Cilt 5 Bölüm 39 [ Şövalyelik ve Geciken Bir Adam ]

avatar
4847 5

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 39 [ Şövalyelik ve Geciken Bir Adam ]


Çevirmen : Clumsy


Kararlılıklarını bir kez daha teyit eden Subaru ve Anastasia ikilisi merdivenlerden inerek resepsiyona yönelmişti.

 

Beş katlı binanın, normal şartlarda bir konferans salonu görevi gören üçüncü katında konuşuyorlardı.

 

Anastasia: “Beşinci kat ejderha tarafından tamamıyla yok edildiği için teknik olarak dördüncü katın en üst kat olduğu söylenebilir. [Şehvetin] tüm kurbanları orada istirahat ediyor.”

 

Subaru: “… peki beşinci kat yanınca oradaki büyülü radyoya ne oldu?”

 

Anastasia: “Endişelenme, radyo parçalara ayrılıp güvenceye alındı. Büyü enstrümanı tam olarak iri bir metal kutu şeklinde olduğu için taşıması kolay. Görünüşe göre ses, kutunun içerisinde toplanıp şehre yayılıyormuş.”

 

Bir anten… ya da belki de bir hoparlör?

 

İster metal kutu olsun ister hoparlör, her ne idiyse rehinelerle birlikte güvenli bir şekilde toparlanmıştı. Subaru’nun uyandı uyanalı aldığı tek iyi haber bu olabilirdi.

 

Büyülü radyonun sonrasında işe yarayacağına kesin gözüyle bakılabilirdi ve rehinelerin güvende olduğu bilgisi büyük bir moral kaynağıydı.

 

Subaru: “Capella’nın kurbanlarının dördüncü katta toplandığını mı söylemiştin?”

 

Anastasia: “Bir ejderhaya ve bir sürü sineğe dönüşmüş olsalar da hala insan zihnine sahip oldukları için söylediklerimizi anlayıp talimatlara uyabiliyorlar… gerçi bunun gerçekten iyi bir şey olduğunu söyleyemeyeceğim.”

 

Subaru: “……”

 

Subaru da dönüştürülen insanların insani bilinçlerini koruyor olmasına sevinse mi üzülse mi karar veremiyordu.

 

Bambaşka bir yaratığa dönüşmüş olduğunun bilincinde olmak üzücü, şaşırtıcı bir kayıp hissiyatı doğuruyor olmalıydı.

 

Fakat bedenlerini kaybetmelerine rağmen başka bir şekilde varlıklarını koruyabilirlerdi. Peki buna da bir benlik kaybı denir miydi? Muhtemelen bu, yalnızca bu durumu tecrübe edenlerin cevaplayabileceği bir soruydu.

 

Anastasia: “Normal bir şekilde hareket de edebiliyorlar. Neyse ki henüz herhangi bir intihar girişimi olmadı. İşler öyle ani gelişti ki çoğu kişi doğru düzgün tepki verme fırsatı bile bulamadı… Kısaca, ortalık yatışmadan her şeyi çözecek olursak işler yoluna girebilir.”

 

Subaru: “İntihar mı…?”

 

Anastasia: “Sence bu düşünülmesi gereken bir şey değil mi?”

 

Subaru: “——”

 

Bu, Subaru’nun alelacele yanıtlayabileceği bir soru değildi.

 

Fakat Subaru’ya kıyasla Anastasia, bu çarpık durumu gayet iyi karşılıyor gibi görünüyordu.

 

Anastasia: “Hayat devam ettiği sürece umut vardır ama yaşama arzusu yitirilirse o umut da ortadan kaybolur. Yalnızca nefes alan bir beden yeterli gelmez. Biz de o yaşama arzusunu yitirmeyi göze alamayız.”

 

Subaru, suratını göremiyor olsa da yürümekte olan kızın sesindeki inancı işitebilmişti.

 

Onun bu ölüm kalım konusundaki azmine tüm kalbiyle katılıyordu. Yaşamak bir ihtiyaçtı.

 

Ve yaşam var olduğu sürece karşı koyma şansı da var olurdu. İşte bu amaçla…

 

Julius: “Anastasia-sama.”

 

Subaru ve Anastasia merdivenlerde ilerlerken varlıklarını ilk fark eden, efendisine seslenen Julius olmuştu.

 

Subaru, birinci kattaki resepsiyona göz ucuyla bakmakla yetinmiş durumdaydı. Ama buna rağmen şiddetli bir mücadelenin izleri barizdi.

 

Ters çevrilmiş masa ve sandalyeler, oyuklar açılan ve büyüyle yakılan duvarlar, sağa sola sıçramış ve aceleyle silinmiş olan kanlar…  

 

Julius’un Oburluğun kaçmasından duyduğu pişmanlığa rağmen savaş esnasında bir saniye olsun tereddüde düşmediği ortadaydı.

 

Julius: “Subaru’yla konuşmanız nasıl geçti?”

 

Anastasia: “Birazcık uzundu ama sorunsuzca sonuca vardık. Natsuki-kun da bizim gibi son derece kararlı.”

 

Anastasia Julius’un sorusunu kafasını sallayarak yanıtlamıştı. Kısa bir gamsızlık anından sonraysa bakışlarını başka bir yöne çevirdi.

 

Subaru’nun az önce inmiş olduğu merdivenlerde, lobinin girişinin hemen önünde, Ricardo’nun iriyarı bedeni görünmüştü. Subaru, Anastasia’nın ‘Ricardo sağ kalanları bulmak adına dışarı çıktı’ deyişini anımsıyordu.

 

Anastasia: “Ricardo, hoş geldin. Durum nedir?”

 

Ricardo: “Gerçekten moralli görünüyorsun hanımefendi… ama durum genel olarak kötü ve her geçen saniye daha da kötüye gidiyor. O piçler sorun yaratma konusunda tecrübeli.”

 

Ricardo incelemelerinin sonucunu sıkkın bir iç çekişle ilan etmişti.

 

Ardından yaratık kafasını okşayarak [Demir Dişin] çeşitli üyelerini sırasıyla tanıttı. Ve bu kişilerin bir kısmı nöbet tutmak adına beklerken geri kalanlar dinlenebilmek için koridorda ilerledi.

 

Subaru: “Cadı bu heriflere belanın ne olduğunu mu öğretiyor? Yo, bundan daha belalı olabileceklerini sanmıyorum… başka bir şey mi var ki?”

 

Garfiel: “Yayın, Kaptan. O leş tarikat cesaret kırıcı bi yayın yaptı.”

 

Subaru’nun şaşkın sorusunu yanıtlayan kişi, merdivenlerden inen Garfiel olmuştu.

 

O dişlerini öfkeyle sıkarken de birilerinin detay vermesini bekleyen Subaru,

 

Subaru: “Yayından kastın… talepleri mi? Yoksa başka bir şeyler de mi söylediler?”

 

Julius: “Çok abartılı bir şey değil, Belediyeyi geri almaya çalışanları ezip geçtikleri haberini yaydılar. Ama [Şehvet] Başpiskoposunun bunu dile getirme şekli sahiden fenaydı.”

 

Ricardo: “Onun yüzünden ziyaret ettiğim onca sığınakta neredeyse hiç kimsenin şehri geri almak için çarpışacak gücü, inancı kalmamış. Ne kadar toparlanabileceklerini hesap etmek zor.”

 

Julius gözlerini kapatmış ve Ricardo burnunu kırıştırmıştı.

 

Bu yanıtı alan Subaru ise Cadı Tarikatının ne istediğini anında anlamıştı.

 

Öncesinde, Belediye başarıyla geri alınmadan evvel, Capella taleplerini sıraladıkları bir yayın yapmıştı.

 

Savaşma gücü olmayan sıradan vatandaşlar da kaybettiklerini düşünmüş, cesaretleri tamamıyla kırılmıştı. Dövüşebilenlerse bu taleplerin ardındaki ağır imaları anlamıştı.

 

Belediyeyi geri almak adına yapılacak herhangi bir teşebbüsün tamı tamına bir istila olacağını ve olası bir başarısızlığın daha da cesaret kıracağını biliyorlardı.

 

Başka bir deyişle Capella’nın yayını, diğer sığınaklarda oluşan direnci kırma amaçlıydı.

 

Ricardo: “Belediyedeki kayıtlar sayesinde şehirdeki tüm sığınakları buldum ve yakınlardakileri ziyaret ettim ama…”

 

Ricardo, Subaru’nun korkularını teyit edercesine kollarını iki yana açmıştı.

 

Buradaki problem, halkın kalbinde yatıyordu. Suç, Ricardo’nun onları motive etmekteki başarısızlığından ziyade etkileyici derecede kindar olan Cadı Tarikatının başarısındaydı.

 

Anastasia: “Kararlılık olmazsa cesaretimiz de olmaz. Sıradaki mücadele kesinlikle tehlikeli olacak…”

 

Subaru’nun öfkesinin aksine Anastasia sessizce düşüncelere dalmıştı.

 

Onun yumuşak ses tonunu işiten Subaru kafasını kaldırırken Anastasia ona dönerek “Haksız mıyım?” şeklinde devam etti.

 

Anastasia: “‘Savaşsak bile kazanma şansımız yok.’ —Bu düşünceyi herkesin zihnine sokarak onları savaşmadan kaybetmeye itiyorlar. Bu durumda ne olacağını sanıyorsun ki?”

 

Subaru: “Acı dolu bir çaresizlik içerisinde pes edecekler… benden beklediğin yanıt bu mu?”

 

Anastasia: “Yalnızca dizlerine sarılıp ağlayarak beklemek istiyorlarsa bu çocuksu bir sevimlilik olur, sen de öyle düşünmüyor musun? Ama öyle olmayacak. Savaşma şansları olmayacak ama yaşama iradeleri de kaybolmayacak. Peki geriye ne kalacak?”

 

Subaru: “… Yani diyorsun ki…”

 

Subaru Anastasia’nın nereye varmak istediğini anladığından emin sayılırdı.

 

Fakat Cadı Tarikatının bu durumu kasten yaratmaya kalktığı düşüncesi, dile getirilemez miktarda bir tiksinti yaratıyordu.

 

Bu esnada Anastasia, Subaru’nun içinde başlayan titremeyi teşvik etmek istercesine ellerini çırptı. Ve dedi ki…

 

Anastasia: “Kurtuluşlarının yanıtı zaten bir talep şeklinde verildi. Böylesine çaresizce bir durumda izlenecek en mantıklı rota, tabii ki, o talebi yerine getirmek. Yani [Bilgelik Kitabı] ve [yapay ruhların] kontrat sahipleri güvende olmayacak, değil mi? Ve hatta [birbirini seven çiftler] bile kurban verilebilir.”

 

Subaru: “Ama herkes bu ekstrem seçeneklere yönelmeyecektir, değil mi!?”

 

Anastasia: “Kesinlikle hayır. Hayatta kalmak için başkalarının canlarını feda etmeyi reddeden, bunun yerine şehirden kaçmanın bir yolunu arayanlar da olacaktır. Her ne olursa olsun bolca panik doğacak ve biz de bu karmaşa halinde hiçbir şey elde edemeyeceğiz.”

 

Panik bir kez yayılmaya başladığında atılan tek bir yanlış adım, halihazırda istikrarsız olan durumu tamamıyla çökertecekti. Cadı Tarikatının korkuyu kullanarak bütünüyle kontrol ettiği bir şehri hayal etmek can acıtıcıydı. Birer kuklacıymış ve halkın iplerini gönüllerince çekiyorlarmış gibiydi.

 

Subaru: “Peki… bir şekilde herkesi ziyaret edip motive etmemiz mümkün mü?”

 

Anastasia: “Pek gerçekçi görünmüyor, haksız mıyım?”

 

Subaru: “Öyleyse bu lanet olasıca durum haddinden fazla karamsar bir hal alıyor!”

 

Herkes tedirginken panik doğması doğaldı.

 

Ve bu kaçınılmaz panikle savaşmanın tek yolu bir umut ışığı yakmaktı.

 

Subaru: “‘Bir karşı saldırıya hazırlanıyoruz’ —Bu kadarını söylemek bile paniği dağıtmak için gerekli umudu az da olsa sağlamaz mı?”

 

Anastasia: “Ben minimum fedakârlık yolunu izlememiz gerektiği düşüncesindeyim. Boşa harcadığımız her kaynak karşı tarafa yeni bir fırsat tanıyacak.”

 

Subaru: “Yo, bekle, Anastasia-san. Bu benim aklımdakiyle pek örtüşmüyor.”

 

Anastasia’nın cevabı can acıtmış ve surat asmadan edemeyen Subaru, Anastasia’dan yorgun bir iç çekiş işitmişti.

 

Anastasia: “Natsuki-kun’un hiç kimseyi feda etmeme ideali— takdir edilesi olsa da hiç ama hiç gerçekçi değil. Daha savaşın başlangıç evresinde bu kadar ağır hasarlar almışken hiç kayıp vermeden bu işi sona erdirmemiz mümkün olmayacak. Bu bariz bir gerçek değil mi?”

 

Subaru: “İlk iki seferde… gerçekten de öyle oldu. Ama bu defa bu şekilde kayıp veremeyiz… evet, kaçınmaya çalıştığımız şey tam da bu!”

 

Anastasia: “Eğer son bir galibiyet saldırısına geçecek olsaydık sana katılırdım. Ama bu durumda mümkün değil. Bunu bir deniz savaşı gibi düşün. Batan gemilerinden yüzerek bizim hala sağlam olan gemimize ulaşmaya çalışan cesur askerlere tabii ki yardımcı olacağız… ama pes edip boğulmayı seçenleri de kurtarmaya çalışmamız mantıklı olmaz.”

 

Subaru: “——! Ama o zaman kazansak bile—!”

 

Anastasia: “Kaybedersek hepimiz boğuluruz! Kazanmak veya kaybetmek umurunda değilse bile ölmeye hazırlıklı mısın? Yoksa yaşamak mı istiyorsun!? Natsuki-kun, hiç kayıp vermeme felsefen gerçekten fazla naif!”

 

Anastasia’nın yükselen öfkesi Subaru’nun öfkesini harlamaktan öteye geçmiyordu.

 

Bu esnada Julius uyarı mahiyetinde kolunu uzatarak Subaru’nun yaklaşmasını engelledi. Fakat dikkatli bakışları Subaru’nun üzerinde değil, Anastasia’nın üzerindeydi ve Subaru’nun tarafını tutarmış gibi bir hali vardı. Ardından hafifçe iç çekip gözlerini kapatarak,

 

Julius: “Anastasia-sama, hislerini anlıyorum ama Subaru’ya katılmak durumundayım. Anastasia-sama’nın endişelerini yatıştırmaya çalışmak sahiden imkânsız. Ama masumların feda edilmesini kabullenmenin acı verici olduğu da kesin. Ve Cadı Tarikatının planladığı şey… tam da bu şekilde moralimizi düşürmek.”

 

Subaru: “J-Julius!”

 

Julius’un efendisine karşı koyma pahasına bile olsa kendisini desteklemesi Subaru’nun öfkesini şaşkınlıkla perçinlemiş ve özgüveninin yenilendiğini hissettirmişti.

 

Eğer adilliğin zirvesi, Şövalyelerin Şövalyesi Julius Subaru’yla aynı fikirdeyse Subaru hatalı olamazdı.

 

Fakat Anastasia, öylece Julius’a dönerek kürkünü okşamaya başlamıştı.

 

Anastasia: “Benim kayıp verme konusundan böyle rahatça bahsetmekten keyif aldığımı mı sanıyorsunuz? Diğer sığınaklarda kaos ortamı oluşup oluşmadığını bile bilmiyorum. Nihayetinde bu yalnızca bir olasılıktan ibaret. Ama buna rağmen her can sıkıcı olasılıkla tek tek baş etmemiz mümkün değil!”

 

Julius: “Ama…”

 

Anastasia: “Artık küçük birer çocuk değilsiniz, o yüzden anlıyor olmalısınız, haksız mıyım? Elimizdeki kısıtlı kaynaklarla Cadı Tarikatıyla baş etmemizin tek yolu, etkin bir şekilde her şeyimizi saldırıya adamak. Ve buna rağmen yapabileceğimiz çok şey yok. Güçlerimizi fazla yayarsak etki alanımızı maksimize etmemiz hiçbir şekilde mümkün olmayacak.”

 

Anastasia’nın sözleri, azarlanıp gücenmiş bir çocuk gibi dudaklarını ısıran Julius’a soğuk ve merhametsizce gelmiş olmalıydı. Bu sözler aynı zamanda en başta bu fikri sunmuş olan Subaru’ya da hitap ediyordu.

 

Tabii ki Subaru, Anastasia’nın bakış açısını mükemmel bir şekilde idrak etmişti. Tek bir hayatın ağırlığı bile bir hayli ağır bir yüktü.

 

Tek bir kişiyi kurtarmak bile inanılmaz zordu. Ve kurtarılması gereken kişi sayısı arttıkça herkesi kurtarmak bir o kadar zorlaşacaktı. Subaru’nun istediği kadar çok kişinin kurtarılmasıysa imkansıza yakındı.

 

Tabii ki bir çocuk bile bu sonuca ulaşabilirdi.

 

Bir çocuğun minicik, kırılgan ellerinde tutmaya çalıştığı elmaların sayısı ne kadar artarsa, gücü o kadar çabuk tükenirdi. Ve en nihayetinde de elleri bomboş kalırdı.

 

Anastasia: “Kazanmak için şımarık çocuklar gibi davranmak yerine birer yetişkin gibi taviz vermemiz gerekiyor. Bir şövalye olarak senin aradaki farkı görebiliyor olman gerekmez miydi?”

 

Julius: “——”

 

Julius, Anastasia’nın sözlerini onaylarcasına gözlerini kapatmıştı.

 

Subaru, kafasını eğen genç adamın yumruklarının ardında sıkılı olduğunu görebiliyordu. Buna rağmen daha fazla itiraz etmeyeceği belliydi.

 

Fakat,

 

Subaru: “Burada pes etmek, bir şövalye olarak görülmeye layık olmadığın anlamına gelir.”

 

Anastasia: “… Hey, Natsuki-kun, beni hiç mi dinlemedin? Tam da başkentteki gibi davranmıyor musun? Her ne olduysa, nasıl olduysa sen de bir şövalye oldun, bilirsin ya.”

 

Subaru: “Evet, artık ben de bir şövalyeyim. Ve bir şövalye olduğum için de asla pes etmeyeceğim!”

 

Elinde tuttuğun elma sayısı ne kadar çoksa hepsini yere düşürme ihtimalin de o kadar yüksek olurdu.

 

Fakat Subaru ve Julius birer şövalyeydi ve onlar elmadan çok daha kıymetli bir şey tutuyordu.

 

Onların elinde bir sonuç olmaksızın yere düşürülebilecek meyveler yoktu; çığlık atabilen, ağlayabilen ve önemi olan hayatlar vardı.

 

Subaru: “Bu benim için en başından beri önemi olan bir şey. Ben hala bu ideale göre merhametle hareket ediyorum. Bu dünyanın ahlaki yaklaşımı henüz beni o kadar etkilemedi!”

 

Anastasia: “Yine gizemli bir şeyler söylüyorsun… Ama mesele şu ki Beyaz Balina savaşında da sonrasındaki Cadı Tarikatı savaşında da… insanlar öldü. Bir mücadele olduğu sürece kayıplar kaçınılmazdır. Natsuki-kun, buna kendi gözlerinle tanık olduktan sonra gerçekten söylediğin şeyde samimi misin?”

 

Subaru: “O insanları hafife alma, Anastasia. Ölümleri trajikti ama onlar, savaşta kendi canlarını feda eden askerlerdi. Onlar ne yaptığının farkındaydı. Feda edilmek üzere olan bu masum insanlarsa o farkındalığa sahip değil. Esas fark bu!”

 

Bu görüşün makul olmadığını da tamamıyla mantıksız görülebileceğini de anlıyordu.

 

Ama Subaru’nun inandığı şey buydu. Onun için bir ölüm kalım meselesinde önem taşıyan şey, bu farkındalıktı.

 

Subaru: “Bu şehrin vatandaşları sivil halktan ibaret. Askerlerin farkındalığına sahip olmak gibi bir yükümlülükleri yok. Cadı Tarikatı onları keyfi olarak bir savaş alanına sürüklüyor. Sırf bu yüzden onları geride bırakmak yanlış.”

 

Anastasia: “Yanlış olsa bile savaş alanına sürüklenmiş durumdalar. Farkındalığa zorlanmış durumdalar. Kendilerine saldırılmasını bekliyorlar, değil mi? Ve onlar da aynı bizim gibi kendileri için savaşmak zorundalar.”

 

Subaru: “Hazırlıksız savunmacıların hazırlıklı saldırganlar tarafından saldırıya uğraması ne adil ne de mantıklı. Fakat şövalyeler bunun için var. Kendilerini korumaya hazırlıklı olmayanları korumak, onların görevi. Benim idealimdeki şövalye bu. O savunmasız köylü çocuklarının gözünde olmaya niyetlendiğim o cesur şövalye bu.”

 

Şövalyelik onurunu kabullenen Subaru, kendisini hayalini yaşayabilecek konumda bulmuştu. Bu şekilde düşünmesi de gayet doğaldı.

 

Bu idealler, yiğitçe ve çarpıcı bir şekilde ağzından dökülen her kelimede gözleri hayranlıkla ışıldayan köylü çocuklarından geliyordu. Subaru, onlar için elinden gelenin en iyisini yapmak istiyordu.

 

Tabii ki bu, her dinleyişinde aynı parlak, ışıl ışıl gözlere sahip olan Emilia’nın üzerinde de işe yarıyordu.

 

Subaru: “Emilia’nın şövalyesi olarak onun için savaşacağım ama bu Emilia dışında hiç kimseyi önemsemediğim anlamına gelmiyor. Anastasia-san, Julius da senin şövalyen olarak herkesten öte senin için savaşacak. Ama orada duramaz. Şövalyeliğin doğası bu; şövalyeler daha yiğit, daha çarpıcı görünmek adına dur durak bilmezler.”

 

Anastasia: “——”

 

Subaru: “Bilhassa Julius. Ölüm döşeğinde olsa bile havalı hareketlerini kesmez, çünkü bu dallama [Şövalyelerin Şövalyesi]. Başka bir deyişle herkesten daha havalı görünmek istiyor.”

 

Anastasia ağzı açık izlerken Subaru utangaç, tuhaf bir sessizliğe gömülmüş olan Julius’u başparmağıyla işaret ediyordu.

 

Nutku tutulan bir Anastasia ve serseme dönen bir Julius, Subaru’nun öylesine nadir karşılaştığı bir manzara çiziyordu ki sırıtmamak elde değildi.

 

Subaru: “Kötü adamları yenmek yeterince basit bir hedef. Ama birilerini feda etme suçluluğuyla yaşamayı seçmek dünya saçması. Herkes kurtarılmalı, her kötü adam mağlup edilmeli. Bunu başaramasan bile bu fikirle yola çıkmalısın, haksız mıyım?”

 

Bu şekilde kaybetmek de en baştan kayıpları kabullenmekle aynı sonuçları doğururdu ama bu kayıpların kişiyi nasıl etkileyeceği konusunda hayati bir fark olurdu.

 

Tabii ki bunu bencillik olarak dile getirmek kolaydı ama…

 

???: “— Kişinin kendi egosu için yaşaması, yaşamanın en iyi yolu. Sana kesinlikle katılıyorum, kardeşim.”

 

Subaru: “——!”

 

Subaru naif ideallerinin üzerinde dururken sahneye yeni bir ses eklenmişti.

 

Herkesin suratı lobinin girişine çevrilirken tüm dikkatleri üzerine çekmiş olan adam, mutsuz bir görünümle sağına soluna bakmaktaydı.

 

???: “Hey, bana böyle bir coşkuyla bakmanız birazcık rahatsız edici. Baştan çıkarıcılığımın zirvede olmadığının farkındayım, o yüzden beklentilerinizi nasıl karşılayacağımı bilemiyorum.”

 

Subaru: “—— Al?”

 

Siyah başlığının içerisinde tasasız jestlerle ve en ufak bir düşmanlık belirtisi olmaksızın konuşan bu kişi, Subaru’nun o sabah otelden ayrıldıktan sonra ortadan kaybolmuş olan tanıdıklarından biriydi— yani Al.

 

Odayı dolduran kalabalığı bir kez daha gözleriyle tarayan Al,

 

Al: “Tüm o tanıdık suratlar nerede? Bu sabah daha kalabalık değil miydik?”

 

Subaru: “Crusch-san’la birlikte üst kattalar. Sen neden buradasın?”

 

Al: “Ehh, mesele başlayınca kıçımı dönüp biraz saklanacak bir yer bulmaya karar verdim. İşler yatışınca da dışarı bir göz attım ve Belediyeyle ilgili yayını işittim. İlk düşüncem bu işin içinde sizin olduğunuzdu, öyle olmasa bile neler olup bittiğini bilen birini bulurum diye düşündüm.”

 

Her zamanki absürt iyimserliğiyle başlığındaki minik filtre aracılığıyla konuşuyor olsa da yanıtı, karşısındakileri pek mutlu etmemişti.

 

Sonuçta savaşabilecek pek az kişiden biriyken kendi güvenliğine öncelik vermeyi seçmişti.

 

Al: “Hadi ama, bana öyle bakmayın. Kendimi birazcık kötü hissetsem de son mücadeleyi kaçırmamın tamamen benim hatam olduğunu söyleyebilir misiniz gerçekten? Hem yalnızca benim varlığımın sonuçları değiştireceğini de düşünmüyorum.”

 

Garfiel: “Hey, Kaptan, bu herif bizi kışkırtmaya mı çalışıyo?”

 

Al’ın rahat tavrı, başından beri Garfiel’in tepesini attırmıştı.

 

Şimdi düşününce, Al ve Garfiel daha önce tanışmamıştı. Priscilla oteldeki güzel kahvaltıyı bastığında Garfiel orada değildi.

 

Yani onun gözünde Al, tuhaf ve potansiyel olarak tehlikeli bir adamdı.

 

Subaru: “Bekle, bekle, Garfiel, bu adam da Kraliyet Seçiminin bir parçası. Henüz seninle resmi olarak tanıştırılmasa da ismi Al ve Priscilla’nın şövalyesi. Haberin var mı bilmiyorum ama şu anda beş seçim adayı da şehirde.”

 

Al: “Teknik olarak ben yalnızca prensesin astıyım, bir şövalye değilim. Halbuki çok uygun olabilirdim. Oh, bu arada, seninle ilgili kaba bir şey kastetmedim, kardeşim.”

 

Subaru Garfiel’in aşırı tepki vermesini engellemiş olsa da Al, tanıtımına birazcık ironiyle karşılık vermiş ve bu tavrı Garfiel’in bir kez daha öfke içerisinde dişlerini sıkmasına yol açmıştı.

 

Anastasia: “Tamam, yeter, yeter! Şşşş! Hepiniz ciddi anlamda can sıkıcı oluyorsunuz.”

 

Anastasia giderek artan gerilimi bu şekilde kuvvetli bir el çırpışla dağıtmıştı.

 

Ve yuvarlak gözleri Al’a kilitlenmiş durumdaydı.

 

Anastasia: “Sen de aynı efendin gibisin değil mi, ansızın ortaya çıkıp ortalığı karıştırıyorsun? Ne kabalık ama. Kavga çıkartarak insanların tepesini iyice attıracaksın, o yüzden bu yaptığını hemen kesmeye ne dersin?”

 

Al: “Vaay, gerçekten dürüstsün. Maalesef ben böyleyim. Herkes insanları kudurttuğumu ve sinirlerini bozduğumu söylüyor. Ehh, bu da bir hayatta kalma tekniği olarak iş görüyor.”

 

Al kafasıyla başlığı arasındaki açıklığa bir parmağını götürmüş şekilde süklüm püklüm boynunu kaşıyordu. Bu sırada Anastasia hafif bir iç çekiş eşliğinde Subaru’ya döndü.

 

Anastasia: “İşler karmaşık görünse de benim prensiplerim değişmeyecek. Galibiyet yolu fedakârlık gerektiriyorsa o fedakarlıkları yapacağım. Natsuki-kun herhangi bir kaybı reddediyorsa bir plan bulmak için çok uğraşmalı. Eğer mümkün olursa ben de fedakarlıklardan kaçınmak isterim.”

 

Subaru: “Öyleyse diğer tüm sığınakları ziyaret etmemi engellemeyeceksin?”

 

Anastasia: “… Bunu kendi vaktinde yapabileceksen buyur yap. Her halükârda ekstra savaş gücüne ihtiyacımız var. Savaşabilecek herhangi birini bulursan onları tarafımıza çekmeye çalış.”

 

Anastasia hala hemfikir olmasa da Subaru’nun fikrine yönelik reddini geri çekmişti. Yine de onu fikrini tamamen değiştirmeye ikna etmek imkânsız olurdu; bu yüzden Subaru kendisine bahşedilen zaman konusunda şikayetçi olmayacaktı.

 

Anastasia: “İletişim aynasını al. Şimdilik zaman limitin altı saat diyelim. Geri dönmene ihtiyacımız olursa seninle iletişime geçerim. Dikkatli ol ve herhangi bir işi batırmamak için elinden geleni yap.”

 

Subaru: “Zaman limitim… doğru ya, henüz sormamıştım. Saat kaç?”

 

Julius: “Hala aynı günde, gece yarısı civarındayız— şu andan itibaren dokuz saatimiz var.”

 

Bu defa bilgi sağlayan Julius olmuştu.

 

Saat 6da bir toplantı düzenlemek istiyorlarsa Subaru’nun Anastasia’yı tarafına çekmek için yalnızca üç saati var demekti.

 

Üstüne üstlük bu zaman limitinden önce Cadı Tarikatını mağlup edip şehri kurtarmanın bir yolunu da bulmalıydı… ama yo, bu bile yeterli değildi.

 

Ayrıca Emilia’yı kurtarmalı, [Oburluktan] Rem’in anılarını almalı ve [Şehvetin] dönüştürdüğü kişileri kurtarmalıydı. Yalnızca tüm bu hedefleri yerine getirebildiği takdirde tam bir galibiyet elde ettiklerini söyleyebilirdi.

 

Subaru: “Pek vaktimiz yok, sizde sığınakların yerlerine ilişkin bir harita var mı?”

 

Anastasia: “Hı hı, birkaç tane var. Mesela bu Ricardo’nun [Demir Diş] oğlanlarının nerede olduğu ve şu an nereye gittikleriyle ilgili bir harita.”

 

Diyen Anastasia’nın verdiği Ricardo’nun haritası, [Demir Diş] elemanlarının en uzak sığınaklara doğru yola koyulduğunu gösteriyordu. Yani elverişli bir şekilde, yakınlardaki sığınaklar da yürüyerek ilerleyecek olan Subaru’ya kalmıştı.

 

Birileri bu durumu bilerek ayarlamış gibiydi.

 

Julius: “Subaru, ben de seninle geleceğim.”

 

Subaru: “Julius? Yo, gelmemelisin. Çok yardımın dokunur ama Belediyede yeterli savaşçıyı bırakmazsak başımız derde girebilir.”

 

Ricardo dışarıda devriye görevindeydi ve Subaru, Garfiel’i yanına alma niyetindeydi. Wilhelm üst katta olsa da tüm Belediyeyi savunma görevini yalnızca ona yıkmak fazla ağır bir yük olurdu.

 

Hem öyle olmasa bile Crusch kampı şu an için keder doluydu. Dolayısıyla Subaru’nun yanıtını alan Julius gönülsüzce de olsa başını sallayarak onay vermişti.

 

Normalden çok daha az sakin görünüyor, nadir rastlanır bir fevrilik sergiliyordu. Onun omzuna hafifçe dokunan Subaru çenesiyle Garfiel’i işaret etti.

 

Subaru: “Garfiel, sen benimle gel. Diğer sığınakları ziyaret edip savaşabilecek birilerini ararız. Bu uzatmalı huzursuzluğu sonlandırmanın bir yolunu bulmak zorundayız.”

 

Garfiel: “… doğru, tamamdır. Bu işi harika benliime bırak.”

 

Garfiel’in Subaru’nun talebine verdiği yanıt biraz gecikmeli olsa da olumluydu. Böylece Subaru elindeki haritayı inceleyerek Belediye yakınlarındaki sığınakları aramaya başladı.

 

Esas önceliği savaş gücü sağlamaktı —bu senaryoda Reinhardt’ın yerini bulmak, izlenebilecek en iyi rota olurdu.

 

Al: “Belki de önce otelin yakınlarındaki sığınaklara gitmeliyiz? Prensesin oradan çok uzaklaşmış olacağını sanmıyorum.”

 

Subaru: “Öyleyse bu rotayı izlediğimiz takdirde… dur bir saniye.”

 

Subaru parmakları hala haritanın üzerinde seyrederken duraklamıştı. Al kendi planlarını zihnine açıkça işlerken kafasını sorgularcasına eğen Subaru,

 

Subaru: “Sen… sen de mi benimle geliyorsun?”

 

Al: “Hı hı. Sonuçta tek başına gitmen cidden sorun yaratır, prensesi bulamaman da aynı şekilde. Muhtemelen sen bu kadar şey bilirken en iyisi seninle gelmem olacaktır. Böyle bir karmaşada prensesi bulamamam bayağı korkutucu olur.”

 

Subaru: “… ne harika bir efendi-hizmetli ilişkisi.”

 

Bu durum Subaru’ya tuhaf bir his verse de kendisine eşlik edecek daha çok kişi olmasına müteşekkirdi. Diğer taraftan Al’ın da kendilerine eşlik edeceğini duyan Garfiel, açık bir tiksinti sergiliyordu. Sonuçta böyle kritik bir anda bir gözü sürekli tanımadığı birinin üzerinde olacaktı.  

 

Har halükârda Al -ne kadar sinir bozucu olsa da- Priscilla’yı bulmayı içtenlikle istiyor gibi görünüyordu.

 

Subaru: “Priscilla demişken, onu saldırının başlamasından on beş dakika önce Birinci Sokaktaki parkta görmüştüm. Eğer oradan ayrılmadıysa yakınlardaki bir sığınakta olmalı.”

 

Al: “Gerçekten mi? Bu acayip faydalı bir bilgi, kardeşim. Öyleyse oradan başlayalım.”

 

Bu haberle keyiflenen Al birkaç kez Subaru’nun sırtını yumrukladı. Sonra da Subaru, halinden memnun bir Al ve tepesi atık bir Garfiel’le peş peşe Belediyeden çıkarak yakınlardaki sığınakları aramaya koyuldu.

 

Ve arkalarından—

 

Echidna: “Ahh, az önce gerçekten kötü adam muamelesi gördün, haksız mıyım?”

 

Anastasia: “Sessiz ol tilki kürkü. Bu tasarlamadığım bir şey değildi. Ama Natsuki-kun geri döndüğünde hala bu kadar inançlı konuşursa öğrenme konusunda ciddi bir sıkıntısı var demektir.”

 

Anastasia hafiften çaresiz bir ifadeyle konuşurken boynundaki kürk hışırdamış ve hiç kimse bu kısa konuşmayı fark etmemişti. 


#Ben de Subaru gibi sıfır fedakarlıkla ilerlemek isterim. Ama Anastasia'nın söylediği gibi bunun fazla naif bir düşünce olduğuna da katılıyorum. Şimdiden bunca sıkıntıya düşmüşken hiç kimseyi feda etmeden bu süreci tamamlamak gerçekten zor. Ama söz konusu Subaru olunca imkansız değil diyebiliriz. 
Bu arada Al karakteri de hakkında bilgi edinmek istediklerimden. O yüzden onunla bir yolculuğa çıkacak olmak güzel olabilir. Bakalım bizi nasıl maceralar bekliyor, sığınak sığınak gezelim derken neler yaşayacağız... Bir sonraki bölümde görüşmek üzere!






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43990 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr