Cilt 5 Bölüm 5 [ Su Kapısı Şehri, Pristella ] (2/2)

avatar
6017 6

Re:Zero Kara Hajimeru Isekai Seikatsu - Cilt 5 Bölüm 5 [ Su Kapısı Şehri, Pristella ] (2/2)


                          Çevirmen  : Clumsy 

 

Ön kapıdan çıktıklarında karşılarında dış kapılar ve şehir arasında akan bir nehir bulmuşlardı. Taş köprü aracılığıyla nehri aştıklarındaysa iç kapılar açılmış ve Pristella gözler önüne serilmişti.

 

Subaru: “Vaaay…”

 

Subaru gözlerinin önündeki manzara karşısında hayranlık dolu bir ses çıkarttı. Ve bu tepkisinde yalnız değildi. İki yanındaki Emilia ve Beatrice de kendi hayranlıklarını dile getirmişti.

 

Subaru bu su şehri için kullandığı ‘hapishane’ kelimesi için özür dilemeliydi.

 

Pristella’nın namını işittiğinde gözlerinin önüne eski dünyasındaki Venedik gelmişti. Ve bu benzetmesinde haklıydı.

 

Dairesel şehir yine dairesel duvarlar tarafından çevrelenmişti.

 

Şehir büyüklüğünde oluşunu bir kenara atarsanız özünde bir arena şeklindeydi. En yüksek nokta dış halkaydı ve merkeze yaklaştıkça yükseklik alçalmaktaydı.

 

Yoğun sıralardan oluşan taş binalarsa Subaru’nun bugüne dek gördüğü en batı havalı mimariyi oluşturmaktaydı.

 

Şehir boyunca kayda değer uzunlukta, geniş kanallar akıyordu—daha ziyade su yolları da denilebilirdi—ve dairesel şehir bunlar aracılığıyla dört eşit parçaya ayrılıyordu. Subaru suyun üzerinde birkaç gondola denk gelmiş ve omurgası gondolculuk düşüncesiyle karıncalanmıştı.

 

Mavi Şehir, Su Şehri, Su Kapısı Şehri Pristella. Her biri kulağa doğru geliyordu. Manzara takdire şayandı.

 

Subaru: “Harika…”

 

Dedi ve ona karşı çıkabilecek hiç kimse yoktu.

 

Kapıdaki korumalar grubun hayranlığına tatminkâr bir gülümsemeyle karşılık vermekteydi. Kapıları aşan herkesin tam olarak aynı tepkiyi veriyor olması kuvvetle muhtemeldi.

 

Bu tepkiler hem korumaların resmi yükümlülüklerini karşılıyor hem de onlar için en büyük ödül oluyordu. Kesinlikle öyleydi.

 

Garfiel: “Evet, göz kamaştırıcıymış. Demek ki Otto deli saçması şeyler gevelemiyomuş.”

 

Şoktan ilk kurtulan kişi Garfiel olmuştu ve burnunun ucunu ovalamaktaydı. Lakin heyecanı dinmiş değildi, yanakları hala hafiften kırmızıydı.

 

Heyecana olan erkeksi tutkusu bu harika yer tarafından alevlenmiş olmalıydı.

 

Otto: “Tüccarların Tanrısı Hoshin’le bağlantılı olduğu için burayı hep ziyaret etmek istemişimdir ama burası gerçekten muazzammış. Hoshin’den bağımsız olarak da ziyaret etmeye değermiş.”

 

Otto ellerini sabit tutamıyor, fazlasıyla duygusal görünüyordu.

 

Hoshin’in bahsinin geçmesiyse Subaru’ya ‘Yaban Arazilerin Hoshin’i’ ismini anımsatmıştı.

 

Subaru: “Hoshin şu yıllar önce yanık yaban arazilerden çılgınca bir zenginlik elde eden tüccar herifti, değil mi?”

 

Otto: “Birazcık uygunsuz anlatsan da özünde doğru. Hoshin dört yüz yıl önce sahipsiz Kararagi arazilerini bir başına gezip yalnızca kendi zekasıyla ekonomik bir altyapıya dönüştürerek zengin oldu. O adam bir mükemmellik örneği.”

 

Bahsi geçen kişinin bir tüccar oluşu Hoshin hikayesini anlatırken gözlerinin tutkuyla yanmasına yol açıyordu. Eğer o dört büyük ülkeden biri olan Kararagi’nin temellerini atabildiyse Subaru da bir efsanenin nesilden nesle geçişini kabullenebilirdi.

 

Subaru: “Anastasia da kendine Hoshin diyor.”

 

Otto: “Çok cüretkâr bir hamle. Onun heves ve hedeflerini açıkça ifade etmenin bir yolu olduğundan şüpheliyim ama bu devirde yaşayanlar kolay ikna olmayacaktır. Gerçi ben onun şimdiden bu ismi hak edecek kadar şey başardığını düşünüyorum.”

 

Subaru: “Gerçekten o ismi hak edecek bir şeyler yapıyorsa… Lugnica tahtı çabaları işe yarıyor demektir. Hedefine doğru ilerliyor.”

 

İçtenlikle etkilenen Subaru, kendisini karşısındaki güzel manzaradan koparmayı başarmıştı. Ardından Beatrice’in saçlarını okşayıp Emilia’yı kolundan çekiştirdi ve onları da büyüleyici şehri izlemekten alıkoydu.

 

Subaru: “Demek Anastasia bizi Denizkızı Konağında bekliyor. Nerede olduğunu bilmiyorum ama kişiliğini düşününce ucuz bir yer olacağından şüpheliyim.”

 

Emilia: “Mm, haklısın. Sanırım kapıdaki görevlilere de ziyaretimizden bahsetmiş, iyi bir yer olacaktır. Otto-kun daha detaylı bir araştırma yapmış olmalı…”

 

Otto başıyla onay vererek sürücü platformuna atladı. Sonra da çenesini kaldırarak vagonu işaret etti.

 

Otto: “Rotayı kafamda çizdim, müsaadenizle başı çekeceğim. Bu şehirde öncelik vagonlardansa teknelerde olduğu için acele edemeyeceğiz. Natsuki-san’ın vagonu yavaş kullanmakta zorlandığından şüphelendiğim için bunu belirtmek istedim.”

 

Subaru: “Oh öyle mi? Sadece Patrasche olsaydı bir şey söylememe bile gerek kalmazdı, ona tek bir bakış atmam yeterdi. O vagonu taşırken ben ne istersem yapardım. Haksız mıyım?”

 

Subaru cüretkâr bir şekilde Patrasche’ye bakarak göz kırparken Patrasche bakışlarını çevirdi. Nedense iç çekmiş gibi bir hali vardı.

 

Bu beklenmedik reddediliş Subaru’yu üzerken Emilia teselli edici bir şekilde sırtını okşadı. Beatrice ise elini tutarak onu vagona soktu.

 

Garfiel: “Hadi gidiyoruuuz!”

 

Garfiel vagonun çatısındaki yeni tünekleme yerinden bu duyuruyu yaparken Otto buruk bir gülümsemeyle dizginleri savurdu ve vagon harekete geçti.

 

Hızları o kadar azdı ki yokuştaki yavaşlayışlarını münasip bir şekilde anlatmak mümkün olamazdı.

 

Subaru: “Ama pencereden gördüklerime bakılırsa gerçekten de ortalıkta pek vagon yok.”

 

Emilia: “Evet yok. Ve baksana, vagonlar için yeterli genişlikteki yollar çok dolambaçlı. Çünkü kanallar sokaklardan daha öncelikli.”

 

Subaru: “Ah, haklısın.”

 

Emilia doğru söylüyordu. Yaya ve vagon yolları kanalların etrafından dolanıp şehir boyunca birleşiyordu. Bu durum hoş olmasa da vagondan kanalları ve üstlerinden geçen kayıkları izleyen Subaru bu şekilde hissetmeyi bırakmıştı.

 

Subaru: “Vagonlarda Rüzgar Kaçırma İlahi Koruması var ama kayıklarda bir şey var mı? Alabora Engelleme veya Meltem Kaçırma İlahi Koruması gibi bir şeyler.”

 

Emilia: “Bilmiyorum ama kayıklarda böyle bir koruma olduğunu sanmıyorum. Belki onları kullananların Göl ya da Seyahat İlahi Koruması vardır.”

 

Beatrice: “Bu bilgi herkes tarafından bilinmese de su ejderlerinin ilahi korumaları vardır, doğrusu. Yer ejderlerinde olduğu gibi onlar da suyun etkilerinden korunur, sanırım.”

 

Subaru: “Su ejderleri. Birini görsem fena olmazdı. Sadece birini.”

 

Beatrice: “Bu şehirde birkaç ejder olduğundan eminim, doğrusu.”

 

Subaru’nun sorusunu yanıtlıyor olsa da hayvanları sevmediği için yanıtı pek proaktif değildi. Belli ki anlamsız tuhaflığı Patrasche’yle sınırlı değildi, su ejderleri için de geçerliydi.

 

Subaru: “Mesela bir vagon köpeğine sarılmanın nahoş olacağını sanmıyorum.”

 

Beatrice: “Hayvanlara dokunmuyorum diye ölmem, sanırım. Betty onlardan daha tatlı, doğrusu.”

 

Subaru: “Hayvanlarla tatlılıkta kapışmakla bir yere varacağını sanmıyorum… hatta aynı şartlarda birkaç puan geride kalabilirsin?”

 

Subaru’nun gözünde Patrasche bile tatlılık ve havalılığın birleşimiydi. Ama tabii ki onunki Emilia, Rem ve Beatrice’inkinden farklı türde bir tatlılıktı.

 

Beatrice şüpheli bir bakış atarken Emilia ‘vagon köpekleri’ meselesine heyecanla atlamış ve gözlerini Subaru’ya dikmişti.

 

Emilia: “Bence de! Sence sorarsam onlara dokunmama izin verirler mi?”

 

Subaru: “Köşkteyken Mimi’ye sorabilirdin. Bu tarz konularda tuhaf bir şekilde düşünceli oluyorsun.”

 

Emilia: “Onların binek köpeklerinden bahsediyoruz, onlarla canım ne isterse yapamam ki. Ama Puck’ın yokluğunda o tüylü hissiyatı çok özledim.”

 

Puck’ı ailesi olarak görüp seven Emilia bile onun kürkü karşısında büyülenmiş gibi görünüyordu. Subaru bunu sorgulamaya karar verirken Emilia mutlu mesut bir şekilde mırıldandı.

 

Subaru ise onun bayağı mırıldanışını dinlerken elini yanağına yerleştirip dirseğinin üzerinden eğilerek şehir manzarasını izlemeye başladı. Pencereye doğru yaslanmıştı. Ve tam koltuğunun üzerinde dizlerini kırıp pencere camından dışarı bakmakta olan Beatrice’e bu yaptığının kötü bir davranış olduğunu söylemekle söylememek arasında gidip gelirken,

 

Beatrice: “Oh, Subaru. İşte fırsatını buldun, doğrusu.”

 

Subaru: “Hm? Va—vaaay!”

 

Subaru bir balığın geçişiyle kanaldan sıçrayan devasa sulara bakmaktaydı—aslında hayır, bir balık değildi. Yılanımsı, uzun bir bedene ve kısa ve kalın olmalarına rağmen belirgin uzuvlara sahipti. Evet, o bir su ejderiydi.  Mavi, kaygan derisi yılanları andırıyor olsa da kafası bariz bir şekilde ejderhaya aitti.

 

Ağzı keskin dişlerle doluydu ve burnundan yayın balığı bıyıkları fışkırmaktaydı. Yer ejderleri iki ayaklı kertenkelelere benzerken su ejderleri daha doğuya özgüydü. Öyle ki Subaru’nun onlara Shenlong diyesi geliyordu.

 

Subaru: “Ama biraz burnu havada görünüyor, arkadaş canlısı değil gibi.”

 

Beatrice: “İnsanlara öyle görünüyor, sanırım. Su ejderleri yer ejderlerine kıyasla çok daha can sıkıcıdır, doğrusu. Seni efendisi olarak tanıması için yumurtadan itibaren yetiştirmen gerekir, sanırım.”

 

Subaru: “Yani zaman gerektiriyor. Patrasche’yle bense gözlerimiz buluşur buluşmaz bağlandık.”

 

Beatrice: “Sana bu kadar bağlı olması beni şaşkına döndürüyor.”

 

Subaru’yu da şaşkına döndürüyordu.

 

Normalde Crusch’ın grubuna dahil olsa da Beyaz Balina saldırısında seçildiği günden bu yana Subaru’ya fazlasıyla bağlanmıştı. O zamanlar fazlasıyla iddialı olan Patrasche’yi seçerek doğru tercihte bulunduğuna inanıyordu.

 

O olmasa çuvallayacağı pek çok sefer olmuştu.

 

Subaru: “Hmpf. Patrasche’mizin çehresi çok daha zarif.”

 

Emilia: “Subaru. Neden bir anda Anne gibi konuşmaya başladın?”

 

Subaru kanalda dans ede ede ilerleyen su ejderine karşı bir isyan başlatmıştı. Ve ejder de bu bakışı fark edememiş olmasına rağmen gözlerini ona çevirdi, sonra da kafasını sudan çıkartıp tiz bir ses çıkarttı. Her nedense Subaru, “Burnunuzu sokmayın, gözlerinizi çevirin.” deyişini net bir şekilde işitebilmiş gibiydi.

 

Subaru: “Galiba bu şerefsiz bize hakaret etti. Bu da demek oluyor ki vakit …”

 

Ejder: “—Ϡ!”

 

Subaru intikam adına köşk yanarken gördüğü devasa siyah yaratığın kükreyişini taklit etmeye karar vermişti.

 

Fakat o esnada su, keskin ve asil bir kükreyişle delip geçildi. Patrasche’nin kükreyişiyle.

 

Efendisinin ejdere yönelik saldırganlığını algılamış ve onun intikamını almıştı. Subaru bu kükreyişin altındaki anlamı bilemiyordu ama Patrasche’nin sesi ve bakışları su ejderini dehşete düşürmüş, ciyaklayarak yeniden suyun altına dönmesine yol açmıştı. Sonra da Subaru’nun sersemlemiş bakışları altında hızlanmış ve bağlı olduğu kayığı hızla uzaklaştırarak görevliyi panikletmişti.

 

Subaru: “N-ne oldu az önce?”

 

Otto: “—Natsuki-san, lütfen Patrasche-chan’a tuhaf bir şeyler yaptırtma. Gerçekten şehre girer girmez bir olay yaratmamayı tercih ederim.”

 

Otto’nun şoför koltuğundan bu şekilde azarladığı Subaru konuyu kapatırcasına elini salladı ve Patrasche kendisini duyabilsin diye parmaklarını kullanarak ıslık çaldı. Islıkla net bir şekilde iletişim kurabildikleri söylenemezdi ama bununla ona minnettarlığını anlatabileceğini ummuştu.

 

Subaru: “Su ejderleri bayağı havalıymış ama Patrasche’den havalısı yok.”

 

Beatrice: “…Bizimki o haysiyetsiz su ejderinden daha iyi tabii, doğrusu.”

 

Beatrice belki de son derece mutlu mesut konuştuğu için gönülsüzce de olsa Subaru’ya katılmıştı.

 

Köprü aracılığıyla kanalı geçtikleri sıradaysa Subaru’nun aklında kapılardan gördüğü panoramik şehir manzarası vardı.  

 

Subaru: “Kanallar şehri dörde falan ayırıyormuş gibiydi.”

 

Emilia: “Evet. Pristella’nın ortasındaki devasa su yolları dört bölme oluşturuyor. Ana kapıdan saat yönünde Birinci Bölge, İkinci Bölge, Üçüncü Bölge ve Dördüncü Bölge olarak ilerliyorlar.”

 

Subaru mırıldanarak karşılık verdi.

 

Subaru: “Yaratıcılık sıfır. Hiç değilse Doğu Mavi(One Piece’teki East Blue ) gibi bir şeyler bulabilirlerdi. Sizce de öyle değil mi?”

 

Garfiel: “Bence öyle, Kaptan.”

 

Beatrice: “Kimse senin zevklerini umursamıyor, sanırım.”

 

Beatrice mutlu çifte attığı buz gibi bakışlar eşliğinde böyle söylerken Emilia gülümseyerek parmağını kaldırmış ve bir kitapta okumuşçasına anlatmaya başlamıştı.

 

Emilia: “Numaralı bölgelerin her birinin farklı dükkan ve uğraşları var, konaklama alanlarıysa kapılara en uzak olan 2 ve 3. bölgelerde yoğunlaşmış durumda. Denizkızı Konağı 1. bölgede olduğu için pek çok ziyaretçi barındırıyor olmalı.”

 

Subaru: “Yani yakında oraya varacağız… ya da vardık bile.”

 

Yavaş vagon, konuşma esnasında hareketi tamamen kesmişti. Grup konağa varmış olmalıydı ki Otto da şoför koltuğundan vagona doğru dönerek,

 

Otto: “Vardık. Çalışanlarla Frufoo ve Patrasche-chan'ın ahırlarda konaklaması için konuşacağım, siz de içeri… yo, aslında girişte bekleseniz daha iyi.”

 

Subaru: “Neden fikir değiştirdin? Önden bizim girmemiz gerçekten o kadar mı kötü bir fikir!?”

 

Otto: “Evet, öyle. Anastasia-san’a rastlamanızı ve döndüğümde onun oltasına takılmış olduğunuzu görmeyi istemem.”

 

Subaru Otto’nun güvensizliği karşısında kaşlarını çatmış olsa da bugüne kadarki vukuatlarını düşününce ona katılmamak elde değildi. Bu yüzden valizlerini alıp Otto’nun çalışanlardan biri eşliğinde arkaya geçip gözden kayboluşunu izlemeye başladılar.

 

Onları gidene dek izleyen Subaru da en sonunda gerine gerine bakışlarını Denizkızı Konağına çevirdi.

 

Subaru: “Şimdi, bakalım nasıl bir konağımız var… varmış!”

 

Subaru’nun ağzı açık kalırken Emilia parmağını yanağına götürmüş ve kafasını eğmişti.

 

Emilia: “Bina çoook komik görünüyor. Daha önce böyle bir şey gördüğümü sanmıyorum.”

 

Garfiel ve Beatrice de Emilia’nın içten düşüncelerine katılıyordu. Fakat Subaru’nun bu mekanla ilgili farklı bir fikri vardı. E tabii ki öyle olacaktı. Sonuçta,

 

Subaru: “Bir pansiyon mu?…Bir ryokan(geleneksel Japon pansiyonu).”

 

Pürüzsüz ahşaptan yapılı, kayar cam kapıları olan bir bina.

 

Ve çitlerle, girişteki kapılara açılan çakıllı yolla, kiremitten bir çatıyla şüpheye yer yoktu.

 

Böyle batı havası taşıyan bir şehre tamamen aykırı bir mimariydi. Natsuki Subaru’nun Denizkızı Konağı denen bu Japon mimarisiyle tanışma vakti gelmişti.

 

???: “Şu şaşkınlığınıza bakın. Bu oteli seçerek iyi etmişim.”

 

Sakin ve neşeli bir ses Subaru’nun sersemleyişini bölmüştü.

 

Afallamış haldeki bakışlarını yavaşça kaydırdığındaysa—çitlerin ötesinden gruplarına bakan kişiyi gördü.

 

Beyaz kürkten bir elbise ve göz alıcı, tilki tüyünden bir atkıyla kuşanmıştı. Soğuk mevsim geride kalmıştı ve elbisesi sezona uygun denilebilecek incelikte olsa da hiç değişmeyişine bakılırsa atkı, bir önem taşıyor olmalıydı.

 

İnce bir beden ve uzun, dalgalı mor saçları vardı. Etkileyici suratında hoş bir gülümseme ve deniz mavisi gözlerinde de çözülemez bir ışıltı...

 

Şüphe yoktu. Bu, onları davet eden kişiydi. Anastasia Hoshin onları bizzat karşılıyordu. Ve-

 

Anastasia: “Görüşmeyeli bayağı olmuştu. Bunca yolu geldiğiniz için çok teşekkürler. Yolculuk sizi yormuş olmalı. İçerde biraz rahatlamaya ve ardından sohbet etmeye ne dersiniz?”

 

Ve böylece daha Otto dönmeden rahatlıkla liderliği ele almıştı.

 

—Bunu fark etmek herkes için son derece kolaydı.

 

#Sonunda harika şehrimize geldik ve her nedense Japon mimarisi taşıyan konağımıza ulaşıp amacını çözemediğimiz rakibimiz tarafından karşılandık. Bizi bekleyen ölümleri, dirilmeleri, yepyeni döngüleri, dertleri ve o dertlerin çözümlerini merakla bekliyorum. Okuyacak çooook şeyimiz var.
Bu arada bir gün geciktirdim çünkü ev arama telaşımız var. Bir müddet daha bu şekilde ufak gecikmeler olabilir ama üç günü geçmemeye dikkat edeceğim. Tekrar görüşmek üzere arkadaşlar!

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 43991 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr