasla bir zırhı andıran bedeni o güne dek Aphard’ın saldırısı haricinde hiçbir teknikten yara almamıştı.

 

Gözleri kocaman açılan Julius, Ricardo’nun kanayan yarasına sersemlemiş şekilde bakakalmış durumdaydı.

 

Alphard hızlı hamleler gerçekleştirip her bir hamlesinde tamı tamına eklemleri ve kürkün ince noktalarını hedef alıyordu. Ricardo’nun bedeni ne kadar üstün olursa olsun kilit noktalarınıza saldırıldığında yaralanır, kan akıtır ve canınızdan olurdunuz.

 

Julius: “—hk.”

 

Bu darbe bombardımanını gören Julius bir kez daha yarı ruhlarını çağırdı. Rüzgar kesikleriyle alevlerin birleştiği kılıç, o an için iki renkli yarı ruha hükmediyordu– [Ateşin] Ia’sı [Rüzgarın] Aro’su. Kırmızımsı alevlerle kuşanmış bir kesik, yan taraftaki Alphard’a ilerliyordu.

 

Roy: “Evet, bu kalıbı da biliyorduk ~tsu!”

 

Julius: “Ne!?”

 

Roy: “Bu şaşkınlık tamamen içtendi ~tsu! Midemiz herhangi bir zorluk çekmeyecek ~tsu!”

 

Fakat Alphard saçma sapan bir şekilde hiç etkilenmemişti; bir koluyla saldırmayı sürdürürken bir yandan da olacağını düşündüğü şeyleri görmek adına gözlerini arkaya çevirmiş halde boş gövdeye tekmesini savurdu.

 

Ve topuğu, hep yaptığı gibi fazlasıyla sıkı bir mücadele veren Julius’un içinden geçmek istercesine karın kaslarına nüfuz etti. Ön taraftaki Ricardo ise tam da karşılık vermek üzereyken alt çenesine inen ayak parmaklarıyla karşılaştı.

 

Roy: “Ne hoş ne hoş, bu iş eğlenceli olmaya başladı ~tsu! O nii-sama! O Ricardo-san! İkisi de bu büyük mücadelenin bir parçası ve biz de onların rakipleriyiz! Güçsüz bedenlerimizle katiyen yapamayacak, erişemeyecek, göremeyecek, anlayamayacak olsak da çoktan pes etmiş olmamız gerekse de ~tsu! A~h! Bu kadar eğlenceli hale gelmesi, n~e adaletsiz adaletsiz adaletsiz ~tsu!”

 

Julius ve Ricardo aynı anda dizlerinin üzerine çökerken peşlerini bırakan Alphard, ikiliyi baskı altında tutmak istercesine taş zeminde takla atıp duruyordu.

 

Onun bu inanılmaz yeteneğini ve çocuksu gaddarlığını dikkate almaları gerekiyordu.

 

Ricardo: “Bu işittiğimden çok daha fazlası. Yine de şu herif neyin nesiyse sinirimi bozuyor. Yürüyüşü, konuşuşu, onunla ilgili her şey çok ürpertici!”

 

Neredeyse hiç yaralanmamış olan ve eskiden kalma hiçbir yarası yok denilebilecek Ricardo, kollarındaki yaraları yalarken sersemlemiş bir sesle bu cümleleri kurmuştu. Ağır nefesler alarak ayaklanan Julius da Ricardo’nun öfkesine katılıyordu.

 

Julius: “Aynı Belediyedeki gibi… yo, yalnızca tavrı bir o kadar anlaşılmaz. Bizi kandırmaya çalışıyor olabilir ama tam tersi bir etki yaratmaktan başka bir işe yaramayacak.”

 

Roy: “Böyle söylesen bile insan nii-sama insan olmayan Ricardo-san için duyduğu endişeyi hep gizliyor, haksız mıyım? Bunu~ zaten bildiğimizi söylemiştik ~tsu!”

 

Julius: “Seni piç…”

 

Ellerini çırpan Alphard kontrolsüzce gülerken Julius’un gönderdiği [Su] yarı ruhu Kua’nın yaralarını iyileştirmekte olduğu Ricardo bir adım öne çıktı.

 

Ricardo: “Ah! Hey, Julius! Oraya gitme!”

 

Julius: “Sen yaraların kanamayı kesecek kadar iyileşene dek sessizce bekle!”

 

Şövalye kılıcını öne uzatan Julius bu şekilde Alphard’a hücum etti. Fakat bu hareketinin öncekinden farklı olduğu barizdi.

 

İlk saldırıyı karşılamış olan Alphard’ın kaşları keskin adımlar ve kesikler sonucunda hafiften sıyrılmış durumdaydı.

 

Roy: “Bu…”

 

Julius: “[Yang] yarı ruhu In’ın gücü ve aynı zamanda,”

 

Roy: “Oh?”

 

Alphard’ın sorusu cevap niteliğinde bir sesle üst üste binmişti.

 

Julius’un uzun bacakları sıçrayıp Alphard’ın kafasını tekmelerken kafirin yanakları mağlubiyet içerisinde bastırılmaktaydı. Bu defa defansı vaktinde devreye girememişti. Kolları ardında sallanan ve gözlerini deviren Alphard dönüp duruyor, çaresizce kaçınmaya çalışıyordu.

 

Roy: “Uaa kyya! Şu anki ne peki?”

 

Julius: “[Yang] yarı ruhum. Kılıcımdaki ise [Yin] yarı ruhu. Fiziksel kabiliyeti geliştiren karşılıklı bir ortaklık. Bununla ilk karşılaşışındı, değil mi?”

 

Roy: “…Oh, hehe, bekle~nildiği gibi! Julius-sama bir harika! Hala bilmediğimiz bir cazibeyle yüklüsün, değil mi ~tsu!”

 

Julius: “–!?”

 

Yanakları kırmızıya bulanan Alphard, yine kızarmış gözlerle Julius’u izliyordu.

 

Julius’un o samimi bakışlar karşısında kaşlarını çatışıyla da koluna bağlı hançeri çıkartarak fırlattı. Ve hançerin taşlara inişiyle tiz bir ses yankılandı.

 

Hemen ardından topukları kaldırım taşlarını parçaladı.

 

Roy: “Görünen o ki seni hançerlerimizle şaşırtamayacağız, öyleyse bu defa yumruklarımızı kullanma niyetindeyiz ~tsu.”

 

Julius: “Gh– ~hk!”

 

Aradaki mesafeyi göz açıp kapayıncaya dek kapatan Alphard belini döndürürken avcunun alt kısmını kullandı. Julius ise bunu boştaki sol eliyle karşıladı fakat kolundan göğsüne bir şok nüfuz etti.

 

Akla hayale gelmeyecek bir şekilde yerden gerçekleştirdiği güçlü silkiniş ve belinin bükülüşüyle avuç saldırısının yıkıcı gücü yükselmiş ve Julius hiç duraksamadan uçurulmuştu.

 

Subaru bu manzaraya tanık olsaydı aklına mutlaka bir trafik kazası gelirdi.

 

Roy: “Yumruklarımız sekiz yüzü aşkın kişiyi indirdi……. nii-sama’yı da kemik iliklerine dek sarstığımızı varsayıyoruz, haksız mıyız?”

 

Bu da bir arabanın hareketi kesemeyip savunmasız bir insanı uçurması kadar ağır bir manzaraydı.

 

Julius, Alphard’ın delice gülümsemesine karşılık verecek durumda değildi.

 

Göğüs kemikleri ve iç organları ezilmiş, kıyafetlerinden kanlar sızarken uzun bedeni havalanmıştı. Bu sırada tedavi görmekte olan Ricardo duruma hızlıca tepki gösterdi.

 

Ricardo: “Julius, dikkat et!!”

 

Ve beklenmedik bir şekilde kafası bir duvara çakılmak üzere olan Julius’u kucaklayarak korudu. Böylece devasa köpek bile darbenin etkisi altında kalarak binaya tosladı, taşları parçaladı.

 

Julius’un yardımına koşan Ricardo havalanan toz öbeği içerisinde kafasını salladı. Kafasındaki kan tek bir tarafta birikmişti ve boğulmasını engellemek adına ağzındaki kanları tükürüyordu.

 

Ricardo: “Ruhlar! Beni duyabiliyo musunuz bilmiyorum ama efendinizin başı dertte! İşe koyulun! Beni düşünmeyi sonraya bırakın!”

 

Sebep Ricardo’nun çağrısı mıydı bilinmez ama mavi ışıklar Julius’un ölmekte olan bedenine akmaya başlamıştı. Bu sırada onun hiç değilse ölümden kurtulduğunu gören Ricardo dövüşe verdiği uzunca molanın ardından canı sıkkın halde bu hareketli olaydaki yerini aldı.

 

Roy: “Hoş geldin! Bir tabak yemek ister misin? Belki ikram edilecek bir şeyler? Ya da belki de ak-şam-ye-me-ği?”

 

Ricardo: “Dilini o lanet olasıca ağzına geri sok, kahrolası velet… Sana bizim mekanımızda yetişkinlerle dalga geçen çocuklara ne olduğunu öğreteceğim.”

 

Roy: “Ohpekiohpeki, bu işi daha ileri götürmeyelim. Yemek olarak köpek istemeyiz zaten. Hançer veya yumruklarla oynamak istemiyorsan… buna ne dersin?”

 

Gülümseyen Alphard ellerini iki yana açarken Ricardo anında daha temkinli hale geldi. Dişlerini sertçe birbirine vuruyor, gözlerini o şeyden ayıramıyordu.

 

—Yani Alphard’ın arkasındaki kanaldaki sulardan bir girdap gibi yükselen ve Ricardo’ya bir su ejderinin boynunu andıran birikintiden.

 

Ricardo: “Kılıç yeteneği, dövüş sanatları ve şimdi de büyü. Sen ne cehennemsin böyle?”

 

Roy: “Biz anonim, aktif olmayan ve ailemiz tarafından gururla bile bakılamayan büyücüleriz. Böyle bir şey ~tsu!”

 

Alphard’ın bu cümlelerin hemen ardından dışarıdaki dilini yuvarlayışıyla su öbeği Ricardo’ya yöneldi.

 

Yalnızca sudan oluşsa da momentumu ve yoğunluğu öyle çoktu ki bir canlının bedenini parçalayabilirdi. Üstüne üstlük Ricardo’nun arkasında Julius yatıyordu, yani bu saldırıdan kaçınmayı seçmek gibi bir şansı yoktu.

 

Ricardo: “Yaptın yapacağını. Hah, hah— haa!!”

 

İri ağzını açan ve bedenini yere yaklaştıran Ricardo, bir kükreme dalgası saldı.

 

[Demir Dişin] üç yardımcı komutanından ikisi bu kükreme dalgası saldırısını birlikte kullanma kabiliyetini sergilemişti. Fakat esasında Mimi bu tekniği Ricardo’yu taklit ederek geliştirmişti ve Ricardo da tekniğin kendisine ait olduğuyla ilgili onunla tartışıyordu.

 

Ancak yükü dağıtarak azaltan Mimi’nin aksine tek bir kişinin kullandığı bu kükreme, beden için büyük bir yük teşkil ediyordu.

 

Boğazından yıkıcı bir kükreyiş çıkan Ricardo, çamurlu suların bedenine inişini hissederek yere tutunuyordu.

 

Roy: “Vaay, harika ~tsu.”

 

Bu hayranlık sesini işitemeyen Ricardo’nun kükreme dalgası çamurlu sularla çarpışıyordu.

 

Tam önünde dalgalar çarpışır ve sular etrafa sıçrarken birkaç tonluk su kütlesi dağılıyor, buharlaşıyordu. Bir iki saniyenin ardındansa yok edilen çamurlu öbek bir yağmur misali plazaya çarptı, taş zemine taştı ve eğilmekte olan Ricardo’yu yere düşürdü.

 

Ricardo: “Bunun, büyük bi şey olduğu kesindi… ağzımın kenarı bile, birazcık kesildi, ha.”

 

Artçı hasar Ricardo’yu uzunca bir müddet afallatmış, kükreme dalgasının yükü daha da kuvvetlenmişti. Yine de omzuna nefes veren Ricardo, buna rağmen hisleri sayesinde ayağa kalkmayı başarmıştı.

 

Bu esnada en ufak bir zarar görmeyen ve hiçbir bitkinlik belirtisi vermeyen Alphard öylece dans ediyordu.

 

Roy: “Harikaharika ~tsu! Birinin böyle bir şeye dayandığını görmeyeli bayağı olmuştu. Öyle çok olmuştu ki hiçbirimizin hatıralarında böyle bir iz yok. Ne iyi, amma iyi, bayağı iyi, belki iyidir, iyi değil mi, iyi olması mümkün, iyi olabilir, muhtemelen iyidir, çünkü büyük ihtimalle iyi ~tsu!”

 

???: “Tekrarlanan konuşman burada sona eriyor.”

 

Roy: “Vaay, nii-sama’nın büyük dönüşü. Korkutucu, sevimli, kaçınılmaz.”

 

Kafasını sallayan Alphard’ın önünde, Ricardo’nun hemen yanındaki kişi Julius’tu.

 

Beti benzi atıktı, şövalye üniformasıysa kana bulanmıştı. Nefes alıp verirken bile hafiften bocalıyordu ve formunun zirvesinde olduğunu söylemek tam anlamıyla imkansızdı. Ama böyle söylenemese de,

 

Julius: “Yardımın için teşekkürler, Ricardo.”

 

Ricardo: “Yardım ettim tabii. Sana çabalarımı doğru düzgün rapor ettiricem ki o geçici ikramiyeyi alabileyim.”

 

Julius: “Seni temin ederim ki bu konuda benden yana en ufak bir endişe taşıman gerekmiyor.”

 

Şövalye kılıcını kavrayan Julius, Ricardo’nun omzuna hafifçe vururken göz ucuyla Alphard’ı izliyordu. Bu bakışları fark eden kafir ise gülümsüyor, boyalı yanaklarıyla dudakları rahatsız edici bir şekilde kıvrılıyordu.

 

Surat ifadesi, eylemleri, dövüş tarzı bile ürkütücülük ve tekinsizlik hissiyle dolup taşıyordu.

 

Belki de başlı başına bu, [Oburluk] Otoritesiyle ilişkiliydi.

 

Julius: “Kılıç kullanımında, dövüş sanatlarında ve hatta büyüde bile böyle bir güç sahibiyken neden kötülüğe kullanıyorsun ki? O güç başka bir şey, daha iyi bir şey için kullanılabilirdi.”

 

Roy: “Başka bir şey, ha. Birkaç örnek versene, nii-sama’nın aklından geçen nedir?”

 

Nii-sama. Bu hitap şekli bile rahatsız ediciydi.

 

Bu kelimenin Julius’un gözündeki değeri Alphard’ın dilinin her dokunuşunda, gösterişli ses tonu ve burnu havada tavrıyla her söyleyişinde azalıyordu.

 

—Halbuki ona bu şekilde seslenecek bir aile ferdi bile yoktu.

 

Julius: “Mesela bir şövalye olarak. Mesela bir paralı asker olarak. Mesela bir kahraman olarak. Dağınık güçler rahatlıkla kötülüğün eline geçebilir ve kuvvet, zoraki bir şiddete dönüşebilir. İşte bu yüzden…”

 

Roy: “Böyle diyeceğini düşünmüştük ~tsu! Böyle diyeceğini düşünmüştük, anii-sama! Tanıdığımız nii-sama’nın, güvendiğimiz nii-sama’nın böyle diyeceğini biliyorduk. Böyle düşünüyorduk ~tsu!”

 

Konuşmaya ansızın bir duraksama getiren Alphard, sıçrayarak Julius’a yaklaştı.

 

Şövalye kılıcını dikey bir şekilde tutan Julius ise ondan gelen tekmeyi keserek karşılık verdi. Fakat topuğunda metal tabakalar varmışçasına o kesiş hiçbir zarar vermedi.

 

Alphard keskin dönüşler yapıyor, düşük bir açıdan tekmelerini savurmayı sürdürüyor, durduğu yerde dönüp dans ediyor ve Julius’u iskeleye çarpması adına ittikçe itiyordu.

 

Yoğun ve güçlü hamleleri karşısında Ricardo bile zamanın takibini yitirip müdahale edemez hale gelmişti.

 

Roy: “Birer çocuk olduğumuz günleri hatırlıyor musun!? Hastalanıp yatağa düştüğümüzde nii-sama’dan bize bahçedeki ağaçtan bir Appa getirmesini istemiştik ~tsu!”

 

Julius: “Gönlünce konuşup duruyorsun……! Böyle bir şeyi neden hatırlayacakmışım! Kendi gelişigüzel hayallerini başkalarına dayatmaya çalışmayı bırak!”

 

Roy: “Biz ve nii-sama hala küçüktük ve nii-sama bunun imkânsız olduğunu, vazgeçmemizi söylemişti ~tsu! Hatırlıyor musun? Hatırlamıyor musun? Ama biz, sırf nii-sama bizi durdurmaya çalıştı diye o appayı daha çok ister hale gelmiştik ~tsu! Nii-sama’nın imkânsız dediği şeyi yapınca da harika bir iş başardığımızı düşünmüştük! Özgüvenimiz artmıştı! Gerçekten bö~yle düşünmüştük!”

 

Julius: “Sen neden, neden bahsediyorsun!? Benim böyle bir şeyden haberim yok… yok!”

 

Julius rakibinin tekmelerini, topuk saldırılarını, dönen tekmelerini, düz tekmelerini, havadan gelen tekmelerini, taklalarını, ters dönerek attığı tekmeleri şövalye kılıcıyla karşılıyordu.

 

Kolları uyuşmuş, iç organları acı içerisinde yıpranmıştı ve ağzından kan tadı alıyordu. Yo, bu saf kan tadından farklıydı, kusmukla karışık bir kan gibiydi. Dudaklarını ısırıyordu. Her nedense öyleydi.

 

Alphard’ın kuruntularını dikkatlice dinlemeden edemiyordu.  

 

Roy: “Sonrasında olanlar yüzünden, biz ~tsu! Biz ~tsu! Nii-sama ~tsu!”

 

Julius: “—hk!”

 

Roy: “Biz sürekli, sürekli bunu düşündük ~tsu! Daima, daima bunu hissettik ~tsu! Farklı olduğunu! Bir yükten ibaret olduğunu ~tsu! Bir zamanlar öyle olduğunu! Şimdi öyle olduğunu! Ne hoş bir his! Ne histi ama! A~h, çok iyi hissettiriyor! Nihayet anlıyoruz!”

 

Julius: “Senin hakkında hiç ama hiçbir şey, hiçbir şey bilmiyorum!”

 

Julius giderek daha da hiddetli bir hal almaya zorlanıyordu.

 

Şövalye kılıcını yoğun bir güçle tutuyor, Alphard’ın pozisyonunda bulduğu her boşlukta saldırmaya çalışıyordu. Savuruyor, deliyor, tekmeliyor, çullanıyor, dolaşıyor, kaçınıyordu.

 

Öfke ve düşmanlıkla boyanan bir kesiğin havayı yarışıyla kaçınmakta geciken Alphard’ın saçları kesilerek yere düşmüştü. Yine de dikkat edilmesi gereken şey yalnızca bu kesik değildi.

 

Julius: “Ia! Kua! Aro! Ik! Nes! In!”

 

İsimleri seslenilerek bir büyü misali dönmeye başlayan ruhlar, Ruh Şövalyesinin anlaşmalı ruhlarıydı.

 

İsimlerinin işitilişiyle altı yarı ruh, renklerinin parlaklığını arttırmış ve varlıklarının doğrulanışını yoğun bir güce dönüştürerek şövalyelerinin rakiplerine yönlendirmişlerdi.

 

—Altı renkli ışıklar Alphard’ı altı farklı yönden kuşatıyor, olası kaçış rotaları kapanıyordu.

 

Julius: “Bununla sona erecek—!”

 

Julius’un Alphard’ın daha fazla kaçamayacağına olan inancı sağlamdı.

 

Güç dosdoğru Alphard’ın göğsünün ortasına ilerlerken,

 

Roy: “Yumruk Kralının Avucu.”

 

Göğsünün önündeki kara avuç, şövalye kılıcıyla çarpışarak kılıcı parçalara ayırdı.

 

Parçalar dağılıyor ve ölümcül saplanış etkisini yitiriyordu.

 

Fakat geride hala büyü gücü vardı—

 

Roy: “Büyü.”

 

Beklenmedik ve kafa karıştırıcı bir büyü gücü Alphard’ın arkasında yoğunlaşarak yaklaşmakta olan altı büyünün üzerine çökmüştü.

 

Bir rengin aynı renk büyüyle çarpışışıyla tüm büyüler hükümsüz kılınmıştı.

 

Ve en sonunda da bu saldırıyla galibiyeti garantilemesi gereken Julius’un gözleri açıldı.

 

Roy: “İkiz Kılıçların Yılanı.”

 

Alphard’ın ayak parmakları çoktan fırlatmış olması gereken bir hançeri fırlattı.

 

İki eliyle dönen kılıçları karşılayan Alphard’ın bedeni yön değiştirdi.

 

Bir kesik fırtınası oluşurken Julius yalnızca kırık şövalye kılıcını kullanıyordu.

 

“——”

 

Roy: “Nii-sama o appayı dışarı attı. İşte bu yüzden nii-sama’dan nefret ediyoruz.”

 

Ve bir kol, çıkarttığı sesle birlikte dirsekten sertçe kesilip havalanarak taş kaldırımların üzerine indi.

 

#Joshua’nın Julius’un hatıralarından silindiği iyice kesinleşti. Bu arada Oburluğun bu appa meselesinden bahsetmesi de onun anılarını sahiplendiğini gösteriyor gibi. Peki ya bu hisler gerçekten Joshua’ya ait olabilir mi yoksa yalnızca Julius’un duygularıyla mı oynamaya çalışıyor?
Bu arada savaşın son cümleleri biraz belirsizdi, son anda düşen kol meselesinin aslı neymiş diye sıradaki bölümlere bir bakınayım dedim ama on bölümden fazla ilerlememe rağmen gözüme Julius ismi takılmadı. Yani bu çarpışmanın devamını okumak için bayağı bekleyeceğiz gibi görünüyor. ‘Savaşçı olmayanların savaş gücü’ isimli bir sonraki bölümümüzde Otto cephesine döneceğiz, orada görüşmek üzere!

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44226 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr