Bölüm-7 Ölümlü-7

avatar
247 0

Nu Wang - Bölüm-7 Ölümlü-7


Yehan Noh tarikatının oldukça uzağında, kıtanın en doğu kıyılarındaki sarp kayalıkların üstünde yükselen devasa bir ağaç vardı.  

Ağaç göklerin onayını almışçasına büyümüştü. Dallarının üstünde köşkler ve saraylar, yapraklarında yaşayan hayvanlar vardı! 

Kökleri yeryüzünün derinlerine kadar uzanıyor ve gövdesi on binlerce yıldır gururla ve sapasağlam yükselmişti.  

Yapraklarının gölgesi yüzünden ağacın çevresinde yeryüzü toprak rengiydi, yeşillikten mahrum kalmıştı. 

Bu ağaca doğru uçmakta olan dokuz büyük daire vardı, üstünde binlerce Yehan Noh öğrencisi bacaklarını çaprazlamış bir şekilde oturuyordu.  

Her dairenin başında bir kişi vardı, vahşi auraları ve inanılmaz hızlarıyla 9 gardiyanın her biri kendi dağının öğrencilerini bu ağaca doğru götürüyordu.  

Yüce Tang ağacı, Tang Hanedanlığının kökleri ve belki de kıtanın en eski gücü olmalarının sebebiydi. Tang klanı kudreti bütün gezegene yayılmış ve Tang ağacının çağrısını duyabilen tek klandı.  

Onlar Tang ağacından geldiklerine inanırlardı, ağacın izinden gider, onun altında gelişim yapar ve ölümsüzlüğe eriştiklerinde Tang ağacını saygıyla selamlarlardı.  

Tang Ağacının bahşettiği  üç ana taoist büyüsü çevresinde dallanıp budaklanan tao stokları ve ağacın yetişim sırasında devasa bir Qi desteği sağlamasıyla bu güçlerini koruyabilmiş olsalar da onların asıl korkunç tarafı bunların hiçbiri değildi.  

Taoist büyüleri? Yehan noh tarikatının taoist büyüleri karşısında kuru çıralar gibi yanar giderlerdi.  

Qi desteği konusundaysa kim Mavi Kaplan Tarikatı'nı aşabilirdi? Bir Qi damarının kalbinin üstüne kurulmuşlar ve o damarın onayını almışlardı! 

Tang'ı diğer diğer dört tarikat, dört klan ve üç kiliseden ayıran bir özellikleri vardı.  

Tang Ağacının altında ölümsüzlük, yüz bin yıldan eski tarihlerinde birden fazla kez devasa felaketlerle karşılaşmış olsalar da kraliyet ailesinden ve onların atasal kanına sahip kişilerden birisi Tang'ın gölgesinde ölürse ruhu sarı kaynaklara akmaz, başka bir döngüye girerdi.  

Tang'ın döngüsünde ağacın bir meyvesi olur, yüz yıl sonrasındaysa tekrar eskisi gibi doğardı. Çoğu felakette bütün klan öldürülse de yüz yıl sonra geri gelmişler ve tekrar hanedanlığı yükseltmişlerdi! 

Hızlarıyla bir gün sonra Tang ağacının gölgesine gelmişti Hei Ye ve Yehan Noh tarikatı.  

Gölgede kalan bölgeye girmek üzerelerken dokuz gardiyan da durdu, karşılarında bir grup gelişimci havada duruyordu.  

"Yehan Noh Tarikatının 9 Gardiyanı, ben Tang hanedanlığının dördüncü oğlu, tahtın sol eli ve kuzey dalının lordu Tang Rom sizi güler yüzle karşılıyorum." 

Bu sözlerin karşısında dokuz gardiyandan biri hariç hepsi oldukları yerde bağdaş kurmaya devam ettiler. Gözlerini bile açmamışlardı.  

Sadece en arkadaki, ilk tepenin gardiyanından bir homurtu geldi.  

Yer ve gök titredi, hava sıkıştı ve gökyüzünü sert bir rüzgar doldurdu. Bütün öğrencilerin net bir şekilde hissedebildiği devasa bir baskı alanı kapladı.  

"Bu sizin için bir eğitim, güç karşısında ne kadar küçük kalabildiğinizi hissedin ve bundan kaçmak için güçlenin. Sadece güçlü olanlar istediği şeyi yapmaya kadirdir." 

Dokuzuncu gardiyanın sesi çevresindeki öğrencilerin kulaklarında yankılandığında neredeyse hiçbiri buna dikkat edebilecek durumda değildi.  

Nefesleri kesiliyordu, görüşleri gidiyor ve duruşlarını korumakta zorlanıyorlardı.  

Hei Ye ilk defa bunu hissediyordu, ezici bir baskı, karşı konulamaz, durduramayacağı bir dev!  

O an etrafında sonsuz düzlükler vardı ama sanki gök ve yer ona dar geliyordu, ruhu tıkanıyor ve binlerce dağ tarafından eziliyor gibiydi. Elinden bir şey gelmiyordu, bütün Qi si bile ona bir nefes sağlayamamıştı.  

"Ben karmayı gördüğümde Tang'ın karmasını hasat etmiştim, o gün geldiğimde tek başımaydım ve bir süt çocuğunu karşıma göndermiştiniz. O gün ben kendim için geldiğimden beni karşılayan bir velede müsamaha göstermiştim.  

Tang'a bu o zamandan beri ikinci gelişim, bu sefer kendi adımla değil Yehan Noh adına geldim.  

Hanedanlığınız bu sürede bir ölümsüzün korumasını mı aldı? Bu ne cesaret!" 

Her bir kelimesi şiddetle doluydu, o sırada Tang hanedanlığında kapalı kapılar ardında yetişim yapanlar bile onu duymuştu. Ağacın kendisi bile sözlerine karşı titremişti! 

"Tang'ın ataları! Son geldiğimde bir prensi öldürmüştüm, tek başımaydım. Bugün tek değilim ve bir prensinizi daha köpeklere yem etmekten çekinmem!" 

O bu sözleri söylediği anda karşısında ayakta bile duramayan dördüncü oğul damarlarına kadar işleyen öldürme arzusu karşısında bütün düşünme yetisini kaybetti, birkaç geri adım attıktan sonra daha fazla ilk gardiyanın olduğu yere doğru bakamadı, arkasını dönüp tam kaçacaktı ki omzuna dokunan bir el onun üstündeki baskıyı kaldırdı.  

"Tuo Nan, gençlere zorbalık yapmayı gerçekten seviyorsun. Özürlerimi kabul edin, önemli bir işim olduğundan dördüncü prens sizi karşılama görevimi üstlenmişti. Şimdi işim bitti ve gelebildim.  

Lütfen buyrun, Tang hanedanlığı misafirperverliğine leke sürülmesinden göklere sığınır." 

Yaşlı adamın ince kemikleri vardı, boyu bir metredenbiraz uzun olsa da göz bebekleri yoktu. Bütün gözü bembeyazdı ve içinde sayısız kan damarı bir ağ gibi örülüydü.  

"Altıncı Ata, ünlü simya kralı. Benim için yeterli olabilirdin ama dokuz gardiyanın her biri buraya geldi." 

Bu sözleri söyleyen ilk gardiyanın ardından ikinci gardiyan derin bir nefes aldı. İkinci gardiyan da yaşlı bir kadındı, bir alim havası veriyor ve sakinliğini bozmayacak gibi duruyordu.  

Ayağa kalktı, ayağa kalkmasıyla yeryüzü titremeye başladı.  

"Gel." 

Sakin sesi çınladığında herkes derinlerden, yerin altından gelen bir hırıltı hissetti. Tehditkar hırıltı git gide artıyordu.  

Bunun karşısında altıncı atanın gözleri kısıldı, arkasında bağladığı ellerini çözüp yanındaki dördüncü oğul ve grubunu ağaca geri gönderdi.  

Yeryüzünde gürültüyle çatlaklar oluşmaya başlamıştı ki belirli bir noktada bu çatlaklar patladı.  

Gökleri bir kükreme doldurdu, yerden çıkmaya başlayan şeyse bütün öğrencileri ağzını açık bıraktı.  

Devasa bir kafa, ardından yeşil gözler ve sayısız dal ve sarmaşıktan oluşmuş bir beden.  

Yüzlerce binlerce metre uzunluğunda, ahşap ve sarmaşıklardan bir ejderha yükselmişti.  

"Kurucumuz buraya geldiğinde ne olduğunu ne çabuk unuttunuz! Yüce Tang ağacınız yerle bir olmadı mı?! Ana dalını kesip onu tazminat olarak verdiğinizi ne çabuk unuttunuz! Tang ağacının kendisinin ettiği yemini ne çabuk unuttunuz! 

Biz ne gaddarız ne de düşmanınız, dostunuz olduğunu söylemekten de çekinmeyiz! 

Buna rağmen bu ne terbiyesizlik! On üç atanın her biri bizi karşılamak için kendinizi fazla mı yukarda görüyorsunuz! Pekala, ben Yehan Tornil, bugün atamın bıraktığı işi bitirmekten çekinmiyorum!" 

O bu sözleri söylediğinde ejderha gökyüzünü yaran bir kükremeyle ağacın gölgesine girdi. O gölgeye girdiğinde bütün Tang ağacı titredi, ağaçtan yukarıya altın renkli bir ışık patladı ve bütün Tang üyeleri tehlikeyi hissetti.  

Tang ağacının üstünden dört tane ışın hemen fırladı ve biri ejderhayı boynuzlarından tutup gölgelerin dışına fırlattı! 

"Dokuz gardiyan, hak ettiğiniz saygıyı size göstermekten Tang hanedanı hiçbir zaman çekinmedi. Ama bu olay için diğer tarikatları, klanları ve hatta üç kiliseyi de biz ağırlıyoruz. Herkesi memnun etmek istedik ve sizin, eski dostlarımızın bizi zor duruma düşürmeyeceğini umuyoruz. Buyrun, size ayrılan saraylara ve konaklama evlerine geçin.  

İdam başlayacağı zaman haberiniz olacak." 

Gelenlerden bir kadın konuşmuştu. Onun da bir ata olduğu belliydi 

Bu olduğunda bütün gardiyanlar tekrar sessizleşti. İlk gardiyan gelen diğer atalarla da sohbet etmeye kalmış diğerleriyse öğrencilerle birlikte konaklarına geçmişti.  

Tang ağacı gerçekten de Qi ile dolup taşıyordu.  

Hei Ye'nin siyah iplikler tarafından beslendiği zamanı andıran bir hisle dolmasına sebep olmuştu.  

Yüz metre çevresindeki Qİ'yi bir nefesle özümsüyordu ve bam! Alan hemen eski haline geliyordu! Normalde bunun olması en az birkaç saat sürerdi.  

"Burada kalmaya devam edebilirsem,  yetişim hızım katlanarak artacak gibi."  

Bir kez daha derin nefesi içine çekip bütün çevredeki Qi'yi özümsediğinde görüşünde tekrardan o siyah iplikler belirmişti. Bu sefer farklı olansa siyah ipliklerden onbinlerce kat ince, parlak bir ipliğin etrafındaki siyah ipliklere çeşitli noktalarda bağlı olmasıydı.  

Zihninde şu sözler yankılandı.  

"Gökleri aşmak isteyen bir ağaç, bir geyiğin boynuzlarından bile ince ve kuru. 

O göklerin altında ve üstünde basitti, ağacı onaylandı ve o artık göklerde ve yerde eşsizdi. 

Sonsuz arzuyla yanan ruhlar, sayısız basit ruh. . . Onlar ne için var olduklarını bilmezler mi? 

Düşünmezler mi? Karşılarında duranı görmekten aciz olanlara acıdım. Ben onları onayladım ve gözlerini açtım, zihinlerini temizledim ve ruhlarını gerçeğe bağladım.  

Benim mizacım nazikti ve arzularıyla yanan bu ağacı bağışladım.  

Oh tao, gökler ve yeri affedecek misin?" 

Kalbine bir acı saplanmıştı Hei Ye'nin. Zihnindeyse başka bir hissiyat belirmişti. Nefes almak gibiydi ama aynı zamanda farklıydı.  

"Siyah iplikler, her biri yaşam ve ölüme bağlı. Canlı veya cansızlara bağlı. O kişi onaylayandı, o kişi arzusuyla yanan bu ağaca bir iplik yarattı. O onayladığında iplik bağlandı ve karma döndü.  

Ben, onay veren olabilir miyim?" 

Zihnindeki hissiyatı unutmaktan korkarcasına odasından dışarıya fırladı, elini üstünde durduğu dala dokundurdu ve zihnindeki kelimeleri söyledi.  

"Karma Onayı." 

Sesi kısık olsa da bir an sonra kalbi çarptı. Bütün Tang ağacını hissetmişti, tang ağacının da onu hissettiğini emindi.  

Elini çektiğinde his kaybolmadı, sanki ağacı anlıyordu. Ortada kelimeler olmasa da birbirlerini hissettiklerinden emindi.  

Ağacın yaprakları titredi, gövdesi ve kökleri bile titredi. Yaprakların içinden küçük, siyah renkli bir yaprak yavaş yavaş süzüldü ve Hei Ye'nin eline düştü.  

Eline değdiği anda zihninde kelimeler birleşti. Bir ses olmasa da ağacın dediklerini anlamıştı.  

"Onlardan birisin, hangisi olduğun önemli değil. Benim karmamı onaylaman için sana yalvarıyorum. Siyah yaprak sana gerçek soyun bile üstünde olanı verecek." 

Hei Ye zihninde hala vermesi gereken kararın farkındaydı. Ağaca bağlı yeşil iplik sanki Hei Ye Karma Onayı'nı kullandığı anda siyah iplikle arasındaki hissi kaybetmiş ve onun onayını bekliyordu.  

"Seni onaylıyorum. Hei Ye seni onayladı." 

Hei Ye, bu isim ağzından çıktığı anda bütün Tang hanedanlığı sarsıldı. Bütün Tang klanı üyelerinin zihninde bir şeyin değiştiği hissi belirdi.  

Siyah yaprak Hei Ye'nin eliyle birleşti ve işaret parmağının eline bağlandığı noktada bir  yüzük dövmesine benzeyen kökleri ve yapraklarıyla bir ağaç dövmesi çıktı.  

Simsiyah dövmenin tam ortasında ağacın yaşam damarını temsilen yeşil bir çizgi parlıyordu.  

Bu olaylar olduğu anda Hei Ye üstüne çullanan sayısız ruh iradesi tarafından ezildiğini hissetti. O sırada Tang hanedanlığında olan bütün atalar, karma alemi uzmanları ve kader kıranlar bu değişikliği hissetmişti. Özellikle Tang hanedanı atalarının her biri hemen Hei Yenin olduğu yerde ortaya çıkmıştı.  

Buna karşı dokuz gardiyanın her biri de yakınlarda belirmişti. İlk ve dokuzuncu gardiyan direkt Hei Ye'nin yanında duruyordu.  

Diğer güçlerin uzmanlarıysa şimdilik durumu uzaktan izliyordu.  

"Tuo Nan! Bize bir açıklama borçlusunuz!" 

Karşılarında ilk geldiklerinde en son gelen 4 adamdan biri vardı. Diğerleri de oradaydı, on üç karma alemi uzmanının her biri oradaydı! 

Arkalarından daha yaşlı duran bir adam önlerine kadar yürüdü her biri de ona yol açtı.  

"Tang Atasına selamlar." 

Tuo Nan ve dokuzuncu gardiyan da kafalarını saygıyla eğdiler. Bu tam bir eğiliş olmasa da karşısındaki kişiye karşı kibirli değillerdi.  

"Yehan Noh tarikatı, bir açıklama yapmanız gerçekten gerekli." 

Dokuzuncu gardiyan Hei Ye'ye döndü.  

"Biz de ne olduğu konusunda merak içindeyiz, Hei Ye?" 

Hei Ye çevredeki gergin havayı koklayacak kadar olgundu ama korku hissetmiyordu. O anda orada bulunan kimse onu öldüremeyecekti! 

"Öğrenci Hei Ye, ağacın onunla iletişime geçmek istediğini hissettiğinden dışarı çıktı ve ağaca dokundu.  

Daha sonra ağacın hisleri zihnimde belirdi, beni bütün Tang'ın tanrısı olarak seçtiğini ve kanıtın da bu siyah dövme olduğunu söyledi.  

Ayrıca onun gölgesinde ölümün benim için var olmadığını da ekledi. 

Bir yanlış yaptığımı düşünmesem de sizin adaletinize sığınıyorum efendim." 


Hei Ye'nin bu sakin tavırla söylediği sözler orayı izleyen herkesin zihninde gürültüyle çınladı.


Bu çocuk kim olduğunu sanıyor da bu sözleri söyleyebiliyor? Yehan Noh kendini bu kadar mı büyük görüyor?

Bu sorular insanların düşüncelerinde belirmişti ki çok da normaldi.


Tang atalarının yüzleri kararmıştı, dövmeden kesinlikle Tang ağacının enerjisi geliyordu ve yoldaş klan üyelerinden hissettikleri yakınlık duygusuna benzer bir his Hei Ye'den yayılıyordu.


Bir hükümdarın karşısında, elleri bağlı bir şekilde duruyor gibi hissediyorlardı. Hükümdara duydukları bu garip korku hissinin kaynağıysa Yüce Tang Ağacı'nın kendisiydi.


"Hei Ye idam bitene kadar sizinle kalabilir. İdam bittikten sonraysa onun burada kalması ve Tang ağacının köklerinde soyunu kanıtlaması mecburidir. Yehan Noh'un gardiyanları, bu yaşlı adamın sözlerinden rahatsızsanız öğrencinizi alın ve gidin.

Giderseniz bu günden sonra Yehan Noh'un dertleriyle dertlenmeyiz."


Açıkça tehdit ediyor ve şartlarını zorla kabul ettirmeye kararlıydı Tang atası.


Birinci gardiyan Hei Ye'ye baktı ve sanki bu riski almaya değmeyeceğine karar verdi.

"Siz eski nesilden bir atasınız, sözleriniz güvenilir ve hareketleriniz erdemli olmalıdır. Öğrencimizin bir saç teli dahi eksik olursa, Yehan Noh'un yarım bıraktığı işi tamama erdirmekten gurur duyarız.


Hei Ye, benimle gel."

Hei Ye'nin zaten reddetme şansı yoktu, altında bir rüzgar onu tutup diğer gardiyanlarla birlikte ilk gardiyanın köşküne uçtular.

İçeriye girdikleri anda beşinci ata bir mum çıkartıp yaktığında duman bütün duvarları ve kapıyı kapladı. O anda dışarı ve içeri bölünmüş iki dünyaydı.

"Bize detaylı bir açıklama yap Hei Ye. Sözlerin gerçek miydi?"

Üçüncü gardiyan, kısa boylu ama uzun saçları olan, ince örülmüş saçlarının yarısı beyaz yarısıysa simsiyah bir renge sahip, mavi gözlerinin parlaklığıyla bembeyaz ten renginde iki mücevher gibi duran güzel bir erkekti.

Konuşan da oydu, çoğu kişi üçüncü gardiyanın aslında eskiden grubun en küçüğü olduğu, bu tavrı kişilik edindiğini ve içmeyi sevdiğini söylerdi.

Her ne kadar bu gibi bir kişi olsa da hala bir gardiyandı, bir karma alemi uzmanı. Hei Ye gibi birinin küçük göremeyeceği kadar büyüktü.

"Sözlerim gerçekten doğruydu, Tang ağacı beni beklediğini ve bana iyi talih bahşetmek istediğini söylediğinde bir siyah yaprak elimin üstünde bu dövmeyi yarattı."

Bu sözleri söyledikten sonra bütün gardiyanlar durumu anlamaya çalışıp susmuştu.

Onlar Karma alemi uzmanıydı, bir çok şeyin anlayışını kazanmış olsalar da Tang ağacı hala onların çok üstünde ve anlamaları imkansız olan bir alemdeydi.

Ölümün döngüsüne ellerini sokabilen bir varlık olduğundan ağacın bir ölümsüz belki de bir tanrı olduğunu düşünen bir çok insan vardı.

"Hei Ye, seni tarikata ben getirdim. 24 yaşına kadar beden Qi'ni topladın ve buraya gelmeden kısa bir süre önce yaşam yaratma eniği oldun.

O gün odanın etrafındaki değişimlere göre ya 10 ya da eksik bir yol olan 11 havuzlu yolu seçtin. Bedeninin durumuna göre büyük ihtimalle bir iyi talihle kutsandın ve bedenin olması gerekenden çok daha sağlam hale geldi ve 10 havuzun eksikliğini kapattın.

Bunu nasıl yaptığın pek umurumuz değil, ama bunların hiçbiri Tang ağacı gibi bir varlığın hareket etmesini sağlayacak şeyler değil. "


O sözlerine devam edecekti ki ikinci gardiyan tarafından bölündü.

"Tang ağacı en son kraliyet dışından birisine ölümsüzlük bahşettiğinde o kişi 12 havuzunu açmış ve yaşamını 333 yıl sınırının ötesine taşımıştı. Gök yaran aleminin felaketiyle karşılaştığında Tang ağacının altındaydı ve ağaç göklere kafa tutmuş, o üstadın gök yaran aleminde eşsiz bir uzman olması yolunu açmıştı.

Bu bizim tarikatımızın ata kayıtlarında yazan bir hikaye, şuan hala ayakta duran Kızıldeniz İmparatorluğunun ilk imparatoru olmuş ve karma alemine geçtiğinde kanıyla denizi kızıla boyamıştı ki o deniz hala kırmızı."


Bunun üstüne ilk gardiyan konuştu.

"Anlaştığım gibi idama kadar bir sorun çıkartma ve gözümüzün önünden ayrılmayacaksın. Sonrasında senin soyunu test etmelerine izin vereceğiz ve duruma göre hareket edeceğiz. "

Hei ye bunun üstüne saygıyla eğildi ve kabul etti.


O biraz bile gerilmemişti, o gerçek tang ağacının farkında olan belki de tek kişiydi, arkasındaki desteğin büyüklüğünü ilk başta anlamamış olsa da Tang atalarıyla olan durumdan sonra bir şeyden emin olmuştu.

Tang ağacı tek bir anda gölgesinin altındaki bütün yaşamı alabilirdi, dışarıda akan o sonsuz Qi, Tang ağacının dışına sızan küçük bir parçacıktı sadece.

İki gün geçtiğinde etrafta da bir çok şey değişim gösterdi, Tang ağacının tam ortasında büyük bir dalın üstünde bütün tarikat, klan ve kiliseler gelmişti.


11 gücün her biri oradaydı ve göklere ulaşan bir coşku doldurmuştu bütün alanı.

O geçen zamanda Tuhan Qu 'nun kim olduğunu da öğrenmişti.

Daha önceden, yaklaşık 10.000 yıl öncelerinde kıtadaki 11 güç, kıtaya yeni gelen bir güçle karşı karşıya kalmışlardı.

Daha önce bir boğaz ve bir denizle ayrılmış bir başka kıtanın büyük tiranı, Kan İlah İmparatorluğu bazı felaketleri kendi üstlerine çekmiş ve kıtanın dışına kaçmaktan başka şansları kalmamıştı.

30 dan fazla karma alemi ve sayısız kader kırma alemi uzmanıyla kıtaya girmişlerdi.

O günlerde eski imparatorun ölmediği söylentisi dolaşıyordu, güçlerinin arkasında gizlenen ve avını sertçe ısırmayı bekleyen bir avcı gibi.

Kıtada sayısız savaşa sebep olan bu girişimde 11 güç birlik sağlamadığından büyük oranla güneyde kalan iki kiliseyle savaş olmuştu.

Bu durum daha sonra gelen desteklerle Kara doğu tarikatı ve Tang hanedanlığını da savaşa sürüklemişti.


O günlerde diğer kıtadan gelen imparator gerçekten de ortaya çıkmıştı, kudretiyle gökleri titreten ve dağları oynatan imparatorun gücü karşısında dört gücün karma alemi uzmanları küçük kalmış, tarikatın tao stoğu olan eski atalar hatta Yulan kilisesinin ikinci papası bile savaşa girişmiş ve kaybetmese de kazanamamıştı da!

Ağır yaralarıyla kiliseye dönmüş ve diğer güçlerden de gelen destekle "Yulan Cenneti'nin Kılıcı"'nı kullanmışlardı.


Yulan kilisesinin kuruluşundan beri duran ve her kullanıldığında parçalanan bir kılıcı, tanrıların kanlarıyla yıkanmış bir kılıcın gücünü kullanarak bile imparatoru öldürememiş olsalar da ağır yaralarıyla ortadan kaybolmuştu.

Arkada bıraktığı güçleri ve halkı yerle bir olmuş, geride yaşayan bir grup karma alemi uzmanı kalmış onlar da eski kıtalarına dönüp imparatorluğu unutmuşlardı.

İmparatorun tek öğrencisi olan Tuhan Qu'yu yakaladıklarında bunu imparatorun mirasını ele geçirmek için bir fırsat olarak gören kıta güçleri bu idama bu kadar ilgi göstermişti.

Ağacın üstünde çarmıha gerilmiş şekilde çakılı duran, yaşlanmış ve bakımsız suratında acıdan başka bir şey olmayan adam Tuhan Qu idi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44604 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr