Bölüm-10 Ölümlü-10

avatar
224 0

Nu Wang - Bölüm-10 Ölümlü-10


Bu kırmızı ipliğin parıltısı bütün görüşünü birkaç saniyede kapladı. İçinde, derinlerde bir şeyler kıpırdanmaya başlamıştı. 

Derin bir nefes aldı ve karşısında duran kan imparatoruyla göz göze geldi Hei Ye. Gözleri buluştuğu anda kızıl parıltı titredi ve soldu. 

Parşömen sanki bir iz hissetmiş gibi parlamaya başlamıştı, o sırada çevrelerindeki her şey titredi. 

Sanki Hei Ye o dünyadaki tek sabit şeydi. 

Tang ağacı bile hareket edemedi, göklerin kendisi kızıla bürünmüş ve görsel bir şölen yaratmıştı. 

Bulutlar dağılmıştı, güneşin ışıklarının vurması gereken yerlerde kızıl ışık çarpıyordu. 

O sırada kimse üstlerinde bir Qi baskısı hissetmese de ayağa kalkmaktan acizlerdi, kafalarını çevirmekten de acizlerdi. Bir parmaklarını oynatmak bile o sırada dağları kıpırdatmaktan zor geliyordu onlara. 

Bu his ortaya çıktığı anda Kan İmparatoru titredi, o sırada sadece o, Yüce Tang ve Hei Ye'nin duyabildiği, daha doğrusu hissedebildiği bir şey kükredi. 

"13. olan göklerin altında doğmuşsun. Benim Taom adil ve sakindir, senin tao'nu dinlemek istemekteyim."

Sözlerin kime olduğunu anlayamayan belki de sadece Hei Ye'idi. 

Birkaç nefes sonra kendisi olduğunu anlasa da söyleyecek bir söz bulamamıştı. 

Bir süre böyle bir donukluk yaşandı, ardından göklerden bir yırtılma sesi duyuldu. 

Yukarıdaki gökyüzü oradaki hiç kimsenin daha önce görmediği kadar karanlık bulutlarla kaplıydı, Yıldırım şeritleri öfkeli canavarlar gibi bulutların arasında zıplıyor ve bütün göğü parıltıyla kaplıyordu. 

"Daha büyümemiş bir başak, daha yeni ekilen bir tohumsun. . .

13. olarak Tao'ndan hala çok uzaktasın. O gün geldiğinde. . . senin yolunda ne olacak?

Bu da yeterli, ölümün yolu dışında bir eksiğim kalmadı ki. . . belki de sen benim için bir fenersin."

Sözleri bittiğinde parşömen yavaş yavaş yanmaya başladı. 

Bu sefer herkesin duyabildiği bir ses bütün cihanı sarstı. 

"Üçüncü kapının yedinci göğü, Heng'in damgasıyla damgalı gökler benim adımı ne çabuk unuttu!

Bir milyon yıldır bu göklerin kralı olan sizsiniz. Bu da güzeldir. . . 

Size tahtınızı veren o adamı unuttunuz mu? Kendinize ölümsüzler ve tanrılar diyorsunuz!

Küçük kardeşimin(Kız), basit bir ölümlünün ayaklarında af dilendiğinizi unutmuşsunuz!

Benim Tao'm dengelidir, benim yolum ne kadar kavisli olsa da doğrultusu değişmez ve sakindir."

Sözlerine ara verdiğinde parşömen tamamen yanmıştı, o incecik mavi bir ışık göklere fırladı. 

Bütün bulutlar bir anda dağıldı, yıldırımlar yok olmuş ve gökyüzü masmavi bir şekilde parlamaya başlamıştı. 

Bu sırada dikkatli bakanlar göklerin de üstünde bir damganın parladığını fark ederdi. 

Kırmızı bir çiçeğin resmi. 

"Üçüncü kapının yedi göğü, ben hala ölmedim, biz hala ölmedik, biz mutlak olanlarız, biz sonu ve başı olanlardan değiliz. 

Biz nefes vereniz, biz nefes keseniz, biz var eden ve yok edeniz. Unutmayın, bizim gazabımız mutlaktır."

Sözleri bittiği anda Tang ağacının baskısı da kayboldu, sanki bu kişiye saygısından bir parçası bile hareket etmiyordu. 

Savaş birkaç an sonra tekrardan patlak verdi ki bu sefer ne Tang ağacı ne de Kan İmparatoru hareket etti. 

Kan imparatorunun gözleri Hei Ye'nin üstündeydi. 

Ona saldırmıyordu, Tang ağacının önceki tepkisini göz önüne alınca buna cüret edememişti. 

Ama içi içini yiyordu, bu çocuk nasıl sırlar saklıyordu?

"Adın ne?"

Hei Ye böyle bir kişinin kendisine sorduğu bu basit soru karşısında şaşkına dönmüştü. 

Çevrelerinde kanlı bir savaş vardı, birkaç an önce neler yaşamışlardı?!

"Hei Ye."

"Hei Ye, benimle güney kıtasına gelmek ister misin?"

Bu sözleri birkaç saniyeliğine savaşı bile durdurmuştu. Bu sırada herkes onları izliyordu. 

"Beni ustan olarak kabul etmene gerek yok, sana elimde olan her şeyi sunacağım, ulaşabildiğim bütün kaynaklar, bütün teknik ve büyüler, senin için alabildiğim her canı alabilirim. 

Güneyde her ne kadar beni istemiyor olsalar da sadece bir kişi yanımdayken durdurabilecekleri birisi değilim, imparatorluğumu senin için geride bırakabilirim. Ve bu vasat topraklardan çok daha gelişmiş güney diyarında sana bir sahne sağlayabilirim. "

Bu sözler orada bulunan herkesin kan kusmasına sebep olmuştu

 Kan imparatoru, karma alemi uzmanlarından bile güçlü birisi, gökleri avcuyla kapatan bir kişi her şeyi geride bırakıp sadece bir veledin sahte "öğretmeni" mi olmak istiyordu?

"Kan imparatoru! Antlaşmamızı unuttun mu!"

İlk gardiyan kükreyerek sormuştu. 

"Neden?"

Hei ye herkesin merak ettiği soruyu sormuştu. İlk gardiyanı biraz bile umursamayan İmparator hemen Hei Ye'ye cevap vermişti. 

"Buraya gelmekteki tek amacım bu kıtayı, Yeşim diyarı olarak bilinen kıtanızı kullanmaktı. 

Geri dönmek istiyorum, babamı öldürenlerin acınası şekilde gebermesini, imparatorluğumu yıkanların dövülmüş köpekler gibi kaçmaya çalışmasını ama kan havuzlarına dönmelerini istiyorum. 

Öfkemin bütün güney diyarını boğmasını istiyorum, bütün güney diyarını süpürmek ve yeniden doğan bir imparatorluk istiyorum. 

Ama bunlara gücüm yetmiyor, yetmesi de çok zor. Sizin yeşim diyarınızda bir iç karışıklık çıkartıp ardından yanımda duran güçlerle güney diyarına tekrar gitmek istiyordum, intikamıma hazırlanmak istiyordum ama artık sen varsın. 

Tang ağacı, gerçek ölümsüzleri katlederken biraz bile zorlanmayan bir varlık bile sana boyun eğmekte, bilgimde bir ilaha en benzeyen şey seni korumak için onun var oluşuyla bağlantılı bir mührü bile bozacak kadar ileri gidiyor. 

Mühür senin için gökleri karşısına almaktan biraz bile korkmadı, bir an bile tereddüt etmeden içinde benim yıllarca uyandıramadığım irade yok olma pahasına gökleri dağıttı. 

Kim olduğunu ve neden bu kadar özel olduğunu bilmiyorum, ama gözlerine baktığımda fark ettiğim bir şey var. 

Senin gözlerinin içi kapkaranlık, gecenin güneşi yuttuğu gibi güney kıtasını yutabilirsin, bu kıtayı hatta bu gezegeni bile gelecekte avuçlarının içine alabilirsin. 

O parşömenin bana son sözleri de bunu doğruladı. 

"O bu gezegen için çok büyük, o bu kapı için çok fazla. . . eğer o basit bir ölümlüyse gerçek bir ölümsüz daha önce var olmamıştır. "

Bu sözleri bana söylediği için artık eminim, sana yardım edeceğim, büyümeni ve yükselmeni sağlayacağım. 

Karşılığında bana güney diyarını vermeni istiyorum, sadece bir istek."

Hei Ye o anda hızla düşündü, böyle bir uzmanın arkasında olması geleceğini kesinlikle çok daha parlak yapacaktı. 

Güney diyarı, vatanı olan yeşim diyardan daha çekici geliyordu. 

İçinde bu topraklara karşı bir soğukluğa sahipti, belki ailesi belki yaşamı ona bu topraklarda mutlu olduğu birkaç anı dışında soğuk ve acımasızlık hissi yarattırıyordu. 

"Kabul ediyorum."

"Güzel, gidelim!"

Elini Hei Ye'ye uzattığı anda muhteşem bir hızla ikili fırladı, onların ardına da sayısız Karma Alemi uzmanı takıldı. 

"Anlaşmamız böyle değildi imparator!"

"Usta! Beni geride mi bırakacaksın!"

Tuhan Qu'nun sesi çıktığında imparator bir anlığına durdu. 

Gözleri arkasına, Tuhan Qu'ya dönmüştü. 

Hei Ye de birkaç nefeste karar verdi.

"Tang, onu benim yanıma gönder ve peşimizden gelen herkesi öldür. Gölgenden bir yıl boyunca çıkamamalarını sağla."

Bir hükümdar gibi emirlerini verdiği anda her şey yerine getirildi.

Tang ağacı bir an bile tereddüt etmeden her söyleneni yaptı. Hei Ye'nin yanında kendini bulan Tuhan Qu şaşkınlığını gizleyemiyordu. 

"Bir anlaşma yaptık, benim elimde bir şey yoktu ama bir iyilik yapabilirdim. 

Bunu iyi niyetim say imparator."

"Wahnar, adım."

"İyi niyetim say, Wahnar."

Bu sözlerden sonra üç kişi hızla uçmaya devam etti ve görüşten çıktı. 

Bu sırada karanlıkta, kilometrelerce uzanmış bir yırtığın karşısında iki kadın duruyordu. İkisinin de sırtları kanlı yaralarla kaplıydı ve saçları kısacıktı. 

Gözleri karşılarındaki kilometrelerce uzunluğundaki yarığa bakıyordu, yarıktan aşağıda süzülen mavi bir dünya vardı. 

İkisinin de yüzü ciddiydi ve gözlerinde öfke parlıyordu. 

"Heng'in ikiz kızları, siz basit sineklerden veya yaşlı eşeklerden farksızsınız. Yolumu tıkamak bir yana karşımda ayakta durmaya bile nitelikli değilsiniz. "

Bir kadının sesi duyuluyordu, her hecesinde ve her kelimesinde karanlık sarsılıyor ve kilometrelerce uzanan kesik açılıyordu. Parlak ışığı engelleyen bir figür bu karanlık ve dünyayı ayıran kesiğe dokunduğunda sanki bir şey içeriye girmesini engelliyordu. 

"Acınası. . ."

Elini uzattığı anda kesiğin boyu onbinlerce kilometreye uzadı, karşısındaki o boşluktan tek adımda geçti ve iki kadının karşısında durdu. 

"Heng'in ölümsüzleri ve tanrıları önüme gelsinler. Ben geldim!"

Sözleriyle birlikte bütün karanlıkta çeşit çeşit kesikler ortaya çıktı ve binlerce kişi orada belirdi. 

Kadınlar, erkekler, şeytani yaratıklar, ejderler, melekler çeşit çeşit varlık oradaydı. 

Bazıları tanrılardı bazıları ilahlar. Hiçbiri en önde, iki kızın hemen arkasında ortaya çıkan beyaz adamdan daha etkileyici değildi. 

Beyaz adam tamamen bembeyazdı, göz bebekleri ve diğer her yeri beyazdı, parlıyordu ve ilahi bir imparator hissiyatı veriyordu. 

"Diz çökün ve af dileyin, bu ölümlüden af dileyin! Bu ölümlüye dilenin! Basit bir ölümlünün ayaklarını yalayın ve ona tatlı gözükün! Çünkü bu ölümlü abisi gibi dengeli ve sakin değildir!"

O sözlerinden sonra her bir tanrı, ölümsüz diz çöktü. Geride sadece o beyaz adam ayakta kaldı. 

"Sizin devriniz beş kapıda kapandı. Ben bir gezegen lorduyum, senin karşında diz çökmeme hakkını bana yeşim imparator vermiştir."

Sözleri birer kanun gibi çınladığında kadın gülmeye başladı. Korkunç kahkahası bütün alanda yankılanıyordu.

"Yeşim imparator. . . bizim devrimiz geçti ve kapımız kapandı. . . Doğruyu söylüyorsun, benim ölümümün üstünden bir milyar yıldan fazla zaman geçmişti. . . 

Benim, basit bir ölümlünün zamanı gerçekten de geçti ama önemli değil!

Ölüm benim için gelmeye cesaret edemez, ben mutlak olanlardanım. 

Yeşim imparator sana karşımda diz çökmeme hakkı mı verdi, pekala. . ."

Kadın elini salladığında bir mızrak yanında hiçlikten var oldu. Yeşim renkli, kanla kaplı bir mızrak. 

"Yeşim imparatorun yanından geliyorum, hayatı için bir köpek gibi yalvarmakta ve doğru bir şekilde hediye sunmakta başarılı oldu, onun sadece bir kolunu aldım. Ömrünün yarısını hasat ettim ve tao'sunu kestim. 

Sen diz çökmeyi bile beceremedin, göklerini yıkmak bile yeterli olmayacak!"

O sözleri söylediğinde bir başka ses karanlığın içinden duyuldu. Çok yaşlı bir adamın sesi. 

"Te'er, yeterli. Gerçekten zamanın geçti ve sen geride kaldın. Zaman nehrinde akmaya devam etsen de sen yaşayan dünyada var olan şeylere dokunmamalısın. 

Kitap'ın kuralları ve Kalkan'ın yazıtları bellidir. 

Eğer devam edersen seni ölüme götürmek için gelirim. "







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44598 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr